Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 11 EKİM 1992 PAZAR
12 DIZIYAZI
Bir ülkenin gizlerini derinden anlamanın yolu, o ülke kadınlannı dikkatle izlemekten geçer
Eıı mahrem ıııadde: Kaduı eti
I,Lki tür yolcu vardır: Birincijer, bir
kente vannca ilk önce kendilerine sa-
lık verilen kişileri ziyaret eder, kendile-
rini rehberlerle birlikte anıtlan, müze-
leri görmeye adarlar; öbürleri, önce
rastlantılara bırakır kendilerini, önle-
rine gelen sokaklara girip çıkar. uzun
uzun gezinirler, bunu yaparken de ba-
kışlan, özellikle karşılaştıklan ya da
izledikleri kadınlann üzerinde dolaşır.
Bana sorarsanız bu ikinci gruptan ol-
mak daha iyidir.
B
B
B'u kadınlar "keyfediyorlar" m.
Yani. Haliç'in dingin sulanna ya da
büyük bir caminin görkemle yayılan
kubbelerine karşı, (bunlan görerek ya
da görmeyerek) kaslan yumuşamış,
vücutlan kıpırtısız, yüzleri tasasız, bir
şey beklemeksizin, bir istek duymaksı-
zın, düşünmeksizin, saatleri akıp gıt-
meye bırakıyorlar, böyle olmak hoş
çünkü.
I ünün en serin saatlerinde işte
yinc onlar, iki yanda işporta tezgâhla-
B'ütün ülkelerin
kadınlan birbirlerine
benzer denir ya, doğru
degildir. Olsa olsa
ahlâksal bakımdan
geçerlidir bu. Eski dinler,
kadınlan, haklı olarak,
her yerde birbirine
benzeyen, ama yine de
farklı olan yeryüzü ile bir
tutmuşlardır. Kadının
gövdesi ülkesinin en
kusursuz simgesidir. Eti
ise yurdunun en mahrem
maddesi anlanuna gelir.
nnın sıralandığı, satıcılann binbir tür-
lü kumaşlar, hint bezleri, ipekliler sat-
tığı yokuş aşağı dar ve uzun kalabalık
sokaktalar. Uzun boylusu gevşekçe
kısa boylunun omzuna dayanmış,
üzerine gül buketleri işlenmiş beyaz bir
muslin kumaş parçası için pazarhk
ediyorlar. Gelip geçen her kadının pe-
cesinin aynısı bir peçe takrruş olmanın,
kadınlara, kim olduğunu saklayarak
en sunturlu küfûrleri savurma olanağı
verdiği zamanlardakinin aynısı bir şid-
detle tartışıyorlar. Almadan gidiyor-
larmış gibi yapıyorlar, arkalanndan
koşan satıayı paylaşmak için geri dö-
nüyorlar: sonra yeniden tezgâhın başı-
na gidiyorlar; pazarlık devam ediyor.
Çerkes kızlar
Bir başka yerde Asyalı tacirlerin
zengin paşalara sattıklan kölelerin so-
yundan gelen Çerkes kızlan ile karşıla-
şıyorum. İşte onlardan biri, üniforma-
sı vücudunu sımsıkı saran bir askeri
okul öğrencisinin yanında. Avlusunun
taşlan arasmdan yabani çiçeklerin fış-
kırdığı Kariye Camisi'nin duvan bo-
yunca yürüyorlar. Vücudun, bütün
gûzelliğini ortaya çıkaran o nefıs 1932
Paris modasına göre kesilmiş hafif ku-
maştan bir elbise var üstünde. Uzun
boylu, ince. yay gibi esnek ve boynu
ileriye doğru uzanmış hafıften, Fran-
cis James'in şiirindeki genç kızlar gibi:
İnce yeşil damarlan var bıleklennde
Kollan sıynlınca giysisinin.
Lgır ağır açılıp kapanan uzun
kirpikli kocaman siyah gözJeri var.
Kûçük kahvede oturan imamlar, Nar-
gile içen ihtiyarlar (hükümet fes giy-
meyi yasak ettiği için başlannda fötr
şapkalar) gözleriyle onu izliyorlar.
Leylayada
Açgözlü Genç Kızlar
R O G E R V A I L L A N D
Çeviren: Feridun M. AKSIN
ğazalannın memurlannı getirip götü-
ren, akşam saatlerindeki bizim banli-
yö trenleri gjbi tıkhm tıklım dolu,
yandan çarkh vapurlardan başka bir
şey görûlmüyor. Havası her zaman,
güneş ışmlanna bile, süzgeçten geçir-
meden yol vermeyecek kadar nemli
olan bu kıyılann hüznüne ekleniyor
bu durgunluk.
O,
masından yakınıyordu. Bir bayan
küçük çocuğunun sıcakîardan çok ra-
hatsız oluşundan duyduğu kaygıyı
anlatıyordu. Birkaç Türk kızı deniz
banyosunun Marmara'da mı yoksa
Boğaz'da mı daha iyı olduğunu tartışı-
yordu. Osmed Bey, Andre Maurois"-
run son romanını gösteriyordu. Çekik
gözlü hizmetçi kızlar buzlu limonata
sunuyorlardı.
'ütün ülkelerin kadınlan birbir-
lerine benzer denir ya, doğru degildir.
Olsa olsa ahlâksal bakımdan geçerli-
dir bu. Eski dinler, kadınlan, haklı
olarak, her yerde birbirine benzeyen,
ama yine de farklı olan yeryüzü ile bir
tutmujlardır. Kadının gövdesi ülkesi-
nin en kusursuz simgesidir. Eti ise yur-
dunun en mahrem maddesi anlamına
gelir. Onlara dikkatle bakanlara böl-
genin gizlerini öylesine derinden açın-
larlar kı, insanlann diktiği taşlara,
yazdığı metinlere oburca saklıranlar
bu kadanna varamazlar.
'öylece Constantinople'daki ilk
gûnlerimi sokak görünümlerine ada-
dım.
Mûslûman halk kadınlan
İstanbul kadınlanna. En önce Müs-
lüman halk kadınlanna... Yangın gör-
müş mahallelerde taş yığmlan üstünde
ikişer ikişer oturuyorlar. Kentin çeşitli
bölgeleri arasında, bir Bizans tapına-
ğmdan ya da bir Yunan sütunundan
kopmuş bir parçanın şurda burda gö-
zümüze iliştiği bir çöle benziyor bu
mahalleler. Bu kadınlar, vücutlannı,
hiçbir biçimini ele vermeden saran,
Desenchantees'terin < 11, yukandan aşa-
ğı geniş kıvnmlarla dökülen kara çar-
şafmdan giyiniyorlar hâlâ. Bu kara
kumaşın arasından çıkık yanak ke-
mikleri, kısa çenesi, inatçı alnı, uzun
cekik gözleriyle neredeyse Asyalı de-
nebilecek bir yüz görünüyor.
— ürk "midinette"\ o> elinde bir
şapka kutusu, evine dönüyor. Tahta-
lar, benzin bidonlan, dalgalı saç ve
teneke parçalanyla yapilmış evi Ko-
rent başhklı bir mermer sütuna daya-
narak destek alıyor. (Yıkıntı görmûş
bir kente benziyor İstanbul, yıkılıp ha-
rabolmuş, sonra yıkmtılar kaldınlma-
dan ellerine geçen en yakın malzeme-
ler kullanılarak yan yanya yeniden
kurulmuş bir kente.) Yoksul bir genç
kız bu; elbisesi uçuz kumaştan, şapka-
sı elle örûlmüş bir başlık, ayakkabılan
aşTnmış, maaşının yüzde kırkı hükü-
met tarafından kesiliyor. Boyanma-
mış, yanaklan boyunca sarkan siyah
saçlan modaya göre kesili, ama kötü
taranmış.
Pera izlenimleri
Galata ve Pera kadınlan. Haliç'in
bu Avrupalı kıyısında kadınlar çarşaj
giymiyorlar, iyi beslenmiş, dolgun ve
semizler. Kalçalan biraz kahn, ama
ayak ve el bilekleri çok ince yine de.
Süslü ve boyalılar ve Fransızca konu-
şuyorlar. Leyla'nın kuzenleri bunlar.
enç Yahudi kızlan dörderli
beşerli gruplar halinde kol kola cıvıl-
daşarak geçiyorlar. Kahkahalar atı-
yorlar. Meme uçlan buluzlannı dışan-
ya doğru itiyor. Yağlı, tombul annele-
ri, Doğululaşmış bir İspanyolca
konuşarak arkalanndan sürükleni-
yorlar.
yansına kadar inen tül peçenin altında
kıpraşan sürme çekilmiş kocaman
gözleriyle bir Pers minyatürünü anım-
saüyor, mağrur ve kayıtsız, prensesler
gibi gerçekten.
Viski dilencileri
Sonra... Gece kulüplerindeki Macar
ve Viyanah kızlar. Viski dilencileri.
Ankara'dan Bağdat'a, İzmir'den İs-
kenderiye'ye, Constantinople'dan
Atina'ya kadar birbirine benzer otel-
lerde, birbirine benzer barlarda. birbi-
rine benzer bir yaşamı sürdürürler.
Çok doğal bir şey söylüyormuş hava-
ayla "Geçen hafta. Bağdat'ta..." der-
ler, sanki karşılanndakı, çocukluğunu
"Binbir Gece Masallan" Bağdadı'nın
çağnşımlanyla geçirmemiş gibi. Üste-
lik anlattıklan da hovardahğa çıkmış
bir İngiliz subayına ilişkin bayagı bir
hikâyeden başka bir şey degildir.
e daha... Gecenin saat ikisinde
kocasının bir bar kızının kollannda
dans ettiği bara ansızın cıkagclcn şu
genç Müslüman kadını. Tek kelime
söylemez. Ama bir eliyle vefasızı kra-
vatından yakalar, diğeriyle topuğu
XV. Louis modeli ayakkabısmı çıka-
nr. bütün gücüyle o sevgili yüze indi-
rir. Bütün eski Arap masallannda da
böyle olmaz mı? "Harem sahneleri"-
nde. öfkeli kansı ayakkabısmı çıkanr
ve kocasının suratına vurur.
W W
t
anikürcü ve modıst Rum
kızlan gövdelerini dikleştiriyor, kaba-
nk göğüslerini öne çıkanyorlar. Bazı-
lannın profîli insana şaşkınlık verecek
güzellikte. En kaüksız heykeller gibi.
Büyük Pera Caddesi'nde, yanında bir
Alman, İngiliz, Fransız ya da Ameri-
kalı, sevgilisi, yani "büyük ırklar"dan
bir erkek bulunan arkadaşlanna kıs-
kanarak bakıyorlar. Boğazdan artık
vapurlann pek geçmediği bir zamanda
az yakalanır böylesi.
fkeli güzel kuşkusuz siz. bu
1932 yazında, Constantinople harem-
lerinin kafesleri arkasmda secebildi-
ğim sayısız yüzlerden birisiniz. Orala-
ra harem denmiyor aruk, ama yine de
siz, bu kafesli evlerin cumbalannda
büyük anneleriniz gibi bütün gün bo-
yunca oturuyor ve meraklı gözîerle bu
Doğu sokağının sürekli değişen görü-
nümlerini seyrediyorsunuz.
Leyla'yı yeniden görüşüm eski sul-
tanlar Türkiyesi'nin ünlü atmosferini
anımsatan bir çevre içinde oldu. On-
dan şöyle bir pusula almıştım: "Dos-
smed Bey'in yaii'sııaa arka-
sında üzerinde birkaç seryi bulunan
çıplak Asya dağlan yükseliyor. Solda,
Türklenn Bizans'ı kuşatuklan zaman-
larda yaptıklan hisarlardan birinin
harap İculesi görülüyor. Sağda, birsul-
tan tarafından İmparatoriçe Eugenie"-
yi ağırlamak için yaptınlan bembeyaz
küçük bir saray. Eugenie burada an-
cak birkaç saat kalmış, o günden beri
de kimse oturmamış.
leyia beni kayığımın vanaşüğı
mermer basamaklarda bekliyordu. Ev
sahibinin kişiliği hakkında birkaç keli-
meyle bilgi verdi.
Kimdir bu Osmed Bey?
Eski düzenin önde gelen kişilerin-
den birinin oğlu olan Osmed Bey,
Mustafa Kemal iktidara geldiği za-
man yirmi beş yaşlanndadır. Derhal
Akdeniz kıyılanndan uzak bir vila-
vet'e sürgüne gönderiliyor. İki yıl son-
ra Ankara'ya gelmek için izin isüyor
ve Garfye şunlan söylüyor:
"Çok üzgünüm. Sana karşı dürüst
olmak istedim. Sen galipsin. Beru sür-
güne gönderdin. Haklısın. Ben sana
devlet işleriyle ilgjlenmemeye söz ver-
dim ve sözümü tutmaya kararbydım.
Oysa olan biten bakın. Ben hiçbir
cağnda bulunmaksızın ve kendilerini
engelleme gayretlerime karşın, beni
gönderdiğin iün ve komşu illerin halkı
bana geldiler. Nasıl davranmalan ge-
rektiği konusunda öğüt vermemi istı-
yorlar, haksızlıklan düzeltmem için
yalvanyorlar.
Beni tanımıyorlar ama. görünce
saf bir şef olduğumu düşünmüşler.
Durum bu.
Görüyorsun kaygım büyük. Böl-
genin yöneticisi senin valin değil de
sanki benim. Beni ona ve sana karşı
komplo kurmakla suçlayabilir. Oysa
benim geriye çekilip sakin bir şekilde
yaşamaktan başka bir isteğim olmadı
ve yok.
İşte bunun için senden İstanbul'a
dönmeme izin vermeni istiyorum. Bü-
yük bir kentte insanlar arasında bir
insan olurum yahuzca."
Bir "karakteri" olan insanlara değer
vermesini bilen Gazi, "Peki git öyley-
se" diye yanıtlıyor.
Bütün bunlar bir rahathk, ince-
lik, senli-benli bir dostluk havası için-
de geciyordu. Bu insanlar kuşkusuz
pek zengin değillerdi, ama yaşamını
sürdünne diye bir sorunlan da yoktu
herhalde. Kendilerini dostlar arasında
hissedıyorlardı. Buradaki hava bana.
geçen yüzyıl sonlannda Fransa'nın
taşralanndaki şatolarda geçen yaşamı
anımsattı.
urası Boğaz kıyısında bir Clara
d'Ellebeuse şatosuydu sanki. Oranın
atmosferini aratacak hiçbir şey eksik
değildı: Osmed Bey'in kızkardeşi bir-
kaç gün önce Üsküdar yolunda kuca-
ğında bir çocukla bulduklan açlıktan
ölmek üzere olan bir kadının doku-
naklı hikâyesini anlatıyordu. Onu eve
getirmişler ve şimdi hizmetçiler arasın-
da katılmıştı. Köyün büyük meyda-
nından bir ip cambazı için neşeli par-
çalar çalan bir panayır orkestrasırun
sesleri duyuluyordu. Genç Çerkes kızı
güzel dişleriyle iri bir eriği dişleyerek
içeri giriyor ve ertesi sabah çıkacağı al
gezisinde kendine kimin eşlik edebile-
ceğini soruyordu.
Bu sırada Leyla'nın tavırlan bu din-
gın öğle sonrasının ölçülü havasına
tuhaf bir biçimde ters düşüyordu. Gi-
yimi bile tek başına bir meydan oku-
ma gibiydi. En açık saçık plaj giysisiyle
gelmişti ve bununla bir skandal yarat-
maktan çok hayranlık u>andırmıştı.
Paris'ten geliyordu ve oradakiler.
onun yanında, kendilerini bir'taşralı
gibi düşünüyorlardı. İşte şimdi de ba-
şında beyaz bir türban. üzerinde Rus
usulü işlemeli uzun siyah bir rob. kol-
lannda üzeri parlak laşlarla süslü ağıı
bileziklerle görünüyor.
Bununla da kalmıyor. Herkesin
dinlemekte olduğu bir hıkâyenin orta
yerinde birden ellerini çırpmaya, ola-
ğanüstü bir lavraklıkla kalçalannı kı-
vırmaya başbyor.
Oyunlan son derece yalın ve
özentisiz olan Türkler için, böyle yal-
nızca göbeğin ve memelerin titreştiği
60 yıl önce Galatasaray. Bir matmazei Tünei'e doğru pedal basıyor. Arkadaki madam ise aheste yfiriimeyi tercih etmiş. (Fotoğraf: SELAHATTİN GİZ)
k^açlan oksijenli şu Fransız kızı.
Gerçek bir Türkün, üstelik Kemalist
ve de Gumhuriyet'in en üst düzeyde
görevlerine aday bir Türk'ün koluna
girmiş. Nişanlı derüyor onlar için.
tum Osmed Bey, sizi Kandilli'deki
va//'sına çaya davet ediyor. Bir taksi
sizi Bebek'e kadar getirecek. oradan
Boğaz'ı kayıkla geçeceksiniz. Ben yalı-
da olacağım. Leyla."
Ge
O
tenleri, yağlı saçlan, hay-
retle bakan büyük gözleriyle hantal
Ermeni kızlan.
Gûzelliğin Levantencesi
Levanten kadınlar, bütün ırklann
karmaşık ürünü: İspanyollar gibi eğjk
ve gergin duruşlu Alman kadınlan, Is-
kandinav gözlü İtalyanlar, gurbette
doğan, iğdiş edilmiş ve peltek bir dil
konuşan Fransızlar. Kafkas kırması
İngiliz kızlan, belirli hiçbir yerle ilgi
kurduramadığınız o garip peyzajlar
gibi alışılmadık, tedirgin edici bir gü-
zellikteki kadınlar, bütün ırklann. ar-
tık hiçbir ırka ait olmayan kadınlan.
Müslümanlann küçümseyerek sanki
"perruche-dişi papağan" der gjbi "'pe-
rötes-Peralı" dedikleri Pera kadınlan.
Constantinople'un gerçek ürünleri bu
bütün çağlann bütün mimarilerinin
kentinin ve yine de her bir aynntısında
tümüyle Constantinople kalan kentin
yarattığı kadınlar.
e... Taksim Gazinosu'nda,
"Buenos-Aires Tropikal Revüsü"nün
Alman girtkn Ankara milletvekilleri-
nin başını döndürürken, bir Türk kur-
may subayının masasında gördüğü-
müz şu muhteşem yaratık. Hiç, ama
hiç katıksız bir güzellik bu. Yüzünün
smed Bey'in yalı'sı. eski za-
man yazlannda cuma günleri saray
erkânının, yanlannda eşleri, altın yal-
dızlı kumaşlarda bezenmiş kayıklar
içinde gezindikleri Göksu Oeresi'ne
birkaç yüz metre uzaklıkta, duvarlan
Boğaz'ın içine doğru gömülen uzun ve
basık bir evdi.
kJimdi buralarda geçmiş zamanın
görftmli günlerini hayal etmek için
gezinen birtakım Avrupalılann kayık-
lanndan başka bir şey görûlmüyor ar-
tık. Gizemli Müslümanlann sulayıp
yeşerttiği çimler üzerindeyse çıplak
ayakh genç bir çobanın güttüğü bir
koyun ve keçi sürüsü.
erçekten de "Evime hoşgel-
din" sözünü bir büyük bey rahatlığıy-
la söylüyor bana Osmed Bey. Tam bir
Avrupalı gibi giyinmiş, uzun boylu dal
gibi bir adam. Elleri ayaklan ince ve
damarlı. Son derece düzgün, çok güzel
bir yüzü var. Büyük, siyah, biraz ka-
dınsı gözleri uzun kirpikleriyle sürme
çekilmiş sanılacak biçimde gölgeleni-
yor. Davranışlannda biraz ağır olma-
ya özen gösteriyor, ama bu, ölçülü
olmaktan geliyor.
ve yalnızca duyulan uyarmak için ya-
pılan bu Suriye dansından daha utanç
verici bir şey olamazdı. Öte yandan
fox-trot ve tangodan başka dans yap-
mayan Türkler içinse daha büyük bir
skandaldı.
B
B
^ ^ üzel villalann çoğu viraneye
dönmüş. Bazılanmn harabolmasının
nedeni sahiplerine çok fazla vergi yü-
kü getirmesinden ileri geliyor. Bu yüz-
den kimse satın almak istemiyor.
Issız kanal Boğaz
Boğazın kendisi de ıssız bir kanal gi-
bi. Bir zamanlar Costantinople'un
zenginliğini yapan ticaret mallan baş-
ka yerlerden geçiyor şimdi. Büyük şi-
lepler Rumelihisan kalıntılannın
önünde karşılaşmıy^..uı ^ftık. Tek
tük Sovyet petrol gemisinden ve Asya
yakasından Pera bankalannın ve ma-
'ir kilise gibi geniş salonu hah-
larla kaplı. duvarlar atalannı şatafath
üniformalar içinde gösteren portreler-
le süslü, bir yani Boğaz'ın bir koyuna
bakıyor. öbür yani otlar arasında
meyve ağaçlannın zakkumlara kanş-
uğı yan terkedilmiş bir parka açılıyor.
Yalıdan bir kesıt
Bu yaz gününün öğle sonrasında ço-
ğunluğu genç olan misafirler parka
çıkıyorlar, salona giriyorlar, sürekli
olarak bu iki yer arasında gidip geli-
yorlardı. On sekiz yaşlannda bir Çer-
kes kızı çitin üzerinden bir Amerikan
ateşesine avucundaki küçük erikler-
den atıyordu. Genç bir Türk kadını
dirseklerini alçak duvara dayayarak
Boğaz'a bakıyor, yanına gelen bir İtal-
yan bankaasının iltifatlanndan kıp-
kırmızı kesiliyordu. Bir Müslüman
öğrenci, sürgün bir Rus sanşını ile re-
sim üstüne konuşuyordu. Kısa boylu.
dazlak kafalı biri. yaşlı bir Fransız
matmazeline, hükümetin müzik par-
tisyonlannı kontenjana bağlamış ol-
'en, kendisinin de bildiği gibi,
Fransızlar için bile ucuz bir Doğulu-
luktan başka bir şey olmayan bu tür
bir Doğululuğu benimser görünmesi-
ne çok şaşırmışüm doğrusu.
Lçıkca, bütün dikkatleri kendi
üstüne çekmeye çalışıyordu ve bunun
için de skandal çıkarrnayı en güvenilir
yol olarak seçmişti. Özellikle Osmed
Bey'i yanında tutmaya gayret gösteri-
yordu. Önce gözlerinin gûzelliğini
•yüksek sesle överek ona kur yapmayı
denedi. Sonra daha saldırganlaştı. Os-
med Bey, Maurois'yı sevdiğini söyle-
diği sırada:
Bu beni hiç şaşırtmıyor, diye atıldı,
İstanbul'da siz, Fransız edebiyatına
Viyana üzerinden bakıyorsunuz.
Maurois'nın kitaplan. Orta Avrupalı
genç kızlar için yaalmış romanlardır.
(1) Descnchanlees Türkçeyc "bczgınler" ya da
"umudu kınhnışlar" dıyc çcvnlebilır. Burada Pıerrc
Lotının a)nı addakı romanının kadın kahramanla-
nna gönderme yapıbyor
(2) Asıl mctınde de Türkçedır. Hatta "Elfcs Kief-
fent" bıvımınde >azılarak sanki Fnınsızca btr keh*
me>Tnii gıbıfiılçekımi yapılmışur.
(3) Mıdınette Terzı ya da modacı yanında çalışan
gem;kız Ovclek. fingırdek.
SÜRCCEK
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKCI
Nupgûl Uçar'm AntatdklaPL.
Menemen'in Seyrek' köyü belediye başkanı Nurgül
Uçar'ı telefonla aradım, bulamayınca haber bıraktım, tele-
fonumu verdim. Bir gün önceVakko'da, Birol Kutadgu'nun
resim sergisine gitmiştim, o akşam da Operada Romeo-
Jüliet'i izleyecektik. Eve döndüğümüzde, TV'de, Nazlı II»—
cak'ın yönettiği, Erdal Inönü-Aydın Menderes izlencesi bit-
mek üzereydi. Nurgül Uçar'ı bu kez evinden aradım...
- Ayyy, Mustafa Bey, dedi; şimdi aklımdan geçroediyse...
inanın!
- Baktım, telefonunuz meşgul çaldı...
- Vallahi, saate baktım, dedim ki saat 23.00!..
- Biz baleye gitmiştik, Romeo-Jüliet vardı.
-Oooo!..
- Ben, ama daha yeni geldim...
- Biz sizinle adayken tanıştık değil mi?
- Adayken tanıştık, bir de ben gazeteciyim!
- Biliyorum, biliyorum. Size, bir şeyi sormak istiyorum;
son kimi gelişmeleri nasıl karşılıyorsunuz? SHP'den
CHP'ye adam tavlama... Siyasal gelişmeler yani...
- Şimdi ben şuna inanıyorum; yani ben politikacı degi-
lim, gazeteciyim, gözlemciyim! Bir aracım şu anda. Yani,
bizimki öyle ki, insanlar için bir şeyler yapılacak, yapılma-
sı için bir aracım! Hiçbir şeyim yok; yani, "Aman şöyle bir
hesabım, böyle bir kitabım" yok. O zaman da çok rahatım!
Şimdi ben şuna inanıyorum: Yani, dürüstse insan, bu, ga-
zeteci, politikacı, doktor ne olursa olsun, şöyle görüyorum;
şu anda üç aylık belediye başkanı, SHP'nin belediye bas-
kanıyım ben. Yani, bir partinin, bir iradenin... 500 kişi bura-
da bana vermiş oyunu. Ben demişim ki:
- Ben bu partinin adayıyım; 500 kişi, "Evet, bu partinin
adayı olarak seni belediye başkanı yaptık" demiş. Değil
mi, şimdi?
- Hı-hıh.
- Üç ay geçiyor aradan, ya da dört ay geçiyor;' 'Yok, diyo-
rum, işte bu parti bana göre değil, CHP açıldı, ben CHP'ye
gideyim! "Şimdi, böyle bir şey benim mantığımasığmıyor;
dürüstlük olmuyor bir kere! Ben şunu diyorum arkadaşım,
ben 500 kişilik bir iradeyle geldim buraya değil mi? Şu an-
da tek başıma, kendi irademle her şeyleri tartışmadan,
gözlemeden, bilmem ne yapmadan CHP'ye geçemem.
CHP'ye geçmek, bana göre başka partiye geçmekle ayni
derecede! Yani, bana ters geliyor. Tamam, bu parti bana
uymayabilir, partinin tüzüğünü beğenmem, programını
beğenmem, acemiyimdir; ama şimdi araştırdım, bana gel-
miyor. Ben, bana bu SHP'li insanlann, SHP'li seçmenin
verdiği mevkii de bırakmam gerekir. Yani, bırakırım bele-
diye başkanlığını, beklerim; eğer politika yapmak gibi bir
isteğim varsa, giderim seçim zamanı, "Arkadaşlar, ben
CHP'nin adayıyım!" derim... (Nurgül Uçar'a, "Hülle Parti-
leri..." başhklı yazımı anımsattım, orada şöyle demiştim:
"... örneğin, Deniz Baykal bugün CHP Genel Başkanı'dır,
ancak CHP'den değil, SHP adayı olduğu için Antalya'dan
seçilip gelmiştir. SHP'den ayrıldığı gün, onun getirdiği mil-
letvekilliğinden de ayrılmalıydı. Siyasal töre (ahlak) bunu
gerektirirdi. Bunu yapabilseydi, onu ilk öveceklerden biri
ben olurdum sanıyorum. Ama, nerdeee?" (Nurgül Uçar,
yazıyı henüz okumamıştı)
- Küçük hesaplar, jnsanı küçük yerlere götürüyor, yanlış
mı düşünüyorum?
- Doğru düşünüyorsunuz. Bana dürüst gelmiyor, dediği-
niz doğru. Milletvekilliğini bırak! Sonra birtakım çıkarlar
var değil mi? Küçük hesap bunlar. Ama, onun hesabı yapı-
lıyor, şu anda. Veli Aksoy neyin hesabını yapıyor? Üçüncü
dönem milletvekilliğinin. SHP'de yok ki Veli Aksoy, bizim
oralarda; Veli Aksoy'un üçüncü dönem milletvekilliği
mümkün değil!
- Beğenilmiyor muydu?
- Beğenilmiyordu, kendi köyünde bile seçim öncesi tep-
ki vardı ona.
- Ne köyü?
- Koyundere.
- Tepki neydi köyünde?
- İnsanlar memnun değil. "Gelmiyor, ilgilenmiyor bizim-
le; biz başka milletvekilleriyle ulaşıyoruz" gibi şeyleri var-
dı; ya da birikimdi, bilemiyorum. Bu da üzerine tuz-biber
oldu! Artık, ben merak ediyorum, Veli Aksoy nasıl gelecek
bizim oraya, bizim köye örneğin? Seyrek'e!
- Size öneriler geliyor mu, "Gelir misin CHP'ye" diye.
- Bana henüz gelmedi; çünkü ben her yerde pervasızca
söylüyorum, onun için hiç kimse bana söylemedi bir şey,
herhalde söylemez de...
- Siz neler yapıyorsunuz belediye olarak?
- önce tuvalet yaptık, çok modern bir tuvalet! Baştan ba-
şa fayans her tarafı; çok güzel! Şimdi kanal projesi yaptr-
dım Iller Bankası'na; ona başlayacağız bir ay sonra. Birde
bizim mezbaha derdi var; tuvalet bitti, o tantanayı götür-
dük, mezbahaya başlıyoruz, önümüzdeki hafta başlayaca-
ğız ona. Belediye hizmet binası gereksinimimiz var, onun
da yerini saptadım, bir mimar arkadaşımızdan yardım is-
tedim, onun proje çalışmaları var, böyle gidip geliyoruz.
Ankara'ya geliyorum arada sırada...
- Siz, opera-tiyatro ne yapıyorsunuz?
- Bu seçim sonrasında normal insan gibi yaşamıyorum!
Çünkü bir eğitim sürecini birlikte yaşıyoruz. Her şey, aynı
kentleşmeye bir adım, yani, bir de insanlara insan olduğu-
nu öğretmek gibi bir şeyimiz var ya bizim, yani kanaldan,
yoldan öte bir şey bu; her ay kahvede bir toplantı yapıyo-
ruz, meydanda, insanlann olduğu yerde; anlatıyorum, so-
ruyorum, "Elestirileriniz nedir?" diye. önceden birbirimizi
dinlemesini biimiyorduk, şu ânda biliyoruz! Yani, ben ko-
nuşurken dinliyor insanlar, önerisi olan varsa, elini kaldırı-
yor söz istiyor, ondan sonra konuşuyor, hep birlikte dinli-
yoruz onu. Böyle güzel şeyler oluyor, en azından dediko-
du yok!
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/ Aşama sırası. 2/
Kesilen ağaan yerde
kalan kütük dibi. 3/
Galyum elementinin
simgesi... "Şirler
pençe-i kahnmda
olurken lerzan / Be-
ni bir gözleri —'ya
zebun etti felek"
(Yavuz Sultan Se-
lim)... Devletimizi
simgeleyen harfler.
4/ Cinsiyet... Giicü
de denilen ve bez
tezgâhında ipliği
ayarlayan tarak. 5/
İnce ve uzun metal
çubuk... Deterjan üretiminde kulla-
nılan lineer alkol benzenin kısa ya-
züışı. 6/ Burdur ilinde bir baraj... îaş
dibek. 7/ Olumsuzluk belirten bir
önek... Düşünce... Rütbesiz asker. 8/
Alçak enlemlerde esen düzenli rüz-
gâr. 9/ Böbreküstü bezinin salgıla-
dığı bir hormon.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir
devletin başka bir devlet üzerindeki
siyasal üstünlüğü ve baskısı. 2/ Bil-
dik, tanıdık. 3/ "Hayır" anlamında kullanılan söz... Bir göz ren-
gi... Utanç duyma. 4/ Maden eşya üzerine vurulan bir cins ci-
la... Dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıkları zah-
metli ve perhizli dönetn. 5/ Eski dilde yol... Fizikte kullanılan
bir güç birimi. 6/ Dünya... Uygun, yaraşır. 7/ Eski Mısır'da gü-
neş tannsı... Uluslararası Çalısma Orgtltü'nün simgesi... Yabana.
8/ Soluk borusu. 9/ Yurdumuzun kuzeydeki en uç noktası olan
burun.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
1
_
2 3 4 5 6 7 8
J I I I I L
n • n
~ ııı ır
9
_
=