15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14Cumhuriyet görüşler 29Ocakl992 BELKI IVfURAT BEXGE Işin başında, sorumlu tutabileceğüıiz kişiler vardır, bulunabiUr; ama bir süreçhaline geldiktensonra sonımluluk bireysel obnaktan çıkar... Teröpün flnonim Mantğı ir yol açüdfa. Bakırköy'de molotof kokteylkriyle Baçılan bu y«olda geçen hafta Kapabçarşj ve GaBe- ria'da iki y-eni menzil daha kat edildi. Bu yolun başka yolculan da olacaktır bundan böyle. Bun- lar ille de "Kûrdistan davası" güdenler olmayabilir; ba- karsınız, bu davaya düşman olanlar, Kûrtlerin basünlma- anı isteyenler de, Türkiye'de Kûrt davasına karşı bir duşmanhk havaa yaratmak için aynı yoldan geçer, onlar da oraya buraya birkaç bomba bırakırlar. Şiddete ve in- sanlan yok etmeye dayanan mücadele biçimlerinin para- doksudur bu. O mücadeleyi yapanla onu provoke etmeye çaüşan, aynı yöntemi kullanır. Öyle ki, sonunda anla- yamazsınız, olayı kim yapü. Ama kimin bundan zarariı çıkacağı baştan bellidir: Demokrasiden, banştan, insancıl çözümlerden yana olanlar kaybeder, kör terör eylemleri- nin rasgele kurbaru olan insanlar kaybeder, sonunda haİklar kaybeder. K.oşuUar değişme- dikçe, bu yol yeni yolla- ra açılabilir, açıJır. Ne gibi yollar rru? Sözgeli- şi, Kûrtlerin yoğun ol- duğu Doğu ve Güney- doğu illerini çevreleyen, Türk ve Kûrtlerin kan- şık ve iç içe yaşadığı bir kuşak var Ağn'yı, Ela- ağ'ı, Malatya'yı. M a " ras'ı sayabiliriz bu ku- şak içinde. Burada kendine özgü bir gerginlik yaşanıyor. Oldukça kendiliğinden, karşıhkh saldınlar, yöre halkı ara- sında başlangıçta örgütsüz olacak bir karşıhkb şiddet dal- gası patlayabilir. Açılabilecek bir başka yol da, Baö'da, Kûrtlerin küçûk cepler oluşturduğu görece ufak kasabalardadır. Böyle yer lerde, eski "pogrom"lan andıran kendıhğinden intikam saldınlan görebiliriz. Ya da Kûrtlerin sayıca daha çok olduğu, gene de azrn- ldrta kaldığı büyük şehirlerde yeni yoilar açılabilir. Bura- larda karşıhkb çeteler kurulabibr, özünde birbirinden farksız yöntemlerle birbirlerine şiddet uygulayabilir bu çe- teler. "Birbirlerine"jderken, savunmasız sivil halkı kaste- diyorum tabii, çünku çeteler saklanır, gözükmez, sivil halk ise açık hedeftir her zarnan. Bütün bu yollar açılabilir. Bakırköy'de ilk budalaca sal- dın ve o korkunç olay gerçekleşince afallamıştık. Kapah- çarşı'da o kadar şaşırmadık. tnsan, "düşünen hayvan", "alet yapan hayvan" v.b. olduğu gibi biraz da "kanıksa- yan hayvan"dır. Lübnan'da yıllardır yaşanan tragedya orahlar açısından olaganlaşü. Yugoslayya henüzçok yeni, ama krorîikleşme eğüimi gösteriyor. Şiddete, karşı-şidde- te, şiddeti bastırmak için uygulanan baskıya, baskınm gûndelikleşmesi ve olağanlaşmasına, bütün bunlara alışır insanlar. Kısacası, oehennemde yaşamaya alışır. Şu anda, "dünya" diye bildiğimiz bu kürenin birçok yerinde, insan- lar asbnda cehennemde yaşıyorlar. Işin başında, sorumlu tutabıleceğiniz kişiler vardır, bu- lunabiür; ama bir süreç haline geldikten sonra sorumluluk bireysel olmaktan çıkar^süreç, koleküf bir tarzda, hük- münü yerine getirmeye başlar. Biz*bu sürece girdik mi gerçekten, yoksa hâlâ o detenni- nizmden çıkıp başka bir süreci başlatma şansımız var mı? 60-30 YIL ONCE CUMHURIYET 1932: 'Yeni bir harp' İtalya Başvekili M. Musolini Berlin'de münteşir Barsen Kurier gazetesine bir makale yazmıştır. Bu makale Paris'te hayli münakaşa ve endişeyi mucip olmuştur. Başvekil makalesinde diyor ki: "Tamirat ve diğer harp borçlannın teşkil ettiği mes'eleyi kat'iyyen hal ve tesviyeetmek lâamdır. Şimdiye kadar harp borçlannı haricî istikrazlarla ödemiş olan Almanya gelecek vadede borcunu ödeyemiyecektir. Çünkü Alman maliyesi zâfa uğramıştır. Avrupa'yı yeni bir harptenkurtaranyegâneşeyAvrupa'dahükümsürenfakrü sefalettir." 1962: Tehir edilen uçuş Feza'ya gidecek olan Yarbay John Glenn'in bu seyahatinin tehir edildiğini açıklayan Bırleşik Amerika FezaveHavacıbkTeşkilâtı,atışın 1 şubatperşembeveya2 şubat cuma gününe bırakılmış olduğunu açıklamıştır. Gecikmenin esas sebebi Cape Canaveral'ın üzerindeki 2.000 ilâ 2.400 metre yüksekbkteki kabn bulut tabakası idi. SÖ2CÜ John Powers tehir sebebinin yalnız hava muhalefeti olmadığını söylemiş, ilk olarak bazı teknik arazlann tehire sebebiyet verdiğini bildirmiştir. Sovyetlerin kanaatine göre Birleşik Amerika feza uçuş tecrübesinin tehiri hava muhalefetinden değil, bu tecrûbede teknik muvafTakiyetsizük ihtimali sebep obnuştur. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN NEYUSTASI MEY HASTASI.. 13S3"TB BU6ÜN, ÛMLÛ O2AV N£YZEM rEl/Ff'K KO- LAYLI İSTANBUL 'DA ÖCMÜŞTÜ. KEHDfSİ, Y£RGİ TEVFf'K, Z£NU 6/£ ÖĞ&£NfM GÖGMEMİŞTt A*t4 AsEAtûfNİ Yerf'şr/RMişrf. OZ*H EŞEEF 6<8i B/KÇOK EOE- BİYATÇt POSniNUM K*T*:tS(YC4 ŞİİRİNİ SÛÇ- LENDiRMİŞTİ. r HİÇ* VE 'A2ABI MUKA&DES*APLI İKf ŞİİR. Kt- TABI 8ULUUAN NEYZEN TEVFİK, PÜZENSİ2 m&tMTTSf VE ALKOL ŞAĞtMULlĞt A/EDE- N'tYLE ÇOK. VERİMÜ 8r& O2AA/ OLAMAMIŞTf. Parfamento ve Yeşil YaMaşını Prof. Dr. CELAL ERTUĞ Yeşiller PartisiKurucusu, GenelBaşkam T ürkiye'deki bütün siyasal bu- nalımlann, sıkıntılann, köke- ninde "demokraukleşmemiş ol- ma" gerceği yattığmı hep söyle- meye devam edeceğirn. 1961'den 12 Eylül 1980 darbesine ka- dar parlamentoda parti üst düzey yöne- ticisi, senato, meclis, hükümet üyelikleri sorumluluklannı taşımış, çalkantılar içinde yaşamış, baa deneyimler edinmiş bir kişiyim. Bu deneyimlerimi gelecek kuşaklara duyurmayı, aktarmayı birgö- rev sayıyorum. Çünkü bugün de par- lamentomuzun hâlâ çağdışı abşkanbkla- nndan kurtulamadıgını, kendisini yeni- lemek ihtiyacında olduğunu, pek umur- samadığını görmekteyız. Tûrkiye'de "demokrasi" halkın tır- manışlanyla elde edilmemiş, 1940'larda gökten inen bir elma şekeri gibi ona su- nulmuştu. 1leri geri adımlarla deneme- lerden sonra 1950'de ilk kez bir beyaz ih- tilal biçıminde halk yeni bir iktidan ken- disi işbaşına getirmişti. Ancak demokra- siyi henüz tatmış bir toplum olarak bazı aksaklıklan, yanlışlan sabır, hoşgörü, halk direnişleri ile karşılamasını biîemi- yorduk. Çünkü partileşmemiş partileri- miz demokrasıyı taşıyabilecek düzeyle demokratikleşememişlerdi. 27 Mayıs'ta parlamentonun aldığı yara etkisini sürdürecek, darbelerle par- lamento sık sık zedelenecekti. Bu artık bir kere yol olmuştu. 27 Mayıs'ın parla- menter sistemde açtığı yaralara örnek vermek isterim. Ihtilalden sonraki se- çimlerde CHP tek başına iktidar ola- mamış, AP umulandan fazla iskemle almıştı. Bu ihtilalcileri düşündürmüş, seçimlen iptal ile meclisin kapatılması öngörülmüştü. Tartışmalardan sonra bundan vazgecihnişti. Senatoda AP ço- ğunlukta idi. Çünkü senato seçimlen nispi sisteme göre yapılmıştı. Bu durum senato başkanlığı seçiminde AP'ye ka- rar hakkı veriyordu. Fakat milli birlikçi- ler AP'lilere başkanlığa, Kâzım Orbay'ı seçeceksiniz diye şiddetle baskı yapıyor- lardı. AP lideri ise "Hayır, biz kendi ira- demizle başka bir adayı seçeceğiz" diye direniyorlardı. Bu seçim çekişmesi ağır tehditlerle arabksız 24 saat sürdü. Bu süre içinde AP'li senatörler salonu, kol- tuklanm gece sabaha kadar terk etmedi- ler ve hep kendi adaylanna oy kullandı- lar. Bu durumda ihtilalciler mecburen müzakere masasına oturdular. Seçimle- rin iptali meclislerin kapatılması tehdıt- leri tekrarlandı. Baktılar ki olmuyor. "Peki adayınızı söyleyin" demek zorun- da kaldılar. Böylece AP'den Suat Hayri )lü başkan seçilmişti. Parlamento dinmeyen sıkıntılarla sü- rerken bir gece yansı 22 şubat ayak- lanmasına gelmişti. Harp okoılu komu- tanlığında emekîiye sevk edilen Talat Aydemir yeni bir darbe hareketi baş- latmıştı. Sokaklar tanklarla tutulmuş, radyo ele geçirilmişti. İsmet İnönü baş- kanlığındaki CHP-AP hükümet üyeleri Türk Hava Kurumu binasındaki karargâhından karşı harekâtı yönetiyor- du. Başbakan ve bakanlar bütün geceyi orada geçirdiler. Sabah gün doğarken tnönü, Aydemir'e şu haberi gönderiyor- du: "Ben şimdi meclise gidiyorum. Mil- letvekillerini de çağınyorum. Gelir mec- liste cesedimin üstünden geçer devleti abrsın." Aydemir teslim olmuştu. Böy- lece yaralı parlamento ilk kez kişiliğini korumuştu. Sabahın erken saatlerinde tüm üyeleriyle toplanmıştı. 1965 seçimlerinde AP büyük çoğun- Yeşil düşünce dünya yurttaşbğını öngörür, demokrasiyiküçük birimlerde bireysel inisiyatifîn üzerinde başlatır. lukla iktidara gelmişti. Sayın Demirel başbakanlığındaki hükümet göreve baş- lamıştı. Birtakım parlamento krizleri gündeme gelmişti. 12 Mart 1970'te üst düzeyde beş generalin imzasını taşıyan bir muhtıra öğle radyo haberlerinde okunuyordu. Muhtıra hükümeün der- hal istifasını, yerini partiler üstü bir hü- kümete terk etmesini istiyordu. Ondan sonra "yüce meclis"ten de bir dizi re- formlar yapması talep ediliyordu. Bu ta- lep büyük bir çelişkiyi dile getiriyordu. Çünkü AP mecliste mutlak bir çoğunlu- ğa sahipti. tstenen raporlar AP çoğun- luk oylan ile çıkacaktı. Ve işin garibi ay- nı AP'nin hükümeti zorla istifa ettiril- mişti. 12 Mart darbesinden sonra bu yüzden sürekli hükümet bunalımlan yaşanmış. "Yüce meclislerden istenilen reform si- parişleri, parlamenter sistemin yaralan arasında kaybolup gitmişti. 12 Mart müdahalesinden sonra par- lamentonun, parlamenterlerin yaralar almaya başladığını görecek, 12 Eylül'- de gün doğarken her şeyi yeniden yaşa- yacaktık. Bu satırların yazan da böylece, 1980 darbesinden sonra siyasal yasamını noktalamış, Türkiye'nin gerçek demok- ratikleşme sürecine girebiîmesi çabalan- na koyulmuştu. Fukat tüm parlamen- terler gibi beş yıl siyasi faabyetten yasak- lanmış olduğumuz için ancak hazırlık- lanmızı tamamlayarak 1988 haziran 2 dünya çevre gününde Yeşiller Partisi'ni kurmuş, var olan hiçbir partiden gelme- yen, hiçbir siyasi düşünceden kaynak- lanmayan yepyeni bir alternatif hareketi başlatmayı amaçlamışü. Yeşil düşünce, sosyalizmin, kapitaliz- min ulaşamadığı noktada başlar. Bire- yin evrendeki yerini, değerini, saygınlığını, bütün doğal değerlerle bir- likte din, dil, milliyet, cinsiyet, etnik mezhep, ırk farkı gözetmeden insanı in- sanı olarak sever, sayar. Her türlü şidde- te karşı, barışçı, dünya yurttaşbğını öngören bir akımdır. Demokrasiyi küçük birimlerde bireysel inisiyatifîn, bireylerin söz ve karar haklannın üze- rinde başlatır. Bir köyün, bir mahalle- nin, bir sokağın insanı orada söz ve ka- rar sahibi olmahdır, der. Merkeziyetçili- ğe karşıdır yeşil. Liderlik tepede değil ta- bandaki insandadır. Yerel yönetimler bu nedenledir ki demokratikleşmenin temelidir. Temsili demokrasi yerine doğnıdan demokrasıden yanadır yeşil düşünce. Meclis kavramı tabandaki bi- reysel inisiyatifîn oluşturduğu halk mec- lislerinde odaklaşmalıdır. Sivil toplu- mun koşullan yerine getirilmelidir der yeşil felsefe. Bu açıdan bugünkü meclise bakılınca geçmiş darbelerin izlerinin yanında de- mokratikleşememis obnanın aksakhk- lannı da görürüz. Orneğin kürsü güven- cesi yoktur. Dinleme sabırlığı, tartışma fikirlere fîkirle karşı koyabilme he- yecanlar altında ezilmektedir. tç iktidar kavgasına boğulmuş partilerimizin par- tileşememiş olmalan grup kararlan bağ- lantısı, kürsüde her düşüncenin rahat- bkla söylenebilmesini engellemektedir. Oysa gerçek demokrasilerde örneğin ABD kongresinde bir demokrat, cum- huriyetçilerle birbkte rahatça oy kulla- nabilir. Bu koalisyon hükümeti halkın mech- sini, gerçek demokratik yapılanmanın umutlanm başlatmıştır. Sayı'n Cindoruk ve liderler tüm çabalanm "gerçek de- mokratikleşme" doğrultusunda halkın meclisıne, meclislerine kavuşma ama- cında birleştirirlerse gelecek kuşaklara dokunulmazlığı sağlam bir miras bırakınz ve parlamentoyu yalnız halkın iradesi açar kapatır. SEMİHBALaOĞLU İdari Yargıda Savunmanın İhlali SADIK ERAL Avukat K arakollann duvarlan camdan olacak diyen DYP ile anayasa dahil, hukuk sistemi içindeki tüm anti-demokratik hüküm- lerin kaldınlmasmı savunan SHP'nin birlikte oluşturduklan koalisyon hükü- meti bazı yasalanmızda buJunan anti- demokratik hükümlerin değiştirilmesini Meclis gündemine getirmiş bulunmak- tadır. Sanığın sorgusunda avukatın hazır bulunabilmesine, gözaltı ve tutukluluk sürelerinin yeniden düzenlenmesine iliş- kin bu çahşmalardan yasal değişiklikler- de önceliğin Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu'na verildigi, ardından Avu- katlık Yasası'nda bazı iyileştirilmelerin yapılacağı anlaşıbnaktadır. Bütün bu çalışmalar kamuoyunun yıllardır özlemini çektiği değişiklikleri içennektedir. Ancak yanbş bir izlenim edinmemiş- sek eğer, en az bu çabşmalara konu olan yasa hükümleri kadar önemli ve mutla- ka değışmesi gereken İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda bulunan bazı mad- delerin gözden kaçmakta olduğunu gör- mekteyiz. Bunlann da en önemlisi "gizli belge" usulüdür. Bu, bir vatandaşın. kendisiyle ilgili ol- duğu devletçe iddia edilen. vatandaşı- mızdan ve onun avukatından saklanan bir belgeyle bir kısım yasal haklannı kul- lanmasının elınden abnması demektir. Bütün uygar devletlerce reddedilen "gizli belge" usulü halen İdari Yargıla- ma Usulü Kanunu'nun 20. maddesinin 4. fıkrasında varhğını sürdürmektedir. Bu hükme göre "Getirilen veya idare- ce gönderilen gizli belge ve dosyalar ta- raf veya vekillerine incelettiribnez." İdare, yani devlet. bir vatandaşın ya- sal ve yaşamsal bazı haklannı idari bir işlem veya eylemle kısıtlayacak, bu va- tandaş idari yargı önünde hak arama öz- gürlüğünü kullanmaya kalktığında ida- rece bu kısıtlamanın neden yıapıldığına dair gerekçeyi, belgeleri, eğer bu belgeler mahkemeye "gizlibk" kaydıyla sunul- muşsa, ne kendisi ne de avukatı vası- tasıyla hiçbir zaman öğrenemeyecektir. Devletin hemen her türlü idari yazış- malannın "gizlilik" kaydıyla yapıldığı herkes tarafından bilinmektedir. Böyle olunca da idari yargıda davaya taraf olan bir vatandaş hakkını nasıl araya- cak, savunma hakkını nasıl kul- lanacaktır? Bütün uygar devletlerce reddedilen "gizli belge" usulü halen İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 20. maddesinin 4. fıkrasında varlığını sürdürmektedir. Bu durum hem vatandaşın hak arama özgürlüğünün hem de vatandaşın ve avukatın savunma özgürlüğünün ihlali ve inkârıdır. Devlet dairelerinin her masasında bi- rer "gizli" damgası bulunmaktadır. Bu bolca bulunan damgayı hangi memurun hangi evrağa vurmasının veya vurma- masının gerektiğini kimse bilmemekte- dir. Her önüne gelen, evrağa "gizli" damgasını basmaya kalktığında artık ne demokrasıden, ne hak aramadan, ne sa- vunma hakkından ne de bağımsız yargı- dan söz edilir. Çünkü hak arama özgür- lüğü, insanlann vazgeçibnez temel hak- lanndandır. Bu temel hakkın hiçbir gerekçeyle kısıtlanmaması gerekir. İdari yargıdakı "gizlilik usulü" hukuk devleti obnanın temel ilkelerinden birisi olan "duruşmalann açıklığı" ilkesini de temelden ihlal veinkâr etmektedir. İdarece mahkemeye gönderilen "giz- u" evrak, davaya taraf olan vatandaşça ve avukatınca okunamayacak, evrağın doğru veya yanbş olup olmadığana dair karşı hjr sav ileri sürülemeyecek, mahke- me verdiği kararda "gizli belge"den söz edemeyecek, böylelikle ne davaya taraf olan vatandaş ne de kamuoyu,davanın neden ve hangi gerekçelerle reddedil- diğini hiçbir zaman öğrenemeyecektir. Çağdaşbk, demokratlık ve adalet bu- nun neresindedir? Bizde şimdi var olan bu usulle 1894 yılında Fransa'da yüzbaşı Dreyfus, as- keri mahkemeye sunulan, fakat Drey- fus'tan ve avukatından gızlenen bir "bel- geye" dayanüarak mahkûm edilmişti. Clemenceau o tarihlerde parlamentoda yaptığı bir konuşmada bu "gizli belge" uygulamasına şöyle karşı çıkmıştı: "Giz- b' belge'!. Bunun ne demek olduğunu bi- liyor musunuz?" "Bu, bir insammn, ondan gizlenen bir belgeye dayanılarak yargılanması, mahkûm edilmesi; kendisinin, kansınm, çocuklannın, ona yakın herkesin şeref- sizbğe hüküm giymesi demektir. Baylar, içinizden hangiruz bu koşullar altmda mahkûmiyete isyan etmezsiniz? Biçim gerçeğe yeğlenmemebdir. Yurt, yalnızca toprak parçası değildir; aynı zamanda, düşünceleri ne olursa olsun, dost olsun, düşman olsun, bütün insanlann birleşti- ği 'adalet vatan'dır. Bu herkesin ısındığı ocak, güvenlik, herkes için eşit olan ada- lettir. Adaletin olmadığı bir vatan düşü- nülemez". 1894'lerin Fransası'nda "Adaletin ol- madığı bir vatan düşünülemez" denildi- ğine göre, biz neden 2000'ü yıllann Tür- kiyesi'nde adaletin olmadığı bir Türkiye düşünülemez diyemeyelim? Dileğımız, en kısa zamanda İdari Yargılama Usulü Yasası'nda 20. madde 4. fıkrası ve diğer demokratik olmayan, hak arama ve savunma bakkını kısıtla- yan tüm hükümlerin kaldınunasıdır. ORT4M ŞAHİN ALPAY ««ektff Ofenak O bjektif olmak ne demektir? Bilim adamlan ol- sun, gazeteciler olsun, işi olgular ve bunlann yorumlanmasıyla ilgili olan kimselerin sık sık karşılaştıklan sorulardan biri budur. Bilimde objektüîik nasıl sağlanır? Gazetecilikte nasıl objektif olunur? Başka birçok konuda olduğu gibi bu konuda da toplumumuzda temel bir anlaşma bulunmadığı ileri sürülebilir. Bir bilim adamının ya da bir gazetecinin objektif (öz- nel değil nesnel) olması, araştırdığı. incelediği konuda mevcut tûm bilgileri, verileri, olgulan masanın ûzerine dökmesi, bir yonım ya da değerlendirme yaparken bunlann tümünü hesaba katmasını gerektirir. Eğer bili- madamı ya da gazeteci gerçeklerin, olgulann yalnızca işine gelen bir bölümünü hesaba katar, geri kalanı üze- rine bir örtü çekerse objektiflikten uzaklaşır. Bu bakımdan bilim adamının da gazetecinin de ob- jektif olması, argümanlannı, haberlerini olgulara, ger- çeklere dayandırması demektir. Ancak objektif olmak, ne bilim adamı ne de gazeteci bakımından belirli konu- larda belirli görüş ve tercihlere sahip olmamak, "yan tutmamak" anlamına gelmez. Böyle bir şey mümkûn olmadığı gibi arzu edilir de değildir. Değerlerden annmış, yansız bilim adamlan olamaya- cağı fikri, bilim adamlan dünyasında hemen hemen yer- leşmiş olan bir anlayış. Bilimde objektifliğin, farkh de- ğer ve anlayışlara sahip bilim adamlannın, farkb yol ve yöntemlerle yaptıklan araştınna ve çözûmlemelerle ulaştıklan teorilerin, özgûrce eleştirilmeleri ve rekabet etmeleriyle sağlanabileceği artık genel kabul görmekte. Bunun içindir ki bilimin objektifliği ve ilerlemesi için bi- limsel özgürlüğe gereksinim vardır. Akademik özgûrlü- ğün olmadığı yerde bilim ne objektif olabilir ne de ilerle- yebilir. Gazetecihkte de benzer bir durum geçerlidir. Gazete- ciler açısından verecekleri haberlerde olayla ilgili tûm olgulan bildirmek, olayın tûm taraflannın görüşlerini doğru olarak yansıtmak, objektif gazeteciliğin bir ge- reğidir. Ama gazetecile- rin haberleri yorumlar- ken, ardındaki anlamı çözümlerken belirli de- ğer, fıkir ve tercihlere sahip olmalan do- ğaldır. Gazetecilikte objek- tifliğin nasıl sağlanabi- leceği tartışmasına Batı ülkelerinde ciddi ve ni- telikli gazeteciliğin ardında yatan evrimin ışık tuttuğu söylenebilir. Batı ülkelerinde gazetelerin hemen tümü başlangıçta belirli bir siyasi misyonla yayımlanmaya başladılar. Bu ilk dönemde verdikleri haberleri de misyonlan doğ- rultusunda seçtiler. Savunduklan davaya destek olacak haberleri yansıttılar. Yaptıklan gazetecilikten ziyade propagandaydı. Bu tutum gûvenirliklerini, inandıncılıklannı sarstığı için ikinci aşamada haber-yorum aynmı ortaya çıktı. Yorumlannı yine belirli bir misyona tahsis ettiler, ama haberlerde yan tutmayı, yorum yapmayı terk ettiler. Üçüncü aşamada da misyon gazetesi obnaktan çıktı- lar. Gazetenin başyazılannda ifade edilen kendi görüş ve tercihlerini muhafaza etmekle birbkte kendi gö- riişlerinin hemen yanında bunlara zıt, aykın yorumlara da yer vermeye başladılar. Böylelikle Batı'nın ciddi ve nitelikli gazetelerinde ha- ber yorum aynmı çok sıkı bir şekilde yapılmaya baş- landı. Haberlerde olgusalhk, yorumlarda çokseslilik hâkim oldu. Sonuç olarak diyebiliriz ki bir gazeteci için habercilik- te objektiflik, haberlerin tümünü, bir tarafı kayırmadan yansıtmayı zorunlu kılar. Yorumculukta objektiflik ise yorumculann tek tek değil, ancak birbkte başarabile- cekleri bir şeydir. Okurlann olaylar hakkında objektif bir fıkir edinebilmeleri, bunlan farkb bakış açılanndan yorumlayan yazarlann varbğına bağlıdır. Dolayısıyla nasıl bilimin objektifliği için akademik özgürlüğe ihtiyaç varsa gazeteciliğin objektif olabilmesi için de ifade özgûrlüğu şarttır. Hiçbir konuda yan tutmayan, tercih belirtmeyen, tartışmalann "üzerinde kalan" köşe ve yorum yazıla- nndan oluşan bir gazete düşünün... Bu, hepsi bir koro halinde aynı görüşü savunan bir gazeteden çok daha sıkıcı olacağı gibi üstelik bu gazetenin olaylann yorum- lanmasına, anlaşılmasına katkısı da herhalde çok daha sınırlı olacaktır. Yorumculukta objektiflik yorumculann tek tek değil, ancak birlikte başarabilecekleri bir şeydir. OKURLARDAN Yanlış bir uygulama Hacettepe Üniversitesı Sağlık Idaresi Yûksek Okulu son sınıf öğrencisiyim. Okulumuz, çağdaş sağlık kurumlan yöntemi üzerine dört yıl öğretim vermektedir. Ancak, yaklaşık beş yıldır Sağlık Bakanlığı tarafından sınav açıknamış, geçen hükümetler döneminde ise hastane yönetimi hakkında hiçbir bilgisi olmayan kişiler hastane müdür ve müdûr yardımcıhklanna atanmışlardır. Biz, yeni hükümetimizden ümit beklerken, Bakammızın yapmış olduğu açıklamalar bizleri tamamen ümitsizliğe itmiştir. Sayın Bakanımız "Otel yöneticilerinın hastane müdürlüğüne getirilmelerini öngörmektedirler. Böyle bir durumda gözüken odur ki Tûrkiye'de ya Sağlık İdaresi Yüksek Okulu'na gerek görülmemektedir ya da bu okulun varlığından sayın yetkililerimizin haberleri yoktur. Peki bu okulun açılmasında ve kalkınma planı içerisinde gösterilmesindeki amaç nedir? Bugün yeşilkart uygulamasının başladığı dûşünülürse, hastanelerde fınansman harcamalannın yönetimi son derece önemlidır. Bunun için de H.Ü. Sağbk İdaresi Yüksei Okulu'nun hastane müdürlüğü ve özelbkle finansal yönetim açısından bilgili ve yeterli kişiler yetiştirdiğini sızlere hatırlatmak istiyonım. Konuyla yakından ilgileneceğinize inanıyor, geçmiş hükümetler döneminde yapılan hatalann, yeni hükümetimizdöneminde tekrarlanmayacağına ben ve arkadaşlanm candan inanıyoruz. MEHMET BÜYÜKÇANGA Ankara Birtiyatrosalonu Gaziosmanpaşa Belediyesi Gaziosmanpaşa'nın o çok büyük bir alanda kurulmuş, çağdaş mimari ile inşa edilmiş, çevre düzeni çok iyi planlanıp uygulanmış, birçok belediyenin imreneceği bir binalarbütünü... Çevre düzeni ilemükemmel bir mimari bütünlük içindeki bu yapı, karmaşık dokusu içinde, ilk kez görenler için şaşırtıcı bir görüntü oluşturuyor. Bu işin gerçek mimarlannı kutlanm. Kötü örnek insanı iyiye iter diye düşündüğünden. TURAN YILMAZ İstanbul
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle