23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 PAZAR YAZBLARI / EYLÜL 1991 Londra'dan Kızıl Bayrak'tan Stockhohtfden îsveç,vicdan borcunu ödediGiderek liberalleşen ana muhalefet îşçi Partisi, içindeki aşın solu çoktan temizledi; ortanın solundan vazgeçmeye de haar; yeter ki iktidar olsun. Ama 'Kızıl Bayrak' marşını silip atmaya kıyamıyor bir türlü. Kimbilir, yakında bir piyasa araştırması yaptınp, ondan da vazgeçerler belki. Sovyet devriminden 29 yıi ön- ce bestetenmiş. Üstetik bestecisi İrlandalı. Sadece işçi hareketi- ni övüyor o kadar." EDİP EMtL ÖYMEN LONDRA — Ana muhalefet tşçi Partisi, biraz ortanın solu, biraz sosyal demokrasi, biraz piyasacı, biraz kolektivist, biraz Thatchercı, biraz Kinnock'çu, karma bir koktey Ue seçmene şirin gözükme sevdasında. Ba- yan Thatcher'ın, Îşçi Partisi'ni 1979"da darma duman etmesin- den bu yana seçmen ilk kez partiyi alıcı gözu ile süzmeye başladı. Ama sadece göz ucuy- la. Sırf, Thatcher ve onun kü- çük parmağı bile olamayacak 'flunci kttme takımı'ndan artık gına geldiği için. Îşçi Partisi, içindeki aşın solu zaten temiz- ledi, ama ılımlı soldan bile vaz- geçmeye hazır. Yeter ki iktidar olsun. Parti, zengin olunca geç- mişini silmeye çalışan ve orta- ya yeni bir tarihle çıkan tipler gibi. Ama geçmişinden bir tek şeyi silip atmaya kıyamıyor. Her sonbaharda kurultaym ka- panışında tum delegelerin kol kola girerek bir o yana, bir bu yana sallanarak söyledikleri 'Kızıl Bayrak' marşı. Îşçi Partisi'nin piyasa ekono- misi, Hayek ve Friedman konu- sunda uzman tanıümcısı, "ama" diyor, "Bu marşın ko- münizmle ilgisi yok ki. Daha Seçmen, karpuzunu oven manava inanmaz gözlerle ba- kar gibi bakıyor partiye, "Her- kesler o kampı terk etti, bir siz neden takılıyorsunuz hâlâ?" Tanıtımcı guç durumda. Ağla- maklı bir sesle, "Takdmıyoruz ki. Biz de en az Thatcher kadar piyasacıyız artık. Ama parti ge- lenefi bu. Kurultayda Kızıl Bayrak'tan da nasıl vazgecelim" diye yakınıyor. Seçmen, "Kimler kimler, ne oi- madık kişiler, nelerden bir an- da vazgeçti, geçmişini inkâr et- ti. tktidara gelraek için siz de etmediniz mi" dese ne olacak? Belki de parti, bir piyasa araştırması yaptınp bu gelene- ğinden de vazgeçer. Hem zaten, artık *sol' kavramına bile kuş- kuyla bakılırken şu tmsralar ne demek? "Halkın bayrağı kan kırmı- zı / Şanlı şehitleri örtuyor / Onlar artık yoksa bile / Kalbi- mizde yatıyor / Öyleyse kaldır bayrağı kaldır / Gölgesinde ya- şayıp öieiim / Korkaklar sinsio, kalleşler sinsin / Kızıl Bayrağı göklere gerelim." YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM — Vicdan borcu, Kremlin'de darbe teşebbusü arduıdan doğan denetimsiz hen- game içinde odendi. tsveç, salı günü, üç Baltık cumhuriyetini bağjmsız ülkeler olarak tarudı. Ya- şanan coşku spazmlan, Stockholm'ündevletler hukukunu çiğnediği gerçeğini orttü, hâlâ da ör- tuyor. Çünkü bağımsızhğına, tarafsızhğına duşkun Isveç basını da spazmı hâlâ atlatmış de- tsveç'in Baltık cumhuriyetlerini tanunası, di- ğer Iskandinav ülkelerinin, sözgelişi Danimarka- nın tanımasına benzemiyor. Danimarka'nın so- runu yok: Çünkü Kopenhag, Stalin rejiminin Hitler'le yaptığı anlaşma uyannca Baltık'm il- hakıru tanımış ülke değil.Oysa tsveç, gizli bir ek protokole dayalı işgal ve ilhak eyleminin ar- dından üç cumhuriyetin 'yutulmasını' ilk kabul- lenen ulkeler arasındaydı. Sovyet işgali 1940 ha- ziran ayında olmuş Stockholm'ün, işgali de fac- to olarak kabulü aynı yılın ağustos ayında, de ju- re 'tasdiki'de 1941 mayıs ayında gelmişti. Oysa pekçok ülke ilhakı devletler hukuku bakımından suç olarak görmüştü. Baltıklılara göre lsveç'in ta- rihinde kara bir lekeydi bu ve bir vicdan borcu- İsveç'in Baltık cumhuriyetlerini tanıması diğer tskandinav ülkelerinin tanımasına benzemiyor. İsveç, Stalin rejiminin Hitler'le anlaşması uyarınca gerçekleştirilen ilhak eyleminin ardından üç cumhuriyetin yutulmasını ilk kabullenen ülkeler arasındaydı. Baltıkhlara göre lsveç'in tarihinde kara bir lekeydi bu ve bir vicdan borcunun ilk hanesi açılıyordu. nun ilk hanesi açılıyordu. Bununla da kalmâdı, Molov-Ribbantroo Pak- tı'nın imzalandığı söylentileri üzerine, ülkeleri- nin işgalini kaçmvlmaz gören uç Baltık ülkesinin merkez bankalan 1939 yazısında İngiltere, İsveç, Fransa ve Isviçre'yle ilişki kurarak altın stoku- nun önemli bir bölumünü (toplam 4 ton olduğu sanıuyor) bu ülkelerin başkentlerine kaçırdılar. İsveç Merkez Bankası'na Litvanya'dan yaklaşık 1500 kilo, Estonya'dan da 2900 kilo altın geldi. Sovyet işgalinin başlamasından bir ay sonra, al- tınlann geri gönderilmesi istemi, bölgede Sovyet egemenliğini de facto olarak tanımış olan Stock- holm tarafından çok kısa bir süre içinde kabul edildi. Aynı sıralarda bir Sovyet-îsveç ticaret gö- rüşmesinin sürmekte oluşu da kararda etkisini göstermişti. Altını geri gönderen İsveç, büyük savaşın bi- timinde, Nazi birlikçisi olduğu iddiasıyla 167 Le- tonyalının geri gönderilmesini isteyen Moskova- nın isteğini de geri çevirmedi. Butun bunlar, tarihçilerin önemli bölümüne göre İsveç'in 'edilgin' dış politikasının lekeleri, tarihinin kapanmayan yaralarıydı. Kremlin'de darbe teşebbusü ardından günde- me gelen domino teorisi, Isveç'i yine tereddut ve ikilem içinde bıraktı. Baltık'ı tanımak Stockholm için kolay değildi. Çünku Baltık'ın ilhakı tanın- mıştı. Dolayısıyla bu cumhuriyetleri bağımsız ül- keler olarak tanımak için devletler hukukunun ilkelerine uygun hareket etmek gerekiyordu. Bir de yaklaşmakta olan seçimler. Sağ muha- lefet, tanıma yönunde sosyal demokratlara tüm gücüyle yüklendi. Başbakanlık ve dışişleri önce bir-iki direnecek oldu, sonra durumu fark edip suskunluğa gomüldü. Ve pazartesi günu djurum değişti: Aıtık dev- letler hukuku falan o kadar önemli değildi, çün- ku Isveç'te Baltıkhları destekleyen baskı grupla- n karşısında direnmek mümkun değildi. Tanıma, zayıf durumdaki sosyal demokratlara belki oy da sağlardı, kim bilirdi? Üç Baltık cumhuriyetinin bayraklan sah gü- nü direklere çekildi. Coşku çığhklan arasında, eylemi hukuka uydurmak için yalan makinesi de işletilmeye başlandı: Her uç yönetimi de. toprak- ları üzerinde egemenlik kurma sürecini 'başlat- mıştı', zaten Yeltsin de Baltıkh yöneticileıe ba- ğımsızhk konusunda söz vermişti, başka ülkeler de tanıyordu vs. Coşku spazmlan herkesi köreltti, sağır sultan yaptı. Radyoda bir-iki meslektaş dışında hiçbir gazete, lsveç'in devletler hukuku ilkesini çiğne- yerek -kendisine yalan söyleyerek- Baltık cumhu- riyetlerini tanıdığını yazmadı. O iki gazeteci ise başbakan Carlsson'u sıkıştırmaya çabaladı, ama sorularına yamt alamadılar. Bir tanesiyle konu- yu konuştuk: "Olup bitenlerden iğreniyonım" dedi. "Bir vicdan borcunu böylesine igrenç bi- çimde, yalanla ödememiz... Kabul edemiyonım." Hızlandığı zamanlarda tarihi ne devletler ne de insanlar yazabiliyor. O zaman bilinmeyen bir el giriyor devreye. Bir hata başka br hatayı geti- riyor, vicdan borcunun bedeli de boşlukta kalı- yor. Tarih, 'yazılmayan' oluyor. Isveç, Baltık sarhoşluğunu yaşıyor. Faristen Tek gozu kapalı kentSeine Nehri kıyısında gezinen sevgililer, sanki bir daha buluşmayacak gibi sıkı sanlırlar birbirlerine. Yarı boş otobüslerde insanlar daha gevezedir, yol boyu dostluklar kurulur. MİNE G.SAULNDER , PARtS — tnsaa bir kenti sevmeyegorsün. Hele kadınsa ve tutkuluysa ve daha ufacık iken kulaklan, babasımn ayna- lar önünde taranırken "Paris'te bir aşk ciçeklendigi zaman..." diye mırıldandığını duymuşsa, iflah olmaz gayri. Kırkından sonra tutulduğu bir delikanlıya sardır gibi vurulur o kente. Gü- rültüsü bir aşk şarkısı gibi ça- lınır kulağına; havasını, sigara dumanı gibi içine çeker. Paris, ağustos ayında yıllık izne çıkan bir kenttir. Kepenk- lerin yansı, "Bilmem kaçında açüıyoruz" bantları taşu ve kentin tek gözü kapalıdır. Açık olan gözünde ise hülyaü bir ba- kış vardır. Seine nehri kıyısın- da gezinen sevgililer, sanki bir daha buluşmayacak gibi sıkı sa- rılırlar birbirlerine. Yan boş otobüslerde insanlar daha geve- zedir, yol boyu dostluklar ku- rulur. Saint Gerrnain kahvele- rinde asla Paris'ten aynlmama- ya yeminli sanatçılar boy gös- terir. Ağustos sonlarında Paris, hummalı bir sonbahara başla- madan önce, yatağının ılıklığın- da gerinen bir güzelin gevrek- liğini yaşamaktadır. Ama yalnızlık orada, eliniz- le tutabileceğiniz yakınlıktadır yine de. Kahvedeki iskemle komşunuzun içinde, gürültülü bir kalabalığın ortasında dü- ğümlüdür. Köşedeki duvar afı- şinde gizlidir. 3615-NADINE, 3615-LUDO gibi kodlar yazar o afışlerde. Genellikle cinselçekici bir kadın ya da erkek fotoğrafıyla süslü- dürler. Sizi yığınJarın arasında bir yalnızlığa mahkûm eden uy- garlık, aradığımz ve aramaya cesaret edemediğiniz yakm in- san ilişkilerini, telefonunuzun yanına merkezi sistem bir bil- gisayar olarak getirmiştir. Mi- nitel deniyor bu sisteme Fran- sa'da. Böylesine gelişmişi ve yaygını, yalnız bu ülkede var. Aslında olağanüstü bir aygıt. Elektronik bir rehber. Telefon numaralarını bu bilgisayarda anyorsunuz, konserlere, festi- vallere, uçak ve trenlere rezer- vasyon yaptırabiliyorsunuz, hatta herhangi bir gazetenin Minitel servisine bağlamp son politika haberlerini, borsa, at yanşları, piyango çekilişlerini öğrenebiliyorsunuz. Yalmzlık simsarları, bir de "sevda" servisleri satın almışlar Minitel sisteminden. Yüzlerce olmasa bile onlarca var. Gör- mediğiniz, tarumadığınız bir kadın ya da erkekle, yüreğini- zin ya da vücudunuzun derin- üklerine ilişkin en söylenilme- yecek sözleri, bu bilgisayarın "uzman" numaralanndan biri- ne, önünüzdeki tuşlara basarak aktarıyorsunuz. Servis, o anda devrede bulunan bir başka müşteri ya da merkezdeki gö- ^revli ile "koMekie" ediyor si- zi. Takma isimlerle bir pornog- rafı yazışması başhyor aranız- da. Bu işin tutkunlan var. Dört çocuk sahibi bir arkadaşım, bir ayda 10 bin franklık (74 milyon TL eder) telefon faturası ode- yecek kadar ileri götürdü işi. Bir gun kuşkusuz ben de de- neyeceğim bu servislerden biri- ni. îstanbul dönüşü yeni bir afış gördüm, Arap cinselliği moda mı olmuş ne Fransa'da. Söz ko- nusu "aşk teflalı" Minitel nu- maralanndan birine, "AMAN" adını vermişler. Bakalım neler söyleyecek 3615'teki "AMAN" iniltileri. Ama bu başka bir ya- zının konusu. Kafam şimdilik, tstanbul'dan getirdiğim imgelerle dolu. O imgelerden biri, tekerlekli kol- tuğunda gülümseyen genç bir Türk binbaşısının hüzunlü yu- zü. Yazgısına değil; bir konser salonuna, bir sinemaya ve bir kitap standına, tek basamaklı olsa da tekerlekli iskemlesiyle çıkamadığına üzülen o aydm insanın dramını taşıyorum içimde. Atlanta'dan Kevin'deki şeytan tüyü Neden Kevin Costner'ın dokunduğu her şey altın oluyor. Kendisine sorarsanız, yıllann borcunu geri ahyor o. Üniversitede finans okurken bile aklından çıkarmadığı oyunculuk sevdası, onu küçük rollerden bugünlere getirdi. le aklından çıkarmadığı oyuncu- luk sevdası, onu küçük roller- den, hayal kınklığı dolu hasılat- lardan bu gunlere getirdi. İlk bü- ya'nın ayazında bulan ekip, tüm şey? O alçakgönüllu, sempatik yük çıkışım, Lawrence Kasdan- zorluklar ve aksakhklara karşın ın The Big Chül'i ile yaptı. iyi bir film çıkardıklarına inanı- Costner, o fılmin çekimi sırasın- yorlar. Kev in Costner'ın unuta- da, film dünyasında gıiçlü olma- madığı olay ise Robin Hood'- nın, kişinin kendisini güçlü his- un 5 C C suda çıplak yüzduğü setmesine bağlı olduğunu öğren- sahne için dublör bulunamayı- di. The Big Chıll'i, SUverado'. şı. "Bir Allahın kulu dublör o bizde de ilgi gören AHU ÖZYURT ATLANTA (ABD) — Nedir Kevin Costner'ı farkh yapan pek çok sinema tarafından gös- terime sokulmayan 'Kurtlaria Dans' şimdiden, 'Vatandaş Ka- ne, Rüzgâr Gibi Geçti' gibi Amerikan sinema klasikleri ara- sına girdi. Peki ya ilk filmle 7 Oscar almak? Kevin Costner pek etkilenmemiş gözüküyor. Ya 'Robin Hood'? Oscar'lar açıklanmadan, kendini lskoç- Alçakgönüllü, sempatik bir yuzün ardına gizlenmiş bir kırs küpii a.. yuzun arkasında gizlenen hırs küpü, titiz mi titiz, yönetmenlik uğruna pekçok şeyi feda edebi- lecek bir anti-HoUyvvood şöval- ye ruhu mu? Yoksa yüların ver- diği bir injifcam tutkusa mu? Sinema dunyası, bu gibi derin sorularla genç adamı, neredey- se psikolog koltuğundan analiz etmeye çalışırken, Costner, oku- nu, yayım sırtladı ve Sherwood Ormanlan'nı bir kez daha şen- lendirdi. Mayıs ayında, ABD'de vizyona giren 'Robin Hood 1 , tüm eleştirilere rağmen iyi bir hasılata doğru emin adımlarla ilerliyor. Sorumuza geri dönduk so- nuçta. Neden bu genç adamın dokunduğu her şey altın oluyor? Costner'a sorarsanız, o, yılların borcunu geri ahyor şu ara. Ca- lifornia State Üniversitesi'nde pazarlama ve finans okurken bi- 'No Out' ve Robert De Niro ve Se- an Conner} üe başrolleri paylaş- tığı, 'The Untouchables' izledi. Kevin Costner artık, fılmlerinin tıcari gelirini de garantilemeye başlamıştı. Söz dönup dolaşıp, 'Kurtlar- ia Dans'a gelince, Costner gü- lumsüyor ve hâlâ "Küçük, se- vimli bir film olmasını istedim. An» yonetraekten aldıgun zevk ölçusüzdü" diyor. Kendi pro- düksiyon şirketini batırmak pa- hasına bile olsa girdiği bu ma- cera, onu şimdi Hollywood'un en guçlü isimleri arasına soktu. Uzunluğu nedeniyle, onceleri suya girmiyordu. Sonuçta iş ge- ne başa duştü. Bana ten rengi danscı taytian buldular. Kendi- mi suya attım, ama gerisini pek hatırlamıyonım" diyor Kevin Costner. Fılmdeki rolü içinse "Hazırtık donemi bile olmayan bir roldü. Ama fılmin kendisi iyi tecrübe oldu" diyor. John Kennedy suikastını ko- nu alan 'Kennedy' adlı filmde- ki rolünden sonra (Meraklüan sevinmesin, New Orleans baş- savcısı Jim Garrison'u canlandı- nyor. Kennedy'yi değil.) Cost- her, Whitney Houston ile 'Bodyguard'da boşrolleri payla- şacak. Kopenhag'dan 4 Aile boyu erotizm' mi, porno mu?'FERRUH YILMAZ KOPENHAG — Kim çölde yaşayanlara kum satmaya kalkışabilir? Danimarka'da geçen sene yayımlanmaya başlayan erotik dergi Cupido, bu işi başardı. En acil ihtiyaçlan satan gececi bak- kallann bile camekânlannı porno dergilerin dol- durduğu, porno dergi cenneti Danimarka'ya, "aile erotizmi" sloganıyla yeni bir erotik dergi- lendirdiği cinsel sapmalann/ azınhklann temsil- yi kabul ettirdi. "Cupido"cular, dergilerinin aile cileriyle olsun söyleşiler yer ahyor. Bütun bun- boyu olmasımn yanı sıra, aynı kulvarda yarış- tıklan diğer porno dergilerden farldı olarak ero- tizmi aynı zamanda kadınlara yönelik olarak sunmakla da övünüyorlar. lşte bu nedenle, Cu- pido, sayıları muhim oranlarda çıplak erkek ve erkeklik organı resimleri ihtiva ediyor. Cupidocular, "Kadınlar da seks istiyor" de- yip, "Cinsellik kan-koca arasında da tahrik edici olabilir. Fantezilerinizi denemekten çekinmeyiniz" mesajları veriyorlar. Cupido'da erotik hikâyelerin yanı sıra bol miktarda röpor- taj ve çeşitli cinsel fantezileri denemiş çiftlerle olsun, kinülerinin "cinsel sapıklık" diye değer- lar dergiye "entel" bir boyut kazandırıyor, ga- zetelerin "özeı ilişki" köşelerine ilan verenlere, "Hobilerim arasında ata binmek, Cupido oku- mak vs." deme imkânı sağlıyor. Çünkü kişinin Cupido okuması, "Cinsel konulara önyargısız ve açık yanaşıyor, ama aynı zamanda tesadüfi ilişkiler yerine ikili bir ilişkiyi tercih ediyorum", "Evlensek bile erotik bir ilişkiyi sürdürmek is- tiyorum", "Cinsel konularda açık olabilirim" mesajlan anlamına gelebiliyor. Çünkü Cupido'- da, çocuklar televizyonda "Susam Sokagı"nı seyrederken, gizlice mutfak dolabının üzerinde sevişmenin çekiciliği kadar, evli çiftlerin başka- lanyla yaşadıklan üçlü-dörtlü ilişkilere, aynı ön- yargısızlıkla yer veriliyor. Cupido'da aynca cin- sellikle ilgili yasalann tarihini araştıran ya da mastürbasyonun tarihteki yerini anlatan "ckldi" yazılara da rastlamak mümkun. Cupido'nun çıkış noktası, aslında böylesine 'entel" düşünceler değil. lskandinav ülkeleri içinde hemen her konuda en tutucu ülke olarak bilinen Norveç'te pornonun yasak olması, por- no dergisi çıkarmak isteyenleri, daha çok "yu- muşak porno" olarak adlandmlabüecek bir dergi çıkarmaya itti. Yıllarca Norveç'in pornosu ola- rak işlev gören Cupido, 80'li yılların sert por- noyu reddeden ama cinsel yaşamda yeni saikle- re ihtiyaç duyan çevrelerdeki yeni erotizm dal- gasmı yakalayarak, Danimarka ve Isveç'te de ya- yımlanmaya başladı. Birileri, bunu AIDS kor- kusunun getirdiği yeni muhafazakârlığa bağla- dı. Ben bunu AlDS'e rağmen toplumun "sivri" uçlanndan, giderek banliyolerdeki yatak odala- nna kadar yayüan "yeni erotizm"e bağhyorum. Belfasttan 10 MILYOHA,30 YILDUNYATURÜ. iBir kente âşık olmak 1 ARACILIGIYLA PUNYANIN HER ULKESINDE UCUZ VE KALITEU TATIL IMKANI İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ BÜROKRATLARI NASIL ETKİLEYECEK? SHP VE DYP YETKİLİLERİ BÜROKRASİDE NE YAPACAKLARINÎ ANLATIYOR FİNANSAL KİRALAMAN1N PÜF NOKTALARI... LEASİNG ŞİRKETİNİ NASIL SEÇERSİNİZ?.. KİMLER LEASİNG YAPMALI?.. EĞLENCE SEKTÖRÜNDE, YATmiMCILARA YEPYENİ BİR İMKAN... 30-40 MİLYON SERMAYEYLE "HOUSE PARTY" DÜZENLEYEREK ÇOK KAZANABİLİRSİNİZ ŞEKERBANK GENEL MİTDÜRÜ AYTJIN AYAYDIN'DAN CESUR ÇIKIŞ: "FAİZLER EŞİT OLMALI" 'TENI" GÜNAYDINTN BOJNMEYEN YÖNLERIYLE "YENÎ" ŞtRKEni COŞKUN ULUSOY YILIN GENEL MÜDÜRD SEÇİLDİ BMA... HAZTNFDEN HMLER GELDI, ÖMLER GEÇTI? İMKB KDLİSLERİNDEN TJYARILAR. TATILDE BVYUK FIRSAT 10 MILYOHA 30 YIL DUNYA TVRU IPANORAFIA BORSADA ŞİNDİBÖYLE KAZANIYORLAR »»RGVNLVK MMEHİMDE KAZAMANLAR STRATEJİUMNİ AİIATIY0R EKONOMKYAŞAMMDEG1ŞEBIL1R II HAKA5» AYGÜN BELFAST (İrlanda) — Bir kente âşık olunabilir mi? Üstelik o kentin adı 'terör'le birlikte anıhyorsa? Her ne kadar 1RA adıyla oz- deşleşmiş olsa da beklenmedik ölçüde güvenlik önlemi var Bel- fast'ta. Caddeler eli otomatik si- lahh asker ve polisten geçilmi- yor. Resmi binalar yüksek duvar ve tel örgülerle çevrili. Duvarlar 1980 öncesi Türkiye'yi anımsa- tır şekilde IRA'yı destekleyen slogan ve resimlerle süslü. Hayh şaşırtıcı bir slogan bile var: "IRA'yı destekleyen Saddam'ı destekleyin." Ama yine de Belfast gecelen- ni yaşamaya kararlıysanız, bir üniformalı uyanr. "Fazla dolaşmayın, tehlikeli. Hemen otelinize gidin." Uyanya aldırmadıysanız ve şanslıysamz, Belfast geceleri ba- şınızı döndurebilir. Artık, sade- ce yabancı olduğunuz için size 'merhaba' diyen , sohbet eden, yardımcı olmaya çalışan insan- İarın dunyasındasınızdır. Hiç tahmin etmediğiniz hal- de bir pubda kendinizi ülkeniz- de hissedebilirsiniz. Fonda ateşlı bir IRA savunucusu Chris de Burgb'un 'Lady in red'i, koyu muhabbet başlar: — Neredensiniz? — Türkiye. lngilİ7cede 'hindi' anlamına gelen sözcük, sohbet ettiğiniz ki- şinin hındi taklidi yapmasına yol açar. Suratmızın asıldığı fark edilir: — Amma alıngansınız ha! Belfast adı terörie özdeşkşmiş. birlikte anüıyor. Masalardan bağımsızük özle- mini dile getiren şarkılar yükse- lirken sohbetin rengi değişır: — Makarios nasıl adamdı? — Ne bileyim? Yarı saıhoş bir ses sohbete ka- tıhr: — Yunanlıları seviyor musu- nuz? — Tabü ki seviyoruz. Bütün halklar kardeştir. Sohbet konusu değişir: — Bizim Christine sana vu- ruldu galiba Türk. Gözlerini senden ayıramıyor. Barda bira servisi yapan Christine hafif utanır. Ama si- ze doğru gelip, elinizi çapkın ba- kışlarla sıkar. Aynı anda da kalçasma çim- dikleri yer: — Şuna bakın, gerçekten âşık oldu. Hem de bir 'hindi'ye! Laf, döner dolaşır. Etrafınız- daki herkesin iyice 'kafayı bulduğunu' fark edip izin ister- siniz. Sabah yaklaşmıştır. Fakat dı- şarı çıktığınızda şaşınrsınız. Sız- mış veya yalpalayan insan sayı- sındaki çokluk, Irlandalıların ulusça içkiye fazla dayamkh ol- madıklarım düşündürtür. Sokak ortasında 'ayaküstii' sevişenlerin fazlalığı ise aklınızı bardaki sizi beğenen kıza geri göturür. Adı terörle anılan bir kentte gece yarısı gormeyi beklemedi- ğiniz bu manzara karşısında, kalçanıza çimdiği basma sırası size gelmiştir. Yaşanan gerçektir. Belfast kendisine âşık olacak daha ni- ce insanın yolunu beklemekte- dir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle