24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
fAvııtmak CUMHURİYET/2 MELİH CEVDET ANDAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER miyiz? Duygululuk mahrem bir şeydir, saklanması gerekir. Şiir için de böyledir bu, şair duygularını öne sürmemelidir, sürerse şiirini yitirir. Büyük Fransız düşünürii Denis Diderot, 'Aktörlük Uzerine Aykırı Düsünceler' adh kitabında, aktörün, oynadığı rolü hissetmemesi gerektiğini, yoksa gülünç olma durumuna düşeceğini söyler. Gerçeği aranırsa, aktörün o sırada duygulanması olanaksızdır. Sözlerini düşünecek, hareketlerini denetleyecek, replikleri izleyecek... Ter içinde kalır insan, duygulanmaya vakit mi var! Bize çalgısını ya da sesini dinleten sanatçı için de durum budur. Bir şairi yakalayalım şiirini yazarken... Ne durumdadır dersiniz? Yanyana getirdiği sözcüklerin uyumunu sağlamak için, bıktmcı bir araştvrma içinde bunalmaktadır, örneğin ünsüzlerin yinelenmemesine, sözcük sonlarına benzer ünlülerin gelmemesine, ses ça* tışmalanru önlemeye çalışmaktadır, o sırada eündeki sözcükler ne denli duygu yüklü olursa olsun böyledir bu. Peki, şiir duygulandırmaz mı okuyaru? Kimi zaman duygulandırır, kimi zaman düşündürür, ama bu, şiir denilen işin sonucudur, kendi değil. Başka bir deyişle, şiirin güzelliği, içerdiği güzel duygulardan çıkmaz ortaya, şairin çalışma biçiminden, şiir anlayışından, aklını kullanışından çıkar. Bu yüzden ona duygulu bir adam diye bakmak, şekerciyi şeker yaptığı için şekerli bulmaya benzer. Yahya Kernal, "Şür, düşüncelerin duygu izlenimi uyandıracak gibi yoğrulmasıdır" diye yazmıştı. Hayır, şairin duygusuz bir adam olduğunu söylemek istemiyorum, herkes gibi onun da duygulan vardır, fakat onları kullanmaz, onun işi duygulanma değil, duygulandırmadır. Bütün sanatçdann işi budur. Bugün neden bu konuyu açtım? Ünlü eleştirmenimiz Memet Fuat'ın, Adam Sanat Dergisi'nin mayıs sayısmdaki "Şiir Düşünmek, Şiir Duymak" başlıkh yazısından esinlendİm de onun için. Nâzım Hikmet'in bir sözü imiş bu. Memet Fuat bu sözden yola çıkıp, o çok iyi bildiğimiz ince eleyip sık dokuyan biçemi ile konusunu ağır ağır geliştirerek, "Düşüncede, duyguda şiirsellik" sorununa önemli açıklamalar getiriyor. Şöyle diyor yazısınm başlarında eleştirmenimiz: "Hiç de şiirsel olmayan bir içerik, şiirleştirme teknikleriyle, deyiş, ölcü, ahenk, tonlama, ses benzerlikleri ya da biçim sanatlarıyla şiir katına yükseltilebiliyor." Evet, şiirsel olmayan, şairin elinde şiire dönüşüyor. Bilinmesi gereken de budur. "Şiir düşünüp, şiir duyup sonra biçimsel şiir tekniklerini öğrenmek olamaz mı" sorusunu ise Memet Fuat, "Olabileceğioi sanmıyorum" diye karşıhyor. Fakat biraz aşağıda şunları ekliyor: "Oysa Nâzım Hikmet her ortamda, her koşulda yaşamdaki şiiri (altını ben çizdim M.C.A) sezmeye çalışmış, şiir düşünmeye, şiir duymaya önem vermiştir." Bu sözlerden iki anlam çıkarıyorum ben: 1) Şiir yaşamda vardır, 2) Yaşamı şiir gibi düşünüp duyabiliriz. Ilkini ele ahrsak, şür bizim dışımızdadır, onu yakalayabiliriz. Ikinci yaklaşım biraz kanşık gibi geldi bana, şür hem dışımızdadır, hem bizdedir, bizim ele alışımıza bağlıdır. Burada ünlü Rus şairi Pasternak'ın Paris'teki bir şiir toplantısında söylediği şu sözü ansıdım: "Şiir topraktadır, otlann arasında bir yerde." Gene bir Rus şairi, Amerika'ya göçmtiş Brodski de şöyle diyor: "Şiir yerde değil, gökyüzündedir." Bu sözlerin ikisi de şiirin bizim dışımızda bir yerde bulunduğu inancını içeriyor, ararsak bulabiliriz. Bu görüşe yatkın olamamışımdır ben; şür, yapılan, yaratılan bir şeydir, hep baştan, hep yeniden. Bu yeni dünya, duygulan, düşünceleri taklitten doğar. öylesine içtendir ki bizim içtenlik dediğimiz, onun yamnda yapaylıktan başka bir şey değildir. Peki, taklit ne için? Okuru yadırgatmamak, onu bildiği dünya ile avutmak için. PENCERE 31 MAYIS 1% \ Şiirseverler, şiirle uğraşanlar bilirler, bizim yeni yazııumızda "içerikbiçim" tartışması çok uzun sürmüştür. Bu tartışmada, içeriği öne alanlann daha ağır bastığını sanıyorum; "Biçimi belirleyen içeriktir" görüşü onların şiir ilkeleriydi. Ben içeriğin biçimi nasıl belirleyeceğini bir türlü anlayamanuşımdır. Belli içerikler için hazır biçimler mi vardı? Şiirin çeşitli konuları olabileceğine göre, o sayıda biçim bulunması nu gerekiyordu? Oysa, diyelim lirik şiirin aruz ile de hece ölçüsü ile de özgür koşuk biçiminde de yazılmış olduğunu biliyorduk. Kimi zaman bir şiirin, belli bir sözden yola çıkılarak oluşturulduğunu düşünürsek, bunun biçimden mi, yoksa içerikten mi olduğunu başta kolay kolay söyleyemeyiz. Sonunda hiç söyleyemeyiz. Bence içerikle biçimi ayn görmek yanhştı. Konunun özü buydu. "Hangisi önce gelir" sorusu, onları ayn birimler olarak görmenin kaçınılmaz sonucudur. Hangi sanat alanında olursa olsun, yaratıcı, bu bölumleme içinde düşünmez, düşünemez. Gauguin, Tahiti'de yaptığı resimleri sergüerken, ziyaretçilerden birinin bir resim karşısında, "Kadının korku içinde ruhları beklediğini ne güzel belirtmişsiniz" demesi üzerine, "Evet, konu o, ama ben moryeşil uyumunu aradım" yanıtını verdiği ünlüdür. Fütürist şiir, ttalya'da faşist, Sovyetler'de komünist idi. Bu tartışma zamanla yerini, duygu şiiriakıl şiiri ayrımına bıraktı. Bunların ikisi de yukarıdaki mantık gereğince, içeriğe ilişkindir. Demek duygularımızı, düşüncelerimizi biçimlendirme yolu ile sanat yaraUcılığına varıyoruz. Burada, sanat dışı biçimlendirmeler de bulunduğu konusutizerindedurmağa kalkacak değilim. Çok başka yerlere götürür o bizi. Diyelim doğaya ilişkin düşüncelerimi, duygularımı elbet düzyazı ile de anlatabilirim. Ama bunların şiir olabilmesi için başka bir dilsel biçime girmesi gerekir. Nedir o? Olçü biçi, imgeleştirme, sezgiye dayah kimi ilişkilendirmeler... Demek bilinen şiir teknikleri var. Bu durumda düşünce ile duyguyu birbirinden nasü ayıracağız? Ayırabilecek miyiz? Kendimi yokluyorum, akhmdan geçenlerin salt duygu mu, salt düşünce mi olduğunu bilemiyorum, çoğun onların içiçe bulunduklarını seziyorum. Diyelim yurtseverlik hem duygudur hem düşüncedir. Aşk da öyle değil mi? Sevgiliyi aklımızla seçmiyor muyuz? Karşı geüneceğini kestiriyorum elbet, düşünerek aşık olunur mu hiç? Vurgun gibidir aşk, nerden vurulduğumuzu bilmeyiz. Ama düşünce öyle değildir, akıldır onun evi, gözlemleyerek, deneyerek, usa vurarak gerçekleştirir yeğlemelerini, yargılannı. Işte burada da durakhyorum. Neden derseniz, düşüncelerimizin çoğunun aşka benzediğini sanıyorum. Dinsel, etik, politik inançlarımızı ele alalım. Biz bu inançlarımıza aşkla bağlıyızdır. Bunun böyle olduğu şu 'inanç' sözcüğünü kullanmamdan da ortaya çıkıyor. Gerçi anamızı sevmemiz, çocuğumuzu sevmemiz bir inanç konusu sayılamaz. Ama şiir konusu da sayılamaz. Herkes anasını, çocuğunu sever, bu sevgiye özgül bir biçim bulunamaz. Peki, şair ortak duygulardan söz etmeyecek mi? Edecek elbet, ama yaptığı iş o anda düşünceye dönüşecektir. Gazetelerde, yıllar önce ölmüş kişiler için şiirli duyurular çıkıyor, "Seni unutmadık" diyorlar, "Yokluğuna alışamadık" diyorlar. Oysa unutmuşlar, yokluğuna ahşmışlar... Böyle olmasa gazetelere şiir gibi duyurular gönderirler miydi? Kimi kandırıyorlar? öleni mi? Bu olamayacağına göre, bize söylüyorlar o sözleri, "Bakın biz ne duygulu insanlarız, ölülerimizi unutmuyoruz" demek istiyorlar. Beğenmemizi istiyorlar kendilerimi. Rica ederim, rmnu duygululuk sayabilir Milliyetçilik!.. 21'inci yüzyıla doğru bütünleşip küçülen dünyamızda yt niden gündeme giren akım üç aşamada düşünülebilir. Birinci aşama, 18'inci yüzyılın Batı Avrupası'nda yaşand Uluslaşmanın kökeninde 'akılcılık, bilimsellik, laiklik' var. BE tı'da milliyetçilik sanayi devrimiyle zamandaş, ümmetten mi lete geçişin doğal akımı. Kişi, benliğini kralın uyruğu gibi de ğil, ulusun bireyi gibi duyumsamaya başladığında, çok şe değişti. Aydınlanma ile uluslaşma Avrupa'da iç içe geçmişti Ya ikinci aşama? Batı dışında, sanayileşmemiş toplumda, emperyalizme tep kiyle gelişen milliyetçiliğin Türkiye örneği, aydınlanma ve la ikliği de içeriyor; bağımsızlaşma sürecinde ulusal kurtulu: sayaşıyla tohumlanıyor. Üçüncü aşama nedir? Erken sosyalizme başkaldıran geç miltiyetçilikler, 21'inc yüzyıla doğru Baltık kıyılarında, Doğu Avrupa'da, Balkanlar da, Kafkasya'da, Kuzey Asya'da güncel sorunları oluşturu yorlar. Milliyetçilik, zaman ye mekâna göre, kimi zaman ilerici, kim zaman tutucu ve gerici bir akıma dönüşür; iki yanı keskir bir kılıç gibidir. Baskın Oran'm milliyetçilik üzerine iki kitabı var. Birincisi: 'Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği Kara Afrika Modeli'; ikincisi 'Atatürk Milliyetçiliği Resmi Ideoloji Dışı Bir inceleme' (Bilgi Yayınevi) Güncelleşen iki kitap. Niçin? Çünkü 1990'larda 'geç milliyBtçilik akımlan' yukarıda vurgulandığı gibi bütün dünyayı sardı; ayrıca Türkiye'de 'Kört sorunu', işi sıcaklaştırıyor; Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliğini eleştirel bir bakışla incelemeden ülkemizde yaşanan olayları anlamaya olanak yok. Emperyalizm Ortadoğu'da bütün dinleri, milliyetleri, mezhepleri birbiriyle çatıştırarak, kapıştırarak, dövüştürerek yeraltı ve yerüstü somürüsünü sürdürmek istiyor. Dar ufuklu milliyetçilik emperyalizmin ekmeğine yağ sürer. • 'Atatürk Milliyetçiliği' sosyalist dünyada 1989 depremi yaşanmadan önce yazılmış. Kitabı okurken insan düşünüyor: Bugün yazılsaydı Baskın Oran'ın kimi yaklaşımları değişir miydi? Toplumbilimin laboratuvarındaki koşullar sürekli dönüşüm içindedir. Ancak yazarın önyargısız bir yaklaşımla geniş bir ufukta Atatürk milliyetçiliğini değerlendirmeye çalıştığı da bellrgindir. 1970'lerden sonra hız kazanan ırkçılığa ya da ümmetçiliğe dayalı milliyetçilik anlayışının 1980'den sonra 'Türkİslam Sentez/'nde devlet görüşü niteliğiyle ortaya çıkması, Atatürk milliyetçiliğinin özünü daha çarpıcı biçimde ortaya koydu. Baskın Oran diyor ki: "Atatürk milliyetçiliğinde kesinlikle Türk toprağıyla sınırlı bir milliyetçilik söz konusudur ve ounun da tek odak noktası, yalnızca 'ortak kültür' ölçütüyte tanımlanabilen Türk ulusu kavramıdır. Atatürk, feodal yapı o denli basat olduğu halde din ölçütünü ve Kürt ayaklanmaları o denli tepki yarattığı halde ırk ölçütünü kullanmak istememiş, bunlardan birincisine zorunlu olduğunda başvurmuş olsa da Anadolu gibi her bakımdan karmaşık bir toplumda tutunumunu sağlamak için yalnızca ve yalnızca 'ortak küttür1 ölçütüne dayanan bir ulus kavramının geçerli olabileceğini görmüştür." •k 'Aydınlanma'yı ve sanayileşmeyi yaşamamış (ya da yaşamakta olan) bir toplumda milliyetçilik nasıl ortaya çıkar? Emperyalizme karşı değil; ama, emperyalizmin güdümünde bir milliyetçilik, topluma nasıl kimlik kazandırabilir? Ortadoğu'da bu sorunlar nasıl çözümlenecektir? 1990'lartn Türkiyesi'nde yanıtı verilmesi gereken sorular sıcaklıklarını koruyorlar. Amerika, Ingiltere ve Fransa'nın Kuzey Irak'taki girişimi. milliyetçilik açısından ne anlam taşıyor? Kürtler, kimliklerihl Vaşington'a bağlanarak mı kazanacaklar? , Milliyetçilik bir duygudur; bilinçle denetlenmezse, bilimle değerlendirilmezse, körinanca dönüşür; dinsellikten ayırt edilmesi zorlaşır; emperyalizmin elinde oyuncaklaşan halkların mutsuzluğuna dönüşür. Milliyetçilik Sorunu ARADABIR VEHBİHACIKADİBO6LU Üniversiteli kıziarımızın örtünme sorunu Türkiye'nin gündeminden inecek gibi görünmüyor. Gün geçmiyor ki ilgili ya da ilgisiz bir yasa tasarısına bu konuda bir madde sokuşturulduğu, genç kızlarımızın konuyu canlı tutmak için girişim' lerini sürdürdüğü, Anayasa Mahkemesi'nin örtünmeyle ilgili bir yasa maddesini bozduğu ya da onayladığı biçiminde bir haber ortalığa yayılmasın. Bir toptumda herkes bir konunun özünü bir yana bırakıp çevresinde dolaşmayı yeğlerse o konunun kangrene dönüşmesinı doğal karşılamak gerekir. Bir derginin örtünmeyle ilgili bir sorusuna gelen yanıtlardan biri gözüme çarpmadan önce ben de bu soruna değinmekten çekindiğimi saklamayacağım. Konuyu ne yönden alıp hangi terimlerle anlatacağıma bir türlü karar veremiyor, düşüncelerimi bir tedirginlik duygusu içinde evirip çeviriyor, bir sonuca varamıyordum. Oysa dergideki yanıt kısa, kesin ve güvenliydi: "Örtünmeleri gerekir. Ben kendimden biliyorum, ne kadar açık giyınirlerse o kadar tahrik oluyorum" diye kestirip atıyordu. Okuyunca gülmek, ağlamak, isyan etmek türünden bir şeyler yapmak istiyorsunuz ve ne yapacağınızı bilememenin umarsızlığı içinde katılıp kalıyorsunuz. Evet, bir sapık çıkıyor, hiç çekinmeden, erkek cinsinden olmanın kendisine böyle bir hak verip vermediği üzerinde hiç bir duraksamaya kapılmadan, üzerine basa basa, bütün kadlHlarirt ertünrnesi gerektiğini, çünkü örtünmezlerse kendisinin tahrik olacağını söylüyor. örtünen üniversiteli kızlarımızın, kendilerinin erkeklerin tahrik olmasıyla filan ilgilenmediğini, örtünmeyi yalnızca kendi inançlannın ve geleneğe uyma isteklerinin etkisi altında uyguladıklarını söylemeleri de durumu değiştirmez. Önce, erkeklerin bulunmadığı yerlerde örtünmeye gerek görmediklerini kendileri de kabul edecektir. Sonra da örtünme konusunda aynı görüşü paylaştıkları erkeklerin konuyu yalnızca bu açıdan gördüğü de bir gerçektir. Yukarıda sözü geçen sapığın, kendisini yalnızca bir örnek olarak ortaya attığını, örtünmenin şu ya da bu erkekle değil, karşılaşılabilecek bütün erkeklerle ilgili olduğunu söylemek de yararsızdır. Genellikle başlarını örten çok sayıda üniversiteli hanımın bir salonda toplanmış olarak bir konuyu tartışmakta olduklarını düşünelim. Aralarında erkek bulunmadığına göre salona bir erkeğin girmesi olasıhğı da yoksa başları açık olacaktır. Böyle bir durumda yukarıda sözü geçen sapığın, ağzında sigara ve elinde çay tepsisiyle salona girip çevreyi şöyle bir süzdüğü zaman kopacak olan fırtınayı anlatabilmek için sözcük bulamıyorum. Gülünç sözcüğünün de acıklı sözcüğünün de burada hafif kalacağını sanıyorum. Burada da hanımlar, belki de öyle bir durumda kıyametin kopmayacağını, olsa olsa adama dışarı çıkmasının söyleneceğini, çıkmamakta direnirse yardım çağrılıp dışarı attırılacağını söyleyebilirler. Ancak bu açıklama biçimi, bir yandan örtünmenin mantığına aykırı görünürken bir yandan da şimdiye kadar örtünme konusunda gösterilen dirençle bağdaşmaz görünüyor. Hanımların, böylesine önem verdikleri, uğrunda sınava girmeyip yaşamlarının bir yılını yitirmeyi göze aldıkları örtünme işini böylesine hafife alıp en küçük bahaneyle onun gereklerini yerine getirmekten vazgeçeceklerini kabul etmek kolay görünmüvor. Yani hanımlarımız istese de ıstemese de örtünme konusu her zaman cinsellik konusuyla birlikte düşünülüyor. Toplumumuzun belli bir kesiminden birtakım insanların, bütün toplumsal sorunların başında cinselliğin geldiğini, onun yamnda başka konuların bir öneminin bulunmadığını herkese, bu arada yetkili makamlara da kabul ettirmek için harcadıkları çaba ve elde ettikleri başarı gerçekten şaşırtıcıdır. Bu kimselerin gözü ya on iki yaşındaki kızların başörtüsünde, ya jimnastik ya da spor yapan kızların şortlarında ya da kısa giyinen kadınların eteklerindedir! Bunların, erkeklerin her şeyi cinsellik açısından gördükleri konusunda söyledikler'ınin bizim toplumumuzun erkekleri için bile doğru olmadığının her yerde apaçık görülmekte olması, görüşlerini kabul ettirmedeki başanlannı daha da şaşırtıcı yapıyor. Fakat anlaşılması daha zor olan şey, genç kızlarımızın, erkeklerin bu konuda dokunulmazlıklannın bulunduğunu ve onları, artık alıştığımız deyimiyle, tahrik etmeme yükümlülüğünün kendilerine düstüğünü nasıl kabul ettikleridir. Bu toplumda yetişmiş ye çocukluktan beri bu yönde beyni yıkanmış kimselerin, cinsel duyguların yaşamımızda tuttuğu yer konusundakl aşırı düşüncelere az çok kendini kaptırması anlaşılmaz bir durum değildir. Fakat erkeklerin duygularına gem vurma yükümlülüğünü kadınların üstlenmek zorunda olduğu düşüncesini, hele bu düşüncenin giyiniş biçimiyle göze batacak biçimde açığa vurulmasını, kadın olsun erkek olsun, hiç kimse kolay kolay içine sindiremez. Bu yüzden aşırı örtünmüş bir hanımla görüşüp konuşmak pek çok kimseler için bir işkence olabilir. Üniversiteli kızlarımızın da kendi giyimlerinin kendilerinden başka kimseyi ilgilendirmediği düşüncesini bir yana bırakarak, birlikte ders görüp laboratuvarda çalıştıkları arkadaşlarıyla kendilerine ders vermek ve sınav yapmak zorunda olan hocalarını bu işkenceden kurtarmalarının uygun olacağını sanıyorum. Televizyon Rarşısıncla Radyolar Radyo ve televizyon, birbirlerine rakip araçlar değildir. Önemli olan, özellikleri farkh olan bu kitle iletişim araçlarınm işleylerine uygun kullanılmasıdır. Günlük yaşamımızın içinde yer alan, bizi çevremizden haberli ve bilgili kılan, canlı ve gerçekten yararlı bir yayıncılık yapan radyo, toplum ve bireyler için verimli olacaktır. Örtünmenin Anlamı levizyondan farklı alanlarda kullanılmahdır. Edilgen, resmi bir habercilik ve durgun programcıhk anlayışı radyo dinleyicilerini azaltmakta, insanlann gereksinimlerine yanıt vermemektedir. Radyo kendine yakışan yeri nasıl bulur? Bugünkü yasal düzenlemeler, henüz seçenek radyolan gündeme getiremediği için, var olan koşullar içinde iyileştirici önlemler önerilebilir. 1 Hedef dinleyici gruplannın daraltümasu Radyolar, hedef dinleyici grvplanm, geniş kitleler olarak belirlemek yerine, özel gereksinimleri ve Ugi alanları olan dar, az sayıdakı dinleyici gruplanndan seçmelidirler. Hedef dinleyici grubu, tüm ülkeyi kapsayan "genel dinleyici" olarak belirlendiğinde, yayınlar herkesin gereksinimlerini karşılamamakta ve ilgi alanı içinde olmamaktadır. Oysa küçük dinleyici gruplan, özel ilgi alanlanna seslenen ya da bilgi ve haber gereksinimlerini karşılayan radyo yayınlarını istekle dinleyeceklerdir. 2 Katılmacı radyoculuk: Dinleyici, radyoda kendi sesini duyduğu, düşüncelerini aktarabildiği oranda radyoyu benimser. Toplum içinde çeşitli grupların ve topluluklann düşüncelerini duyurma ve yayması, demokratik yöntemlerin bir gereğidir. Olanaklar elverdiğince dinleyicinin programlara katıhmı sağlanmaııdır. Bu, dinleyicilerin radyoculuğu benimsemelerine yol açar. 3 Teknik koşullar iyüeştirilmelidir: Radyo kanallannın tüm ülkeden rahathkla dinlenilmesi gerekmektedir. Teknolojik gelişmeler, insanın en iyi koşullarda ses dinlemesini sağlamaktadır. Radyo yayınlan yalnız içerik açısından değil, teknik açıdan da mükemmel olmak zorundadır. Çağdaş radyoculukta dinleyici nitelikli, pınl pınl bir ses dinlemek hakkına sahiptir. 4 Radyonun özelliklerine ve işlevine uygun yayıncılık: Radyo ve televizyon, birbirlerine rakip araçlar değildir. önemli olan, özellikleri farklı olan bu kitle iletişim araçlannın işlevlerine uygun kullanılmasıdır. Günlük yaşamımızın içinde yer alan, bizi çevremizden haberli ve bilgili kılan, canlı ve gerçekten yararlı bir yayıncılık yapan radyo, toplum ve bireyler için verimli olacaktır. Teleyizyonla yanşmak yerine, özelliklerine ve işlevlerine uygun yayıncılık yapan radyo, hiç bir zaman televizyon karşısında yerini sorgulamayacak ve ikinci planda olmayacaktır. Yard. Doç. Dr. ÖZDEN ÇANKAYA 31 Ocak 1968'de başlayan televizyon yayınları, ülke genelini kapsamaya başlaymca, en çok ilgi toplayan kitle iletişim aracı oldu. Toplum için oldukça yeni ve ilginç bir araç olan televizyon, yaşama biçimlerini de etkilemeye başladı. İnsanların toplumsal yaşamlanndaki kimi etkinlikler, televizyondan önceki yerlerini yitirdiler. Sinema, tiyatro salonlan boşaldı, naklen maç yayınlarında sokaklar bile trafikten arındı. Radyo da bu yeni durumdan kendine düşen payı aldı. Ülkemizde 1927'den 1968'e değin vazgeçilmez kitle iletişim aracı olan radyonun, televizyon karşısmda ikinci plana düştüğü yargısı geniş kesimlerde kabul edildi. Televizyon varken radyonun dinlenmeyeceği düşüncesi yaygınlaşmaya başladı. Televizyon tutkunluğu dönemini yaşayan toplumlar bir 4oygunluk noktasma ulaştıklarmda, yaşamlanndaki öbür sanatsal ve toplumsal etkinliklere yöneldüer. Sinema salonları yine dolmaya, tiyatro salonlan alkış seslerine kavuşmaya başladı. Belki izleyiciler, daha nitelikli, özgün, sanat değeri yüksekfilmlerve oyunlar izlemek istiyorlar. Ama insanlar, öteki toplumlarda olduğu gibi, bizde de, bir süre sonra, her aracm etkinliğinin ve işlevinin ayrı olduğu bilincine vardılar. önemli olan, öbür etkinliklerin kişilerin geTeksinimlerine yanıt verecek nitelikte ve düzeyde obnalarıydı. Basının da, araştırıcı gazetecilik, haberin ayrıntısını verme ve yorumunu yapma işlevini gerçekleştirerek görüntülü yayın karşısında okuyucusunu yitirmemesi, televizyondan farklı bir araç olduğunun bilincine varmasından kaynaklanıyordu. Acaba radyolar, televizyondan farklı bir hizmet göturme, ayrı bir işlev görme gerekliliğinin ayırdında mıydı? görülmekteydi. Bu uygulamayla, bölge haberciliğine de yer veriliyordu. Daha sonra bölgesel radyolar güçlenerek merkezden aynldüar. Bu gelişimin ardından, bölgesel radyoların tam bir özerkliğe kavuşması, yerel ve kamusal merkezlere daha geniş yetkiler verilmesi aşaması yaşandı. Bir süre sonra, geleneksel radyoların tamdığı bölgesellik ve özerklik dinleyicinin gereksinimlerini yanıtlayamaz oldu. Bireyler, radyodan, kendi beğenilerine uygun yayınlan, güncel yaşamın içindeki somut konuları dinlemek isteği duymuşlar ve bu durum birçok topluluğu kendi radyosunu kurmaya yöneltmiştir. Bu gelişim seçenek (alternatif) radyolan doğurmuştur. Transistörün, radyonun bir aile aracı olma niteliğini değiştirmesi ve onu bireyuv aracı yapması radyonun yeni işlevini kazanmasında önemli $ir etken ohjıuştur. Seçenek radyolann yaygın örnekleri; Avr u p a ülkelerinde 70*11 yıDarda göfülmeye başladı ve 80'li yıllarda bu konuda büyük artış görüldü. Seçenek radyolar, muhalefet partilerinin radyolarda seslerini yeterince duyuramadıkları düşüncesiyle siyasal nedenlerle, merkez yönetimi karşısında bir çok sorunları olan belediyeler gibi yönetsel birimlerin kamusal gereksinimleriyle, insanların kendi sorunlannı daha somut biçimde yansıtabUmeleri için sosyal ve kültürel gereksınimlerle, bölge halkının ekonomik istemlerini duyurmak amacıyla, ekonomik nedenlerle kurulmaya başlamıştır. Reklamcılar da, belli ürünlerin satışını arttırmak için ayrı radyolar kurma yoluna gitmişlerdir. Seçenek radyoların Fransa ve Italya'da birçok örnekleri göruhnektedir. Bu tür yüzlerce radyo istasyonu, bireylerin çeşitli isteklerine ve gereksinmelerine yanıt veren yayınlar yapmaktadır. Bizim Ülkemizde radyo: Transistörle, kırda, otomobilde, otobüste giden kişiye de seslenme olanağı bulan radyo, hareketli bir kitle iletişim aracı olmuştur. Radyonun bu teknolojik özeüiğinin, içeriğine de yansıması gerekmektedir. Program üretme süreci, kısa sürede ve ucuza gercekleştirilen radyo, te f ÇAĞRI "DEVLET TERÖRÜ YASASMA KARŞI MÜCADELE EDELİM! "Terorle Mucadele Yasası" duşunce ve orgütlenme özgürlüklerının varolan tüm kırıntılartm da, kazanılmış hakları da ayaklar altma alıyor, devlet baskısma ve ışkenceye daha geniş bir hukuki Kılıf hazırlıyor, tum devrımcı ve demokratık güçlerle kitle hareketine yönelık büyük bir tehdıt yaratıyor. • Basın ve yayın dunyası yuzmılyonlan bulan para cezalarıyla yokedılmek ıstenırken, gazete ve dergılenn yazariarının yanıstra sahıplerı ve yazıışlerı müdurlerı de hapıs cezalarıyla baskı altında tutuluyor Bunun ılk uygulaması olarak Kurtuluş dergısı yaznşlen mudüru Cemal Turan tutuklanmış bulunuyor • TCK' nın 141 ve 142 maddelerının kaldırılmış olduğu ıddıası büyük bir yalandır. Tam tersıne yeni yasayla, eskiden bırer "düşünce" suçu olarak nıtelenen maddeler de "terör" suçu kapsamına giriyor • Dernek, vakıf, sendıka ve başka kitle örgutlerı kapatılma cezasıyla karşı karşıya bırakılıyor • Kurt halkının taleplerınin özgürce ıfade edılmesı ve orgütlenme hakkı yasaklanıyor • Teror kavramının belırsız tanımı aracılığıyla butun kitle eylemlerı hedef hatıne getınlıyor Bu yasa, yıllardır uygulanmakta olan baskı ve ışkenceyı meşrulaştırmak ıçın kabul edılmıştır Yıllardır uygulanan "Olağanustu Hal" uygulamasını butün Türkıye'ye yaymayı hedeflıyor Adı "Devlet Terorü Yasası" olmalıdır. Işçı sendıkalarını, bütun çalışanların kitle orgütlerını, demokratık hareketı, basın ve yayın kuruluşlarını, özgurluklerden yana herkesı bu yasayı geçersız kılmak ıçın mucadeleye çağırıyoruz. Tarıh şoyle yazmalı "Devlet Teroru Yasası" kıtlesel bir mucadeleyle ezıldı Tarıh'ı hep birlikte yazalım! Deng. Devrimci Mucadele. Emek. Emeğin Bayrağı. Halk De mokrasisi. Haziran. Hedet. Işçilerin Sesi. işciler ve Politika. Kavga. Komün, Kurtuluş. Medya Günesi. Ozgür Halk. Sosyalizm. Yeni Oemokrasi Öteki ülkelerde... İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, radyoların televizyon karşısında varlıklannı konıyabilmek için, ülke çapında radyolarını, bölgesel vericiler kurduklan ve ulusal programları bölgesel antenden yayımladıkları GULBAHAR Sehct Yeli Desmal Saverek dınlediğim bir çalismo Gulbahar ve Metin'ı Itutlonm ZÜLFÜ LİVANELİ (MUZİSYEN YAZARj Müzık, yumusak bir yurek, kararlı kabuk ister. Bu dunyaya hosgeldın Gulbahar EDİP AKBAYRAM IMUZİSYENj Çok ama çok sevmeseydım kasetın kapağını yapmozdım FİKRET OTYAM fiESSAM) Etnik bir çalışma, guzel melodıler ve içten söyleyen iki kışının sıcak sesleri ve de doğru yoldaOKAY TEMİZ (MUZISYEN) Destansı, bestelendığı kulture varsıllık katan bir yorum Kurtçe türkulerde farklı bir t a r ı denemesı Ayazda yol alonlora bahann kapısını açan sıcak bir esıntı NUR SÜRER (SİNEMA SANATÇISIj Gulbahar ve Metin'in sesi, bzlenen bir toprak kokusunda, burcu burcu BİLGESU ERENUS (YAZARj Bu çalısma, beni Dersım'in kutsal dağlarma ve munzurun kanlı koprusunun basma goturdu Bu kasette, hakiki Kurt melodilerinı dmledım. MUSA ANTER (KURDOLOGj Zazaca, Kurtce ve Turkçe ezgı esınrilerinde bir martı kanadında ruzgâr tasıyor. HASRET G Ü I T E K İ N jMUZISYENj Dmledım. Bahar'a has bir guzellik bu, derın bir soluk alış AHMET KAYA (MUZISYEN) TURKÇENIN YAZIM KILAVUZU ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU Yeni Çıktı ABC Kltabevl A.Ş. • T C. Mıllı Eğıtm Bakanliği B.E S.T Yabancı Dıller Kursu * KALAN MÜZİK YAPIM IMÇ Allıncı Blok N D 6512 UNKAPANI ISTANBUL Tel 512 35 13 Konuk Sanatçı: OKAY TEMİZ Prodüktör: HASAN SALTIK İZMtR ONBİRİNÇt İÇRA VE İFLAS MÜDÜRLÜĞÜNDEN İFLASIN AÇILDIĞINA DAİR tLAN MÜflisin ünvanı ile adresi: Akdeniz Demir lşletmesi ve Gemi Endüstri Sanayii ve Ticaret Limited Şirketi 1. Kordon No: 192/1 Kat: 1 A/2 Blok. tZMİR Yukarıda ünvanı ve advesi bulunan "AKDENtZ DEMİR İŞLETMESt VE GEMt ENDÜSTRt SANAYt VB TİCARET LİMİTED ŞtRKETl"nin 21.5.1991 tarih ve 1990/735 Esas sayılı kararı ile İFLASINA karar verilmiş ve Izmir Ticaret Sicil Memurluğu'nun 55097 sırasında kayıtlı bulunan müflis şirketin iflası aynı gün saat:13.3O'da açılmıştır. Keyfiyet ÜK.nun 166. maddesine göre tebliğ ve ilan olunur. FERHAT TUNÇ Gülvatan Tüm plak ve Kasetçilerde / GÜNER PLAK ve KASETÇİLİK Isiml'ı koseti çıktı. I I 19911992 Dersyılnçın I I belırtenmış bir ders saat ücretımız I 2OOOO.Tl+KDVdır I I Meclısı Mebusan Cad I Mebusan Yokuşu NoŞ4 I 80030 FINDIKLIBEYOĞLU I L Tel: 15103 28 Fax: 1452888 J r T C Mıllı Eğıtm Bakanlığı T ı TurıstÖzel B.E.S.T.Kursu I Rehberlığ ı 19911992 Dersyılnçın I I belırtenmş bir ders I saai ücretımız. I 20000TL+KDVdır. I I Meclısı Mebusan Cad. I Mebusan Yokuşu NoŞ4 I 80030 FINDIKLIBEYOĞLU I L Tel'15103 28 Fax145 28 88 J YÜZYUZE Atillâ Dorsay 5.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yayınlan Turkocağt Cad. 3941 Cağatoğlutstanbul Ödemeli gonderilmez. AYVACIK SULH HUKUK HAKİMLİĞİ'NDEN Dosya No: 1990/376 Davacı Hatice Seçer tarafından Sedat Seçer ve 10 arkadaşı aleyhine açılan taksim ve izaleyi şuuyu davasının yapılan duruşmasında. Dava dilekçesinde dayalı olarak gösterilen Emine'nin tebligata yarar açık adresi tesbit edilememiştir. Mahkeme ilanen tebliğine karar vermiş olup, Davacı dilekçesinde Çanakkale ili Ayvacık ilçesi Bükler mevkiinde 8 parsel Gölavlusu mevkiinde 2 parsel Sülüklü mevkiinde 2 parsel, Sülüklü mevkiinde 4 ve yine aynı mevkide 6 parsel 8 ve 11 parseller ile Yarıştepe mevkiinde, 2,18,20,21,3 parsel Aşağı Çayırlar mevkiinde, 7 parsel Bahçeler mevkiinde, 7 parsel Çay içi mevkiinde, 2 parsel Doğanlar mevkiinde, 32 Dolaplı mevkiinde tapunun 51 tarihli 85 sıradaki taşınmaz ile Musratlı köyü Uzuntarla namı Saranlıkuyu mevkiinde kanunu evvel 1938 tarih 18 sıralı taşınmazların murisi Kadir Seçer'in hissesi olduğundan aynen taksimine mümkün olmadığına satışını istemiştir, duruşmanın 3.7.1991 günü saat 9.00'da Ayvacık Sulh Hukuk Mahkemesı'nde yapılacağı, davalı Emine'nin belli gün ve saatte mahkemede her türlü delilleri ile hazır olması veya kendisini vekille temsil ettirmesi aksi halde duruşmaya yokluğunda devam edilip karar verileceği ilan olunur. 6.5.1991 Basın: 47343 g^İ.M.Ç. 6.Blok No: 6427 Unkapanı/İST. İ ^ T e l : 527 55 93/ 526 10 49
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle