Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/10 PAZAR YAZ
Stockhohri'den
Pazar günleıi
bar keyifleritsveç'te pazar gününün kendisi değil, öncesi
önemlidir. Pazar, sadece geçmişle gelecek
arasında nostalji ve hayal köprüsüdür. Barlar
da tedirgin ruhların gelen haftayı
karşıladıİdarı en uygun ortamlardır.
YAVUZ BAYDAR
STOCKHOLM — Pazar gü-
nünün kendisi değil, öncesi
önemli oldu Stockholm için her
zaman. -Sonrası ise, her yerde
olduğu gibi, kara bir kâbus-
'Şimdi' değildir pazar, sadece
geçmişle gelecek arasındaki nos-
talji ve hayal köpriisü.
Pazar, uyuşuk ve bomboş bir
kentte yürümek. Pazar, evin yu-
muşak sıcaklığını terk edip et-
meme konusunda uzun uzun
düşünmek. Pazar, telefon ko-
nuşmalarmı uzattıkça uzatmak;
TV'de kanal değiştirmek için
Leo Tm'yu okumak. Pazar, bir
öğleden sonrası sinema salonu-
nun ılık karanhğına sığınmak.
Pazar, bir şık kafede Cortazar'-
ın "Axolotl" öyküsü ile dura-
ğanlaşmak.
Gateau, La Cle, Satirnus, Ri-
torno... Tıka basa axoloü dohı,
yeni bir pazar günü. Çoğunca
bir gece öncesi serüvenlerinin
sersemliği, yabancılaşması.
Glenn Miller Cafe ne yazık- ki
açmıyor bugün, belki çoğu ora-
da olacaktı, önceki gecelerde ol-
dukları gibi. Kent ortasında dar
sokaklı, karanlık bir tümsekte,
-Palme'nın katiünin kayıplara
kanştığı yerde- hoş ve loş bir ka-
fe, Glenn Müler. Küçük ve şef-
katli. Topu topu on masası var,
birbirine nerdeyse bitişik. Du-
var, caz eskilerinin siyah-beyaz
pozlarıyla baştan basa kaplı:
Coltrane, Armstrong, Art Bla-
key, Horace Siiver... Karşıdaki
duvarda eski bir trombon, bir
saksofon ve trompet asılı. Dip-
te bir mini-bar. Yemek isteyen-
ler için hesaplı bir mönü de var.
Ama buraya gelenler -yazar,
şair, öğrenci ve müzisyen
takımı- bira, kırmızı şarap ve
patates kızartması ile yetinir bir
tablo sergilemekte. Kafenin en
önemli demirbaşı, 1960'lardan
kalma, çakaralmaz bir pikap.
Hep dönüyor. Gerisinde, pacav-
raya dönmüş kapaklanyla, be-
bop ve big-band klasikleri. Baş-
ka bir şey çalmak yasak. Ama
dileyen,' kendi plaklanndan bir
desteyle girebiliyor içeri. Hibe
edenlere de hiç hayır denmiyor.
Kafeye adını veren Glenn Mil-
ler, tabii ki, her gecenin konuk
sanatçısı. Gece koyulaştıkça
ağırlık üçlülere kayıyor ister is-
temez, Monk ve Bill Evans eş-
liğinde, felsefelerin yönü de kö-
tümserliğe kayıyor.
Pazar daha uzaklardayken,
gecenin piştiğj yerlerden biri, iş-
te hâlâ gizliliğini koruyan bu ka-
fe. Saatler kıvamını bulunca, iki
ayrı seçenek doğuyor pazarın
axolotl adaylannın önünde: Ya
yeni zenginlerin duyarsız iyirn-
serliklerini sergiledikleri mekân-
larla dolu Stureplan ve Norr-
malm tarafına ya da sadece
Stokcholm'ün değil Avrupa'nın
şu anda en iyi siyah müziğinin
çalındığı Tranan Bar'a uzan-
mak gerekiyor. Birincisine boş-
vermek daha sağlıklı bir yakla-
şım, çünkü Riche, BE, Passagen
veya Melody kulüplerine kadar
gidip de o insanın gecesine tuz-
ruhu serpen kuyruklarda itiş-
kakış beklemek var.
Tranan Bar, son altı aydır
kentin en 'sıcak' yeri. Farkulık
tedirginliğini yaşayan genellik-
le genç ve yaratıcı bir kesim se-
çiyor bu yerin yan yanya altın-
daki 'kapalı' barı. Tranan'ın
özelliklerinden biri, barmenlerin
aynı zamada usta birer disk-
jokey olması. Hem kokteylleri
çalkalayıp hem de plakları bit-
meden değiştirmeleri, gerçekten
seyre değer. Tranan'ın geceleri
gerüimli ve hızlı geçmekte. Ge-
lenlerin bir kısmı, sohbetten
çok, müzik dinlemek için geli-
yor buraya. Çünkü Tranan'ın
koleksiyonu, 1%0'lann en seç-
me soul klasiklerinden oluşuyor
sadece. Gece ilerledikçe Marvin
Gaye, Stevie Wonder, Barry
VVhite ve Temptations sesleri,
giderek artan ölçüde ortama hâ-
kim oluyor ve hemen her defa-
sında barın kıyısında aniden
dans pistlerinin kurulmasına yol
açıyor.
Tedirgin ruhlann gelen hafta-
yı karşılamak için çare olarak
gördükleri en uygun ortamlar,
işte bunlar. Eh, pazarların üs-
tesinden gelmek ki)lay,ds4il el-
Kopenhag'dan
Solpartiler
paramparça
Komünist Parti, 1979 yılından beri belini
doğrultamadı. Sol parüler, sürekli olarak
taban kaybediyor. Sosyalist Halk Partisi ise
son seçimlerde oy kaybına uğradı.
FERRUH YILMAZ
KOPENHAG — Siz bu satır-
lan okurken bütün Avrupa Pas-
kalya yortusunu kutlamakla
meşgul. Bense Paskalya yortu-
su yerine bu hafta Danimarka'-
daki solu anlatmayı tercih edi-
j m sizlere.
leton komünistler, reform-
J^L r derken Danimarka Komü-
dst 1 'artisi de gitti. Hani aslın-
da şic ıdilik yerinde duruyor da
gitti gi^ecek. Partiyi Gorbacov-
cu çjzgi'
1
e oturtabilrnek için par-
tinin (
'jt;»on sosyalistleri' ya da
'Stalinistle •" denen kanadıyla
dişediş müoidele veren genç ge-
nel başkan Ofe Sohn, iki hafta
_JSnceki_genel k;ırultayda^'Ben
artık yoruldnm1
' deyip genel
başkanlıktan aynhverdi; hem de
mücadeleden zaferle çiJonışken.
Yerine başka genel başkan ada-
yı bulunamadığı için Danimar-
ka Komünist Partisi şimdi bir
başkanlar kurulunca yönetili-
yor. Partinin bu ytizyüın başın-
dan beri yayınlanan günlük ya-
yın orgaru Land og Folk gaze-
tesi de son sayısını geçen aralık
ayında çıkarmıştı.
1979 yüındaki seçimlerde par-
lamentodan dışlanan DKP, o
günden bu yana belini doğrul-
tamadı. Doğu Avrupa'daki ge-
lişmeler de, yenileşme çabalan-
na rağmen, partiye son darbeyi
indirdi. DKP'nin son genel ku-
mlundaki en önemli gündem
maddesi, partinin feshedilme-
siydi. Gerçi partiye nostaljik
bağlarla bağlı üyelerin gönlü
buna raa olmadı ama DKP şim-
di yalnız başına çalışmak yeri-
ne, faaliyetlerini kendisi gibi gi-
derek eıozyona uğrayan Sol
Sosyalistler (VS) ve daha önce
adını bile anmak istemedikleri
200 üyeli Troçkist Sosyalist Iş-
çi Partisi'yle oluşturduğu 'Bir-
tik listesi'nde sürdüriiyor. Par-
tinin feshedilmesini öneren üye-
lerin bir kısmı, DKP'nin kendi
adına çalışmak yerine Birlik Lis-
tesi'nden faaliyet göstermesinin
bile, partinin feshedilmiş oldu-
ğu aolamıaa geldiği iddiasında-
lar. Eski Genel Başkan Ole
Sohn, başkanlıktan aynhrken,
31 MART 1991
ESKİ GÜZELLİK — Camileri, kiliseleri, han, hamamlan, tas ve mermer yapdanyta Halep bir Osmanlı kenti aslında. Sefahiye kalesi 401ı yıllarda böyteydi.
Şatri'dan
Sıcak^tozlu ve az beyaz bir kent
RAGIP DURAN
ŞAM — Hemen yanıbaşımızdadır da
pek bilmeyiz. Oysa "Bundan iyLsi Şam'-
da kayısı." Suriye başkenti, biraz kirli
bir Antakya, çoİcça da Arap bir Sirke-
ci. Havasında benzinle baharat karışımı
bir misk. Cadde ve sokaklarında, otel ve
lokantalarında Hafız Esad hazır ve na-
zır. Geceleri bile uyumuyor pleksiglas
panolarda. Bir bayram bolluğunda bay-
rak her tarafta. Ve sonra heykeller. Fon-
da ve ön planda bir savaş filmi platosu-
na gerekecek kadar asker neden dolaş-
makta acaba? Bir başkentte ne kadar
çok heykel, bayrak, asker ve önder res-
mi varsa, o başkentte insanlar o kadar
bireysellikten uzak mıdırlar?
Halep yolu üzerinde sıra sıra konut-
lar, siteler. Hepsinin adi Mil-House ya-
ni asker evleri. Şam'ın kapalı çarşısın-
da yabancı para kattiyetle memnu.
Marlboro ise kaçakcının etek altında.
Keyfeleriyle erkekler bıyıklı, çarşafları-
nın ardında kadınlar, esmer, ağır kalçalı
ve BAAS şivesinde değil telaffuzlan. Ye-
şil gözleri çok şey söylüyor ramazanda.
Ama gunah ve haram korkusu var da,
temas konusunda siyah-beyaz renkli po-
lis copları geliyor insanın gözünün önü-
ne. Bir de kadının abisi, dayısı, babası,
varsa kocası ve aşireti galiba yabancı er-
kekleri, özellikle de Türkleri pek sev-
mezler kuşkusu. Ama ramazana rağmen
Esad'ın laik hoşgörüsüyle Şam fıstığı
yenmese de Ali Baba ya da Abu Kamal
lokantasında mecburen humusla başla-
yıp helli kahveyle biten yemeklerde bir
23 nisan. Adana kebabına Halep keba-
bı diyorlar.
Halep, bir başka şallı kent. Osmanlı
döneminde İstanbul ve Selanik'ten sonra
en büyuk metropol. Eskiden bizim An-
takyalıların uğrak kapısıydı Halep. Kız
alıp, oğlan verirlerdi. Pasavanla gidip
gelinirdi oraya. Dönüşte çantalar ipek
kumaşlar, şallar, o zamanlar Türkiye'-
de bulunmayan elektronik aletlerle do-
lardı. Halep, üç-dört bahçeli mermer
apartmanlarıyla serin ve temiz bir Arap
kenti. Kent merkezindeki o cami, yok-
sa bir Walt Disney filminden mi cıkmış?
Kürdü, Ermenisi, Yezidisi, Müslümanı,
Hıristiyanı ile şen şakrak baklava bir
kent Halep. Hele o Nevruz coşkusuna
tanık olduğumuz yüz bini aşktn sarı-
kırmızı-yeşil insanların çığlıkları, Ha-
lep'in lokumu.
Şam, Halep, Hama, Homs... Suriye,
Türkiye'den gelince sıcak, tozlu, çok be-
yaz değil. Milli istihbarat örgütü Muha-
berat'ın çok güçlü olduğu izlenimi yay-
gın. "Her 3 kişiden biri MuhaberaU
baglıdır" derler, ama inanmayın. Çun-
kü Ortadoğu ülkelerinde incir çekirde-
ğini doldurmayacak lafazanlıklar, dedi-
kodular çok önemli. tnsanlar, kendile-
rinden çok başkalarıyla ilgileniyorlar.
Şam, Halep, Hama, Homs... Türki-
ye, Paris - Londra - Frankfurt'tan ge-
lince...
Atiııadan
Yıuıaıılılaruı 'nüfus padanıası'
Önceki pazar günü yapılan nüfus sayımı,
Yunanistan'ın '9 küsur milyon' nüfuslu bir
ülke olmaktan çıkarak tarihinde ilk kez 10
milyon sınırını aştığını ortaya koydu.
bir dahaki seçimlerde oyunu
sosyal demokratların solundaki
tek sol parti durumuna gelen
Sosyalist Halk Partisi'ne (SF)
vereceğini açıkladı, ama bunun
nedeni, Birlik Listesi'nin seçim-
lere katılabilmek için gerekli sa-
yıda imzayı toplayamamış ol-
ması. Genel başkan oyunu
SF'ye vereceğini acıklarken, bu-
nu birazcık 'provokasyon' ol-
sun diye yaptığım gizlemiyor,
çünkü solun artık SF'de birleş-
mesi gerektiğini duşunüyor.
Sol Sosyalistler (VS) ise Av\
rupa'daki yeni sol akımınırı
temsilcilerinden biri olarak
70'lerde ve 80'lerin başmda iyı
giinler yaşadılar. Gariptir kı
VS'in en şaşaalı günleri,
demokratların iktidarda olduğu
dönemlere rastlıyor. Sosyal de-
mokratların iktidarda oldukla-
n dönemlerde izledikleri sağ çiz-
giye alternatif üretebilen ve sos-
yal demokratların sağa kayışını
eleştirdikçe puan toplayan VS,
sağ koalisyon hükümetlerinin
iktidara geldiği 1982 yılından
sonra hızla taban yitirdi. Sosyal
, demokratlara karşı muhalefet-
le ayakta kalabilen VS, 'özgiir-
lük', 'daha az devlet miidaha-
lesi', 'bireye önem vermek' gi-
bi söylemlere dayaü her türlü
gelişmenin önünde engel gördü-
ğü sosyal refah devletine savaş
açan yeni liberalizme karşı ka-
zanılınış sosyal hakları savuna-
yım derken, toplumun gözünde
daha 'geri' çizgiyi temsil eden
'devletçi' parti konumuna düşü-
verdi. Tabii bunda, sağ iktida-
ra karşı solun 'blok' muhalefet
olmasının da payı var. Blok
davranan muhalefette kazanan,
her zaman olduğu gibi, bloğun
en büyük partisi ve dolayısıyla
iktidar alternatifı sosyal demok-
ratlar oldular. Sosyal demokrat-
lar bu süre içinde üzerlerindeki
'devletçi' görünümü de bir öl-
çüde silkelemiş durumdalar.
Sosyal demokratlardan sol-
daki, VS ve DKP'den sağdaki
konumlarıyla 'liımlı' bir gorü-
nüm veren SF ise bu süre için
son seçimler hariç hep ileri git-
ti.
STELYO BERBERAKİS
ATİNA — Yunanistan,
1960'h yıllardan bu yana oku-
tulan coğrafya kitaplarında nü-
fusu '9 milyon birkaç yüz bin'
olan; geçimini tarım ve balıkçı-
bkla sağlayan bir Balkan ülkesi
olarak tanınırdı. - *
Yunanistan'da önceki pazar
günü yapılan sayımda, yıllar yılı
değişmeyen '9 küsur milyon 'luk
nüfus ilk kez aşıldı. Bu sayım-
da, Yunanistan'ın 10 mijyon
256 bin 464 nüfusu olduğu ve
1981 sayım sonuçlanna oranla
nüfusunu 516 bin 047 kadar art-
tırdığı anlaşıldı. Ancak bu'sa-
yım, kadm-erkek sayısı arasın-
daki farkın da kapatıldığını gos-
terdi. Yunanistan'da şimdi ka-
dınlann sayısı erkeklere göre yi-
ne daha fazla. Ancak bu fark
204 bin 908 sayısıyla sınırlı kal-
dı. Oysa geçen sayımlarda Yu-
nardı kadınlann sayısı, erkekle-
rine oranla neredeyse 1.5/
l'di... Yani son 10 yıl içinde ya-
pılan doğumlarda, erkek çocuk-
ların eskiye oranla daha fazla
olduklan anlaşıldı.
Yunanistan'ın nüfusu, 'ileri-
yi gören' yetkililere göre yine de
'yeterli değil.' Çünkü Yunanis-
tan'da nüfusun çoğunluğunu
yaşhlar oluşturuyor. Doğum sa-
yısının diğer Avrupa ülkelerine
oranla oldukça az oluşu, genç
nüfusun artmasını engelliyo:.
Ve yapılan gayri resmi araştır-
malara göre eğer Yunanistan'-
daki doğum oranı aynı düzey-
de kalırsa, 2020'li yıllarda bu ül-
kenin nüfusu 8 mÛyonlu sayıla-
ra düşebilecek.
Başkent Atina'daki durumda
ise eskiye oranla fazla bir deği-
şiklik olmadı. Yunanistan'ın en
büyük yerleşim merkezi Atina'-
da nüfus, 3 milyon 27 bin 775.
Taşradan Atina'ya 1970'lerden
1980'li yıUann başına kadar sü-
ren goç, Yunanistan'ın AT'ye
tam üyeliğiyle birlikte aniden
duruvertnişti. Taşra kentlerinin
kalkınması, ahalisinin iş bulma
ve tazminat haklanna ka\r
uşma-
sı, hep AT üyeliğinin verdiğı im-
tiyazlardan kaynaklandı. Halk,
boğucu sıcağı ve kirli havası ile
çekilmez olan başkent Atina'ya
yerleşmekten vazgeçip, temiz kır
havasıyla şimdilerde, açılan
pub, diskotek ve butiklerin ya-
nı sıra istedikleri zaman istedik-
leri tür ttalyan mobilyaları ve
banyo fayansları bulabildikleri,
kendi küçük kentlerinde kalma-
yı yeğlemeye başladı. Yunanis-
tan'ın taşra kentleri ve köyleri,
şu sıralarda Atina ve Selanik gi-
bi 'Avrupai' kentleri aratmaya-
cak derecede gelişmiş bulunu-
yor. Taşra ve köy halkı, son
model otolara eğilim gösteriyor.
Ancak Yunanistan, tarım ve
balıkçılıkla geçinen bir ülke ol-
maktan da cıkmış bulunuyor.
Yunanistan riiçbir zaman bir sa-
nayi ülkesi olamadı. Özellikle
AT'ye tam üye olduktan sonra
bütün kapılannı ithalata açtı,
ama üretim yetersizliğinden ih-
racat oranını dengeleyemedi.
Tarım ve bahkçılıkla uğraşanla-
rın sayısı giderek azalırken, ül-
kenin en büyük gelir kaynakla-
nndan biri olan turizmİe uğra-
şanlann sayısı arttı. tthalat bü-
roları mantar gibi her yerde bit-
meye basladı.
Bu arada Yunanistan'da bo-
şanma oranı da oldukça yüksek.
İstatistiklere göre 20'li yaşlann-
da evlenenler daha çok boşanı-
yor. Oysa 35'ten yukan yaşla-
nnda evlenenlerin boşanma ora-
gının daha az olduğu gözleni-
yor. Büyük kentlerde çiftlerin
çoğu tek çocukla yetiniyor. Taş-
rada bu sayı ortalama ikiye çı-
kıyorsa da, kentlerin toplam nü-
fusunun taşra kentlerine oran-
la daha fazla oluşu, nüfusun ay-
nı oranda kalmasına neden olu-
yor.
Atlantu'dan
Camide
6
Operadaki
Hayalet'
AHU ÖZYURT
ATLANTA — Bakıyorsu-
nuz, olür şey değil! Amerika'-
nın güneyinde, tutuculuğu ile
tanınan Georgia eyaletinin gö-
beğinde, dev Amerikan gökde-
lenlerinin arasına sıkışmış, Do-
ğu çizgileri taşıyan bir bina. Bu
'Tac Mahal'vari kubbeler, bu
Mimar Sinan işi revaklar, Top-
kapı Sarayı'mn haremini andı-
ran koridorlar... Bu ne biçim iş-
tir diyorsunuz gözünüzü ayır-
madan. Sonra, dönüp Atlanta-
h dostunuza sonıyorsunuz. Gü-
lümseyerek size cevap veriyor
"Aslında cami olarak yapılmış-
tı, şimdiki adi Fox Tiyatrosu."
Açdışı 1929 borsa krizinin he-
men sonrasına rastlayan, o za-
tnanki adi ile Yaarab Tapınağı,
bir süre Fox Sinemacılık, daha
sonra da Paramount Pictures
şirketlerince finanse edilmiş.
Tapınak olarak inşa edildiğin-
den, Islam, Arap ve Doğu mi-
marisinin en güzel motifleri kul-
lanümış. 1935'ten bu yana sine-
ma ve tiyatro binası olarak kul-
lanılan 'Muhteşem Fox' aynı za-
manda 'Riizgar Gibi Geçti'nin
de galasının yapıldığı yer. Iba-
detten çok toplantı organizas-
yonları için kullanılan Fox Ti-
yatrosu'nun mimari projesi,
Doğu dünyasının birçok başya-
pıtından esinlenerek hazırlan-
mış. Firavun Tutankamun'un
mezarı, Süleymaniye Camii ve
Elhamra Sarayı, bunlardan sa-
dece birkaçı.
Tiyatronun en büyük özelli-
ği, herhalde her göreni etkileyen
muhteşem tavanı. Siz koltuğu-
nuza kurulup güzel bir gösteri
için beklerken, ister istemez ba-
şınızı kaldınp gökyüzüne bakı-
yorsunuz. Evet, gerçekten gök-
yüzu... Salonun tavanı derin bir
mavüikte panldayan yıldızlar ve
hareket eden (gerçekten hareket
ediyorlar) bulutlarla dolu. Işık
ve efektler, salonu 'Arap
geceleri' havasına büründürü-
yor.
Büyük bir Arap çadın şek-
' linde yapılmış olan balkon kıs-
mı ise, tam bir Binbir Gece Ma-
sali atmosferi taşıyor.
Dünyanın pek çok yerındeKi
eski ve güzel binalann kaderi,
The Fox'u da yakalamış. 1985
yılında ekonomik güçlükler ne-
deniyle yıkılma tehlikesi yaşa-
yan tiyatro, şehirli sanatsever-
lerce başlatılan kampanya ile
ayakta kalmayı başarmış. Şim-
di ise en güzel devrini yaşıyor.
Paris'ten
Rimbaud'yu yıllarla aımtısamak
MİNE G.SAULMER
PARİS — Fransa'da kimse
yeni doğan oğlan çocuklarına
'Artbur' adım vermiyor artık.
Şovalyelik destanlarına konu
olan Kral Arthur ve büyülü kı-
hcı Excalibur'dan beri, biraz es-
kidi Arthur adi. Oysa size öykü-
sünü anlatmak istediğim Arthur
başımızda kavak yelleri esen yıl-
larda, yüzyılhk tahta sıraların
korkusuna karışan bir sıkıntı
yayardı içimize. Güneşe kapalı
pencerelerın ardında baharı içi-
mize hapseden biz, Arthur'un
uyaklı uyaksız dizelerine otop-
si yapardık.
Arthur'un hece ve uyak he-
saplannın ötesinde bir bütün ol-
duğunu anlamak için o bisturi
meraklısı eğiticilerden ve şiirle-
rin kesilip biçildiği o tahta sıra-
lardan epeyce uzaklaşmak ge-
rekti.
Ozan 'Artbur Rimbaud'yu ye-
niden keşfetmek, epeyce zama
nımı aldı kısacası.
Bu yıl, Rimbaud'nun yüzün-
cü ölum yıh. Fransız Kültür Ba-
kanı Jack Lang, ozanvn anısına
olağanustü incelikte bir kutlama
başlattı. İncelik, kutlamanın
adıyla başlıyor: Rimbaud yüla-
n. Unlü ozarun anısını bir yıl ile
kısıtlamak istememiş kültür ba-
kanı. Yüzüncü ölüm yıldönü-
münden öteye yaymış çağnş-
tırmayı.
Sonra oturmuş masasına
Mösyö Lang, Rimbaud'nun
'Sonsuzluk' şiirini yaznuş bir ak
kâğıt üstüne ve bir de mektup
ekleyip şiire, başbakanı Micbel
Rocard'a göndermiş; şöyle di-
yor mektupta:
"Bu şürsel mektuplaşma oyu-
nuna katılmayı kabul ederseniz
sa\ın başbakanım, sizden Rim-
baud'nun bu ya da başka bir şii-
rini kopya edip, iki dostunuza
iletmeoizi rica ederiro..."
Şimdi Başbakan Michel Ro-
card oturacak masasırun önüne,
hafifçe dilini dışarı çıkarıp bel-
ki de, tıpkı parmaklarımn mü-
rekkep lekesi olduğu yülardaki
gibi, alacak kalemini ve Rimba-
ud'nun iki şiirini geçirecek ak
kâğıt üstüne, soyluluk gereği
kendi elceğiziyle.
Belki Miuerrand'a gönderir
birini, birini de dışişleri bakanı-
na verir. Maliye, iç işleri, sosyal
yardım derken, Rimbaud'nun
şiirleri önce devlet daireleri,
sonra tüm yurttaşlara dağılır.
Kimbilir?
Bu tür mektuplaşma oyunla-
n, tüm dünyada yaygın. Yıllar
önce İstanbul'da tanıdığım bir
mektup içeriğini, İspanyolca
olarak bulduğumda BUbao'da-
ki posta kutumda, şaşırnuştım.
Mektupta, "Bu yazıyı yedi ayn
kâgıda yazıp yedi ayn kişiye da-
ğıtırsan havadan para kazana-
caksın", deniyordu. Yazmaya-
cak olursam başıma taş yağa-
cak, olmadık dertlere çar-
pılacaktım.
Çok korkmuştum. Büyül ü
mektubu hemen yandaki posta
kutusuna aktarıp, sorumluluğu
İspanyol komşularıma yıktım.
Kimisi para derdinde bu dün-
yada, kimısı Rimbaud düzeyin-
de işte. Butün bunları ve dün-
yayı iplemeyen asıl, Rimbaud'-
nun ta kendisiydi. Fransızların
'öliimsüz serseri'si, nefret etti-
ği okulda ve henüz on yaşında
'deha' ilan edilmişti. İlk kez 16
yaşında evden kaçarak ta Brük-
sel'e gidip geldi ve savaşta bu-
lunan Paris'te hapse atıldı. 17
yaşında, kendisinden bir sonra-
ki yüzyıhn en modern şiirine
adını kazımış bulunuyordu.
Verlaine, bu inanılraaz delikan-
lıya önce hayran, sonra âşık ol-
du. Onun peşinden Londra'la-
ra, Brüksel'lere gitti. Ve cehen-
nem azabı haline gelen bu tut-
kunun tepeye vurduğu bir gece,
tabancayı çekip Rimbaud'yu
yaralayacak kadar ileri götürdü
işi.
Rimbaud, yaşarru bir kafes
gibi algılıyordu. Kendi kendisi-
nin gölgesiyle kovalamaca oy-
nayarak tüm Avrupa'yı dolaş-
tı. Sonunda Hollanda ordusun-
da lejyoner olarak Yakarta'ya
gitti. Tabii oradan da kaçtı.
1891 yüında sağ bacağında bir
kanser tumöruyle Fransa'ya
donmek zorunda kaldığında,
nasıl geçtiği kesinlikle bilinme-
yen bir Habeşistan macerasın-
dan geliyordu. Marsilya Hasta-
nesi'nde bacağının kesilmesin-
den birkaç ay sonra öldü. Tam
37 yasındaydı. Ama şiirde yap-
tığı devrimi, zaten yinni yaşın-
da tamamlamıstı.
Rimbaud, şürsel bir düzyazı
ve düzyazı gibi bir şiir ustasıy-
dı.
S A Y I N D O K T O R v e E C Z A C İ L A R I N D İ K K A T İ N E
Mide - Duodenum Ülseri, Reflü Özofajit ve
Zollinger-Ellison Sendromu Tedavisinde
20 mg Omeprazol Asit Pompası Inhibitörü
14 KAPSOLLOK AMBALAJLARDA TIP KULLANIMINA SUNULMUŞTUR.
!§) İLTAŞ
Aynntılı bilgi için: P. K.33 Levent - İstanbul / Tel: 175 07 00 (8 Hat)
İLTAŞ A.Ş. ELGİNKAN TOPLULUĞU SAĞLIK GRUBU KURULUŞUDUR