25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumhuriyet Sahıbl Cumhun;« Matbaacüık vt Oazetecılık Turk \nonım Şırkelı adına fSadır \t& 0 Genci >ayın Muduru Hasan Ccmal, Mues>«e Muduru EmiM Ljakhtll, Ya*ı Islerı Mudjru Ok» G o m s n . 0 Habev Mcrkcn Muduru \«lçln Bmytt, S a m Duzenı >onetmenı Alı Snt 0 Temsrlcıter ANKARA Aftmet T u . IZM1R HikmH ÇMlnkay». ADANA (,Hın Yıfcenoilıı k Pt.ii.ia trf.1 BalUatK. D>> Habcrtcj U f u Balo. Ekoooım Ctaıu !•*••. U Scndıka ^ İ I H KıMCİ. Kûjtur CtW ISKr. Is anbı. Habe-icn kconl kaçak Egı >m O B O J Şo>tn. ^url Habalerı *wdd DofM. Spor Damşmanı Ab*tikmâk V M t a u . Dıiı Miıtar t < m (.ahtku. A-a> rır.a ^ k a Altm, Duîrtımc UtoHalı Yınrn 0 lujordjnaıot 4 k a « Konfaaa 0 Ma.ı Uleı >--n>< t/Vm 0 Muha«foe MrM tracr 0 Buu,c Ptanlama Sftgi OsıoMbCfCotlli 0 R^klam V * lenm 0 Ek YaMciiaı Hnltı \kwı4 0 .dare Ha«>İK Garrr 0 İ)[i1mr Omler Çrifk 0 Bılgvljtctr Ntd laal 0 Pçrecnf! Şcgi >»»•* t n b Bajkan NMİr N«* O U » AktaC ıtfpa Wmm. H w CcBMâ. HakBd Ç««Mksn. Okm Sric.k. A» Sinaca. *•—« T u Basan v« iayan Cumhun>d Maıbaacıfak ve Gazftecdık T A Ş Tıirkocagi Cad 39/41 CagaJoglu 34334 Ul Pk 246 tsunbul Tet 512 05 05 (20 luik Td« 22246. Faj (II 526 6C 72 0 Burotar Aakan- Zıya Gökalp Bk Inkılap S No 19/4, Tel 133 II 4! 4 1 Tele« 41344 Fax 14) 133 05 65 0 l m ı r H Zı>» Bh 1352 S 2,3 Tel 13 12 50. Teteı 5Î359. Fa» 151) 19 55 60 . Inönıı Cad 119 S ^ o 1 Kal 1 Tel 19 3^ 52 (4 han Tetcn 62155 Fax Cl) 19 25 78 TAKVİM: 10 MAFT 1991 Imsak: 4.54 Güneş: 6.18 öğle: 12.19 îkındi: 15.34 Akşam: 18.11 Yatsı: 19.30 Ünlü yazar John Berger, Körfez savaşını dünyanın önde gelen gazetelerine, Türkiye'de de Cumhuriyet 'e değerlendirdi: Sağır sultanlarkazandıJohn Berger'ın Körfez savaşının bitiminde, 5 martta kaleme aldığı yazı: 'Not listening - Dinlemek, sağır kalmak' başhğını taşıyor: Sağırlık bazen bir oyun olmaktan çıkar, bir ahşkanlığa dönüşür; o zaman güçlüler daha rahat uyurlar. 16 ocak günü Beyaz Saray'dan yayımlanan ilk bildiride Bush'un geceyi huzur içinde geçirdiği açıklanmadı mı? Savaşın sonucu belliydi. Sağırlar kazanacaktı. Üstelik, onlann sağırlıkları ile çabuk bir zafere götürecek yüksek teknoloji ürünü şilahları arasmda bir benzerlik vardı: İkisi de 'uzaktan kumandah'ydılar. Şimdi savaş bittiğine göre kazananların dinlemeye başlayacaklannı ummamız için bir neden var mı? Bana öyle geliyor ki kazananlar ancak bir gün yenildikleri zaman yeniden dinlemeye başlayacaklar. Iraklı esirierin yüzündeki hüzün, Bagdat'a geri gönderilecekleri için duyduklan can korkusundan daha derin. Fotograf, İran-irak savaşı sırasında çekildi. PORTRE JOHN BERGER Yerleşik sanat kuramlannı sarstıtngiliz sanat eleştirmeni, belgesel kitaplar yazarı, romancı John Berger, yerleşik sanat kuramlarına eleştirel yaklaşımıyla 20. yuzyılın önemli eleştirmenlerinden biri oldu. Hayata ressam ve resim öğretmeni olarak atılan Berger, birçok tarunmış dergi ve gazeteye yazılar yazdı, G adü romanıyla 1972 Booker ödülü'nü. 2000 Yılında 25 Yaşında Olacak Olan Jonah adlı filme yazdığı senaryoyla Uluslararası Eleştirmenler ödülü'nü aldı. Resim sanatının çağdaş toplumlarda algılanma biçirni üstunde duran Berger, kapitalist toplumda metaya dönüşen bu ürünlerin alıcıya ulaşmasında doğan karmaşık ilişkileri inceleyerek yerleşik sanat tarihi kuramlannı sarstı. Berger'ın Türkçeye 9 yapıtı çevrildi: Sanat ve Devrim (Verso Yayınlan), Yedinci Adam (Verso Yayınları), Gönne Biçimleri (Metis Yayınlan), G (Iletişim Yayınlan), O An'a Adanmış (Metis Yayınlan), Şiirin Saati (Adam Yayınları), Ve Yüzierimiz, Kalbim, Fotograflar Kadar Kısa Ömtırtu (Adam Yayınları), Picasso'nun Başansı ve Başarısızlığı (Metis Yayınlan), Bir Zamanlar Europa'da (lletişim Yayınlan). JOHN BERGER QUINCY (FRANSA) — Ma samın üstunde Jean Mohr'un çektiği bir fotoftraf dunıyor: Birkaç yıl önce Fran ordusuna tutsak diişmuş bir Iraklı asker. Askere biraz önce, Uluslarara- sı Kızıl Haç aracılığıyla ülkesi- ne geri gönderileceğini bildir- mişler. Sakallı yuzünde sözcük- lere sığmayan bir hüzün göze çarpıyor; duşmana teslim olup Bağdat'a geri gönderileceği için duyduğu can korkusundan da- ha derin bir hüzün! Dostum Syrvia Grant geçen- lerde lngiltere'nin kuzeybatısm- daki Rochdale'den aradı. Kent- teki hastanenin koğuşlannın, Körfez'den beklenen yaralılara yer açmak içın boşaltılmakta ol- duğunu anlattı. Kuveyt'teki "çö! fareleri"nin birçoğu, oku- lu terk etmiş iki kişiden birinin işsiz olduğu lngiltere'nin bu unutulmuş köşesinde askere ya- zdmış delikanhlardı. Yataklann hepsinin boş kalmasını diledim kendi kenditne. Şu sıralar, buyük Filistinli ozan Mahmud Derviş'in dizeleri dolanıyor kafamda: Durmadan mezar kazmayı Ve bir önce yazdığımızdan Farklı bir kaside yazabilmek için Yeni sözcükler aramayı Ne zaman bırakacağız? Çiçekler ne kadar kuçuk Her yer kan revan. Bir general ya da politikacı olmayı hiç düşlemedim. Ama bu iki uğraştan ilkine daha çok saygı duyuyorum, hiç değilse generaller arada sırada kan gö- rüyorlar. Ben pasifist değıi, ger- çekçıyim. Burada savaş ve ba- nş üstüne jeopolitik ve tarihi tartışmalara girmek istemiyo- rum, şu anda böyle bir tartışma çok tuhaf kaçar. Ama bir yalan var ki mutlaka gözler önüne se- rilmesi gerekiyor. Hitler yalanı Yalan şu: Deniliyor ki Kör- fez'deki savaş 1939'da Hitler'e ve faşizrne karşı savaşla aynı ne- denlerden ötürü verilmek zo- runda kalındı. Yeryüzünun hiç- bir köşesinde bu benzetmeyi destekleyecek tek bir ozan yok- tur, çünkü hiç kimse buna yü- reğinin derinliklerinde inanmı- yor. Üstelik sözunü ettiğim ben- zetme, daha uç yıl önce "Hit- kr"lerini koruyan ve ona silah satan politikacılar tarafından yapıhyor. Saddam Hüseyin, Kürt köylülerine karşı kimyasal silah kullandığı zaman, George Bush kongrede Irak'a yardımın kesilmesine karşı çıkmıştı. Ay- nı politikacüann tarihi bir er- demle haksızlığa karşı öfke saç- malanna yol acacak ne değişti ki? Kendilerini aldatacaklarına şimdi halkı aldatmak zorunday- dılar, çünkü planları nefreti ge- rektiriyordu. Nefreti kamçıla- mak içinse genellikle yalan söy- lemek gerekir. Amerikan dergilerinin fotoğ- raf editörleri, Saddam Hüse- yin'in bıyığını Hitler'in bıyığına benzesin diye kesip düzelttıler! Ve bu gözaldatımı uğruna Bağ- dat'ta on binlerce sivilin bede- ni ya da ruhu sakat bırakıldı; basın sözcülerinin deyişiyle "he- sapU olmayan zayiaf'a dönuş- türüldüler. Kuveyt'i kurtarmak ve Sad- dam Hüseyin'i denetim altına almak başka yollarla da mum- kün olabilirdi. Dunyadaki bu- tun hukümetler, tabıi ABD'nın maaş bordrosunda olmayanlar, bunu biliyor. 1930'ların Alman- yası yarım >uzyıldır dünyanın en büyük sanayı guçlerinden bi- riydi; yuzyılımıza kadar somur- ge olagelmiş Irak ıse kuçuk bir Üçüncü Dünya ülkesiydi ve yal- nızca Avrupa'nın sattığı silah- larla dişine tırnağına kadar si- lanlandırılmıştı. Ama yine de George Bush da- ha geçen sonbaharda, Onado- ğu ve petrolünün üç binli yıllar- da da ABD denetiminde kala- bilmesi için Saddam Hüseyin'e karşı girişilecek harekâtın ken- di üslubunca yürutühnesûıe ka- rar verdi. Bu üslup çok buyük rüşvetleri, çok yüksek bir hızı, çok yüksek bir teknolojiyi ve sistemli bir sağırlıkla eşgüdum içinde çok yüksek bir ahlaki otoriteyi içeriyordu. Sağırlık, bir emri onu kabule yanaşma- yan uzaktaki halklara dayatır- ken hem bir saldırı silahı olur, hem de bir savunma silahı. Goya, bir zamanlar sagırlann kıyımlar sırasında insanların çığhklanru değil, yalmzca ken- di kafalannın içindeki müziği işittikleri için nasıl dans ettikle- rini resmetmişti. Shakespeare ve ArisJophanes, güçlülerin sağın oynamaktan ne kadar hoşlan- dıklanru, çünkü bunun kendile- rine yalvaranlan tahtlan önün- de diz çöktürdüğünü anlaimış- lardı. Sağırlık bazen bir oyun ol- maktan çıkar, bir ahşkanlığa dönüşür; o zaman güçlüler da- ha rahat uyurlar. 16 ocak günü Beyaz Saray'dan Körfez savaşı- na ılişkin yayımlanan ilk bildi- ride de George Bush'un geceyi huzur içinde geçirdiği açıklan- madı mı? Ama Washington'un Ortado- ğu'ya ilişkin sağırhğj onlarca yıl önce başlamıştı. Amerikan dev- leti, ülkesini yitiren Filistin ulu- sunun bütün özlemlerine sağır kaldı. Filistinlilerin sesi işitilmiş obaydı, Saddam Hüseyin son- radan Arap onuru pelerinini sv- tına geçirmeye asla kalkışamaz- dı. Amerikan devleti, bir ABD kuklası olan Şah'ın, onun gizli polisinin ve süprüntülerinin ez- diği Iran halkının özlemlerine de sağır kaldı. lranklann sesine ku- lak verilmiş olsaydı, Irak'ı Iran'a karşı silahlandırmak için hiçbir neden kalmayacaktı. Amerikan devleti, daha ya- kınlarda, 1988'de, Israil'in bir devlet olarak var olma hakkını resmen tanıması karşısında da sağır kaldı; oysa Arafat'ın sesi işitilmiş olsaydı Filistin Kurtu- luş Örgütü'nün Saddam Hüse- yin'in yamnda yer alması için hiçbir neden kalmayacaktı. Bunalımın başlangıcından bu yana Amerikan devleti Arap halklannın yaşadığı onca dene- yime, birçok kuşağın acılanna ve onuruna sağır kaldı. Böyle- ce onları acımasız bir zorbanın meydan okuyuşunda umut ara- maya yönelten her şeye de sağır kaldı. Saddam Hüseyin şehit düşse, bir inanca dönuşebilecek bir umut hem de. Savaşın sonucu belliydi. Sa- ğırlar kazanacaktı. Üstelik, on- lann sağıriıklan ile çabuk bir za- fere götürecek yüksek teknolo- ji ünınü şilahları arasmda bile bir benzerlik vardı: Sağırlıkları da şilahları da 'uzaktan kumandab' insanlık dışı et- kenlerdi. önceden kestirilemeyen 42 tümenin yüzden az Amerikan kaybıyla yenilgiye uğratılması oldu. Allahtan, Rochdale'deki hastanenin yatakları boş kaldı. Ne mutlu ki savaş bitti. Ama bir sağırlığın görkemli zaferi kutla- nabilir mi? Medyalar bu sağırlığı açığa vurdu. Dinlemeye yanaşmama, işitme özürlülüğü, bu marazi sessizlik medyalar aracılığıyla bir açıklama, bir uyan, neredey- se açık seçik bir bildiri oldu çık- tı. Goya bile böyle bir şeyi düş- leyememişti. Haklı olsun, haksız olsun bu- tün savaşlarda askeri bilgilere is- ter istemez sansur getiriUr. Ama günümüzde göruntü ve sözcuk- lere doymak bilmeyen medyalar kaçınılmaz olarak bu sansüru 50lerin zarafeti düslerde kaldıNECLA SEYHUN "Moda geçer, zarafet kahr!..'" Yabancı bir dergideki bir reklam böyle diyor. Bir saat reklamı. Doğru gerçekten. Kalıcı olan, unutulmayan zarafet yalmzca. Yoksa moda, hele günümüzde, bugünden yanna değişiyor. Değişiyor da modanın altın döneminin güzelliği unutulmuyor bir türlü. İki günde bir 50'li yıllar, o yıllann havası gene geliyor moda dünyasma. En çok hatırlanan, en çok özlenen, en çok dönülen yıllar, o yıllar. Gun geçmiyor ki bir modacı o yılların büyüsünü günümüze yeniden getirme sevdasına kapılmasın. Ama ne fayda. Geri gelmiyor o büyü. O modellere ne kadar benzetılmeye çalışılsa, hatta kopya edilse de faydasız. O zamamn insanları başkaydı, dûşunceleri başka. Başkahk yalmzca modacılarda değil ki. Mankenlerde, fotoğrafçılarda, moda anlayışında. Zaman değişti, koşullar değişti, yaşam tarzı değişti. ^ 50'li yıllann moda temeli zarafetti. Şık bir modaydı o!.. Tepeden tırnağa. Renk ' "" ~ uyumundan, kesimine, saç taramasından, pabucuna dek. Bugünku moda kaosunda, böyle tepeden tırnağs zarafet kurallan yok. Bir özgurlük rahathğı ve sarhoşluğu içinde, ipin kaçan ucunu kim yakalayacak? Hangi modacı, hangi güç, şık moda çercevesinin içine oturtacak bu giyim kargaşasını? Bundan zarif bir görünum cıkaracak? Şoyle bir göz atın çevrenize? Moda olan nedir? Kısa mı uzun mu? Dar mı bol mu? Etek mi pantolon mu şort mu? Açık mı kapalı mı? Bir curcuna, her şey var. Her renk var. Ne kış belli, ne yaz! Herkes her istediğini her yaşta giyiyor/* * artık. / t * Ama ne garip, herkesin gönlünde bir zerafet özlemı var gene de. Zarafet \ ^ * denince modada, donık 50'li yıllar. Gelsin geri dönuşler, umutsuzca. " t_ Bir yığın moda resmi yığılsa ortayTi. Insan 50'li yılları -bırakın modasını bildiğinızı- zarafetınden seçer, ayınr kolayca. O ne zarif kesimler, o ne usta dikişler, o ne seçkin aksesuarlar. Cebe iliştirilen bir dantel mendil, omuza bir kelebek gibi konan bir organze fıyonk, ceketi tutan bir yaprp.a gül, uçuşan bol bir eteğin altından görunen bulut gibi bir jupon. Elbetteki modada doruk elliler. Moda fotoğraflarında da... Mankenlerin merdivenlere tırmanışlarındaki zarafet, bir şemsiveyi açışlarındaki kadınca incelik, bir koltuğa ilişmektek' erişilmez kibarlık. Günumüzdeki modada 50'li yılların şıklığı elbette ki yok. Çunku moda için önemli olan değişik olmak günümüzde. Orijinal olmak, yeni olmak. Gelsin başlarda koltuk biçimi şapkalar, boyunlarda, kulaklarda, kemerlerde^ musluklar, Ingiliz anahtarlan, çekiçler, baltalar... Değişik, evet. Ama şık mı? Ama zarif mi? Zaman değişti, koşullar değişti, yaşam biçimi değişti, doğru. Ama insanların yureğinde bir zarafet. özlemı kaldı gene de. tnsanlar, modacılar, giydikleri, yaptıkları ne olursa olsun içlerinde o geçmiş yıllann özlemini duyuyorlar. O güzel günlere geri dönmek istiyorlar zaman zaman. Roma'daki Trevi çeşmesinin havuzu, Roma'ya tekrar dönmek isteyenlerin attıklan bozuk paralarla dolu. Geriye dönmek... Bir şehire, bir zamana, bir modaya geri dönmek... Modacılar da geriye dönüş için aynı yolu kullanıyor, bir tılsımı deniyorlar. O geçmiş yılların guzelliklerine, şıklığına, şiirine kavuşmak için o yıllann havasını katmaya çabalıyorlar modellerine. Çunku modada geriye donüş için zarafet gerek, bozuk para değil!.. Patou'dan bir uzun gece elbisesi. Sivah, uzun, kuyruklu bir etek, beyaz üstüne siyah benekli bir bluz. 1957 modeli. daha da vurguluyor. Nitekim, bu kez de medyalar durmadan aynı görüntüleri tekrarlayarak getirilen kısıtlamalan apaçık or- taya çıkardı, bu da halkın belli bir tepkisine yol açtı. Ama yay- gınlaşan sağırlığın, insanların henüz bilmediklerine kulak ver- memekle pek bir ilgisi yoktu; tam tersine, sağırlık, insanların zaten bildiklerini yanıtlamaya, isitmeye yanaşmamakla ilgiliy- di tümden! Basit bir örnek. Ekranda, B-52 uçaklan Bağdat ya da Bas- ra üstüne bilmem kaçmcı akın için havalanıyordu. Bu kentle- rin o ana kadar verdiği kayıp- lan bilmek guçtü. Çünkü Ame- rikalılar da Saddam Hüseyin de varilen kayıplann sayısını kabul etmeye yanaşmıyorîardı. Ama uygulanmakta olan sağırlık da zaten bilinen şeylerden hiç söz eunemekle başlıyordu. tnsanlara günde dört beş kez TV'den bir ders veriliyordu; şunlar öğretiliyordu bu derste: Belleğinizin, vicdanınızın ya da düşgücünüzün sesine nasıl sağır kalırsınız; Vietnam'da da çok- ça kullanılan ve bütün dünyada savaşın dehşetinin simgesi olup çıkan bu bombardıman uçakla- nna karşı yükselebilecek bir se- se nasıl sağır kalınır; açıklanan hedef ne olursa olsun bir ken- tin varoşlannın boydan boya bombalanmasının soykınma gi- den bir adım olduğunu haykıra- bilecek bir sese nasıl sağır kah- nır; kentlerin üstüne hevenk gi- bi bırakılan bombalardan her birinin 24 elbombası içerdiğini, her birinin patladığında kor- kunç bir hızla savnılan parça- cıklara aynldığını, dehşet veri- ci onulmaz yaralar açtığını dur- madan tekrarlayabilecek bir se- se nasıl sağır kalınır; lslam kul- türünün, insanlığın adalet ve akıl düşlerine en azından Hıris- tiyanlık kadar katkıda bulun- muş olabileceğini anımsatan bir sese nasıl sağır kaunır. Hava saldınsının başlatıldığı ilk günün ardından bir ABD bil- dirisi yayımlandı ve Irak üstü- ne bırakılan patlayıcılann ağır- hğının Hiroşima'ya atılan atom bombasının patlayıcı gücünü coktan aştığı övünçle açıklandı. Böyle bir açıklamayı böbürlene- rek yapmak Hiroşima sözcüğü- nün bu dünyada yaşayanların çoğu için taşıdığı anlama sağır kalmak demekti. Tıpkı, 'ceset torbası' -şimdi ceset yerine 'cenaze' demeye başladılar- de- yişini icat etmenin, savasta ölen ilk askerlerden bugüne bütün annelerin acısına sağır kalmak demek olduğu gibi! Bu sağırlık, 'Çol Fırtınası'na hiç de övgüler düzemeyen acı- lan ve görüşleri dile getirmek için yükseltilmiş insan seslerini işitmemek anlamına geliyordu. Peki, şimdi savaş bittiğine go- re kazananlann dinlemeye baş- layacaklannı ummamız için bir neden var mı? Doğrusu, bana öyle geliyor ki kazananlar ancak bir gün yenildikleri zaman yeni- den dinlemeye başlayacaklar. Kuşkusuz, burada kazananlar derken kendileri için ceset tor- balan haarlananları değil, ikti- darda olanlan kastediyorum. ABD'deki insanlann çoğu sa- ğır değil. Çoğu dinlemeyi sevi- yor. Ama -bu belki de Ameri- kan demokrasisi ya da anayasa- sının çelişkisi- ülkenin dışişleri- ni yöneten azınlık, yeryuzunü ABD çıkarlan olarak gördüklerı şeye göre çekip çevirmeyi görev sayan azınlık, bu dev boyutlar- daki karmaşık gucun muhafız- lan dinlemiyorlar. Hep sağırlı- ğı seçiyorlar. Şimdi bir görevi- miz de bugune kadar kulak ve- rilmemiş olanlan dinlemek. Çevirea: Olâl tsler PTT dergisine ödtil • ANKARA (AA) — PTT dergisine Gaziantep yöresinin turizm potansiyelini işlediği için haber ve fotograf dahnda ödül verildi. Derginin kasım 1990 sayısmda fotoğraflı olarak işlenen "Yesemek" konusu Gaziantep Turizmini, Tarihi ve Turistik Yörelerini Tamtma Yaşatma ve Koruma Derneği ile Gaziantep tl Turizm Müdürlüğü tarafından ortaklaşa düzenlenen "Türk Turizm Mozaiğinde Gaziantep" konulu basın teşvik yanşmasında ödüle layık görüldü. Yanşmada Yesemek'i işleyen PTT dergisinden Nazif Yılmaz yaygın fotograf dahnda birincilik, yaygın haber dalında da ikincilik aldı. 3 nıerkeze alo • ANKARA (ANKA) — Üç merkez daha şehirlerarası ve uluslararası tam otomatik telefon görüşmesine açıldı. PTT Genel Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre şehirlerarası ve uluslararası tam otomatik telefon görüşmesine açılan merkezlerin telefon kod numaralan ile bu merkezlerde abone numaralarının başlangıcına getirilecek rakamlar şöyle: Eskişehir Nasrettin Hoca (2264-5), Konya Altılar (3481-4) ve Zonguldak Ozbağ (3847-7). AWOS hizmete • İSTANBUL (AA) — Atatürk Havalimanı'nda Otomatik Hava Gözlem Sistemi (AWOS) hizmete girdi. Devlet Hava Meydanlan tşletmesi (DHMİ) yetkilileri, Atatürk Havalimanı pistlerine uçaklann yaklaşımı sırasında, görsel ya da elektronik olarak yön, mesafe ve irtifa bügisi veren sistemle, hassas iniş sistemlerinin performansının arttınldığını bildirdüer. Yetkililer "Kategori-2" diye de adlandınlan bu sistemle, meteorolojik olaylann anında ses ve görüntü olarak, pist yer birimlerine ve pilotlara iletilebildiğini belirttiler. DHMİ yetkilileri, daha önce görüş mesafesinin 800 metrenin üzerinde olduğu durumlarda iniş yapılabilen Atatürk Havalimanı'na, bundan sonra 350 metreye kadar görüş mesafelerinde de uçaklann emniyetle inebileceklerini, böylece kötü hava şartlanna bağlı iptal ve gecikmelere son verileceğini kaydettiler. Gesarödülü Depardieu^ya • PARİS (AA) — Fransız sinemasının 'Oscar'ı sayılan Cesar ödülleri, dün akşam Paris'te düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Fransız sinemasının ünlü aktörü Gerard Depardieu, "Cyrano De Bergerac"taki rolüyle "En tyi Aktör" odülüne layık görüldü. Jean-Paul Rappeneau'nun yönettiği filmdeki roluyle Depardieu, Cannes Festivali'nde de 'En lyi Erkek Oyuncu' seçilmişti. En lyi Yabancı Film ödülü'ne ise Avusturalyalı Peter Weir'in yönettiği Amerikan filmi "Ölü Ozanlar Derneği" layık göruldu. Demiryolıınu sevenler • ANKARA (ANKA) — Demiryolu sevgisini yaymak, demiryollannuı yurtiçinde ve yurtdışında tanıtımına katkıda bulunmak amacıyla "Demiryolunu Sevenler Derneği" kuruldu. Derneğin genel başkanhğına TCDD Genel Mudürü Birkan Erdal, Başkan Yardımcıhğı'na TCDD Genel Müdür Yardımcısı Nurhan Öç getirildi. Alkole karşı önlemler • MANAVGAT (AA) — Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Salih Battal, alkol tüketiminin önlenmesinde, bireysel yaklaşımlarla ya da yasaklamalarla bir sonuç elde edilemeyeceğini beİTtti. Türkiye'de rakı, votka, cin gibi alkol derecesi yüksek içkilerin tuketiminde yuzde 150'lere, birada da yüzde 400'lere varan artışın söz konusu olduğunu söyledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle