22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6. DİZİ-RÖPORTAJ 15 MA YIS 1990 EKCÜMtt, fÖze' Ka;K TID A R D I N IDAMA M ENDERES Menderes'in etrafındakiler, tabanla ilişkisi olmayan kişilerdi; bu durum sağlıklı karar alınmasını önledi, arzu edilmeyen gelişmeleri hızlandırdı 6 Yakın çevre'sorunlara uzaktıBenim görevde bulunduğum sı- rada dikkatimi özeilikle çeken bir husus, Başbakan'ın yakın çevre- sinin belirli ve sınırlr kişilerden oluşması idi. Buıdar, daha çok, belirli bir görüşü paylaşan veya paylasmayı uygun gören kişiler- di. Başbakan'ın istişareleri, daha çok bu kişilerle sırurlı kalıyordu. Bu durumda, Başbakan'ın, olay ve gelişmeler hakkında den- geli ve sağlıklı bilgi ve değerlen- dinneye sahip olabildıği, en azın- dan kesin değildi. Milletvekilleri arasında, bilgi ve tecrübesi ile isirn yapmış olanlardan oldukça önemli sayıda milletvekili bu çev- renin dışında idi. Bunlardan bir kısraı 27 Mayıs'*an hemen önceki dönemde Başbakan'la temas ara- yıp görilşlerini bildirmek istediler. Bazı temaslar da oldu. Fakat ar- kası gelmedi. Bunun böyle olmasııun vebali- nin Idrne ait olduğu hususunda bir yargıda bulunabilmek için yeter- li bilgiye sahip değilim. Bu temas- lann etkili olmamasında, bu ki- şilerin çoğunun parti içi muhalif- ler olarak görülmesinin payı ol- ması mümkündür her hal ve kâr- da, soı. derece kritik ve değerlen- dirmelerin dengeli ve sağlıklı ya- pümasının büytik önem arz ettiği bir dönemde, Başbakanın danış- malannın belirli ve kısıtlı bir grupla sınırlı kalması kanaatim- ce talihsizlik olmustur.. Uzun iktidar dönemi, siyasi li- derlerin taban ile bağlannı gevşet- mektedir. Zamaııia liderlerin et- rafını çok mahir kimseler almak- tadır. Bunlar liderin canını sıka- cak haber ve görüşleri lidere ak- tarmamayı bir nevi sadakat ola- rak gormektedirler. Lider ne ka- dar yetenekli olursa olsun, eksik ve yanlış verilerle olaylan doğru teşhis edip değerlendirmesi müm- kün değildir. Bunları söylerken li- derin yakın çevresinin hepsinin bu çerçeveye girdiğini söylemek iste- miyorum. Bunlarm içinde değer- lendirmelerinin isabetine samimi olarak inananiar bulunduğu gibi azami ihtiyatla da olsa liderin gö- rüşlerine pek uymayan görüşler serdedenler de olmuştur. Mesela rahmetli Namık Gedik'- in muhalefete sert davranrnanın isabetini lidere hoş görünmek için değil, buna inandığı için savundu- ğunu söylemek mümkündür. Ay- nca mesela rahmetli Kemal Ay- gün'ün iktidar ile basın arasında daha yumuşak ilişkiler sağlamak için pek çok gayret sarfettiği de bir vakıadır. Yaptığı çabaların, Üzun iktidar dönemi, siyasi liderlerin taban ile bağlarını fevşetmektedir. lamanla liderlerin etrafını çok mahir kimseler almakta, bunlar liderin canını sıkacak haber ve görüşleri lidere aktarmamayı bir gormektedirler. Adnan Menderes için de durum buydu. Yakın cevresindeki kişiler, kendisine 'yakm', dolayısıyla tabanla ilişkileri 'mahdut' kişilerdi. Basbakanın danışmanlarının belirli ve kısıtlı bir grupla sınırlı kalması büyük talİhsİZİİk O İ m U Ş t U r . A «lnan Menderes'in 'yakın çevre'si, İzmir'e hareketten önce, tabanın Başbakanla 'Uetişimini' asgari düzeyde tutmaya çauşıyor. birtakım sertlik taraftarlannca nasıl baltalandığını bana çok ke- re üzülerek ve dertleşme kabilin- den anlatmıştır. Bence Menderes gibi yetenekli bir devlet adamının TUrk siyasi tarihinin en kritik bir döneminde olan bitenin teşhis ve değerlendir- mesüıi çok kısıtlı ve lidere yakın- lıklan bilindiği için tabanla ileti- şimleri ister istemez mahdut kal- rruş kişilerden olusan bir çevre içinde yapmış olması sağlıklı ka- rarlarıaaiınmasım önlemiş ve ar- zu edilmeyen gelişmeleri hızlan- dırmıştır. Uyan dinienmedi 27 Mayıs hareketınin bellibaşlı nedeni veya böyle bir harekeıi destekleyenierin sayısını önemli ölçüde arttıran gelişmenin, üni- versitedeki malum ve tatsız olay- lar olduğu bilinmektedir. Bu olay- lardan hemen sonra Menderes, o sırada Başbakanlıkta ekonomi danışmanlığı yapan profesör Memduh Yaşa'yı durumu görme- si için Istanbul'a gönderdi. Yaşa, durumu gördükten sonra değer- lendirme ve görüşleri ni telefonla bana okudu. özetle söyledikleri, hatırlayabildiğim kadar, duru- mun ciddi olduğu, özellikle rek- törün polis tarafından yerlerde sürüklenmiş olmasımn gerçek ve ciddi bir tepki yarattığı, bu tep- kiyi siyasi maksatlı olarak nitele- yenlerin hatalı deferlendirme yap- tıkları, bu durumun telafısi için bazı jestlerin yapılmasında yarar gördüğü, mesela eğer valinin de- ğıştirilmesi sıkmtı yaratacaksa hiç değilse emniyet mudürünün degaş- tirilebileceği şeklinde idi. Yasa'nın bana Uettiği bu değer- lendirme ve görüşlerini Başba- kan'a ilettim; yanında sadece Na- mık Cedik vardı. tlk reaksiyon Gedik'ten geldi. "Gitmis bemen çevrenin etkisi altına girrniş" de- di. Başbakandan belirli bir tepki gelmemekle beraber yüzünün ifa- desinde, bu gönişlerden pek etki- lenmediği anlaşılıyordu. Nitekim her zamanki uygulamanın aksine Yaşa, Izmir'e yapılan geziye go- türülmedi. Ayrıca bildiğim kadar, kendisi ile temas da kesildi geliş- meler Yaşa'nın değerlendirmesi ve önerisinin gerçekçi olduğunu daha sonra gösterdi. Bilindiği gibi Menderes, 27 Ma- yıs hareketinden takriben bir ay kadar önce Izmir ve civannda bir ziyaret yaptı. İzmir'e, tstanbul'dan vapurla gidildi. Vapur Izmir'e yavaş ya- vaş girerken ben güverteye çık- mış, uzaktan Pasaport meydanı- na toplanmış kalabalığı seyredi- yordum. Güvertede, daha evvel- ki kabinelerde yer alnuş iki eski bakan da vardı. Bunlar Türk iç politikasmda uzun yıllar faal ol- muş ve tamnmış pou'tikacılardı. Her ne kadar toplanmış büyük kalabaük moral kuvvetlendirecek boyutlarda idiyse de bu politika- cıların da zihinlerini üniversite olaylan ve son gelişmelerin işgai ettiği görülüyordu. Tabiatiyie ko- nuşmalarımız ister istemez bu ko- nuya yöneldi. Ben kendilerine profesör Mem- duh Yaşa'nın olaylarla ilgili gö- rüş ve degerlendirmesini anlatum. Benim de bakanlıktaki ve diğer kuruluşlardaki arkadaşlarımla yaptığım konuşmalardan edindi- ğim izlenimin havayı yumuşata- cak bazı jestlerin yararlı hatta ge- rekli olduğu yönünde olduğunu soyledim. "Acaba poUtikada hep Ueri adım mı aulır? İcabında da- ha soora Ueri adım atmak için geri adım atmak nsulden defil mi- dir?" diye sordum. Kendilerinın de aynı görüşte olduğu hemen bei- li oldu. Fakat beni şaşırtan bir şe- kilde "Bunları başvekile söyleyia" dediler. Her iki eski bakana da "ben politikacı degilim baş«efcile gidip ne yapması gerektigini soytemek bana duşmedigi gibi elkili de ol- maz; bunlan, >aşb, tecriibeli po- ütikMalar olarak sizlerin soylerae- si daha etkili olur" dedim. Bir şey söylemediler. Konuyu Başbakan ile konuşup konuşma- dıklannı bümiyorum. Yalnu bun- lardan biri, Ankara'ya döndüğü- müzde Başbakan'ın sabah yürü- yüşlerine katılıyordu. O sıralarda Ankara'da da sık sık öğrenci gös- terileri oluyordu. Bir sabah Baş- bakan'ın makamına gelişinde, rnutad olduğu üzere kendisini merdiven başında karşılamaya gittım. Yanında o eski bakanta sa- bah yürüyüşünden geliyordu. Ba- jıa yorgun bir sesle günaydın de- yip elimi sıktı. Manşetleri ceket koilarının dışma çıkmıştı, yüzü solgun ve canı sıkılmış bir hali vardı. Sonradan aniaşıldığına göre sa- bah yürüyüşünde Gazi Terbiye Enstitüsü civanna gitmişler. öğ- renciler aleyhte gösteri yapmışlar, Başbakan da onlara çıkışmış ve ü l f D A N D P. I K T I D A R HalkverirseDP iktidarı alacaktıAma halkın iradesiyeterli miydi, daha da önemlisi acaba Inönü bu iradeye uyacak mıydı? Sanki yuzyıllardır özgür seçimden geçmiş, kurallanm uy- gulamaya alışmış gibi o pazar günü başkent Ankara'da iıı- sanlar erken saatlerden başlayarak sandıklara akın ediyor- du. Yenişehir gibi siyasetçilerin, yüksek burokratların kü- melendiği kesimlerde gözetilen olgunluk, orta sınıfa yük- selme onuruna henüz erişmemiş semtlerde de gözleniyordu. Ne teleks, ne fax ne de otomatik telefon.. tllerde seçi- rain nasıl gittiğini oğrenemiyorduk. Parti genel merkezleri henüz canlanmamıştı. Bir iki sorumlu dışında lider kadro- larmı görmek olanaksızdı. Gazetelere kırık dökük haber- ler ulaşıyordu. Uyaruk muhabirlerin verdiği ilk bilgiler, ka- tıhmın yuksek olduğunu, seçimin genelde sakin geçtiğini gösteriyordu. Gizli oy kuralı işliyordu. Muhalefet cephesi, illerde CHP'ye bağlı yerel yönetieilerin halka sandılc başında türlü yöntemlerle baskı yapmasından korkuyördu. 46 seçimle- rinde sandıklarda tanık olunan hokuspokus olaylan belki yaşanmayacaktı, bu kanı güçlüydü. Yine de kafalarda za- man zaman bir soru işareti kıvnlıyordu: Acaba? Kampanya boyunca İnönü, "sonuç ne olursa olsun kabul edecegini" birçok kez açıkça ilan etmişti. Buna karşm kuşku kol ge- ziyor, CHP gibi devlete kök salmış bir partinin seçmen ira- desine boyun eğmeyeceğini mınldananlara rastlanıyordu. Seçim karapanyası uygar düzeyde başlamış, stirmüş ve 14 mayısta sona ermişti. Sona vanşta Inönü'nün içten eme- ğinin yanı sıra Bayar'ın ipleri germemeye özen gösteren dav- ranışlarının önemli rolü yadsınamazdı. Kampanyanın iki nirengi noktası tnönü ile Bayar'dı. Partilerinin görüşleriyle vaatlerini halka anlatırken ölçülüydüler. Kuşkusuz yeri gel- diğinde karşılıkh siyasal saldınlarda bulunuyorlardı. Ama bütün bunlar "tabrik ve tahkir" sınınna varmıyordu. Gazetelerin bugün üç milyon düzeyinde olan tirajlan, o gunlerde beş yüz bine belki ulaşıyor, belki ulaşmıyordu. Partiler radyodan ilk kez yararlanmıştı. TV yoktu. Zaten 14 mayıs öyle geliyordu ki kampanyadaki seslenişler nasıl olursa olsun, çok önceden yunitulen yerel çalışmalarla, yıl- ların getirdiği birikimlerle sonuç, aşağı yukarı belirmişti. DP, en azından "çok güçlii bir parli konurauna" gelmiş- ti. Varsayımlara göre 14 mayısta çoğunluğu yakalayamazsa ikinci seçimde iktidar olacaktı. O seçim kampanyasında basın bugünün teknik olanak- larından yoksun olmasına karşın başanlıydı. örneğin Cum- huriyet, seçimlere tam bir sayfa ayırmış, yazarlannı, mu- habirlerini yurdun dört bir yerine göndermişti. Hemen her gün çeşitli yörelerden haberler, röportajlar bu sayfada ya- yımlanıyordu. Bugün sık sık başvurulan kamuoyu yokla- maları o gunlerde de yapılmış, anket aracıhğıyla partilerin alabilecekleri oy yüzdeleri açıklanmıştı. örneğin Vatan'ın 14 Nisan 1950'de yaytmladığı araştır- maya göre oylar partiler arasında şöyle dağılacaktı: DP oy- ların yüzde 56,44'ünü, CHP yüzde 11,24'ünü, Millet Par- tisi yüzde 3,94'unu alacaktı. Vatan, daha 1945'te Demok- rat Parti'nin peşine takıJmıştı. Bir çeşit DP sözcüsüydu. CHP önde gidenleri için başyazar Ahmet Emin Yalman, DP'de olup bitenlerin öğrenflebileceği bir numaralı kay- naktı. Hatta, iktidarın DP'ye "göndereceğj haberler için eşsiz bir aracı." Vatan'a göre, DP Meclis'te çoğunluğu sağlayacaktı. Bu nedenle olası sonuçları ilan ettiği gun, halkın kimi cum- hurbaşkanı görmek istediğini de açıkhyordu. Bu konuda yapılan ankette Cumhurbaşkanhğı için Bayar'a yüzde 28,8, İnönü'ye yüzde 27,9, Yahnan'ın tuttuğu Rauf Orbay'a yüz- de 17 oy çıkmıştı. Ne var ki iktidara ya CHP ya da DP gelecekti. Çoğun- luğu alan parti Çankaya'nın yeni sahibini saptayacaktı. Cumhurbaşkanhğı anketi iki parti liderinin atbaşı gittiğini gösteriyordu. CHP, tam anlamıyla İnönü demek olduğu- na göre oy dağılımında CHP'ye bahşedilen yüzde 11,24 oy, değerini yitiriyordu. 1950 öncesi kimi siyasal gelişmeler, ikinci anketin boyle çıkmasına yol açmış olabilirdi. DP ön-^erleri, 1949'lara ka- dar, seçimlerde çoğunluğu aisalar biie fnönü'yü curahur- Hiç kuşkusuz tnonu ve Bayar, başta laikliğin, Ataturk devrimlerinin "sadık izleyicileri, koruyuculan" idi. Buna karşm DP propagandalannda Turkçe okunan ezanın Arap- çaya çevrileceği söyleniyordu. Nitekim DP, vaatlerinin pek çoğunu yerine getırmedi ama, ezanı Arapçaya çevirdi. Aşırı sağ çevrelerden destek alma gereksinimleri o zamandan baş- ladı. Devlet yonetimine bugün olduğu gibi tarikatçılar, Nak- şibendiler henuz gelmemişti, Çankaya'ya tırmanmamışlar- dı. Ne var ki ödün verme dönemi açılmıstı. Örneğin DP, Ankara listesine Hacıbayram Camii vaizi Ömer Biien'i alır- ken CHP geri durmuyor, Ankara'dan Ticani tarikatı lide- ri Kemal Pilavoğln'nu aday gösteriyordu. Aşama aşama bugunlere geldik. Sonunda Kenan Evren, 1982 Anayasası'na din derslerini zorunlu hale getiren mad- A İktidara ya CHP ya DP gelecekti, çogunloğu alan Çankaja'nın yeni sahibini saptayacaktı. .ydın çevrelerin, gazetecilerin gelişmelere —hele gericiliğe— kaygı ile bakmadıklan söylenemezdi. Fakat 'büyük hedef o kadar cazipti ki... O hedefe varmaktan başka hiçbir şey düşünülemiyordu. 14 mayısta DP'nin iktidara gelmesini içeren dayanılmaz istekler, hemen her olumsuz gelişmeyi geri plana itiyordu. Kaygılar gelip geçiyordu, iktidar değişimi olasılığı her şeye egemen oluyordu. başkanılığına aday göstereceklerini CHP ust kadrosuna, hatta tnönü'ye duyurmuşlardı. Oysa Bayar, seçimi alırsa cumhurbaşkanı olmayı "kafasına koymuştu". Bu karan- ru yakın güne kadar ne çevresine, ne siyaset dünyasına duyurdu. Ataturk döneminde çok partili rejim denemelerinin ge- ricilik olaylan yüzunden yarıda kaldığını bilenler, son ha- reketlere kaygıyla bakıyordu. Basının büyuk bölümü geri- cilik karşısmda duyarhydı. 50 denemesinin yine gericılik olaylarıyla yarıda kalmasını hemen hiçbir çevre istemiyor- du. Bu noktada gericiliğin ya da siyasetin dine verdiği ödün- ler uzerinde bir nebze durulabilir. deyi yerieştirdi. Ataturk çağını evinden okuiuna, okuldan sokağa kadar her yerde sindirmiş olanlar için 1950'den baş- layıp 1990'lara uzanan sürece karşı çıkmamak olanaksızdı. Aydın çevrelerin, gazetecilerin gelişmelere -hele gericiliğe- kaygı ile bakmadıkları söylenemezdi. Fakat, "büyük hedef" o kadar cazipti ki.. O hedefe varmaktan başka hiç- bir şey düşünülemiyordu. 14 mayısın gerçekleşmesini içe- ren dayanılmaz istekler hemen her olumsuz gelişmeyi geri plana itiyordu. Kaygılar gelip geçiyordu, iktidar değişimi olasılığı her şeye egemen oluyordu. Nisan olaylanndan bir sure sonra Bayar, Kastamonu'- da halka konuşurken "Ataturk inkılaplanıu mubafaza et- mejt kararb" olduklannı söyledi. Şimdi, bu sözlerden esın- lenerek yazılan bir başyazıya göz atalım: "İnkılap prensiplerine gelince, bunlan herhangi bir fante- zi>e kurban etmek kimsenin hakkı değildir. Ataturk devrimleri arasında bilhassa laiklik prensibiyle şaka etmek, ateşle oynamaya benzer, tehlikelidir. Vicdan hiırriyetine sıgınarak vicdanlar uzerine baskı yapılmasına biçbir demokratik nizam musaade edemez. Bo'yie bir ba- reket demokrasiyi inkâr etmekten farksız olur. Bundan beş yıl öncesine gelinceye kadar $ıkı sıkıya ria- yet edilen bazı >asaklan hatırlatarak din alanında daha ge- niş musamahacılığa gecmemiz luzumunu söyleyenlere rast- lıyonız. Unutmayalım ki Atatürk'un koydugu yasaklar vic- dan hürriyelini korumayı bedef lutuyordu. trtica müsle- bittir. tnandığı fikirieri zorla etrafa jaymak, bağlandığı ka- lıplan cemiyetin başına geçirraek ister. Bu gibi cemiyetler de ortaçağ nizamından ebediyen kurtulamazlar. Bir müddettir bu sahada üzucü ve tehlikeli bir gevşekli- ge doğru kaydıgımızı saklayamayacagız. Din perdesi altında en geri, en uyuşlunıcu bir propaganda edebiyalı alıp yii- nimuştür. Şeyhler, tarikatlar, mıiritler gırla gidiyor. Bir- takım particilik ihtiraslannın da bunlan teşvik ettigini ka- bul etmeliyiz. Aklımızda iyice yer etsin: Duşunce hürriyeti, vicdan hiir- riyeti insanlann mukaddes haldandır. Bunları yaymak veya savunmak ugruna bütün guciımıizle çalışmaklan bizi hiç- bir knvvet ahkoyamaz. Fakat soz ve ynzı hürriyeti adına vatandaşlann vicdanını çalmaya, yabut duşünceleri iizeri- ne baskı yapmaya da demokratik bir rejimde musaade edi- lemez. Ataturk bizi bu yolun yolculan olarak hazırlamak istiyordu." Tam kırk yıl once yazılan, içeriğiyle sadece o günleri de- ğil, günümüzu de yansıtan bu satırların altında başyazarı- mız, ustamız Nadir Nadi'nin imzası vardı. Tarih, 2 Mayıs 1950. Ve "MHIi Şef" konuşunca Halk verirse DP, iktidan alacaktı. Halkın iradesi yeter- li miydi, asıl soru halkın iradesine tnönü'nün uyup uyma- yacağıydı. Görünürde tersini kanıtlayacak hiçbir işaret yok- tu. Hatta resmi demeçler güven aşılıyordu. Tersine işaret yoktu ama, DP genel merkezine gidip geldikçe, ağabeyle- rimizin partinin üst duzey yoneticileriyle yaptığı konuşma- ları dinledikçe, yannın iktidar partisinde belirgin kaygıla- rın hâlâ silinmediğini goruyorduk. İnonu cumhurbaşkanıydı, fakat 50 kampanyasına CHP Genei Başkanı sıfatıyla girmişti. DP, şiddetle karşı çıkmış, anayasal boşluktan doğan bu sonucu önleyememişti. 50 yı- lının mayıs ayı başlannda inönü, Ege'de uzun bir geziye çıktı. tlk hedef tzmir'di. CHP önderleri zafer kazanacak- larından o denli kuşku duymuyorlardı ki lnönü'nun ko- nuşacağı miting günü durmadan yağan yağmurun o saatte birden durmasını, güneşin parlamasını "hayra yoracak" kadar iyimserdiler. Neredeyse Tanrımn yanlarında oldu- ğunu söyleyeceklerdi. "Milli Şer'likten yavaş yavaş sıyrılan, parti lideri kim- liğiyle propagandaya çıkan tnönü, Izmir'de gazetecilerle bir söyleşi yaptı. Yarın: 20 yıl önce 20 yıl sonra bağnrmış. Başbakandan sonra eli- mi sıkan o eski bakan sesini Baş- bakan'a da duyuracak şekilde ba- na sunlan söyledi: "Ercüneat Bey siz de orada ohıp gorseydiniz, Basvekfl Bey bir bafırdı, bepsi ka- çtştüar. Emniyetçiler tedip ve tea- kil nasıl olur bundan ders alma- iı. " Kafasını kanştırma! özelhkle 27 Mayıs öncesi hare- ketii dönemde Başbakan'a, fırsat buldukça dış başında Türkiye ile ilgili olarak çıkan haber ve yo- rumlar hakkında özet bilgi veri- yordum. Bunlan yaparken de leh- te veya aleyhte ayınm yapmıyor- dum. Bir gün yine böyle bir özet bilgi sunduktan sonra o sırada Başbakan'ın yanında bulunan Başbakan'a çok yakm ve tamnnny bir gazeteci, Başbakan'ın yanın- dan çıktıktan sonra büroma gel- di. Kendisi devamlı Başbakan'ın yanında bulunduğu ve yurtiçi ge- zilere de katıldığı için iyı tanışır- dık, son derece kültürlü, medeni, Türkçeye çok hâkim, birkaç ya- bancı dili gayet iyi bilen, güngör- müş bir kimse idi. Aynca son de- rece de hoş sohbetti. Büroma gi- rer gırmez "Kuzum bu yazılaa, baberieri Başbakan'a nede* gâa> teriyorsun? Adamcağızın kafatt- nı kanstınnasana" dedi. Bilme- sınde yarar olduğunu anlatmaya calıştım. Fakat onun sadakat an- layışı değişikti. Benim görüşuraü paylaşmadı. Bu gazeteci de Baş- bakan'ın yakm çevresinde buiu- nurdu. Başbakanlıkta göreve başladı- ğım vakit, Menderes'in huyu ve alışkanlıklan hakkında herhangi bir bilgim yoktu. lşte bu başlangıç döneminde, tstanbul'da Park Otel'de bulun- duğumuz sırada Başbakan aksam istirahata çekilirken yatraadan önce okumak için benden birkaç mecmua istedi. Ben de kendisini daha çok ilgilendireceğinı zannet- tiğim o dönemde haftalık olarak çıkan, "Kim" ve "Akis" dergi- lerini odasına gönderdim. Biraz sonra beni aradı. "Ercument Bey ben bu dergileri biç okumam, siz bana Hayal', Yedi Gün' gibi dergüerden yotiayın" dedi. Basına infial Zamanla basbakanın, muhalif başında -o dönemde basırun bü- yük bir kısmı muhalefet yapıyor- du -yaalanlara karşı, tahminimin çok ötesmde bir duyarlılık içinde olduğunu muşahade ettim, bası- na karşı adeta devamlı bir infial halini almış bu duyarlıhğın neden- leri hakkında birçok şey söylene- bilir. Fakat asıl önemli olan, Baş- bakan'da basına karşı bu boyut- larda olumsuz duygulann bulun- masının, basbakanın hiç değilse bir kesimi ile uetişimini kesintiye uğrattığıdır. Daha önce de değfiı- diğun gibi rahmetli Kemal Aygiin, iktidar ile basın arasında mevcut bu gerginliği hafıfletmek için epey çaba sarf etti. Bellibaşlı gazetele- rin sahip ve önde gelen yazarlan ile Başbakan ve Namık Gedik'i birkaç yemekte bir aıaya getirdi. Başlangıçta Aygün'ü hafıf de ol- sa ümitlendıren bu temaslar bir süre sonra kesildi. Basınia iktidar arasındaki gerginlik kaldığı yer- den ve şiddetini arttırarak devam etti. O devirde adı Maraş, olan şim- diki Kahramanmaras ilimize, Başbakan bir gezi yapmıştı. Mu- tad olduğu üzere bu geziye de çe- şitli dergi ve gazetelerden muha- birler katıJmıştı. Bu muhabirler geziyi adım adım izliyor, gazete ve dergilerde gezi ile ilgili olarak ay- nntüı haber ve yorumlar çıkıyor- du. Bunlar genellikle olumsuz oluyordu, bazı haberler ise ya ta- mamen asılsız veya en azından objektif değildi. Bir dergide de, haber olarak Başbakan'ı karşıla- maJc için topaJ deve kurban edil- diği, devenin de kör bıçakla ke- sildiği yazılıyordu. Zıyaretin son günü akşamı, yerel partililer baş- bakan şerefine bir yemek verdüer. Yemekte Başbakan'ın gezisini iz- leyen gazeteciler, bu arada kurban edilen deve hikâyesini yazan ga- zeteci de bukınuyordu. Bir ara Başbakan'la birlikte ge- ziye katılan politıkacıiardan biri- si, Başbakan'm yanına giderek kendisine bir şeyler söyledi. Bu- nun üzerine, Başbakan büyük bir hiddetle deve hikâyesini yazan ga- zeteciyi yanına çağırdı. "Bu ny- dunna baberieri siz nti yazdıuz?" dedi. Olumlu cevap almca "Derfaat çıkın buradan" diyerek gazeteci-- feri kovdu. Bunu duyan yerei par- tililer, bu gazetecilerin hışımla Üzerlerine yürüdüler. Basın Yayın Genel Müdürü Altemur Kılıç'la birlikte bunlann tartaklanmalan- nı güçlilkle ördeyebildik. Mende- res, son derece terbiyeli bir insan- dı, yanında bulundugum sürece onun bu derece sinirlendiğini hiç görmemiştim. Bence burada me- sele, Menderes'in mi, basın men- suplannın mı haklı olduğu değil- di. Bu münferit olay, sebep olanı kim olursa olsun, Başbakan'la basın arasında arzu edilmeyen rü- telikte bir ilişki sürecinin yerles- tiğine işaret etmektedir. Yaru; Menderes* Bayar Uişklleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle