25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 6 NÎSAN 1990 Savunma Hakkını Savunmak MELİR CEVDET ANDAY Geçen yü Say Yayınlan'nca basılan, "Dünyayı De- ğiştiren On Yıl-Fransız Devrimi Üstüne" adlı kita- bından sonra, Prof. Server Tanilli, o kitabın bir par- çası niteliğindeki "Fransız Devriminden Portreler" özgün yapıtını çıkardı bu yıl, gene o yayınevi eliy- le. Böylece, ele abnan konu, olaylan ve kişilerin ta- nıtımı ile bütünleşmiş oldu. Olaylar ve kişiler, belli bir tarihsel sürecin birbirinden aynlmaz ögeleridir, kimi tarih anlayışına göre, bunlardan ilki, kimi ta- rih anlayışına ğöre ise ikincisi daha önemlidir. Ta- rihi insanlar yapar elbet, ama Marx'ın buna ekle- diği, "önceden verilmiş koşullar altında" sözü ile birlikte düşünüldüğünde, bu iki öge iç içe geçer ya da sık sık birbirinin yerini alıverir. Sayın Tanilli, şu ya da bu tarih felsefesinin bakış açısına bağlanma- dan, Fransız DevTimi'ni bize olayları ve kişileri ile bir bütün olarak vermekte büyük başan göstermiştir diyebilirim. "Fransız Devriminden Portreler"de ele alınan ki- şilere bir göz atalım: Robespierre, Mirabeau, Ma- ra, Danton, Camille, Desmoulins, Saint-Just, Sie- yes, Jacques Roux, Hebert, Babeuf, Condorcet, Ab- be Gregoire, La Fayette, Fouche, XVI. Louis ve Marie-Antoinette, Napoleon Bonaparte, (ve şaşır- tıcı bir bölüm) Sankülotlar. Bu bölümde "kişi" değil de bir "küme" ele almmaktadır. Prof. Tanilli, "Fransız Devrimi'nden portreler çizerken Sankülot- ları unutmak olur mu?" diye giriyor bu konuya ve çok iyi ediyor. "Gerçekten, kiradir Sankulot? Eli- mizde 1793 mayısından kalma bir belge var ki, bu soruya, sosyal açıdan pek anlaralı bir yanıt veriyor; ona göre, Sankulot 'hep yaya yurüyen, varsa karısı ve çocuklan ile dördüncü ve beşinci katta, sıradan bir yaşam süren insan'dır. Bir başka belge, aynı so- ruya, bu kez bir başka yönden, sadece politik açı- dan yarut veriyor ve şöyle diyor: 'Bastılle'in, 10 Ağustos'un ve 31 Mayıs'ın özellikle de bu sonun- cuların galipleri'dir Sankülotlar!' Şu bilgilerin de altını çizmekte yarar var sanınm: "Sankülotlar Paris halkının tipik örnekleridir... Tipik Sankulot, ne Go- belins'de işçi, ne kapı kapı dolaşan yoksul; bir za- naatçı, kalfa ya da küçük patron" Demek, bizde çoğun sanıldığı gibi bir "baldırı çıplak" değil, "ayaktakımı" değil; devrimin militanları bunlar. Bi- raz daha açalım: "Gerçekten, Robespierre'e gore, gerçek devrimci, yani Jakoben, yalnız yaşayan bir tiptir; Katon, Brutus, Sokrates, llkçağ'da yaşamla- rına kıymış büyük şehitler, Jakoben eyleminin or- nekleridirler. Sankulot ise tersine, topluluk içinde yaşayan bir varlıktır; en azından ilke olarak, baş- kalarıyla ve başkaları için yaşar. Bir Sankulot ha- tip, söze başlarken, hangi gruptan, komiteden, mec- listen, seksiyondan ya da mahaüeden olduğunu be- lirtmeden etmez." Sankülotlann, "Fransız Devriminden Portreler" kitabında yer alması ve bizim onlara en başta yer vermemiz, büyuk devrime olan saygı gereğidir. Meç- hul askerleri unutmamak insanlık borcudur. Ah, bütün dünyanın raeçhul askerlerinden, Sankülot- lanndan, sadece onlardan suz eden bir kitap bul- sam da okusam! Ne demek? Olaylara yön vermiş büyük adamlan boşluyor muyum? Hayır, ben de herkes gibi o büyük adamlan hep merak etmişim- dir. Bu merak tükenmez ki! Kim daha yakından ta- nımak, bilmek istemez Robespierre'i, Danton'u, Saint-Just'ü?... Ama biz, bu büyük adamlan hep tanıdığımızı, bildiğimizi sanırız; oysa bunların ki- şiliği hep tartışılagelmiştir, bunlar, üstune verilen yargılar hep değişegelmiştir. tşte Sayın Tanilli'nin yeni kitabı da bu durumu, bir bakımdan, tanıtla- yan bir yapıt niteliğindedir diyebilirim. Düşunürü- müz, diyelim Robespierre'in, hiçbir Fransa kentin- de bir yonutu, bir anıtı bulunmadığından yakın- maktadır, haklı olarak. O Robespierre ki, büyük devrimin en başta gelen temsilcisiydi. Nasıl olur! Ünlü tarihçi Albert Mathiez ne diyor: "Robespier- re, Rousseau'nun düşüncesini daha ileriye götürür- ken, demokrasinin, baştan aşağıya yalmzca sıyasal biçimlerden ibaret olduğuna inanmadı. Daha Ku- rucu Meclis döneminden başlayarak, şunu ilan et- miştı: Demokrasi, sosyal olmalıydı, yoksa demok- rasi olamazdı!' Şunları da okuyalım: "Millet, devrimin yemişle- rini henüz tadanıamışsa, entrikacıların yerine baş- ka entrikacılar geçmişse, eski despotluğun yerini ka- nunsal bir zorbalık almış görünüyorsa, nedenini başka yerde aramayın bunun; temsilciler, seçimlerde halkı hayasızca oksayıp bir ayrıcalığı ellerine geçir- mişlerdir (Robespierre'in sozleri bunlar). Mathiez şöyle sürdürüyor: "Parlamenter rejimin seherinde, durgun golleri daha o zamandan farketmiş bulu- nuyordu: 'Yurtlanndan çok kendi bölgelerini, ve- kâlet verenlerden çok kendilerini düşünen insanla- rı yasamacılar olarak kabul edebilir misiniz? tkti- dar sürelerini uzatmarun umuduyla büyulenmiş bu insanların dikkatleri kendileriyle kamu çıkarı ara- sında bölünmüştür." Dostum Prof. Tanilli de, "Fransız Devriminden '•• Portreler"de baş yeri verdiği Robespierre'e, Mathi- ez doğrultusunda, hayranlık dolu bir yorum geti- riyor. Dahası, bu yorum, onun Danton'u ele alışında da surmektedir, başka bir deyişle, bu yaklaşım, Danton'un ağır bir biçimde suçlanmasını sonuçlu- yor. Nedense, Robespierre'i seven bütün tarihçiler, Danton'u ağır biçimde suçlamayı, bu sevginin ka- çınılmaz koşulu saymış gibidirler. Çünkü Danton'u giyotine yollayan Robespierre"dir, öyleyse Robespi- erre hakhdır. Kullanılan mantık bu. Prof. Tanilli, Danton'a ayırdığı bolümde şöyle diyor: "Danton- un satılmışlığı konusundaki tartışmalar kesin bir sonuca vartnışa benzer (Neden "benzer" de "varmıştır" değil - M.C.A.): Yiyip içmekten hoşla- nan, zevkine duşkün ve farfaracı bir tip olan Dan- ton, ilkelere bağlı, katı, sert, uçkuruna varıncaya kadar erdemli duşunen devrimci takımından değil; devrimciliğin ahlakla da ilişkili bir şey olduğu kay- gısını duyan insanların dışında. Saraydan yardım gördüğü, çoğu kişiden hem de yüklü paralar aldığı kesin. Başta savaş olmak üzere, kamu yaranna ay- nlmış, orneğin gizli fonlar gibi yığınla para da elın- den geçti; bunların hiçbirinin hesabını verememiş- tir. Son olarak, çevresindeki birçok dostunun, onun en azından görmezliğinden yararlanıp dalaveralar- dan nice vurgunlar vurduklan da biliniyor." Ama Sayın Tanilli şunu eklemek zorununu da duymuş: "Ancak" diyor, "Danton'un, politikasını çizerken, bütün bunların etkisinde kaldığmı söylemek de öyle o kadar doğru değil!' Tanilli kadar insaflı olmayan Mathiez ise kitabın son bölümünde yer alan yazısında, Danton- Robespierre karşıthğına değinirken şunları söylu- yon "Kalıyor, Danton'la ilgili üçüncü yakuuna. Bu- rada Robespierre'i kınayacak biriki şey bulsaydım, Lameth'e olduğu kadar saraya, karşı-devrimcilere olduğu kadar muteahhitlere, kim çok para veriyorsa ona satılmış, zevk açhğı içindeki bir şarlatanı; za- ferden kuşku duyan ve karanlıkta düşmana utanç verici bir barış hazırlayan bir kötü Fransızı; kıralcı partinin en büyük umudu olup çıkmış, ikiyüzlü bir devrimciyi sonunda terk etmeye razı gelmezdi bul- duklarım!' Robespierre-Danton tartışmasına neden bunca yer ayırdım bu yazımda? Konuya bir tarihçi olarak girmek istemediğimi, giremeyeceğimi elbet herkes bilir, anlar. Büyük devrime ilişkin başlıca kitapları okumuşumdur; diyeceğim ki, bu konuda hep bir- takım sorular uyanmıştır kafamda. Para yediği suç- lamalanna karşı Danton'un söylediği şu söz hiç ak- hmdan çıkmaz; diyor ki, "Benim gibi bir adamm fiyatı olmaz!' Şimdi, konu ile ilgili olarak, Sayın Ta- nilli'nin kitabından şu satırları da birlikte okuya- lım: "Robespierre için, solunu temizledikten son- ra, sağının üstüne gitmek işten bile değildir. Öyle de olsa, duraksar yine de: Ortak dostlarının evin- de, Danton'la birçok kez gizli konuşmaları olur, ne var ki boşa gider hepsi de Merak ediyorum ne ko- nuştuklarını, haklı olarak. Yoksa Robespierre ona "Hırsızlık etme!" mi dedi? Belki sadece, terörün sü- regidip gitmeyeceği üzerinde tartışmışlardır. Bir de, Danton'un yargılanması konusuna ilişkin," kitaptaki şu satırları okuyup yazıya son verelım: "Danton 30 Mart 1794 akşamı tutuklanarak dev- rim mahkemesinin önüne çıkanlır. Kendisini büyük bir güçle ve inandıncılıkla savunur ve dinleyenleri etki altında bırakır, yöneüme sövgü ve saldırılaı da vardır söyledikleri arasında. Sonunda Devrim ada- letine sövgüde bulunan sanığın duruşmadan uzak- laştınlabileceği yolunda, Konvansiyon'dan bir ka- rar çıkartılır. Kuşkusuz iğrenç bir karardır bu; çünkü savunma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Sonuç da ona göre olur: O ve birçok arkadaşı, bu arada Ca- mille Desmoulins, ölüme mahkûm edilirler. Karar 5 Nisan'da yerine getirilir!1 Danton'un kaçmak istemediğini de sözlerime ek- leyeyim. Tıpkı Sokrates gibi. Ama Sokrates'e, sa- vunma hakkını tanımışlardı. Danton için bunu nasıl yorumlamalı? ARADA BİR ÜMİT SAR1ASLAN Sanat Eğiticisi BirYazın Yitiği: Ümit Kaftancıoğlu Kara bulutların kimin evine, kimin tepesine çökeceğinin bilin- mediği gûnlerdi. Sokaklar, pusu saklayan birer kaygan zemin- diler. Ulkenın ufkunu şaşırtıp goğünü karartmayı amaçlayan bir sayrılığın sultasmdaydı yaşam. Zamanın insanı yaşam ile ölüm arasında savurduğu bir sarkaçta, beti benzi uçmuş annemden duydum önce: "Vurmuşlar..." dedi. Bir gün sonra Ankara'ya gelecekti. Görüşecektik. Nice geliş- lerini anımsıyorum, nice gülûşlerini... Bir açıkoturuma katılacaktı. Akşam geceye dönüşmüş, koygun, zehih bir katılıkta kentin ve insanların üzerini örtüyordu: Anımsıyorum. Sonra kendisi gi- bi aramızdan kopanlan Tütengil'in cenazesinde yediği dipçiği. "V" çizmiş vûcudunun görüntüsünü. Karga tulumba hastane- ye götürülüşünü... Sonra... Son yolculuğunu... O günün gaze- telerinin ilk sayfalarındaki kara karelerı anımsıyorum. Daha ne- leri, neleri... Oldürülüşûnün 11 yılında çiçeklerin insanın yüre- ğine püskürdüğü bu ilk yaz günlerinde "merhaba" diyoruz biz de ona. Öğretmen, yazar, radyo programcısı, arastırmacı, dost, insan... Kaftancıoğlu'na, nıcelerine! Yazar, çizer, sanatçı, yayın- cı, ögrenci, öğretmen, aydın... Adlarını ve anılarını yaşadığımız nıcelerine Kaftancıoğlu, TRT'nin 1970te düzenlediği yarışmada "Hikâ- ye Büyük Ödülü" alan, çocukluğunu ve Cilavuz Köy Enstitüsü- ne gidişinı anlattığı Dönemeç adlı öyküsüyle girdi yazın dünya- mıza. Zamanın daha ağır ve acılı aktığı bir coğrafyanın insanlarını yazıyordu. Ardahan'da. Hanak'ta, Kars'ta, güneşin doğduğu yer- lerdeki zamanı geldiği yerlerın kültürel, geleneksel, toplumsal ooğrafyasını. "Türk öyküsünün. romanının coğrafyasını geniş- leten adiardan biri" (E.ö.) oldu böylece. "İnsanla insanın, insanla doğanın o yaman savaşımım anlatırken, şematizmin, şabloncu- luğun kuruluğuna düşmedi" (E.Ö.). "Kars'ın kuzey kesiminden, Hanak-Ardahan çevresinden alı- yordu konularını. Burası Dede Korkut'un, Bayat Boyları'nın bi- linmeyen, henüz yazılı edebiyatımıza kapalı bir yöresiydi" (A.K.). Dede Korkut masallarını, Köroğlu'nu, Kerem ile Aslı'yı, Âşık Ga- rip'i, Tahir ile Zühre'yi okuyarak, dinleyerek, dinleterek geçen bir çocukluk. Masallar, mitoslar, söylenceler denızınde yüzerek ge- çen bir çocukluk.. Ardından "asıl etki aldığım yer, Köy Enstitüsü olmalı. Orada dilimize çevrilmiş bütün dünya klasıklerini okudum" dediği Cilavuz'da tanıştığı dünya yazın okyanusu. Ama o objektrTini yasadığı ve özsuyu ile beslendiği kendi coğ- rafyasına çeviriyordu sürekli. Yaşamm ve yerelliğin haritasını çok iyi bilen Kaftancıoğlu, bu renk ve zengınliği yazın evrenimize ka- tarak yazınımızın da haritasını renklendiren sayılı yazarlanmız arasında yerini aldı. Kuzeydoğu Anadolu, onun romanlarında, öykülerinde, röpor- tajlannda, radyo programlarında folkloru, masalları, mitosları, inançları, gelenekleri, yangını ve yağmuru ile harmanı ve rüz- gârıyla.. insanı ve toprağı ile dile gelir. Öyle ki onun "öyküleri, romanları, röportajları insanımızı değişik yönlerden tanımak is- teyecek araştırmacılar için insan bilimcileri, toplum bilimcileri için baslı başına kaynaklık edebilecek nitelikler tasır" (E.Ö.). Çün- kü o "dağın tepesine çıkınca", "dönemeç"i aşınca "unutmadı gectiği yerleri" (A.K.). "Yakından tanıdığı Aleyi geleneğinin in- sana ve gerçeğe dönük uyarılarıyla beslendi. Öykülerinde ve ro- manlarında halk geleneğinin incelmiş ustalığını yansıttı. Haikın yapıcı gücünü konu edındi" (K.E.). Kalanların, gidenlerin ömrünü yaşamlanna kattıkları ya da o ömürleri yaşamlarından eksirttikleri bir noktada aramızdan, top- rağından, toprağımızdan 11 Nisan 1980'de kan içicilerce kopa- rtldı Kaftancıoğlu. "Yazar yaşayandır. Yarattıklarımız yaşadıklarımızdır" diyordu Gülvahaboğlu'na. Gerçekten de "yarattıklan" ile yaşryor şimdi. Kimi yaşayanlardan daha diri, daha canlı, daha sıcak, daha ya- kın bize. Vedat Günyol, Sait Faik için yazdığı bir yazıda, Münv taz Soysal'ın "insanların gerçekten yaşayıp yaşamadıkları ölüm- lerinden sonra bellı olur" sözünü aktarıyordu. Yaşayan "6lü"lerle, ölü "yaşayan"lan ne güzel ayırır, anlatır bu söz. İşte yazın eri Ümit Kaftancıoğlu da akan su ile öten kuş ile gülen çocukla, öğrenen insanla, yaşamla ve yaşadığımızla iç içe yaşayan ve yaşayacak yitiklerimizdendir (Kısaltmalar: Ne- sin Yıllığı, Kaftancıoğlu Bölümü E.Ö. = Emin Özdemir, A.K.=Ah- met Köklügiller, K.E. = Konur Ertop. öğrencisi olmaktan gurur duyduğumuz DEMİR HOCA'mızı kaybettik. Sevgi dolu yüreğinden, engin bilgisinden, eşsiz kişiliğinden yoksun kalan tüm sevenlerinin başı sağolsun. tÜtF İŞLETME İKTtSADI ENSTİTÜSÜ FtNANSAL KURUMLAR/GECE BÖLÜMÜ ÖGRENCtLERÎ WESSEX ACADEMY İNGİLTERE'DE (Bournemouth'da) İNGİLİZCE (Haftada 15 ders 4 konaklama + kahvaltı + akşam yemeği) için HAFTALIK ücret 93 pound'dan başlamaktadır. P.K. 16 Anadoluhısarı. Tet.- (0T) 3323332 Fax (01) 3320827 tnsanın Değerî ve Anayasal Güvenee Şunu belirtelim ki çağımız hukukunun başat ilkeleri, hümanizm ve insan haklarıdır. Yasaların yapılmasında ya da yorumlanmasmda bu değerlere öncelik verilmesi kanımızca artık bir zorunluluk haline gelmiştir. M. AKİF TUTUMLU Hukukçu TCK'nın 438. maddesinin anayasaya uygun olduğu yolunda Anayasa Mahkemesi'nce ve- rilmiş bulunan karann (10.1.1990 tarih ve 20398 sayılı Resmi Gazete) tartışraalan hâlâ surmektedir. Bu konuyu insan değeri ve Ana- yasal güvenceleT açısından değerlendirmek is- tiyorum. Fahişe, her şeyden önce "insan"dır. tnsan kavramı ise XV. yuzyıldan (Rönesans) itiba- ren bir bütün olarak algılamp özümsenmesi gereken bir üst değer olarak benimsenegelmiş- tir. Bu değerin, bireyin toplumda işgal ettiği statüye ve büründuğü kimliğe göre alçalıp yükselmesi sözkonusu olamaz. Başka bir de- yişle, insan onuru, her durumda saygı duyul- ması ve korunması gereken bir değerdir. Çün- kü "her şeyin ölçüsü insandır." Toplumun katkısı da... Bir meslek ve yaşam tarzı olarak fahişeli- ğin, moral ve toplumsal değerler açısından be- nimsenebilir bir niteliği bulunmamaktadır. Fa- kat her fahişenin bu mesleğe isteyerek girdiği de söylenemez. Başka bir anlatımla, fahişelik mesleğinin oluşumunda ve kimi insanlann bu- na itilmesinde toplumun katkısı gözardı edil- memelidir. O kadar ki anılan mesleğin belirli koşullar (ruhsat vs.) altında yurütülmesine hu- kuk düzeni tarafından izin verümiştir. Ancak devlet, fahişeleri ikinci sınıf vatandaş sayma- dığı gibi insan değeri ve onuru açısından da onlan öbür insanlardan farklı bir statüye (gü- venceye) bağlı tutmuş değildir. Nitekim ana- yasanm 10. maddesi kanun önünde herkesi eşit tutmuştur. Anılan maddenin gerekçesinde şunlar yazılıdır: "tnsanın insan olması dola- yısıyla doguştan bir değeri ve haysiyeti vardır. Bu, onun tsîbü bir hakkıdır. Bu hak dolayı- sıyla herhangi bir nitelige veya ölçuye daya- nılarak insanlar arasında a> nm yapılamaz. in- sanlar arasında lcanunlann uygulanması açı- sından da hiçbir fark gözetilemez. İnsanlar arasındaki eşitligin temdlerinden birini dc böylece kanunlar önünde eşitlik ilkesi saglar." Anayasanın insan değeri ve onuru hakkında getirmiş olduğu bu esaslar karşısında, TCK'nın 438. maddesinin, eşitlik ilkesine uy- gun olduğunu kabul etmek büyük bir çelişki olur. Zira, Ceza Kanunu'nun anılan hukmü, fahişeyi -adeta- önceden yargjlamış, onu öbür insanlardan daha aşagı bir kategoriye sokmuş- tur. Sonuçta da fahişeye karşı işlenen ırza geç- me ve kaçırma suçlannda samğa verilecek ce- zada 2/3 oramnda indirim kabul etmiştir. Oy- sa Anayasamn yapmadığı, hatta yasakladığı bir aynmı, yasa hiç yapamaz. Çünkü anaya- sa, yasalardan daha ustün ve onlan bağlayıcı bir hukuksal belgedir. "Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz" (m.ll). Fahişe, heTkes gibi maddi ve manevi varVı- ğıru korumak hakkına sahiptir (Anayasa, m.17). Bu hakka, cinsel özgürlük de dahildir. Buna göre para ya da belli bir çıkar karşılı- ğında cinsel ilişkiye girip girmemek fahişenin iradesine kalmış bir iştir. Onu (isteği dışında) böyle bir lişkiye girmeye zorlayan herhangi bir hüküm yoktur. Fakat bütun bu anayasal gü- vence ve gerçeklere karşın, yasa koyucu (TCK.m.438), fahişeye yapılan tecavüzde sal- dırganın cezasım 2/3 oranında indirmekle, cinsel ilişki taleplerini reddeden fahişenin bu tavnnı -adeta- ciddiye almamakta ve böylece saldırgana prim vermektedir. Böyle bir düzen- lemenin ise iffetli kadınlara oranla tecavüze daha fazla maruz kalabilen fahişelerin cinsel özgürluklerini tamamen yok ettiği, hatta on- lann can güvenliklerini dahi tehlikeye soktu- ğu söylenebilir. Bu nedenlerle TCK'nın 438. maddesi, eşitlik ilkesine olduğu kadar, ana- yasanın 17. maddesine de aykındır. Önyargı!.. ~ Şimdi gelelim Anayasa Mahkemesi'nin (ço- ğunluk oyuyla) ileri sürdüğü, tecavüze uğra- yan (ya da kaçınlan) fahişenin, iffetli kadına göre daha az zarar göreceği yolundaki görü- şe. Bir kez bu görüşü savunanlara şunu sor- mak gerekir: Tecavüze uğrayan fahişenin if- fetli bir kadına oranla daha az zarar (ya da acı) duyacağj nereden biliniyor? TecaMize uğ- rayan (ırzına geçilen) fahişe ve iffetli kadın- lar üzerinde karşılaştırmalı bilimsel bir araş- tırma, gözlem ya da anket yapılmış mıdır? Bu mağdur tiplerinin psikolojiîeri arasında somut (ölçulebilir) bir fark ortaya konulabikniş mi- dir? Bütün bu sorulann yanıtı "hayır"dır. Çünkü gerçekte bu yolda bilimsel bir veri ya da bilgi ortaya konulabilmiş değildir. Nitekim Yüksek Mahkeme'nin karannda da böylesi- ne (bilimsel) bir bilgiye rastlanılmamıştır. Mahkemenin görüşünün dayandığı tek şey vardır: önyargı. Bu önyargı da toplumdaki ah- laksal ölçülere, temelsiz varsayımlara göre oluşmaktadır. Oysa insanın temel hak ve öz- gurlüklerine ilişkin değerlendirmelerde sağlık- lı, bilimsel verilere göre hareket etmek, yaşa- dığımız bilgi (bilim) çagının bir gereğidir. Sonuç Kararda savunulan muhakeme tarzını ka- bul edersek hırsızm malını çalana ya da katil birini öldürene (mağdurlar bu işlerle uğraşı- yor diye) verilecek cezada da indirimi haklı görmek gerekir. Bu sözlerimizle fahişeyi, hır- sız ya da katille aynı kefeye koymuş olmuyo- ruz. Bu örneklerle sadece sergilenen düşün- cenin doğru olmadığını belirtmek istiyoruz. Sonuçta şunu belirtelim ki çağımız huku- kunun başat ilkeleri, hümanizm ve insan hak- larıdır. Yasalann yapılmasında ya da yorum- lanmasmda bu değerlere öncelik verilmesi ka- nımızca artık bir zorunluluk haline gelmiştir. PENCERE PangonotçulukL Kısa süren yaşamında dünyanın altını üstüne getiren Napol- yon keratası ne demiş: '— Para, para, para!.." Ne demek para? Çocukken elime bir kâğıt para alır, anlamını düşünür, bir türlü çıkaramazdım. Eninde sonunda bir kâğıt parçası değil mi, de- ğeri nereden geliyor? Haydi, altın ya da gümüş olsa anladık; ama, bir kâğıt parçası bu!.. Amcam: — Oğlum, dedi, okumasını biliyorsun, kâğıdın üstüne bak, ne yazıyor? — Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası.. — Hah, gördün mü, devletin bankası elindeki kâğıdın değeri- ni saptayıp üstüne yazmış.. Ben yine anlamadım.. Çocukluk işte.. # Büyüdükçe bir şeyler sezmeye başladım; banknot deniten kâğıt paraya neden gerek görulmüş? işin başlangıcı ilginç. Ingıltere1 deki sarraflar ellenndeki altın ve mücevheri devletin darphane- sine emanet ederlermiş; Kral Birinci Charles adındaki bitirim, sıkışınca hepsine el koymuş. Vay sen misin bunu yapan! Sar- raflar örgütlenmişler, zenginler eyleme katılmışlar, hepsi saldır- gan devlete karşı güvenee için biraraya gelmişler; kurdukları dü- zene göre değerli eşyalar, altınlar, mücevherler bir yerde topla- nıyor, kilit üstüne kilit vuruluyor; buna karşılık "senet" veriliyor; ancak bu da eninde sonunda bir kâğıt parçası, bankanın bir notu; yani banknot... Banknot bu süreçte piyasaya çıkıyor; Türkiye'de 19'uncu yûz- yılda ilk banknotu Osmanlı Bankası basıyor; altın para usulü aşı- lıyor; köyde, kasabada, bakkalda çakkalda elden ele dolaşan banknotun adı ne oluyor: — Pangonot!.. • Ne var ki biz 12 Eylül'den sonra gerçek pangonot devrine gir- dik; devletin bankası elinde değil mi? Bas pangonotu.. Parasal ekonominin Türkiye'deki arabesk temsilcisi Özal, ko- layını buldu. Adı üstünde parasal ekonomi bizde pangonotçulu- ğa dönüştü. Yalnız 1989 yılında piyasadaki para, kaba hesap iki katını astı; 4 trilyondan 8 trılyonun üstüne sıçradı. Nasıl? Pan- gonot matbaasındaki makineler çifte vardiya gece gündüz ça- Itştı; piyasaya dağ gibi pangonot yığıldı. Ne var ki artık bu pangonotlar bir ise yaramıyor, cebe sığmı- yor, tomar tomar ortalığa savruluyor; bir kilo fasulye almak için yarım kilo pangonot veriyorsun; bir arsa satın almak için gerekli pangonotlan ancak kamyonla taşıyabilirsin; bir milyon lira aylık alsan ay sonunu getiremiyorsun. TÖÖÖÖ bunun da bir çaresıni buldu. Ne yaptı? Pangonotların üstündeki sıfıriarı arttırmaya başladı; önce 10.000'lik, sonra 20.000'lik ardından 50.000'lik pangonot çıkardı piyasaya; şimdi de 100.000'liK pangonotlan basmaya hazırianı- yormuş; ama, yetmiyor ki... • Peki.bu gidiş nereye? TÖÖÖÖ'nün arabesk ekonomisinde geri zekâlarının bütün üs- tünlüklerini sınarnak fırsatını bulan pangonotçu yupiler, bu kez daha parlak bir akçalı styaset uygulamasına girişiyorlar: Madem ki piyasada pangonot çoğaldı, bunları devletin geri toplaması gerekiyor, değil mi? Bu kez devlet başka kâğıt parçalarını piya- saya çıkarmaya başladı; gerçi bunlar pangonot değil; ama, ben- zeşiyorlar; adına hisse senedi, tahvil, ya da bono denen bu kâ- ğıt parçalarını çıkaran pangonotçular bu kez elinde bol miktar- da pangonot bulunanlara seslenıyor: — Sen bana elindeki pangonotları getir, ben sana daha de-. ğerti kâğıt parçaları vereyim. Ortalıkta kâğıt parçaları dolaşıyor; pangonot, hisse senedi ve tahviller, yün döşek atan hallacın dükkânındaki gibi havada uçu- şuyor; ama, ülkede üretim durmuş, piyasa kilitlenmiş, enflasyon azgın, borç gırtlağa dayanmış, yatırımlar şınanay, imalat endûst- risi bezgin, yurttaş aç ve bilaç.. BIRLIK TARTISMALARI DKMOKU \Sİ \ 1 S()S^ M.İ/M SORIM \\<\ ERDEK SULH HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 989/57 Davacı T.C. Halk Bankası Erdek Şb. Müdürlüğü'nün Vekili Av. Hü- seyin Durmaz tarafından davalılar Eyüp Aydınlı ve Celalettin Toral aleyhlerine mahkememizde açılan istirdat davasının duruşması sıra- sında verilen ara karan gereğince: Olayın davabsı Celalettin Toral, Cağaloglu Yokuşu, Evren Han Kat: 1/27 Eminönü-tstanbul adresinden tum aramalara rağmen tebligaıa elverişli adresi tespit edilememiştir. Bu itibarla yukanda adı yazdı davalının 4.5.1990 günü saat 09.00'da mahkememizde yapılacak duruşmada hazır bulunmaları veya kendi- lerini vekille temsil ettirmelerı, aksı takdirde duruşmanın yoklukluk- lannda yapılıp karar verileceği dava dilekçesi yerine geçmek üzere 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 28, 29 ;e devamı maddeleri gereğince ya- yın tarihinden 15 gün sonra tebliğ edilmiş sayılacağı ilan olunur. 2.3.1990 Basın: 45951 tLAN MALATYA ASLİYE 3. HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1989/533 Davacı Mustafa Çekirdek vekilleri Av. M. Yaşar Eren-Av. Keramettin Dönmez'in mahkememizde açtıgı çek iptalı ve ödetne yasağı konul- ması istemli davanın açık yargılaması sırasında; Pamukbank Malat>a Şubesi'ne 216306 hesap no.lu banka cuzdanı ile 558652 numaradan 558675 numaraya kadar sen no.lu ücari hesap çekinin kayıp olduğu iddia edilerek iptalıne karar verilmesi istenil- miştir. Belinilen çekleri ellerinde bulunduranlann ilan tarihinden itibaren 3 ay içerisinde mahkememızın yukanda esas numarası yazılı dosya- sına sunmalan, aksi halde çeklerin hükümsuz sayılacağı duyurulur. Basın: 45944 7-8 NtSAN 1990 GENEL DEĞERLENDtRME GÜNDEM: 7 NlSAN CUMARTESİ I. OTURUM : BTDK Çahşmalanmn Değerlendirilmesi II. OTURUM : Gelecek için Oneriler 8 NÎSAN PAZAR m. OTURUM : Gencl Görüşme IV. OTURUM: Sonuçlar SAAT: - 18-2? AML DOGÜN SALONU B O Y O K BEŞtKTAŞ ÇARŞIS1 (PTT ARKAS1) BEŞtKTAŞ - tST. Yeni YAZ BOZ kaleminiz... . Çabuk kuruyan, kolayca silinebilen, iz bırakmayan, tekrar doldurulabilen ve kokusuz / i I BEYAZ TAHTA KALEMİ Dünya standartîarındaki kalitesi, 4 ayrı rengi, modern kullanımı ile okulların, dershaneîerin, bankaların ve bütün şirketlerin hizmetine sunulmuştur. Kırtasiyeölerde arayın. Pensan PENSAN Kalem ve Kâğıt Sanayı Ticaret A.Ş. Tevfik Bey Mahallesi, Papatya Sokak Sefaköy/lstanbul Tel: (1) 598 04 72 - 73 Pax: (1) 580 ı Sîlwe«iH keyfi»i yasayiri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle