Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 31 MART 1990
I Ş I L Ö Z G E N T Ü R KE V L I L I K R A P O R U
Bazı evlilikler eşlerden birinin diğeri için uzun süre çile çekmesi sonucu onulmaz yaralar alabilir
Fedakârlığın faturası ağırdır— AIo, evet benim...
— Ben evlilik dizinizle ilgili si-
rinle konuşmak istiyorum, anlat-
s madığııuz pek çok şey var. Öyle
olaylar yasanıyor ki...
— Nasıl? Lütfen...
— Bakın soze nasıl başlayaca-
ğınıı bilemiyonım, böyle birden-
bire, dinleyin...
"Evlilik" başhklı dizimiz baş-
ladığından beri sürekli telefonla
konuşuyorum. Birilerinin söze
başlaması gerekiyormuş, kadın -
erkek her yaştan, her meslekten
pek çok insan kendi yasam deney-
lerini, görüşlerini anlatmak, bun-
ları başkalanyla paylaşmak isti-
yor. Ben dizjmızin son gününde
sözü onlara bırakıyorum. Zorun-
lu olarak bir seçme yaptım, hep
birlikte daha ayrıntılı, daha tar-
tışmalı çalışmalar yapmak umu-
duyla...
Dizimizde yayıralananları ye-
tersiz bulanlardan biri M. B. O,
evlilik kurumunda yaşanan kar-
maşayı günümüz Tiirkiyesi'nde
yaşanan değer kannaşasırun bir
uzantısı olarak görüyor. "Ben,
bir sosyalist olarak karşı oldugn-
muz bu düzende var olan kurum-
lan degiştirmek için hiçbir çaba
harcamadığnnızı düsünüyonım"
, diyor.
, "Evlilik kurumunu aüayıp pul-
] lamaktan başka ne yaptık? Insan-
; lar değijmeli dedik, kurumlar de-
gişmeli dedik, bunun için hangi
öneriyi, hangi yaşama biçimini
, getirdik... Evlilik biz sosyalistler
arasında da kutsal sayılır, kimse
'yaşadıklarını anlatmaz. Bunu
; kendi deneyimlerimden biliyo-
. rum; ben yakındıkça çevremdeki-
' ler, 'O da bir şey mi biz de şınla-
'
n
yasryonız' diye anlatmaya baş-
' lıyorlar. Ben, benim hikâyemin
pek çok insan için defişik ölçüler-
de var olduğunu biliyorum...
Ta başından başlamalıyım...
Karımla bir taşra kentinde lisede
tanıştık. Bizimki büyük bir aşk-
tı. Sonra ben tutuklandım, içeri
gırdim, işkencelerden geçtim,
Anadolu'nun çeşitli hapıshanele-
rinde dolaştım. O, bu beş yıl için-
de çok an çekti, aynca ailesinden
üç kişi daha içerideydi. Aile ola-
rak öyle bir yerde her şeyden so-
yutlanmış yaşadılar. Toplum, onu
• ' • \ - •
dışma atmıştı. Bizi ayakta tutan;
olağanüstü gûzellikteki mektupla-
nmız ve her ikimizin ayn ayn yü-
celttiği aşk duygusuydu.
Sonra ben hapisten çıktım;
mektuplardan, hayallerden sonra
ilk kez onunla Topkapı garajın-
da karşılaştım. tstanbul'a benim
ailemin yaruna gelmişti. O gün ya-
şadığım yalnızlık duygusunu an-
latamarn. Birer yabancıydık biz.
Koskoca beş yıl gelip geçmiştı.
Hayat ikimizi de farkiı duygula-
ra sürüklemişti. Bunun ttstesinden
gelebilecegimizi umduk, buna ça-
ba harcadık. Ama her şey aleyhi-
mize işliyordu. 12 EylüJ bizler için
içeride yatıp çıkmakla bitraemiş-
ti, süruyordu. Bu arada ben aske-
re gittim. Gene aynlık ve gene o,
kendini her şeyden soyutlayarak
beni bekledi. Ben askerden dö-
nünce çok karşı olduğumuz bir bi-
çimde evlendik. Düşüncelerimizin
tam tersi işler yapıyorduk... Ben
işsizdim, ailemle birlikte kalıyor-
duk ve ne yazık ki bu böyle, ba-
bam, annem, kızkardeşim sürek-
li benim için yaptıklan fedakâr-
bklan yineleyipdunjyorlardj. Da-
yanamadık, bir gecekonduya çık-
tık. Hiçbir şeyimiz yoktu. Gerçek-
ten orada çok mutlu olduk. Ya-
şamımızın en güzel aylanydı o ay-
lar. Gecekondudaki insanlar bizi,
biz onları benimsemiştik. Sonra
işe girdim, başka bir eve taşındık,
ekonomik durumumuz düzeidi ve
bir çocuğumuz oldu.
Gecekondudaki günler geride
kalmıştı. Kanm benim bOtün üiş-
kilerimi kıskanmaya başladı. Sa-
dece kadınlan değil işimi, polilik
uğraşlarımı, dostlanmı. Beni sa-
dece kendisi için istiyordu. Bir eş-
ya gibi. Bu öylesine arttı ki evi-
mize kimseler gelmez oldu. Ben
de onu kırmamak için politik ha-
yattan çekildim. Ona bu da yet-
miyordu. Beni sevdiğini söyleye-
rek hayatımızı bir cehenneme çe-
viriyordu. Bizimki yüzyıl sürecek
bir savajtı ve gajibi yoktu.
Şimdi işin can alıcı noktasına
gelmek istiyorum, aynlmak bir
çözüm mü? Hayır değil, aynlmak
öyle kolay değil... Ben onu bıra-
kırsam o ne yapar? Bizim oralar-
da baba evine dönmek çok zor-
dur; aynca onun ailesine sonsuz
bir saygı duyuyorum. Peki ne ya-
par? Jşi yok, bir becerisi yok, dost
O bir sosyalistti.
Hapisten, işkenceden
geçmişti. Kansı
yıllarca onun yolunu
gözlemişti. Ancak bir
araya geldikleri
zaman, yaşamın ve
beraberliğin düşlerdeki
gibi olmadığını
anladılar.
Hediye Harum, kötü
bir evlilikten
kurtulmuştu. Uzun
süre rahat ve özgürdü.
Hastanede bir gün
yalnız olmanın acısını
çok derinden duydu.
Yaşlı yıllarda bir can
yoldaşı aramyordu.
Feryal ise kocasının
ayrılmak
istememesinden
şikâyetçi. CA.N YOLOAŞI — Gençlikie bazen bunaiıralar yaşaian berabcriikler, ya$lı çaglarda bir 'canyoldaşı' arayışına dönüşebiliyor.
çevresi yok. Bir insaru bile bile yı-
kıma sürükleyemem.
Ben bir fatura öduyorum ve oğ-
luma bir tek şey öğreteceğim:
Kimseııin senin için redekâriık
yapmasına izin vermc.' Şimdi
kavgalanmızı noktalayan tek bir
cttmle var: 'Ben seni yedi yıl bek-
ledim.' Minnet duygusunun in-
sanda uyandırdığı baskıyı bile-
mezsiniz. Benim iradernin dışın-
da olup bitenler için sürekli bir be-
del öduyorum... Keşke kanm,
ben ya da bizim çektiğimiz acıla-
nn benzerlerini çeken insanlar ya-
şadıklannın bedelini topluma so-
rabilseler, sanınm o zaman birbi-
rimızi daha az hırpalar, daha hoş-
görulü davranmayı başarabilir-
dik."
Yaşadığımız son on yıl hep bir-
likte büyük bir deprem geçirdik.
Acılar çektik, pek çok degerin yi-
tirilişini gördük; işkenceler, has-
retlikler bizi en ince noktalarda
yaraladı. Yusuf biitün bu depre-
min sarsıntılanru en yoğun biçim-
de yaşayanlardan biriydi. Yülar
süren işkence ve hapishane yaşa-
mından sonra yurtdışına çıktı.
Orada memleket hasreti, karısı-
nın, kızmın hasretine karıştı. Ne
zaman ki onlan yanjna aldırtabil-
di, dünyaiar onun oldu. Yeni bir
yaşam başlıyordu...
Ne yazık ki olnıadı, depremin
sarsıntılan çok güçlüydü. İşken-
ce, bedeni ve nıhu hırpalamıştı.
Kansımn anlayışı, kızmın sevgisi
yetmedi. Kan - koca dostça, arka-
daşça aynldılar. Geriye saygılı bir
geçmiş ve anılar kaldı. Bir de Yu-
surun unutamadığım şu sözleri:
"Hiç kimseyi suçlamıyonım,
hayat bu."
Beni arayanlardan biri de
emekli, elli beş yaşlannda, tek ba-
şma yaşayan Hediye Hanım'dı.
Uzun konuşması sırasında kimi
zaman gözyaşlan içinde bana yaş-
lı bir insarun yalnızlığım, anıları
olan bir beraberliğe duyduğu Oz-
lemi anlattı. Hastanede yaşadığı
bir günü...
"Gögsümün biri alınmıştı. Ya-
vaş ilerleyen bir tümörle bo|uşu-
yordum. Hastanede üç kişilik bir
odadaydım. Bana bakacak, ya-
nımda kalacak ne kocam ne ço-
cuklarım olduğu için özellikle ge-
celeri çok korkuyordum. Buralar-
da, bu hastane köşesinde ölüp gi-
decektim ve kimse beni hatıriama-
yacaktı. Evet kimse beni hatırla-
mayacaktı, kimse benim için acı
çekmeyecekti...
Bir gün yanımdaki yata$a saf-
ra kesesinden ameliyat olmuş be-
nim yaşımda bir kadın getirdiler.
Çocukları, kocası sürekli başın-
daydı. Onun için âdeta seferber
olmuşlardı. Sürekli, ipnotize ol-
muş gibi onları seyrediyor, kendi
kimsesizliğimin bilincine van-
yordum.
O günü hiç unutamam, kadının
kocası gelmişti; çocukları, diğer
yakınlan yoktu... Adam önce ka-
rısına getirdigi çiçekleri vazoya
yerleştirdi, sonra karısına tıpkı
çocuğu gibi yemek yedirmeye baş-
ladı. öylesine mutluydular ki çev-
relerindeki her şeyi unutmuşlardı,
adam kadının ağzını usulca gene
bir çocuk gibi sildi, kulağına bir
seyler fısıldadı; kadın sakin, de-
rin bir uykuya daldı. Adam bir
süre kansını seyretti, sonra ustü-
nü örttü, gitti.
Ben gözyaslanmı tutamadım.
Bütün kavgalarımıza, çektigim
eziyetlere ragmen aynldıgım eşi-
mi özlediğimi hissettim. Anılar-
dan oluşan sıcak, insanı ısıtan bir
bağ istedim, çok istedim... Yaş-
landıkça hayat çok zor, ne kitap-
lar yetiyor insana ne eş dost, bir
can yoldaşı anyorsunuz, bir can
yoldası..."
Kım telefon etse hayat hikâye-
sinin, evliliğinin bir roman. bir
film olduğunu söylüyor; öyiedir,
her hayat bir roman, bir fîlmdir.
öyle olmasaydı 'giineşin albnda
gizli hiçbir şeyin kalmadıgı' söy-
lenen dünyamızda kim roman ya-
zabilir, kim Hlm yapabilirdi ki...
Feryal de ayru düsüncede. "ber
insanın bayatı bir romandır" di-
yor. Neden yazılarınızda umut-
suzluk var... Ben boşanmak iste-
yen bir kadırum, beni ayakta tu-
tabüecek tanıkJıkJara, olaylara ih-
(iyacım var. Bizde garip bir du-
rum var, hep tersi olur, yani ka-
dınlar boşanmak istemez, burada
boşanmak isteyen benim, kocam
bir türlü boşanmaya yanasrruyor.
Sanki bir hayal dûnyasında yaşı-
yor, benim geçici bir süre için onu
terk ettiğimi, Gümüşlük'teki mut-
lu (!) yuvamıza döneceğimi düşü-
nüyor. Anlamıyor, bir kadırun ye-
ni bir ilişkisi olmadan da aynlmak
isteyebileceğini anlamıyor. Hayır,
anlamak işine gelmiyor, nedeni
çok açık, yeni bir hayat kurmak
erkekleri korkutuyor. Yeni bir in-
san tanıyacaksın, onunla yaşamı
payiaşabilmek için baa özveriler-
de bulunacaksın, bütün bunlar
çok yorucu, hatta gereksiz geh'yor
erkeklere... Ve 'Hftkim bey ben
kanmı seriyormnı, bir banalım
geçiriyor' cümlesine sığmıyorlar.
Ulkedeki hâkimler de erkek ve sizi
boşamıyorlar."
Art arda gelen telefonlarda bo-
şanamayan kadınlann çoklugu
beni şaşırtıyor. Belki de boşana-
mayan erkekler bundan yıllarca
yakındıklan için artık sesleri so-
Iukları çıkmıyor.
Otuz üç yaşındaki banka me-
muru Aynur, boşanamamarun
acısını ençok çekenlerden. İlk ev-
liliğjni on dokuz yaşında yaprnış.
bir aşk eviiliği, ama şimdilerde
bunun bir aşk eviiliği oimadığını,
aıle basktsından kuriulmak için
bir kaçış olduğunu düşünüyor. O
evlilik bir kâbus olmuş Aynur
için. ilk geceden itibaren öylesi-
ne bir şok yaşamış ki tam beş yıl
kan-koca arasında hiçbir cinsel
ilişki olmamış, olamamış. Iki genç
insan buna beş yıl dayanmışlar.
Aileler araya girmiş, konu kom-
şu herkes Aynur'un sürüp giden
bekâreti için çareler önerraişler.
"O günlerde", diyor Aynur,
"Kendimi damgalanmış gibi his-
sediyordum. Sokakta yururken,
işteyken, bakkaldan bir şey alır-
ken bir suçlu gibiydim. Sonunda
gizli celsede boşandık. Ben aile-
min yanına döndüm. Bir şeyleri
ispat etmem gerekiyordu, bir an
önce kadın olmalıydım. Bunun
için önüme çıkan ilk kişiyle evlen-
dim. Basarmıştım. Ardından bir
çocuk dogurdum. Nedenini çok
iyi biliyorum. gene ispat, bu ara-
da evliligim bu kez sessizük, hiç-
bir şeyi paylaşamama cehennemi-
ne döndü. Kocamı, işi ve ailesi dı-
şmda hiçbir şey ilgüendirmiyordu;
oysa ben hayatı merak ediyor-
dum, yaşayacağım çok şey oldu-
ğuna inaruyordum, okuyordum...
Hayat bu degildi. Hep bir yerler-
de bir şeyler yıtiriyordum. Bu ara-
da biriyle tanıştım ve âşık oldum.
Aynlmak istedim; kocam, 'Ne-
dcn?' diye sordu. "Biz muthıyuz"
dedi. Nasıl böyle bir şey söyler?
Hangi mutluiuk? Tek bir ortak
noktanuz yok, paylaştığımız tek
bir sorun yok. Beni doğru diirüst
tanımıyor bile. Aynlmamakta dj-
rendi, hâlâ da direniyor. Benim
hayatımda başka bir erkek oldu-
ğunu biliyor, bunu açık açık söy-
ledim. Onunla ilişkim bile oldu-
ğunu biliyor. Hiç etkilenmedi...
Işte ben bunu bir turlü çözemiyo-
rum. Bazen kocama çok büyük
haksızJık ettiğimi duşünüyorum.
Onu, bir şeyleri ispat etmek için
kuliandığunıduşunüyorum... Bd-
ki de beni seviyor, bu böyle bir
sevgi biçimi, dayanamıyorum,
ben bu sevgi biçimi ne dayanamı-
yorum."
BİTTt
Türkiyeîciyılanndahızlıyapılaşmadoğalgüzellikleriyok ediyor
Turizm, sağlıklı çevre istiyor
CEMHAMULOĞLU
Türkiye'de iç turizmin yeterince gelişmiş
olmaması, turizmin yapısını olumsuz et-
kileyen unsurlardan birisi.
Bu sorunun altında kuşkusuz Türkiye'-
de kişi başına dOşen milli gelirin düşük olu-
şu ve gelir dağılımmdaki çarpıklık yatıyor.
Ama bu gerçek, geçen yıllarda Bodrum'-
un eski belediye başkanının "yerii tnrisl
Bodnım'a gelmesin" biçiminde açıkladı-
ğı "Ulihsiz" görüşün, Türk turizminin
önündeki en büyük tehlikelerden birisi ol-
masmı değiştirmiyor. Çünkü dünyada hiç-
bir ülke "turizm geltolan" oluşturarak
sağlıklı turizm yapamıyor. Bu olgunun en
somut örnekleri ise Romanya ve Bulgaris-
tan gibi ülkeler. İç turizmin genel turizm-
deki önemıni Barlas Küntay şöyle özetli-
yor:
"İç turizmi vaparaayan bir ülke, dıs lu-
rizmi hiç yapamaz. Bu ikisi gayet dengeli
bir biçimde gelişmelidir."
Bu görüş Turizm Bakanlığı'nca payla-
şılıyor. Bakanlık Müşteşan Mustafa Türk-
men, "Sağlıklı bir iç turizm olmadan sag-
bklı bir dış turizm yapılabüeceği inancı biz-
de kesinlikle jok" diyerek şunları söylü-
yor:
"Bu konuyu ihmal edersek, sağlıklı bir
iç turizm politikamız olmaz ve iç turizmi
geliştiremezsek, yabanalaşırsak hiçbir gtiç
bizim bu konuda başanlı olmamızı sağla-
„ yamaz. Çünkü yabancılaşmak, turizmin
tabianna aykın bir şey."
İç turizmi canlandırabilmenin yolu, önce
jkisi başına düşen milli gelirin yüksetmesin-
iden geçiyor. Ama bu gerçeğin ötesinde alı-
aiabilecek bazı önlemler de yok değil.
jTürkmen, "Bu soruou aşmanın çeşitli yol-
fhın v»r" diyerek şunları söylüyor:
İ
"Dtsa açık ekoaomik sislem içerisinde
oygııtanabileoek bir sistemi getiriyornz. Bu
da daha kiiçük boyuttaki tşletraeiere im-
kan vermek.Yalnızca 4-5 yildızlı 800 ya-
taklı tesislerin değil, onlann da teşvikler-
den yararianmasını sağlamak. Biz bunu
yaplık. Son aldıgımız teşvik tedbiıierinde
bu da getirildi. Artık 70 yatağın altmdaki
yatınralar da teşvik kapsamında."
Sunuk Pasiner ise "İç turizmin canlan-
raası tabü ki çok arzn edilen bir konu" di-
yerek şunları söylüyor:
"Bugün Türkiye'de eger iç turizmi can-
landırmak için 70 yatafın altında daha kii-
eiik standartlı tesislerin »upılması isleni-
yorsa böyle tesisler Tiirkiye'de zaten var.
Bunlann bir kısmı. haiiyle iç turizme yö-
nelecektir. Ama ben burada tüketici kre-
disine öncelik verilmesi laraftanyım."
Suçlu ikinci konutlar
Bahattin Yiicel ise iç turizmin önünde-
ki engellerden birisinin Türkiye'deki ka-
mu kampları ile ikinci konutlar olduğunu
vurgulayarak şunları söylüyor:
"ikinci konutlar, gerek genel ekonomi
açısından ele alındığında gerekse turizm
rkonomisi açısından ele alındığında eko-
nomi için son derece agır bir yıik ve ge-
reksiz yatınmlardır. Aynca çevreyi kiriet-
mektedirler. Biitün bunlar bir tarafa,
dnemli bir potansiyelin turizmde devre dışı
kalmasına, ekonomi dışında kalmasına yol
açmaktadır. Aynca kötü bir örnek olarak
gittikleri yerierde. kırsal alanlarda, büyük
kentlerde göriilen bir kentleşme rantı ya-
ratarak paraıun da degerin de ekonominin
dışın» kaçmasına neden olmaktadır. Ben
Tiirkiye'de organize turizmin gelişmeme-
sini, iç tnrizm potansiyelinin gelişmeme-
sini, ekonomiye güvensizlikten kaynakla-
nan bn ikinci konut yapılanna bağlıyo-
rum."
İkinci konutlar ve kamu kamplanna ge-
len eleştirileri Mustafa Türkmen'e aktara-
rak görüşlerini alıyoruz:
"Acaba bunlar iç turizmin geiişmesinin
bir sebebi mi, yoksa iç turizm gelişraedigi
için insanlann bu yola başvurması mı?
Acaba insanlan ikinci konuta iten neden
spekülatif para kazanmanın ötesinde ucuz
tatil yapamama sorunu mu? Aynı sekilde,
kamu kamplan da insanlann tatil ihıiyaç-
lannı karşılayacak bir imkânı olmayısı.
laks olelkrin fiyatlannın çok yüksek olu-
şu karşısında bulunmuş bir çaredir belki
de. Dolayısıyla bu yeni teşvjklerle küçük
aile işletmelerinin ülkemizde gelişmesi. yer-
leşmesiyle bn tatil köylerinin dinlence ih-
tiyacını da daha ucuza karsılayabileceğin-
den o kesimin karsılayabileceği fiyatlarla
olabileceginden belki de bu sorun kendi-
liginden ortadan kalkacak."
Türkiye'de çevre sorunlan, tüm boyut-
larıyla yaşanıyor. Turizm-çevre ilişkisi ise
oidukça ilginç. Çünkü turizm, sağlıklı bir
çevreye muhtaçken onu yıpratmaktan da
geri kalmıyor.
Turizm ve çevre
Anadolu kıyıları, göreceli olarak öteki
Akdeniz kıyılanndan daha temiz. Ama bu
giderek daha fazia kirlenmeyeceği anlamı-
na da gelmiyor. Yine de turizm açısından
bakıldığında en önemli çevre sorunu, çar-
pık yapılaşma olarak ortaya çıkıyor. Çün-
kü Türkiye'nin kültürel ve doğal değerle-
ri, turizm uğruna cömertçe harcanjyor. Si-
de örneğmde olduğu gibi bütünüyle arke-
olojik bir alanda her türlü yapılaşma acı-
masızca sürüyor. Ya da Kapadokya ve Pa-
mukkale'de olduğu gibi doğal değerler
"turizm için" yıpranmaktan kurtulamı-
yor. Yine turizm uğruna Istanbul gibi
Türkiye'nin en önemli "turizm degeri"
olan bir kentte, anlamsız bir biçimde
"gökdelen ote!ler"in yapımına izin veri-
liyor. Korumaya alınan koylar gibi fazla
etkin olmayan bazı önlemler ise gerçeği de-
ğiştirmiyor.
Peki, Türkiye'de turizm, kendi bindiği
dalı mı kesiyor? Çevre sorunlarımn Türk
turizminin önündeki en önemli tehlike ol-
duğunu kimse yadsımıyor. Bakanlık Müs-
teşarı Mustafa Türkmen şunlan söylüyor:
Çevreye gereken saygıyı göslermezsek,
çevrenin tabribini önleyemezsek, sağlıklı
bir çevreye sship olmazsak, ne yaparsak
yapalım, hangi teşvik trdbirlerini gelirir-
sek getirelim, bu işi başaramayu."
Besim Tibuk ise elden giden doğal ve ta-
rihsel değerleri korumak için
"kamulaşrjrma" gibi radikal bir önlemi
öneriyor.
Türkiye'de turizmin geleceğinin oiduk-
ça "parlak" olacağından kimse kuşkulan-
rruyor. "Turizm gibi bir sektorun fazia teş-
vik edilmesi Tıirkiye gibi sanayileşmesini
tamamlayamamış bir ülke için tuzak ola-
bilir mi" sorusu ise sektör içinde fazla cid-
diye alınmıyor. Çünkü genel görüş, turiz-
min sanayileşme ile el ele gelişebileceği,
batta sanayileşrneye destek olacağı biçi-
minde özetleniyor.
"Türkiye'de turizmin gelecegi nasıl ola-
cak?" sorusuna, benzer yanıtlar veriliyor:
Besim Tibuk, "Türkiye artık turizm yo-
lundan çevrflemez. Türkiye'de turizm sek-
törii, artık aldı başını gidiyor. Ve çok bü-
yük hatalar yapılmazsa çok iyi gider" di-
yor.
Aynı görüşü Turizm Bakanı flhan Akii-
ziim ise şöyle aktanyor:
"Turizmi gelistirdik. ama artık aynı sis-
temle bu hızlı gclişmeyi gösteremeyiz. Ar-
tık yeni bir sıçrama yapmaınız lazım. lşle
biz bu yüzden turizmi çeşitlendirecegiz."
BtlTt
IZMİR'den HİKMET ÇETİNKAY/T
Yaklaşım
İZMİR — SHP örgütleri, Erdal inönû'nün Çan-
kaya davetine 'evet' demesini tartışıyor. Kimi MYK
üyeterinin 'bize danışşaydı' görüşu. SHP tabanırv
da pek ilgi görmûyor inönü'nün "ulusal birlik" Ko-
nusundakı duyarlığını, böyte bir çağn durumunda
hiç dûşünmeden ve kimseye danışmadan "Çan-
kaya'ya çıkanm" yanıtı vermesini doğal karşılıyortar.
Ancak kimi sorular terör zırvesi öncesi kamuo-
yunda da tartışılıyor
Cumhurbaşkam özal, bugüne dek niye bekle-
di? Cumhurbaşkanı, terör zirvesini MGK toplantı-
sının hemen ardından değil de niçin pazartesi gü-
nü için belirledi?
SHP lideri. bu tür varsayımların ûzerinde pek
durmuyor. Çankaya'daki terör zirvesinın arkasın-
daki kimi olası hesapları. ulusal sorunla gıderme
çabasına dönüştürme söylentilerinı önemsemiyor.
Yine "el sıkıp akmama" gibi küçük politik kaygı-
ları da bir kenara itıyor. Bu tutum da İnönû'nün do-
ğal yapısından, politik anlayışından kaynaklanıyor.
inönû şöyle diyor:
—Bizim tavrımız baştan beri bellıdir Biz müca-
delemizi demokratik koşullarda sürdüreceğiz. Sa-
yın Özal'ın bizim gidişimizden çıkar sağlayıp, sağ-
layamayacağı bizi ilgilendirmez. Ben gideceğim ve
kendisini dinleyeceğim. Biz de düşüncelerimizi
kendisirte aktaracağız. Terörün Türkiye'nin bütûn-
lüğune vönelık olduğu görülüyor. Sorun, ulusal bir
sorundur. Seyirci kalamayız...
İnönü, terörün demokrasrye sımsıkı bağlanmak-
la önleneceğını bir kez daha vurguluyor...
SHP lideri, Özal'ı dinledikten sonra neler soy-
leyecek?
Yaşanan olayların laik, demokratik, bağımsız ve
çağdaş Atatürk cumhuriyetine yonelık olduğunu
anlatacak. İrtıcanın hızla tırmandığını, devlet kad-
rolarının tarikatlar tarafından doldurulduğunu be-
lirtecek. ANAP iktidarının tarikat kadrolarına kol-
kanat gerdiğini açıklayacak. Çözüm yollarmın de-
mokrasıye sahip çıkmakla gerçekleşeceğini söy-
leyip ekleyecek:
—Onun için de erken seçim birinci koşuldur...
ANAP'ta bir erken seçim rıavası seziliyor mu?
Kimi ANAP milletvekillen erken seçimin 1991 yı-
lında yapılmasımn zorunlu olduğunu açık seçtk to-
nuşuyorlar Zaten ANAP'ta erken kongre havası
esiyor. Hükümet üyeleri arasındaki uyumsuzluk,
Ekrem Pakdemirli'nin bakanlıktan istifasıyta baş-
layan kriz, ANAP içinde yeni bir çalkantıya neden
oluyor.
Son aylarda Güneydoğu'da yaşanan olaylara iliş-
kin ANAP'ta değişik görüşler egemen. Önce Nec-
mettin Karadumart ve arkadaşlarının ANAP gru-
bunda terör için verdikleri genel görüşme önerisi
geri çevrilmişti. Grupta bulunan icışteri Bakam Ak-
su, genel görûşme ıstemı karşısında cekımser kal-
mıştı Bunun üzenne kursurye gelen Necmertin Ka-
raduman şöyle demişti:
—Biz hızla tırmanan terör konusunu ANAP gru-
bunda konuşmazsak, nerede konuşuruz?
Hemen bir gün sonra Cizre olayfan, ardından
Elazığ'da dokuz kişinin ö(dürûlmes) gündeme gel-
mişti. ANAP grubu bu kez yine karışmıştı
Milletvekillerınden bazıları "Elazığ'a hevet git-
sin, olayı ıncelesin" derken bir grup mılletvekıli bu
görü^e şöyle karşı çıkıyordu:
—Bırakın güvenlik güçleri rahat çalışsın...
Tartışma büyüyor, sonuçta ANAP heyeti Elazığ'a
gitmiyofdu.
Mardin Mılletvekrti Nurettin Yılmaz, Cızre'de ya-
şanan olayların özel timin halka baskı yapmasın-
dan kaynaklandığını öne sürüyordu. Yine bir grup
ANAP'lı, Yılmaz'a karşı çıkıyordu. ANAP grubu bu
kez de karışryordu.
Tartışma sürerken bir ANAP milletvekili uluorta
konuşmaktan kendisini alamryordu:
—Arkadaşlar biz birbirimize inanrnazsak, millet
bize nasıl inanır?
Başbakan Akbufut ile içişleri Bakanı, Güneydo-
ğu'dakı olaylan yorumlarken çelişkiye düşüyoriardı.
Başbakan Akbulut, Cizre olaylarını değerlendirir-
ken şöyle diyordu:
—Halk PKK'ya destek verivor...
İçişleri Bakanı Aksu ise tam tersini savunuyor-
du:
—Halk PKK'ya destek vermiyor.
Acaba hangisi doğruydu?
Vte pazartesi günü Çankaya'da terör zirvesi var.
İnönü, ulusal bir sorun olduğu için katılıyor. SHP
genel sekreter yardımcılarından Istemıhan Atalay,
parti örgütlennde ve kamuoyunda destek gören bu
yaklaşıma açıklık getiriyor:
—Türkiye zor bir dönem yaşıyor. Güneydoğu;
daki olaylar ülke bütünlüğünü ilgilendiriyor. Genel
Başkanımız inönü de ülke çıkarlarını ön planda
tutuyor...
"Amerîkaf
y>
yeniden keşfetmek
IMeden olmasın?
I S T A N B U L K C / L T C R V E S A N A T V A K F I
31»*A«I/15NKA«)990
Amerika Oüşlerî/Toplu gösfceri TürkJya'nln kMmmml »»nm* olayı