27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 NİSAN 1989 CUMHURİYET/13 Fransa'nın Ankara Büyükelçisi, gazeteci kökenli diplomat Eric Rouleau: Fransız DevrLmi henüz bitmedi PAZAR KONUGU ları arasında kendiliğinden oluşturulan çok eıkinlik var. Fransız Devrımi ve dünyaya, Türkiye'ye etkisi, Fransız Devrimi'niri Tazminat'a ve Kemalizm'e etkisi konusunda çok çalışma yapılıyor ve Türkiye'de Fransız Devrimi'nin Fransız yanına değil, devrim yanına büyük bir ilgi duyulmakta. Özellikle de insan hakları konusunda. Bu da bizi çok sevindiriyor. Çunkü biz bu değerlerin evrensei oiduğunu düşünüyoruz. Türkiye'de Fransız Devrimi'ne ve Fransa'ya büyük bir sempati olduğunu görmekten sevinç duyuyorum. ^ • • H Ama Türkiye'de bu sempatininpek karşılıklı olmadığı, Fransa 'nın tüm bunlara karşın Türkiye'ye fazla sempati ile bakmadığı, hatta Fransız dış politikasmda Türkiye'nin iyi bir yeri olmadığı düşünulüyor. biliyor ve herkes Türkiye'nin bu alanda ve yurttaşlann özgürluklerini kısıtlayan yasal kısıtlamaların kalkması konusunda iyi yolda olmasını umut ediyor. Yani durumda düzelme var ve tabii ki bu da beni çok sevindiriyor. Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Eric Rouleau, son yıllara kadar Ortadoğu ve Arap dünyasını en iyi tanıyan uzman gazetecilerden biriydi. Le Monde gazetesinin, dünyanın bu bölgesine açılan penceresinde yıllarca onun adı, onun imzası oldu. Derken Rouleau yeni kitaplar yazmak, bildiklerini, gördüklerini başka insanlara da aktarmak için kendisine fırsat yaratmaya karar verdi. Emekli oldu. Ama bundan sonraki gelişmeler farklıydı. Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand, günün birinde Rouleau'ya şu öneriyi getirdi: "Uluslararası deneyimlerinizden diplomat olarak yararlanmak isteriz" Gazeteci Rouleau düşündü ve karar verdi: "Neden olmasın?" Fransa Büyükelçi Rouleau bugünlerde Ankara diplomasi çevrelerinin adı en çok anılan isimlerinden biri. Yazanmız Ali Sirmen'e Fransız Devrimi'ne ilişkin düşüncelerini aktaran Rouleau, devrimin hatası ve sevabıyla birlikte değerlendirilmesinden yana. "Bu devrim iyidir" diyor. "Eğer devrim olmasaydı, laiklik gibi insan hakları gibi Fransız ulusunu, ulusal egemenliği oluşturan temel kazanımlar da olmazdı". Rouleau Türkiye'ye de gönderme yapıyor: "Bu iki kavram Kemalist devrimin de kavramlarıydı" DEVRİM HÂLÂ CANL) ^ ^ H H İ Fransız Devrimi, Fransa 'da başka ülkelerdekinden çok daha fazla tartışıhyor ve hatta eleştiriliyor. Tartışma Fransa'da daha eleştirel ve yoğun. Evet öyle ve bana göre bu çok sağlıklı bir durum. Evet, Fransa'da devrim sanki yeni olmuş gibi hararetli tartışmalar oluyor. Sanki bu devrim 200 yıl önce yapılmamış gibi. Bu da devrimin hâlâ canlı olduğunu gösterir. Bu tutkulu demokratik bir tartışmadır. Bir de kanatlar ortadan kalkmadı. Sağ var, SÖYLESİ ALİ SİRMEN \Sayın Büyükelçi, bugünkü konuşma konumuza geçmeden örtce size bir soru sormak istiyorum. Bizler siziyıllarca önceden beriçok ünlü bir gazeteci, günümüzün en önde gelen Ortadoğu ve Arap ülkeleri uzmanlarmdan biri olarak tamyoruz. Mesleği bırakıp, diplomasiye geçmek nereden aklınıza geldi? Bu tümüyle rastlamı oldu. ÇUnkü ben basının daima bir karşı iktidar olduğu düşüncesindeki gazeteci eğilimine sahibim. Yazdığımda eleştirmek için yazarım. Bu yuzden eleştiriye uğradığım da olmuştur. Her şey iyi olduğu zaman "her sey iyi gidiyor" diye yazı yazmanın bir anlamı olduğunu sanmıyorum. Tabii, herhangi bir konuda yazarken dengeli bir şekilde şu iyi, bu kötü diye yazmak mümkün. Ama ben her zaman çitin öbür tarafındaydım. Hiçbir zaman hukümetin yanında olmadım, hangi hükumet olursa olsun. Bu yüzden de hiçbir zaman, devlet hizmetinde çalışacağnnı düşünmemiştim. Ama bir rastlantı oldu. O da şu: Le Monde Gazetesi'nde 30 yıl çalıştıktan sonra ayrılmaya karar vermiştim. Gazeteye nisan 1955'te girdim ve yıldönümünde nisan 1985'te de ayrıldım. Amacım konferanslar vermek ve kitap yazmaktı. O sırada cumhurbaşkanı bana görev teklif etti. Kendisini daha önceden tanıyordum. Bu tanışıkhğımız kır evinde komşuluktan ileri geliyor. Yoksa Fransu iç politikası konusunda herhangi bir şey yazmadım. Sosyalist Parti'yi de desteklemiş değilim. Ama bu komşuluk tamşmamıza vesile olmuştu. Beni ziyaret eder, onurlandınrdı, bazen de kendisi davet ederdi. Işte gazeteden aynldığımı öğrenince "yazık" dedi, "bu kadar uluslararası tecrübeniz var, neden bundan diplomat olarak yararlanılmasın?" Düşündüm ki, gazetecilik de bir kamu görevidir. Devlet görevi veya resmi bir hizmet değil, ama salata satmak da değildir. Gazeteci toplumun hizmetinde bir kişidir. O zaman "Göhışlerim doğnıltusunda olduktan, düşündügiimü söyleyebildikten sonra neden olmasın" dedim. Tabii ki eğer uygulanan politikayla ters duşersem aynlacaktım. Nihayet ben kariyerden gehne bir diplomat değildim. Eğer uygulanan politika görüşlerim doğrultusundaysa çalışırdım. İkinci rastlantı da bu oldu. Çünkü sosyalist iktidarın, Mitterrand iktidarının politikası göriişkrime uygundu. ~H~^ du: Benim butün bunları taraflardan birinin karşısında olduğum için yazdığımı sanıyorlardı. Böyle bir şey yoktu. Kısacası yapay alçakgönüllülüğü bir yana bırakarak söyleyebilirim ki, basit şeyler söyledim. Daha doğrusu bugun için basit. Çünkü bugün İsrail kamuoyu ile hükümetinin bir bolümü dışında artık herkes bu gerçekleri kabul etmektedir. Filistinlilerin bir vatan sahibi hakkına sahip bulunduklarını, FKÖ"nün Filistin halkının gerçek temsilcisi olduğunu yazıyordum ve ben bunlan orada olayın yaşandığı yerde bulunarak görerek yaayordum. Ayrıca Filistin sorununu tartışmak için FKÖ'den başka bir muhatap aramanın çok anlamsız olduğunu belirtiyordum. İsrail işgalinde yirmi yıl sonra bile ne Bay Perez, ne de Bay Şamir konuyu konuşacak bir tek kişi bile bulamadılar. Bu, tarihte eşi olmayan bir durumdur. Bu da kusurları ve irrasyonel politikası ne olursa olsun, FKÖ'nün ortada var olanla görüşmeye oturmanın tek çıkar yol olduğu görüşünü doğruluyordu. Konuya tutkuyla yaklaşan kimileri fark edemediler, ama ben FKÖ'yü eleştiren yazılar da yazdım. Ama o günden bu yana FKÖ'nün politikası da olumlu yönde gelişti. Bugün yapılanlann birçoğunu yapmaya 10 yıldır hazır olduk E R İ C R O U L E A U Açık yüreklilikle yanıtlamak isterim. Çünkü soruları yanıtlamamak ve onlardan kaçmak sorunu çözmüyor, gerçeği aydınlatmıyor. Birçok etken var. Bunlardan birincisi kültüreldir. Fransızca bilen Türk sayısı Türkçe bilen Fransız sayısımn çok çok üstünde. Fransız kültürünü tanıyan Türkler, Türk kültürünü tanıyan Fransızlardan çok fazla. İşte burada bir eşitsizlik doğuyor. Kısacası sizi yeterince tanımıyoruz. İkinci bir etken de sizin tarihinizin, sizler için de çok güç olan öyle dönemleri var ki, onlar Batıda çok kötü algılanıyor. Demokrasinin egemen olmadığı, insan haklarının ağır biçimde çiğnendiği anlar olduğunda şu ya da bu iktidara sampati duyulmamasını yadırgamamak gerekir. Ama şimdi durum değişmiştir. Artık insanlann sorgusuz sualsiz hapis edildikleri bir dönemde yaşamıyorsunuz, ama siz bunu hemen hissediyorsunuz, yabancılann ise anlaması için vakit geçmesi gerekiyor. Anlatmak gerek. Ama bu dönemde de bazı uluslararası kuruluşlar Helsinki U'alch veya Uluslararası Af Örgütü gibi bazı kuruluşların raporlan hâlâ olumsuz. Biliyorum Türk yetkilileri bu raporlardaki göriişlere katılmıyorlar, bunların bir bölümünün eski olduğunu, bir bölumünün doğru olmadığını ileri süruvorlar. Ama belirtmek 1926 yılında Mısır'da doğdu. 1955 yılında Le Monde isterim ki bu kuruluşlar uluslararası alanda saygın yere sahiptirler. Şimdi uluslararası alanda saygınlıGazetesi'nde çahşmaya başladı. Kısa süre içinde Ortadoğu ve Arap ülkeleri uzmam olarak buyük bir un sağ ğı olan örgütler bu tür raporlar yayımladıklarında tadı. 1985 yılında, gazeteciliği btrakana kadar birkaç Türkiye'ye olan sempatinin gelişmesi nasıl olacak? kez, kısa aralarla, ABD üniversitelerinde dersler verdi, konferanslar düzenledi. Birçok ülkede konferansçı olarak bulundu. 1985 yılı nisan ayında Le Monde Gazetesi'ni ve gazetecilik mesteğtni yeni kitaplar yazmak ve konferanslar Geçen gün bir yüksek yetkili, ki özel bir görüşvermek için bıraktıktan kısa bir süre sonra, Fransa me Cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın çağnstna uya olduğu için adını veremeyeceğim, "Biz hata etrak, diplomasi uğraşma geçti. Afrika ve Arap ulkele tik. Bu gibi kuruluşlann temsilcilerini kabul etmeraek >anlıştı. Bilmiyorum, onlar mı göruşmek için rinde Cumhurbaşkanı 'mn özel temsilcisi olarak gezıler basvurmadılar, yoksa bizdeki kişiler mi göriişmeyaptı. Tunus Büyükelçiliği görevine atandı. Arapça ve Ingilizce'ye de çok hâkim olan Rouleau 'nun diler. Ama görüşlerimizi yeterince anlatamamakta Ortadoğu olaylan, Kurt Waldheim konusunda yazılkusurlu>uz" dedi. Kanımca herkesi dost olsun, düşmış kitaplan da var. Eric Rouleau, 5 aydır Fransa 'nın man olsun, düşman olmasalar bile, öyle kabul ediTürkive Büyükelçisi olarak A nkara 'da görev yapıyor. len kişiler olsun, hepsini kabul edip, hepsine görüş 'izi yeterince tanımıyoruz. Sizin tarihinizin sizler için de çok güç olan dönemleri var ki onlar Batıda çok kötü algılanıyor. Demokrasinin egemen olmadığı, insan haklarının ağır biçimde çiğnendiği anlar olduğunda şu ya da bu iktidara sempati duyulmasını yadırgamamak gerekir. Bazı uluslararası kuruluşlar Helsinki İzleme Komitesi, Af Örgütü hâlâ olumsuz raporlar veriyor. sol var, radıkaller var, reformistler var. Hatta düpedüz karsı devrimci olup da bunu açık açık sOylemeden onu tahrip etmeye çalışanlar var. Bunu çok iyi bilirsiniz sizde de Kemalist olduğunu soyleyenler çıkıyor zaman zaman, ama soylediklerine bakıyorsunuz, hepsi de Kemalizm'in özüne karşı. Fransa'da devrimi tartışan düzinelerle kitap çıktı son zamanlarda. Eğer olayı basite indirgemek gerekirse bu konuda üç eğılim olduğunu söyleyebiliriz: Birincisi, devrim demek şiddet, adaletsizlik demektir. Demek ki, devrim iyi biı şey değildir. İşte Fransız Devrimi'ne bakın. Robespierre var, SaiotJuste var. Bolşevik devrimine bakın. Çin devrimine bakın. Reformcular, devrimi tarihi bir kaza olarak görüyorlar ve "eğer devrim olmasaydı da Fransa yine iyiye dogru gelişecekli" diyorlar. Şimdi bir de radikal sol var. Onlar da diyorlar ki, şiddet devrimden doğmadı, devrim şiddete karşı şiddetti, devnmcılerin başka hiçbir çareleri kalmamıştı. Şiddeti kullanan 16. LouLs idi. Eğer o yapmasaydı boyle olmazdı. Halkın başka çaresi kalmamıştı. Biz reformist değişime karşı değiliz. Ama eğer başka çare kalmamışsa ve halk onun öyle olmasına karar vermişse, devrim meşrudur diyorlar. Üçüncü görüş ise bu iki görüşün ortay çizgisini oluşturuyor ve diyorlar ki bu devrim iyidir. Eğer bu devrim olmasaydı, söz konusu kazanımları elde edemezdik. Laiklik, insan hakları, Fransız ulusu bunlar çevresinde oluşamazdı, ulusal egemenlik oluşamazdı. İlginçtir, bunlar Kemalist devrimin de kavramları. İki devrim de aynı kavramlar çevresinde oluşuyor. Şiddet olmuştur, doğrudur. Bunlan da kınamalıyız. doğru olarak kabul edemeyiz. Ama bir gerçeği de unutmamak gerek. Dilim dilim bölünemezsiniz. Çocuğunuzu seversiniz, arna iyi yanları ve kötu yanlarıyla seversiniz. Çocuğunuzun kusurları olduğunu kabul edersiniz, ama onu erdemleri ve yanlışlarını bıçakla kesip ayıramazsınız. İşte tartışmalar ana çizgileriyle böyle ozetlenebilir. Şimdi Türkiye'de Fransız Devrimi'nin daha az tartışıldığı ve daha iyi yönleriyle ele alındığı doğrudur. Onlar Fransız Devrimi'nin tüm olumlu yanlarını alırken kendi devrimlerinin kavramlannı alıyorlar, laiklik. ulusal egemenlik gibi. Programda görebileceğiniz gibi her üç goruşün temsilcilerini davet ettik Türkiye'ye. Böylelikie Türk kamuoyu her uç görüşun temsilcilerini de dinlemek olanağını bulacaklar. Orneğin François Fourree birinci görüşün yandaşı. Max Gollo ise üçüncü görüşü savunuyor. Bunun Türkiye için de yararlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu tartışma son tahlilde, sadece Fransız değil, her ülkede aynı kanatlar ve aynı gorüşler var. Burada çok canlı, hararetli tartışmalara tanık olacaksınız. Ayrıca bu tartışmalar burada da oluyor. Geçenlerde bir profesörünüzün çok ilginç ve başarılı bir konferansına gittim. Atatürk ile Robespierre'in düşünceleri ve sözleri arasında bir paralellik kuruyordu. O sırada salondan iki kişi protesto ettiler. "Sen Atatürk'ü o zalim o katille nasıl kıyaslarsın" diye. Demek ki. sizde de Mirabeau'yu Robespierre'e, Robespierre'i Saint Justa'e tercih edenler var. • İ ^ ^ H ö ' / anket gördüm. Fransızlar 16. Louis'nin idamına karşıydılar. Acaba bu onun aklanması anlamını mı tasıyor? Söz konusu olan bir televizyon programıydı. Programı hazırlayan kişi, 16. Louis'yi sempatik gösterecek biçimde davranmıştı. Ve bugün çoğunluğun ölum cezasına karşı olduğu bir ortamda yaşadığımız için Fransızlann ^052'si "onu ülkeden çıkarsalardı bu yeterdi. Öldnrraeye gerek yoktu" dediler. Yine bugünün koşulları içinde bir yargıdır bu. •HİH/yir; yüz yıl sonra böylesine hararetli tartışmanm başka nedenleri de var mı? Daha önce de söylediğim gibi adeta aydınlar arasında bir soğuk iç savaş var ki bu da yaıarlı. Bunun bir nedeni de bir devrim hiçbir zaman kazanılmamıştır. Onu sürekii olarak savunmak gerekir. Eğer bu gerçek kavranmazsa, Fransa'da şu anda neler olduğu da kavranamaz. Bazı aianiar var ki, orada büyük kazanımlar elde edilmiş bulunu) or. Şimdi bir kısım insanlar onu sürekii olarak savunuyor, bir bölümü de sürekii olarak ona karşı çıkıyorlar. Bazı insanlar ise daha da ileri gitmeye çalışıyorlar. Çünku Fransız Devrimi yalnızca bugün vardığımız yer değildir. Onun ufku çok daha genişti, elde edilenleri korumak ve daha ileri götürmek için mücadele Fransa'da da Türkiye'de de sürmektedir. Victor Hugo, "Devrimler elde edilmiş kazanımlardan daha çok ütopyalar yaralır" der. Bu da çok yararlı bir şeydir. Evet ütopyaya erişilmez, ama ona varmak için çabalarken gelişme elde edilir. Bugün çalışma yaşamında kadınların durumunda daha elde edilmesi gereken çok kazanım var. Fransa'da kadınlar seçim hakkını 1946'da kazandılar. Siz bilmediğim tarihi nedenlerle bunu 1932'de elde ettiniz. Kâğıt üzerinde de olsa öyle. Fransa'da da bugün kadınların elde etmiş olduklan haklann bir bölümü kâğıt üzerindedir. AVRUPALILARA GELİN.DİYORÜM ÇİTİN ÖTEKİ TARAFI ~~ Bir de tabii merak öğesi var. Gazeteciler daima olaya dışarıdan bakarlar ve her zaman her şeyi en ince ayrıntısına kadar göremezler. Devlet sırn vardır, söylenmeyen söylenemeyecek şeyler vardır. Yıllarca bu şekilde çalıştıktan sonra "bir de çitin öbür tarafını göreyim, işler gerçekte nasıl oluyor. devlet nasıl calışıyor bunu içinden göreyim" diye bir merak da doğuyor insanda. • • • • Biraz önce"gazetecilik yaşanumda yazdıklanmdan dolayı çok dostum oldu, ama düşmanım da'' dediniz. Peki îsrail 'de de dostlanmz oldu mu? Bu soruyu soruyorum, çünkü siz Yahudi asıllı olmamza karşın, tsrail'in polıtikasına karşı çıkan kişilerden biri olarak tammyorsunuz. Filistin konusundaki tavrınız çok açıktı. Evet baştan beri bu konudaki tutumum açıktı. Ama burada yine de trajik bir yanlış anlaşılma var diyebilirim. Her şeyden önce, Yahudi asıllı olmak, her zaman bütün Yahudilerle veya bazı Yahudilerle aynı fikirde olmayı zorunhı kılmaz. Kaldı ki ben gazeteci olarak yazıyordum, bir Yahudi olarak değil. Biliyorsunuz, kendini tehdit altında hisseden veya kötü davranışlarla karşılaştığına inanan bütun azınlıklar son derece duyarhdır, bazen mantıksız olacak kadar, ben ise her zaman mantıkh ve adil olmaya çalıştım. IsrailFilistin sorununa gelince: O zamanlar benim düşüncem çok sadeydi, bugun hatta size pek alelade bile gelebilir, ama yirmi yıl önce öyle değildi. Ben bütün savaşların görüşmeyle biteceğine inanıyordum ve her ulusun bir toprağı ve devleıi olmalıydı, her adaletsizlik ulusal ya da uluslararası planda cezalandınlmış bile olsa, gtinün birinde başka bir biçimde patlak verirdi kaçınılmaz olarak. Gorüyorsunuz bunlar son derece basit, ama sağduyulu düşüncelerdi. Eğer adil olunursa, bir halkın ve devletin güvenliği de korunmuş olurdu. Hiçbir savaş sonsuz değildi ve hiçbir savasın sonunda bütün kazançlar bir tarafa ait olamazdı. Her zaman uzlaşma şarttı ve varlığının tanınmasını isteyen bir ulustan bu esirgenmezdi. Görüyorsunuz bu düşüncelerin duygularla bir ilişkisi yok. Benim, Yahudi asıllı olmamla bir ilişkisi yok. Ama eninde sonunda bu düşünceler aynı zamanda İsrail'in de yararınaydı. Basın sandığımdan özgör Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Eric Rouleau Türk basınının, gelmeden önce umduğundan çok daha özgür olduğu izlenimini edınmiş son bir yıl içinde. Ama yine de bazı baskjlar, kısıtlamalar olduğundan söz ediyor. Bir de basının bazı Iarını olaylann içinde yaşayan bir kişi olarak biliyorum. Bence bunlan yapmak için 10 yıl beklemiş olmaları da bir hatadır. Bütün bunlardan sonra yineleyeyim. Israil'de çok dostum var. Hatta hükümet üyeleri içinde de kişisel dostlarım var. Her zaman aynı görüşte olmasak bile.. Tek küçük bir azınlık oluşturan bağnazlar arasında dostum yok ve bir de bundan 15 yıl kadar önce bana karşı kampanya yürüten bazı gazeteciler arasında. Ama artık bütün bunlar bitti ve sayfa çevrildi. konulardaki tabularından. Rouleau îabuiarı basının kendi kendisini özgurleştirmesının, geliştirmesinin önündekı başlıca engellerden biri olarak tanımlıyor. "Çünkü" diyor, "bir konu tabu oldu mu ıçten içe çürümeye başlar, kokuşur." (Fotoğraf: B. Ecevit) lerinizi anlatmak çok yararlı olur. Çünkü çok büyük yanlışlarm önlenmesi, ancak böyle mümkün olur. Bence bütun araştırma komisyonlannı, butün kuruluşlann temsilcilerini kabul etmek gerekir. Ben Avrupalı parlamenterleri ikna etmeye çok çalışıyorum. "Bir de gelin gözünüzie görün. Türkiye yalnız söylenenlerden ibarel degil. Çok başka şeyler de var" diyorum. Acaba neden yetkilileriniz Avrupa parlamenterlerini Türkiye'de toplamaya davet etmiyor. Geçen gün öğrendiğime göre resmi olarak değil de kişisel olarak onlara böyle bir çağrı yapılacakmış. Kuşkusuz bu çok yararlı davramş olur. Şimdiye kadar yapıtmamış bir halkla ilişkiler çalışması cağı zaman kaçınılmaz, ama çok dikkat etmek gerekir. Unutmamak gerekir ki, düzeyi ne olursa olsun, iyi ya da kötü olsun, basın kamuoyunun yansımasıdır ve demokrasi de budur. Parlamentoya gittiğinız zaman şu iyi milletvekilini istiyorum, bu kötü milletvekilini istemiyorum diyemezsiniz. Basın için de bu iyi gazeteyi istiyorum, bu kötü gazeteyi istemiyorum diyemezsiniz. Türk basını bana özgür geliyor, makul bir biçimde özgür. Ama biliyorum, bazı baskılar, bazı kısıtlamalar da var. Ve de bazı tabular var. Bu da tabii üzucü. Basınımzın tabuları H ^ ^ H Yıllarm deneyimine sahip bir gazetecisiniz, olmamasını dilerdim. Bu o ülkenin de çıkarınadır. Türk basınını tanıma olanağınt buldunuz mu? Çünku bir tabu oldu mu sonunda o tabu konu çürüyor. Oysa doğru ya da yanlış onun tartışılması çok Başhyorum. 15 gün kadar önce IstanbuPda idim. daha doğru tabii ki, gazetecinin sorumluluğunu da Gazetelerin yöneticileri ve patronlan ile göruşmek gözardı etmiyorum. Tabii ki, sorumlu olmadan özolanağını buldum. Basının mali acıdan, mülkiyet gür olunmaz. Hem ozeur hem sorumlu olmaktır kural. olarak Ankara'daydım. Benimle birlikte birçok gazeteci çağrılıydı. 26 mayıs günü Dışişleri Bakanı bizi kabul ettiğinde ordunun Menderes hükümetinin arkasında olduğunu söyledi. Geçtiğim bu demeç Le Monde gazetesinde yayımlandığında ordu idareye el koymuştu. açısından nasıl kontrol edildiğini öğıendim. Bazı gazetelerin, bizim Fransa'da sahip olduğumuz materyalden çok daha modern bir sistemle donatıldığını gördüm. Yazarlarla muhabirlerle görüştüm. Basın ile gazetecilerle iyi ilişkilerim var. Hâlâ kendimi biraz gazeteci gibi hissediyorum. Gazetecileri seviyorum. ^ ^ ^ ^ H Peki ilk izlenimleriniz neler? İçtenlikle söylemek gerekirse, bir yargıya varamam. Ama yüzeysel bir ilk izlenim olarak söyleyebilirim ki, Türk basını buraya gelirken sandığımdan çok daha özgür. Çok eleştirel makaleler okudum örneğin. Seçım öncesinde hemen hemen bütun gazeteler hükümete karşıydı. Onu destekleyen veya durumu idare eden belki birkaç yayın organı var. Fransa'da da durum aynıdır ve konuşmamızın başında da belirttiğim gibi bana göre basının işlevi de budur. Basının işlevi alkışlamak değildir. Alkışlana 25hükümetinin davetlisi Mayıs 1960'ta dönemin Türk • • • İ B Türkiye'ye ilk ne zaman gelmişüniz? 25 Mayıs 1960'ta. 27 MAYISA TANIK OLDUM I Cazeteniz mi göndermişti? ~ Hayır, o günün Türk hükumeti tarafından davet edilmiştim. Harbiye öğrencilerinin yüruyüşü iizerine bir yazı yazmış ve hükümet ordunun desteğine tam olarak güvenebilecek durumda değil demiştim. Paris'teki basın ataseniz aracılığıyla davet edildinı. Tek başıma değildim, birçok yabancı gazeteci çağrılıydı ve onlara ordunun Menderes iktidarının ardında olduğu gösterilmek isteniyordu. 26 mayıs gunü dışişleri bakanı tarafından kabul edildik. Görüşmemizde, dışişleri bakanı "Türk ordusu Menderes hükümetinin ardındadır" dedi. Ben de bu demeci gazeteme geçtim. Paris'te Le Monde yayımlandığında ordu idareye el koymuştu. Ben bulunduğum Bulvar Palas'tan tankların Çankaya'ya çıkışını goruyordum. Ama artık yazıyı değiştirmek için çok geçti. • • • • Fransız Devrimi'nin 200. yıldonümüne gelelim. Burada Türkiye'deki etkinliklerin bir programı var. Fransa ve dünya çapındaki gösterilerle ilgili olarak 350 sayfalık bir program yayımlanacak şu günlerde. K'itlama Komitesi Baskanı Ba> Joanneney'in bildirdiğine gore bu etkinliklerde Türkive ön sıralarda yer almakta. Bu da bir yarışma değil tabii. Her ülke kendi dilediğini yapıyor. Ama Bay Jeanneney'in belirttiğine göre Türkiye etkinliklerin çokluğu ve özü bakımından ön sıralarda geliyor. Hemen şunu da belirtmek isterim kı, bunların çoğu Türklerin kendi girişimleri sonucunda olmuştur. Fransa Büyükelçiiiği burada lojistik destek görevini yerine getıriyor. Eğer bizden herhangi bir şey istenir, bir şey sorulursa karşılık vermeye çalışıyoruz, hepsi bu. Ama Türk üniversitelerinde Türk aydın ransız Devrimi yalnızca bugün vardığımız yer değildir. Onun ufku çok daha genişti. Elde edilenleri korumak ve daha ileri götürmek için mücadele Fransa'da da, Türkiye'de de sürüyor. Victor Hugo, "Devrimler, elde edilmiş kazanımlardan çok ütopyalar yaratır" der. Evet, ütopyaya ulaşılmaz, ama ona varmak için çabalarken gelişme elde edilir. Işın bu yanını vurguladıktan sonra söylemek isterim ki, emin olun, Fransız basınının bugün Türkiye'ye bakışı üç dört yıl öncesine oranla çok olumludur. Bu gerçeği Başbakan Ozal'ın Fransa'yı zi>areti sırasında gözlemlemek olanağını buldum. Birçok kişi, basının Özal'a, hükümete ve Türkiye'ye karşı koca koca makaleler yayımlayacağından korkuyordu Hiç de öyl<" olmadı. Bir gazetede insan haUarıyla ilgili bir tek makale çıklı. O da Özal'a karşı bir makale değildi. Muhabir, Türkiye'ye gelmiş ve insan hakları konusundaki durumla ilgili araşlırmalar yapıp yazmıştı. İnsan hakları konusunda iyiye doğru giden yanları da gitmeyenleri de yazmıştı. Bunun dişındaki yazılann hepsini, bazı eleştirileri içerseler de Turk delegasyonu üyeleri de son derecede dengeli bulduklarını belirttiler. Yani diyebilirim ki, durum tam da sizin sOyiediğiniz gibi değil. hava çok değişmiştir. Herkes Türkiye'nin AT'ye girmek istediğini biliyor. Herkes insan hakları alanında temel hak ve özgurlüklerde gerekli ilerlemeler sağlanamaz ise bu sonucun gerçekleşmeyeceğini F İSRAİL MUHATAP BULAMIYOR~~ Ben kendimi her zaman îsrail'in bir dostu olarak görmüşümdür. Benim yaptığım bu durumda gerçekleri görmemekte direnen bir hükümet var ise ona gerçekleri göstermekti. Ve benim Israil'dekı dostlanm da, ki orada çok dostum vardır bu göruşü paylaşıyorlardı. Onlar da beni ne Yahudi karşıtı ne anti İsrail ne de antisiyonist olarak görüyorlardı. Zaten ben ne siyonistim, ne de antisiyonistim. Bu ideolojik bir tavırdır. Ben daima gerçeklerin adamı olmayı yeğledim. Bunlar ideolojiktir. İsrail vardır ve var olmak istemektedir, bunun nedenleri universiteleri ilgilendirir. Buradaki trajik yanlış anlama şuy
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle