19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER önünde canlanmıyor artık. Bir ineğin memelerinden sütün nasıl sağıldığını bilmiyoruz. Hayvanın yenecek ete nasıl dönüştüğünü düşünmek bile istemiyoruz. Bunlar bir yerlerde hazırlanıp bize verilmektedir, o kadar. Bizim ancak bunlan satın alacak parayı kazanmamız gereklidir. Köylüden ne kadar uzaklaştığımızı gözünün önünde canlandırabiliyor musun? Beslenme gereksememizi sağlayan maddelerin üretiminden çok uzaktayız; başka bir deyişle, bu üretim artık bizim tamyabildiğimiz bir süreç olmaktan da çıkmıştır. Gömlek alır gibi alıyoruz eü, sebzeyi, ekmeği, yemişi. Bu yılki buğday rekoltesinin ne kadar olduğunu gazetede okusak, hiçbir değerlendinnede bulunamıyoruz, çünkü geçen yılki rekolteyi bilmiyoruz. Üretimin çok düşük olduğunu öğrenirsek bundan kaygılanmıyoruz, bizim dışımızda bir iş gibi bakıyoruz ona. Zeytinin pahalılandığını biliyonız, fakat bunun nedenine ilişkin hiçbir bilgimiz yok, bu bilgiyi edinmek için merakımız da yok. Sanayileşmenin bizi tarımdan soğutması mı neden oluyor bütün bunlara? Bir bakıma öyle, sanayi malı, tanm ürününden daha soylu görünüyor bize. Diyelim, bir stilo, domatesle yan yana anılamıyor. Patlıcanla çamaşır makinesini bir sırada konuşamıyoruz. Fakat bu, sanayi ürünlerini tarim ürünlerinden daha iyi tanıdığjmızı göstermez. Gerçekte tanm ürünlerine ne kadar yabancı isek, sanayi ürünlerine de öyle yabancıyız. Hatta bu ikinci tür yabancılık, birincisinden kat kat ağırdır. Ama azizim, ben konuyu basit tutmayı yeğliyorum gene de; neden dersen, bu iki tür üretim eylemi, gercekte birbirinden onca ayrı, başka değil. Toprağa uzak kalmanın doğurduğu sonuçlar, sanayi alanı için haydi haydi gecerlidir. Bütün sorun dönüp dolaşıp bizim köleleşmemizde düğümleniyor. Bunu da nerden çıkardın diye şaşmağa kalkma şimdi! Ilkçağ kölecilik çağı idi, demek toprakta çalışanlar kölelerdi. Merak edip de okudunsa öğrenmişsindir, ya da düşünerek kendi kendine bulmuşsundur ki, köle ürunle ilgfli değildi; vağmur yagmaması, ya da sel baskım onu kaygılandırmazdı. Bir çift hayvam, bir tanm makinesi gibi bir yanda durup dururdu o. Çünkü ekmeğini ona toprak sahibi veriyordu ve mutlaka veriyordu, onu açlıktan öldürmek işine gelmezdi. Köleye düşen sadece çalışmaktı, düşünmek değil, hatta düşük üründen kaygılanmak da değil. İmdi, kölecilik rejimi yeryüzünden hiçbir zaman kalkmamıştır. Bugün bizim sadece tanm ürünleri karşısında değil, sanayi ürünleri karşısında da kayıtsız kalmamız, ancak köle olduğumuzu, köleleştirildiğimizi gösterir. Kapitalist üretim tarzı istemiştir bunu, isteyerek gerçekleştirmiştir, bizi toplumun en temel eyleminden uzak düşürmüştür, işçi de içinde olmak üzere. Fakat daha şaşırtıcı olam, üretim mekanizmasını ellerinde tuttuklanm sananlann da her gün köleleşmekte olduklandır. Lafı uzatmamak için bu konuya girmiyorum. Köle sahipleri de köledir. Neden mi köylü ile köyle başladım mektubuma? Sanayi leşme ne denli Uerlerse ilerlesin, "toprak"ın bizim için hep büyük öğretici olarak kalacağını düşündüğümden ve köylüyü, yaşam koşullanm doğrudan yaratması özeUiği ile bu karmaşık düzene bir ders niteliğinde gördüğümden. Beni ortaçağ özlemi içinde bir gerici yerine koymaman için şunu da ekleyeyim: Yeni dünya, yarattıklannın bilincinde olan çalışan insanlarca kurulacaktır. Bir köye gidersen yere eğil ve toprağa elini sür, şu mitosu da unutma: Bir adı Antaios, öteki adı Alkyoneus olan eski bir Yunan tannsı vardır. Hesiodos'ta adı geçmediği için onu daha çok devler arasında saymak doğnı bulunmuştur. Gök ile Toprak'ın oğlu imiş, onu kavgada yenmek olanaksızmış, çünkü kavga sırasında toprağa düştükçe yeniden güçlenir, kalkarmış ayağa. Mitoslan öğretici masallar gibi kullanmak hoşuma gitmez, ama burada ben de o yönteme başvurmaktan kendimi alamayacağım. Mektubuma "toprak'la başlayışım, konuyu işlemekte onun gücünden yararlanmak içindi. Hoşça kal!" Gani Girgin bu mektubu Roma'dan değil de, bizim bir köyümüzden yazsaydı, söylediklerini daha olağan karşüardım. Roma'dan anlatacak başka şey mi bulamadı! 26 AĞUSTOS 1988 Kölelik MELİH CEVDET ANDAY tşte ailenin bir yıllık geçimini karşılayan işgücüdür bu. Emek ile ürün birbiri arkasına gelmiştir, ya da yan yanadır. Çalışma doğrudan ekmeğe dönüşmüştür. Biz bunu dışardan bakarak kolay anlayamayız, çünkü toprakta çalışmayı bilmeyiz, toprak bize yabancıdır. Onu ancak köylü tanır, yaşamınm ona bağlı olduğunu ancak köylü bilir. Toprağın köy dışında yaşayanlar için ne anlamlara geldiğim sayıp dökmeye kalkmayalım. Zaman içinde bu anlam boyuna değişir olmuştur; diyelim, bir fabrikamn temelini tutan güçtür o, işçi mahallesinin yerleştiği bir yerdir, bir turistik merkezdir, bir apartmarun temelidir... Kuşkusuz bunlar da birer para kazanım ocağıdır ve o para ile ekmek alınır. Bunlan kıs kıs gülerek okuduğunu görür gibi oluyorum. Bütün basit başlangıçlar güldürür ve üretim sürecinin tarih boyunca geçirdiği evreleri bilenler için bu tür başlangıçlar aynca gereksiz de. Dinle dostum! Ekmeğe yabancüaşmayı anlatmam için başka çare yoktu. Ekmeği bizim, köylü gibi doğru"Azizim, dan değil, dolaylı olarak ele geçirmeye alıştığımızı, Senin iki kez askerlik yaptığını, bu yüzden köy bunu doğal gördüğümüzü biliyorum. Senin beklelerde oturduğunu bilirim. Bir köyde bulunmak, ki diğin sözü de söyleyivereyim: Tanm üretiminden bir şiye, ekmeğin doğrudan nasıl kazanıldığını göste devrimle sanayi üretimine geçilmiştir ve genel üreren şaşırtıcı bir tanıklık sağlar. Bunu kentlerde an tim içinde sanayi üretiminin artar duruma gelmelamak olanaksızdır. Ekmeğini kazanmak, köy dı si, ilerlemenin bir göstergesi sayılmaktadır. öyle ki, şında, ekmek parası kazanma anlamına gelir, ek un gözden düşmüştür, bu yüzden köylü de unutulmek anlamına değil. Aradaki büyük ayrıma dikkat muştur. Ekmek kentteki bir fabrikamn ürünüdür, etmeni reca ederim. Ekmek buğdaydan yapüır, buğ unun nerden geldiği kimsenin umurunda değildir day ise topraktan elde edilir. Toprakta çauşarak buğ artık. Dahası, zayıflama rejimleri açısından un gedayı üreten, bu buğdaydan ekmek yapan yalnızca reksizdir de. köylüdür. Biz ekmeği bakkaldan, fırından alırız. Oturduğun köylerde görmüşsündür, ekim mevsiHep yaşamamız için gerekli besinler üzerinde durminde bir ailenin üyeleri, kadın erkek, tarlaya yol duğum gözünden kaçmasın. Et ve sebzeler, gerçi lanırlar, sonra da ekinin olgunlaşmasını beklerler. toprağa bağlı besinlerdir gene de.ama bunlann topEkin olgunlaştığında yeniden başlar tarladaki ça rakla ilişkisini gösteren hiçbir imgemiz kalmamışbşma, biçme, demetleme, harman, değirmendeki iş tır nerdeyse. Tıpkı un gibi, bunlar da dolaylı olalemler ve unun çuvallar içinde eve yerleştirilmesi. rak elde ettiğimiz şeylerdir, bahçe, ahır gözümüzün Gani Girgin'den bir mektup aldım, Roma'dan göndermiş. Eski arkadaşımın kendine sürekli olarak sorunlar yarattığım, yerli yersiz, sıralı sırasız, kafasını yoracak birtakım konular üzerinde durmaktan keyif aldığını bilmez değilim. Bu ona, benim hiç hoşlanmadığım "ciddi adam" görünüşünü verir. "Görünüş" ile "ciddiyet"in burada yan yana gelmiş olması, dostumu yapmacılıkla nitelemeğe yol açabilir, çünkü "ciddilik" ancak "içtenlik"le birleştiğinde değer kazanır, göstermelik, yapay ciddilik kimseyi kandırmaz. Ama herhangi bir görünüşü benimsemek, gene de bir içtenliği icerir, yeter ki o kişi bu görünüşü sürekli kullanabilsin. Ayrıca içtenİik kolay ölçülebilir bir nitelik değildir, bizi inandırıncaya kadar bir "görünüş" olarak kalır. Gani Girgin'i hep biraz yadırgaımşımdır ağırbaşhlığından ötürü. Roma'dan gönderilen bir mektupta selam sabah olur, şakalar bulunur, kimi ilginç olaylar yer ahr... O kadar. Oysa Gani Girgin ne diyor bakın! PENCERE 1980'lerin Sarmalı... Dünya kapitalizmi, 1&7D'lerde bunalım sürecine girmişti. 1973 ve 1979'da iki petrol soku yaşandı. varili 2$ dolar olan petrol fiyatı 1973'te 10 doları aştı, 1979'da 30 doların üstüne fırladı. Türkiye bitikti. Çünkü hem gelişmiş sanayi ülkelerinden yaptığımız dışalımın fiyatları patlamıştı hem petrol üreticisi devletlere ödediğimiz döviz toplamında 1015 misli bir artış vardı. İhracatın ithalatı karşılama oranı 1970'te yüzde 62 iken 1977'de yüzde 30'a düşmü$tü. 1979'da 5 milyar dışalıma karşın, 2 milyar 200 milyon dışsatım gerçekleşmişti. İran'da şah yıkılmış, Tahran Ortadoğu'da Amerika'nın jandarmalığından istifa etmişti; durum "kritik'M. Ne yapmalıydı? Sanayileşmemiş ülkelerde bu gibi durumlarda askeri darbe bir çözüm sayılır. Dünya kapitalizmi sorunlarını aşmakta güçlük çekıyordu. Türkiye ekonomisi iki arada bir derede kalmış, hem gelişmiş sanayi toplumları hem petrol üreten ülkeler arasında sıkışmıştı. İthal edilen endüstri ürünleri ve hampetrol fiyatlarındaki patlamaya dayanamazdık; kapitalizmin en zayıf halkalarından birini oluşturuyorduk. Orduyu devreye sokmak gerekiyordu. OKT4YAKBAL EVET/HAY1R İnsan Derisiyle Kaplanan Kitap... OKURLARDAN Öğretmenierin paralarının üstüne oturulmamah 194O'lı yıllarda "Öğretmenler Yapı Sandığt" adı altında bir kuruluşa tüm ilkokul öğretmenleri zorunlu üyt edilmişlerdi. Zor koşuüar içinde bulunan oğretmenlerden bu sandığa zorla para kesiliyordu. Oğretmenlerden kesilen bu paralar toplanarak ilerde her öğretmene bir konut yapılacaktı. Güzel bir rüyaydı bu... Nitekim adı geçen bu sandık amaçlanan yararı sağlayamadığı için sonra tasfiye edildi ve yerine T.C. Öğretmenler Bankası kuruldu. Öğretmenler Sandığı üyeleri de bu bankaya kurucu üye ve ortak kaydedildiler. Ancak öğretmenlere bir yazı gönderilerek onlardan yeni kurulan bankaya devredilen paralarım 1.000 (bin) liraya tamamlamalan istendi. (O zaman bin lira çok büyük bir paraydı. 150 lira maas alan bir öğretmen bu parayı nereden bulup da gönderecekti?) Bu iştek karşüanamadı. Öğretmenler, Öğretmenler Bankası'na kurucu ve ortak kabul edildiler. Paraları karsıhğında A grubu hisse senedi de aldılar, ama bin liralan olmadığı için, yıl sonunda dağıtılan kârdan onlara pay verilmedi. Yani öğretmenler kendi alınteri, gö'z nuru ile kurmus oldukları bankadan tasfiye edildiler ve banka parababalanmn eline geçti. Şimdi elimdt A grubu altı adet hisse senedi var. Önceleri az da olsa bunlardan yıl sonunda bir faiz alıyordum. 1983 'ten beri bu faizi de vermez oldular. Yani beş yıldır faiz de vermiyorlar. Ama banka kân yine dağıtılıyor. Bu, apaçık bir haksızlık ve adaletsizliktir. Bu haksız uygulama on binlerce öğretmene nasıl reva görülmektedir? Bu durumu belirten (2 Mart 1987 tarihli) bir dilekçeyi, T.C. Öğretmenler Bankası'na el koymuş bulunan Hazine ve Dış Ticaret Müstesarltğı'na ve T.C. Ziraat Bankası, Halk Bankası, Emlak Kredi Bankası Genel Müdürlükleri'ne gönderdiğim halde bir yanıt verilmedi. (Bunlar devlet içinde birer kurulus değiller midir?) Evet, yıllardan beri sürdüriilen bu haksız uygulamanm giderilmesini, kurucu ve ortak olduğuma göre, banka kânndan pay ve aynca beş yıllık (1983'ten 1987'ye kadar) faiz verilmesini de ilgililerin dikkatine sunarım. 1526 No'lu üye SABAHATTÎN KÖMÜRCÜOĞLU Kaptanarif Sok. No: 30/8 Ergenekon Ap. Suadiye/tst. vardır. Fakat sulama islerimiz çok güçlükle yürütülür. Çünkü bentlerimiz daha ziyade ağaçlarla, taslarla yapüır. (Ktzıhrmak tastığı zamanlarda bu bentleri kısmen veya tamamen götürür.) Çok iptidai böyle bent yapma usulleri yöremiztn ormanlannt ve taşocaklannı hızla tüketmektedir. Tükene tükene işyerleri ile tasocaklan arasında mesafeler yıldan yıla uzayıp gider. Nitekim taslar şimdi 1520 küometre uzaklardan getirihnektedir. Bu gidişle bir iki yıl sonra bentlerin ne onanmlan ne de yeniden yapılmalan hiç mümkür.ı olmayacaktır. Plansız projesiz olan bu bentler, zaman zaman köyhtler arasında sürtüşmeye yol açmaktadır. Biz devlet elinin bu taraflara da uzanmastnı istiyoruz. Bizim teknik bir bent yapmaya gücümüz yetmiyor. Devlet bu yörede sulama işlerini mutlaka ele almabdır. BEHÇET KUMRAL Çorum Metîn Tatayman Seyyit Bozdoğan Aydın Ülken Mustafa Ala Mustafa Altınta; Figen Aydıntafbas Gülsün Karamuîtafa Fevzi Karakoç Fuot Acaroğkı Mehmet Nazım Mrthat Şen Selma Gürbüz 12 Eylül'ün Türkiye'nin başına oturttuğu siyasal iktidar en acımasız biçimde şöyle düşünüyordu: Bir süre için demokrasiyi askıya alırsın, emekçi halkı eze sin, sosyal uyanışı durdurursun; ama sermaye kesiminde atılı gerçekleşir, ekonomi düze çıkar, kısır döngüyü aşar köşeyi d nersin. O günden bu güne yürütülen ekonomi politikasının iki ayağı vardır: Sürekli enflasyondevalüasyon.. Ve ucuz emek. 1980'lerin ekonomi politikası bu iki ayak üstüne oturtulmuştur. İsteyerek ya da istemeyerek yaşanan olgu budur. Gayri ciddi birtakım politikacıların şu ya da bu biçimde konuşmaları, gerçekliği değiştıremez 12 Eylül'ün uzantısı ANAP iktidarı, enflasyon ve devalüasyona mahkumdur; çünkü bu iki kavram birbirine bağlıdır; hem Türkiye'de belli bir kalkınma hızını koruyabilmek için enflasyona gerek vardır hem de işçi dövizi ve ihracat artışı için sürekli devalüasyon şarttır. Ucuz emek ise hem yerli para babasının sermaye birikimi için kaçınılmaz sayılıyor hem yabancı sermayeyi çekmek amacıyla bilinçli bir siyaset olarak benimseniyor. İşbirlikçi kapitalizmin ülkemiz için öngördüğü bu ekonomi politikasının sonucu ne olacaktır? 1945'ten 12 Mart 1971'e kadar geçen bir dönemi Sayın Tunaya bakın nasıl özetlemiş: "Devrim, devrimi yıkma hürriyeti tanınarak kuşa çevrilmiştir. Laiklik bir hayal olmuştur. CHP 18 türbeyi, çeşitli din kurslarını açarak DP'nin yolunu duzletmiştir. DP'nin oy politikası, dini siyaset pazarında taksit taksit satarak gelişmiştir. Atatürkçü olmak suç sayılacak duruma duşürülmüştür. Devrim sözcuğü alerji yaratmaktadır. Milyonlarca masum vatandaşı sömürücü bir baskı altında tutacak örgütlere izin vermek için aşın sol denen bir akım körüklenmiştir. İnsanlar birbirine düşürülmüş, genç insanlar düşman muamelesi görmüştür. Yapma bir aşırı akımlar diyaloğu kurulmuştur. Şimdi kendi yarattığımız bu değirmenlere saldırıyoruz. Seçimlere gelince... İstenileni hiçbir zaman vermemişlerdir. Seçim sistemleri belirli hesaplara göre ayarlanmış, memleketin gerçek güçlerini.temsil etmekten uzak kalmışlardır. Hiçbir seçim devrimci ve Atatürkçü bir iktidar getirmemiştir Aksine, götürmüştür. Tutucu iktidarlar milli irade ve sandık türküleriyte Türkiye'nir, kaderine hâkim olmuşlardır." Anayasa Profesörü Sayın Tarık Zafer Tunaya, gazetemızde 30 ve 31 Mart 1971 günlerinde çıkan yazısında böyle diyordu. "İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa"... 8u bir kitaptır. Yıllar önce yayımlanan, ikinci baskısı bugünlerde çıkan bir değerli yapıt. Bir anayasa nasıl insan derisiyle kaplanır? Kaplanır! Gözyaştarıyla, terte, kanla, acıyla yaratılır gerçek anayasalar... Fransa'da, Amerika'da, Sovyetler'de, daha nice ülkede olduğu gibi... Bu yüzden de kolay kolay değiştirilmezler. Birileri çıkıp da 'Bu anayasa size lükstür. Bu anayasa ile memleket yönetilemez' diyemez. Çünkü o ülke halkı, o anayasayı kendisi yaratır Tepeden verilmez ona! Her tepeden verilen şey gibi geri alınır o zaman... Başka birileri gelir, başka birilerinin verdiği hakları, özgürlükleri, olanakları içeren anayasayı değiştirir, hem de o ülke halkının oylanyla!.. O oylar baskıyla, korkuyla, şuyla buyla alınmıştır, ama gerçeği şu ki alınmıştır... "Paris'in şirin müzelerinden birinde, Carnavale'de Fransız ihtilaline ilişkin eşyaları ve belgeleri seyrediyordum. Gözlerim salonun bir köşesine özenle yerleştirilmiş bir kitaba takıldı: '1791 Anayasası'. Fransanın ilk yazılı anayasası. Biraz daha dikkatle bakınca alt satırdaki şu müthiş cümle beni dondurdu: 'İnsan derisiyle kaplanmıştır'. Bu küçücük, rengi sararmış kitap karşısında hürriyet savaşlannın derinliğıni, uzunluğunu, özgürlük denilen şeyin bedava olmadığını insan sanki bir kere daha anlıyor. Sanki her anayasa insan derisiyle kaplı..." Tarık Zafer Tunaya 61 Anayasası'nın yapıcılarındandır. Kurucu Meclis üyesiydi, anayasa attkurulunda anayasa çalışmalarvna katılmıştı. Türk ulusuna 'en iyi' anayasayı yapmak onurunu duyan sayılı aydınlardan biriydi. 1964'te anayasaya karşı suçlayıcı görüşler ileri sürülünce ona ilk karşı çıkanlardandı. 3 Mart 1964'te şöyle diyordu: "Az gelişmiş memleket, sosyal yapısını degiştirmekle ödevli bir memlekettir. Bu onun için bir yaşama davası, ölüm kalım sorunudur... Bu reform devletçi bir kalkınma ile gerçekleşebilir. İktisadi liberalizm ile az gelişmiş bir memleketin kalkındığı görülmemiştir. Şu halde, Türkiye'nin siyasi hayatında iktidarların rolü sırf siyasi olmakla kalmayacaktır. İktisadi ve sosyal yönleri olacaktır". Tunaya bugün bile yaşamsal bir önem taşıyan bu soruna değiniyor: "Türkiye'de değişmesi gereken, değişmelere direnen bir düzenle, varılması gereken bir düzen ya da düzey vardır." Tam yirmi dört yıl olmuş Tunaya bu yazıyı yayımlayalı! Değişen nedir, hiç! O günkü anlayışiar, tutumlar, görüşler, çağdaşlaşmaya, uygarlaşmaya, düzeni daha iyi, daha olumlu bir yapıya kavuşturmaya direnenler bugün o günkünden kat kat güçiüdürler. Tunaya 'varılması gereken düzeni şöyle anlatmıs: "Varılması gerekli düzen demokratik Batı medeniyeti düzenidir. Türk devriminin ulaşmak istediği düzey... Bu düzey, feodal kalıntılardan arınmış, 'Şark kafası' ile savaşmak pahasına kurulmak ve varılmak istenen 'müşterek medeniyet seviyesi'dir." Tunaya, 61 Anayasası'nın 'ferdi hürriyetler ve sosyal haklar reiimi bakımlarından zengin' bir anayasa olduğunu söylüyordu. Her türlü özgürlükler ve haklar orada yaşama geçirilmek üzere yer almıştı. Ama olmadı. Tutucu, gerici güçler işbirliği yaptılar, kısa surede halkımızın elinden çekip aldılar o güze) anayasayı... Senin için lükstür, sana bu haklar, özgürlükler yasak" diyerek... Korktular o anayasadan, nedenini Tunaya'nın şu satırlarında bulabiliriz: "61 Anayasası'nda, Türkiye'yi geri götürme, toplumu karanlıklara ve sefalete sokma hürriyetleri diye bir şey yoktu da ondan." • Tarık Zafer Tunaya'nın "İnsan Derisiyle Kaplı Anayasası (Arba Yayınları)nın ilk basımı için de bu sütunda bir yazı yazmıştım. O günden bu yana tam on yıl geçti. Bu yazıların çoğunun yayımlamış tarihi on beş, yirmi, yirmi beş yıl önceye dayanıyor. Oysa değişen bir şey yok. Olumluya, halk yararına, gerçek demokrasiye doğru bir gelişme yok, bir anlayış, bir kavrayış yok... 61 Anayasası'nın çizgisinden çok, ama çok uzaklara düştüğümüz acı bir gerçek... İnsan haklarının koruyucusu büyük insan 1980'den bu yana Türkiye'de yeterli sermaye birikimi oluşamadı; yeterli yabancı sermaye girmedi. Tersine, Türkiye'den sermaye kaçıyor; dışarıya "kaynak transfer ediliyor" "Hayali ihraca bir yöntemdir; bu yasadışı trafikte ülkeye girer gibi görünen döviz tekrar dışarıya çıkmaktadır. 40 milyar doları aşan dış borcun faizi ulusal gelirden dışarıya kaynak aktarmaktan başka bir şey değildir. Türkiye, borçlannı ödemek için yeniden dış borçlanmaya girdikçe, dış ödeme dengesi düzelmeyecek ve dışarıya "kaynak transfer edecek'\\r. Cehennemi bir sarmala dolanmış bulunuyoruz: Belli bir kalkınma hızını korumak için enflasyona gerek görülüyor; içerdeki enflasyonun dışa dönük yüzü sürekli devalüasyon u pompalıyor; ihracatı arttırarak döviz dengesinı kurtarmak için de devalüasyon şart sayılıyor; her şeye karşın dış ödeme dengesi sağlanamadıkça borç yükü artıyor; borç yükü arttıkça faizleri büyüyor; faizler büyüdükçe dışarıya kaynak ihraç ediyoruz. İşte, şimdi bu cehennemi sarmalın sonuna doğru yaklaşmaktayız Bakalım, denizıfı bittiği yerde, bağlı bulunduğumuz büyük patron bizim işbirlikçilere ne buyuracak, nasıl bir yeni yol yordam gösterecek? Devlet eli uzansm Kızılırmak yatağı boyunca iki taraflı kıymetli arazilerimiz TRAKY\ CAM SANAYİİ AŞ'DEN TASARRUF SAHtPLERÎNE DUYURUDUR Şirketimizce azami brüt % 73.75 oranı üzerinden iskonto edilmek suretiyle ihraç edilecek A tipi 360 gün vadeli 1. tertip 2. seri 2.500.000.000. TL tutanndaki fınansman bonolan 26.8.1988 tarihinden itibaren 21 gün süre ile satışa aracılık eden, Camiş Menkul Değerler AŞ tarafından aşağıda belirtilen adresinde satışa sunulacaktır. Bu fınansman bonolannın halka arza, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 2499 sayılı kanun ve 86/11130 sayılı Bakanlar Kurulu Karan'na dayanılarak çıkarılan seri III. No. 4 sayılı tebliğ uyannca verilen 24.6.1988 tarih ve F.B.8/T1 sayılı izne dayanmaktadır. Ancak, bu izin, finansman bonolanmızın ve ortaklığımızın kurul ya da kamuca tekeffülü anlamına gelmez. 1. Ortaklığın ödenmiş sermayesi: 28.500.000.000.TL. 2. İzahnamenin tescil tarihi ve yayınlandığı T.Ticaret Sicili Gazetesi'nin tarih ve numarası: 30.6.19882051 Tadil; 23 Ağustos 19882086 3. a) Finansman bonolannın vade tarihi: 20.8.1989 TUTAR (TL) 1.000.000.000 1.000.000.000 500.000.000 1250 2.500.000.000 4. Finansman bonolannın ödenmesini garanti eden banka: Yoktur. 5. Satış süresinin birinci günündeki net oran üzerinden iskonto edilmiş satış Fıyatı: 1.000.000. TL'hk kupür 602.119. TL 5.000.000. TL'hk kupür 3.010.597. TL 10.000.000. TL'hk kupür 6.021.195. TL 6. Satışın yapılacağı yer: Camiş Menkul Değerler AŞ Barbaros Bulvan No. 125 Camhan, BalmumcuBeşiktaş/İSTANBUL SICAK BİR SESTEN ÇAĞDAŞ BİR YORUM. DİNLEMEK İSTER MİSİNİZ ? KUPÜR DEĞERİ (TL) 1.000.000 5.000.000 10.000.000 Ali Çeleb, Hakkı Anh Bedio Guleryuz Abidin Dino Cihat Burak Selim Turon 15 Ağustos 9 Eylül 1988 Adnan Vannca Şükriye Dîkmen Nejot Devrim Neşet Gunal Cumar»», Pazor hafi< 11.** 1«.~ Ömer Ulırç Kuyulubostan Sok 44/2 Nısontosı Erol Akyovaş Tel U7 08 99 147 97 56 Î E M SANAT GALERİSİ Sergi İŞÇİLERİN, EMEKÇİLERİN SESİ İŞÇİ W, PÜN YASI 1 EYLÜL'DE Cumhuriyet Kitap Kulübü Gülhane Şenliği'nde KitapKulubu ZJ Ağustos 1988 Cumartesi Saat:16.0020.00 ÇIKIYOR DUZELTME tLERt YURTSEVER DEVRİMCİ DEMOKRAT KAMUOYUNA ÇAĞRI başhğıyla 25.8.1988 tarihinde çıkan ilanımızda 26.9.1988'de düzenleneceğini bildirdiğimiz toplantı 26.8.1988 tarihinde olacaktır. MEDYA GÜNEŞİ DERGİSİ Yer: Sıraseiviler Cad. BİLSAK Toplantı Salonn, Saat: 12.00 AÜ SİRMEN MUSTAFA EKMEKÇİ Cumhuriyel ADET 1000 200 50 Değerli Sanatçı Cumhuriyet Kitap Kulübü Gülhane Şenliği'nde UMRAN UZMAN'ı kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz. Ailesine ve Devlet Tiyatrosu Topluluğuna başsağlığı dileriz. *'<ap Kulubü İMZA GÜNÜ 28 Aiustos 1988 Pazar saat: 16.0020.00 Devlet Tiyatroları Operası ve Balesi Vakfı (TOBAV) Hoşgeldin dünyamıza Hoşgeldin HÜSEYİN ÖZKAN AZİZ NESİN İngiltere'de AUPAİR organizasyonu Tel: 362 39 59 362 40 % 1727 yaşlarında bayanlar lngiltere'de çocuğa bak, İngilizce öğren. 1158 53 42 • 4213 68 67 Emekli Astsb. ve askeri kimlik kartımı kaybettim. Hükümsüzdur. RAHÎLEŞAHİN ÖZKÖK OZGUN MUZIGI USTASINDAN DİNLEYİN V ' SIDIKA CAN9! vefatının 3. yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz. EŞİ VE OĞULLARI ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİYİ ÇİZMEK Tüm plak ve kasetçilerde Yönetmen: Sezer Baâcan MAJÖR PLAKÇILIK istTei 512 58 32 İSTEDİĞİNİZ TjİM DUYGULAR BİRARADA IMÇ * tkMNo ** W SI)NU ALPARSLAN ÇETİNEL Türkiye'de İNSAN HAKLARI ve İNFAZ UYGULAMALARI KONUŞMACILAR Em.Cum.Sav. İsmet Kemal KARADAYI Av. Turgut KAZAN Dr. Erdal ATABEK Av. Hasan GİRİT Yöneten: Av. Kemal KELEŞOĞLU Düzenleyen : İNSAN HAKLARI DERNEĞİ İstanbul Şubesi Yer : Tabip Odası Gün : 27.8.1988 Saat : 14.0017.00
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle