Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 TEMMUZ 1988 CUMHURİYET/13 Erotik glasnost öyküsü Siyasi gözlemcilerin çoğunun bu Repubblica Gazetesi'nin hafta sonu konudaki goruşleri Scalfari'den ilavesinde, 6 şayfalık resimli bir röportaj pek farklı değildi. Berlinguer'in yayımlandı. İlk iki sayfayı kaplayan büyük kişiliği ve karizması Occhetto'da yoksa yaşadığımız reklam ve imaj bir fotoğrafta da, yeşillikler arasmdaki bir çağında olmayan karizmalar da bahçede, bir adam elinde piposu, karısının böyle yaratılıyordu. Achille Occdudaklarına ateşli bir öpücük konduruyordu. hetto, 1 milyon kopya basan öpuBu adam, İtalyan Komünist Partisi'nin çiçeği cukleriyle kendisine genç, yenilikvermeye çalıburnunda genel sekreteri, Achille Occhetto idi. lere açık lideı imajı yıllarda gideşıyor; özellikle son Roma'dan Stockholm'den Kent örü ği örümceği "A bseiling'' StockhoJm 'de çok yaygm olmayan, ama her geçen gün biraz daha taraftar toptayan yeni bir uğraşı, bir çeşit spor. Kimi özelliklehyle dağalığa, kimi özellikleriyle de paraşütle atlamaya benziyor. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Evden çıkıyorum: Hava kapalı. Kımıltısız, nemli, sessizbir tatil sabahı. Bulutlar gümüşsü pırıltılarla yağmurun yaklaşmakta olduğunu haber vermekte. Şaşırtıcı sıcaktar artık gerilerde kaldı. Tipik Isveç yazı geldi, yerleşti yine: Grilik, esinti, yağmur, ıslak sokaklar, biraz güneş, sonra yine grilik, yine yağmur. Zaman esnek. Ne yapmalı böyle bir tatil gününde? Cafe Gateaux'ya gidip bir capuccino mu yuvarlamalı? Skeppsholmen adacığına gidip, piknik yapanlarla birlikte çimlerin üstüne serilerek, bir yandan gazetelere göz gezdirir. ken, bir yandan takımadalara doğru açılan vapurlan mı seyretmeli? Kral Carl Gustaf'm mülkiyeti altındaki Djurgarden adasının çevresinde sandal sefasına mı çıkmalı yoksa? Hayır, hiçbiri yeterince tehlikeli değil bunlann. Ne tehlikeli ne heyecanlı. Bunu, evin kapısını açtığımda, karşı kaldınmda birtakım naylon urganlan kenardaki demir çite takmaya çalışırken görduğüm iki gençle konuşunca anlayacağım. Evet, böyle bir gunde en iyisi, heyecanlı bir şekilde ölümle oynamak. Bizim evin bulunduğu yere doğru hafıfçe yükselen sokağın bir yüzu, bir teras şeklinde, aşağılardaki kanala ve onun kıyısındaki demiryoluna bakıyor. Stockholm'ü kuzey Isveç'e bağlayan demiryolu bu. Sokağın demir çitli olan tarafı, demiry'olunun altından geçen yaya ve bisiklet yoluna dimdik, 25 m. yüksekliğinde bir duvar halinde iniyor. Duvann dibinde küçuk bir çimenlik var. İşte bu mahal, "abseiling" yapmak isteyenler için kentteki en elverişli yerlerden biri. Bunu da sonradan öğreniyomm. Yanlanna yaklaşırken, gençlerden biri demir çitin kalın üst parmaklığına iri bir çelik kanca takıyor, kancanın bağlı olduğu naylon urganı belindeki kalın kemerden geçirerek, son "abseiling" hazırlıklarını yapıyordu. öteki ise kalın, metal altlî botlannı giymekle meşguldü. Sonra, bir süre irtifa tartışması yaptılar. 20m.'lik bir urgamn yeteceğine karar verdikten sonra da, çitin öteki yanına geçip urganlan bellerine, kancayı demire takarak, kaşla göz arasında kendilerini aşağı attılar. İki saniye kadar sonra ikisi de yerde, çimenlerin üstündeydi. "Abseiling", yani iple kayma eylemi böylece tamamlanmış oluyordu. Gelip eşyalannı topladılar. "Burası fazla beyecanlı değil" dediler, "gidip Vâsterbron köpriisünden atlayacağu şimdi. 40 m. oradaki yukseklik. Parasütle atlamak gibi bir duygu oluyor." "Abseiling", Stockholm'de çok yaygın olmayan, ama her geçen gün biraz daha taraftar toplayan yeni bir uğraşı, bir çeşit spor. Kimi özellikleriyle dağcılığa, kimi özellikleriyle de paraşütle atlamaya benziyor. Dağcılar gibi urgan ve kemer kullanan "abseiling"çiler, kentin dik duvarlarını ve köprülerini, tırmanmak için değil, sadece atlamak için kullanıyorlar. Bu aşağı uçuşu paraşütçulerden ayıran tek şey, urganın varlığı. Atlayışlarda hız limiti, yaklaşık saniyede 15 m. Urgana karşın "abseiling"de tehlike payı oldukça büyük. Yüksek irtifalara girmeden önce bir süre iki elle urgan tutuş tekniğini geliştirmek gerekiyor. Tehlikesi olan, ama kolay önlenebilen bir kent sporu "abseling". Uygulayıcıları, şimdilik 4050 m.'lik irtifalarla yetiniyorlar, ama hedefleri, ustalaştıkça yüksek binalann, kilise kulelerinden aşağı salınarak "uçmak". Gençler, "Bunun için polisten izin almak lazım. Pek uğraşmak i s t e m i y o r u z " diye yakınıyorlar. NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Achille Occhetto ileri gelen İtalyan siyaset liderleri arasma girdiği günden beri bomba ardına bomba patlatıyor. İtalyan Komünist Partisi'nin çiçeği burnunda yeni genel sekreteri, ilk bombayı "Repubblica" gazetesinin hafta sonu ilavesine verdifi resimli bir röportajda patlattı. Derginin 6 sayfasını kaplayan resimli röportajda, Occhetto uçüncii karısı Aırreiiana Alberici'yi yeşillikler arasındaki hafta sonu evlerinin bahçesinde dudaklanndan ateşli opücuklere boğuyordu. "Achille'in öpücükleri" başlığını taşıyan roportajın ilk iki sayfasını baştan sona kaplayan ilk resimde Achille Occhetto bir elinde piposunu tutuyor, bir yandan tutkuyla kansını öpüyor ve spor havadaki yeşil kadife pantolunu ile gerçek bir erotik glasnostun habçrciliğini yapıyordu. Öpücükleriyle birlikte, her say fada sergilediği değişik spor giysileriyle Julio Iglesias gibi ünlü şarkıcılann kadın mecmualanna verdiği röportajlar havasında bir röportajla okurların karşısına çıkan 52 yaşındaki Achille Occhetto, en hafif deyişle komunistleri hayrete düşürdü. Gramsci, Togliatti, Longo, Beıiinguer ve Natta gibi Occhetto'dan önce gelen liderlerin ağırbaşlı tarzlarına alışmış olan komünistler "Repubblica"nın okuyucu mektuplan sayfasına mektup üzerine mektup yağdırdılar. "Ah", diye yakınıyordu bazı okurlar, "Berlinguer sağ olsaydı kimbilir ne derdi?". Bu konuda bir yorum yapmaktan kendisini alıkoyamayan gazetenin Genel Yayın Müdürü Eugenio Scalfari ise görüşünü Occhetto'nun "Yeni bir rolii vurgulamak, yeni bir siyasi sratejiyi, yeni bir mesajı iletmek ve neticede bu siyasi amaca ulaşmak için komünist liderin mahremiyetinden yararlandıgım" söyleyerek açıkhyordu. rek partiden kopan gençliğin ilgisini çekmek istiyordu. Partinin ideolojik dergisi "Rinascila"nın yayımlad\ğı bir araştırmanın bulgularına göre, 1987'de yapılan son seçimlerde 1824 yaş arasmdaki gençlerin sadece yüzde 18'inin oyunu alabilen Komünist Partisi, 1976'dan bu yana genç seçmenlerinin yarısını yitirmiş durumda. Oysa İtalyan sosyalistleri için tam tersine bir eğilim söz konusu. 1979'da gençlerin yalnız yuzde 6'sının oyunu alan sosyalistler, 1987'de bu payı yüzde 20'ye cıkartmış bulunuyor. Beş yıllık her secim döneminin sonunda 2 milyon yetişkin seçmenin öldüğü ve 2 milyon gencin oy verenler arasına katıldığı düşünulecek olursa, Occhetto'nun gençlerin gönliinü çelmek için sarf ettiği gayretin nedenleri anlaşılıyor. Achille Occhetto her ne pahasına olursa olsun kendisine geçnüşin tabulannı yıkan lider görünümü vermeye çalışıyor. Occhetto'nun gecmişin tabulannı yıkmak için gösterdiği çaba, yalnız kansını kamuoyu önunde sevgi ve tutku öpücüklerine boğmakla sınırlı kalmadı. Occhetto, geçen hafta genel sekreter olarak yaptığı ilk konuşmalarından birinde, İtalyan komünistlerinin idollerinden Palmiro Toglialti'yi şiddetle eleştirerek, Gramsci'nin ardından genel sekreterliğı devralan b u l i d e r i , "Stalin'in suç ortağı" olmakla suçladı. Ünlü öpücüklerir.in ardından ikinci bombayı da böyle patlatan Occhetto, şimdiye dek dokunulmaz görülen bir diğer tabuyu da böyle yıkmış oldu. Oysa bundan birkaç ay önce sosyalistler Roma'da "Togliatti mitosu"nu tartışmak üzere bir kongre örgütlediklerinde, o zamanki Genel Sekreter Alessandro Natta, hop oturup hop kalkmış; bunu Togliatti'ye karşı girişilen büyük bir saygısızlık ve hakaret olarak nitelendirmişti. Bu nedenle, şinidi putlara karşı savaş açan Occhetto'yu ilk alkışlayanlar sosyalistler oldu. Sosyalist Parti Genel SekreteT Yardımcısı Claudio Martelli, derhal Occhetto'nun teşhisinin "Bir polemige son verdiğini ve İtalyan solu içinde yeni bir degerlendirme süreci açtığını" söyledi. Occhetto'nun bu konuda yaptığı degerlendirme, direniş yıllannda Mos kova'da Stalin'in yardımcılarından biri olarak bulunan Togliatti'nin "Stalinizmin baş sorumlulanndan biri olduğu" şeklindeydi. Occhetto "Bu donemin işçi hareketi içinde aydınlığa kavuşmamış pek çok karanhk noktası olan bir dönem oldugunu"da sözlerine ekledi. Öte yandan "Tarihin siyahbeyaz degil, çeşitli renk nuanslanndan" oluştuğunu söyleyerek sozlerini yumuşatmaya çalışan Occhetto, her şeye rağmen bundan böyle "Togliatti gecmişe mal olmuş bir liderdir" dedi ve sözlerine "Bugiin artık yeni ve farklı bir komünist partisi inşa elmeliyiz" diyerek son verdi. Bu yeni partinin temel çizgisinin ne olacağı henüz belli değilse de, bir ay önce genel sekreterliğe BÖYLE BİR YUPP1C İDİ Gayle Jordan bu değildi elbette Ama böyle biriygelen Achille Occhetto, yeni imaj dı Ellerinde telefon ahizelenyle, bınlerce yuppıeden biri ve program çahşmaları için hemen etrafına henüz 40'larında olan bir gençler grubu topladı. Her şeyi merkez komitesinden yurüten bir parti için bu bile bir devrim sayılıyor. 1989 Haziran'mda yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, ttalyan solunun liderliğini sosyalistlere kaptırmamak ve gene aynı ytlın ilk aylarında yapılacak olan parti kongresinde komünistlerin yeniden doğuşunu müjdelemek isteyen Occhetto, şimdiden zamanla yarışa çıkıyor. BrükseVden acı ölümü EDİP ÖYMEN Yupptânin Londra 'dan Kaplan Mıırat kafese girdi Arnavutîtalyan kırması 26 yaşındaki yakışıklı kent haydudu Kaplan Muraî, ihüyatı elden bırakıp efsanevi sevgili Christelle ile lunaparkta sarmaş dolaş gezip öpüşünce fotoğrafları çekildi. Kaplan, bu vurdumduymazhğın sonunda kafese girdi. Lüks otomobil sahipleri, potansiyel mülkiyet hırsızı yakalanınca bir aperaüf daha aldılar. HAPt ULUENGİN BRÜKSEL Perşembe öğlen, Kaplan Murat'ı yakaladılar. Anderlecht'in bitirim haydutu yine kodese düştü. Bulvar kahvelerinde hafif aperitiflerin içildiğı saatte, akşam gazeteleri, "Kaplan Kafeste" manşetiyle yayımlandılar. Kuçük burjuvalar, iri puntolara bakıp huzura kavuştular. Porsche'lerinin, BMW'lerinin, GT1 Goirierinin gaspedilme şansının azalmasından ötürü rahat nefes aldılar. Mülkiyetlerinin potansiyel hırsızından kurtulınanın sevinciyle ikinci aperitifı ısmarladılar. Polislerinin başansından dolayı şişindiler. lyi havadisi televizyon haberlerinde de duyabilmek için, içleri sızlayarak, ikinci aperitiflerini yanda bıraktılar. Hemen, mülkiyetine sahip oldukları evlerine döndüler. Sokağı'na saptı. Kaldırımın üzerinden gitti. Körebe oynayan Fash çocukları eznıemek için yavaşladı. Değirmen Sokağı'nm köşesinde baraj kuran polis arabasına bindirdi. Kapıyı açıp, Botanik Meydanı'na doğru yaya kaçtı. Eğer metronun girişine ulaşabilseydi, kalabalığın arasına karışabilecekti. Fakat jandarmanın Alphonse Sokağı'ndan da geldiğini görünce, nâcar, direnmeden teslim oldu. Vâkur ve biraz da azametmahalle panayınnda endam gösterdiği rivayeti dolaşıyordu. Soylentiye göre, cumartesi kalabalığında, fütursuzca ve hakkmdaki vur emrine meydan okuyarak, Christelle ile çarpışan otolara binivor, nişangâh taliminde tufek atışı yapıyor, hedeti yakalayamayınca külhanbey agzıyla sevimli küfürler ediyoı ve atlıkarıncanın orda, sevgilisine sarılarak Christelle'yi şehvetle öpüyordu. Sonra da şen şakrak, hayattan, aşktan ve gençbkten memnun, Arnavut arkadaşlarıyla birlikte kuytu köşesine donüyordu. Muzevirlerin gammazlamasıyla da polis Schaerbeek'teki ekip sayısmı arttırmış, hem Kaplan'ın, hem de Christelle'nin fotoğraflarını devriyelerine dağıtmıştı. Kaplan, çemberin daraldıgını görmezden geldi ve perşembe günü, bu vurdum duymazlığının kurbanı oldu. Şimdi yirmi altı yaşında olan Kaplan Murat, Arnavut baba, ttalyan anneden doğdu. Yidis lehçesiyle Fransızca konuşan Yahudi terzilerin, hizmetçiliğe giden tspanyol kadınlarla, tezgâhlarda hurma satan Arap bakkalların, cuma akşamları kötü birayla sarhoş olan Belçikalı işçilerin, küçük bitirimlerin, küçuk lumpların, küçük külhanbeylerin ortak yaşadığı aşağı Anderlecht sokaklarında büyüdü. Okuldan kaçtı. Metro ağızlarında ve sinema çıkışlarında dolandı. On üç yaşında, eve bisikletle geldi. "Yolda buldum" dedi. On tane daha bisiklet buldu. Sonra motorsiklet, sonra otomo di. Üstünden rövolver çıkmadı. Tedbirsizlik etti. Schaerbeek'te volta atmarun âlemi yoktu. Kibar mahallelerden otomobil seçerken, polisin kendisinin Porsche ve BMW'lere olan zaafını bildiğini hesaplayarak, bu defa nefsini köreltip Turbo Renault ile yetinmtş olması akıllıca bir hareketti. Ama yine de ihtiyatı elden bıraktı. ÇünArnavutîtalyan kırması gang kü emniyet uzun zamandan beri, ster, Schaerbeek sokaklarındaki muhbirleri vasıtasıyla, Schaerbedeli kovalamacadan sonra ele geç ek'teki Arnavut semtinde gizlenti. Jandarma devriyesinin kendi diğinin istihbaratıru almıştı. Hatta sini takip ettiğini anlayınca, Tur ortalıkta, geceleri efsanevi sevgibo Renault 21'iyle, Haecht Şose lisi Christelle Van Goethem ile birsi'nden, ters istikametteki Bostan likte, Colignon Meydanı'ndaki li, "Tamam, ben Kaplan'ım" de LONDRA Gayle Jordan, 20. yaşgunünden bir hafta sonra intihar etti. Gençti ve güzel sayılacak bir kadındı. Bir bankerlik şirketinde iyi bir işi vardı. Üstelik "yuppie" idi. Yani, "geteceği parlak, yükselen yeni kuşaktan"dı. bil buldu. Küçük bitirimlerin, kü Komiserden Johny Van Hoeke"yi Gayle'in yaşam alanı, Londra'çük lumpların, kuçük külhanbey yaraladı. Sırra kadem bastı. Aşa nın "City" denen. bir kilometre lerin çetebaşısı oldu. Islahevine ğı Anderlechtli kızlar, Schaerbe kare içine sıkışmış banka, sigorgirdi. Kaçtı. Afilliydi ve iki dirhem ekli Arnavutlar, küçük lumplar, ta, malı ve bankerlik danışma şirbir çekirdek giyindi. Kumral saç bol bahşişe mütemayil garsonlar. ketlerinin üst üste yığıldığı iş merlarıru briyantinle taradı. Ander gizliden bayram ettiler. Porche, keziydi. Yaşma ve tecrübesine hiç lecht'in bütun guzel kızlarına goz BMW ve GTI Golf sahipleri deh de uygun olmayan dolgun bir makoydu. Mahallede adı, "Yakışıklı şete kapıldılar. Matbuat, Kaplan'ı aşla başlamıştı işe. Şirketı ona bir Kaplan"a çıktı. Kızlar çekici, oto işlemediği cürümlerle suçladı. de parlak Porsche vermiş, hatta mobiller cazibeli, lâkin aşağı An Kaplan, scopp peşinde koşan ga banka kredisiyle ev sahibi bile derlecht hep aşağı Anderlecht'ti. zetecilere gizli mülakallar verdi. yapmıştı. Kendisini seven bir de Yakışıklı Kaplan, Anderlecht1 tddiaları reddetti. Yalnız zengin erkek arkadaşı vardı. "Thatcher1in bütün kızlarını, Porsche'lerde, lerden çaldığını söyledi. Polis, ın kızlan"ndandı Gayle. Hırslı. BMW'lerde, GT1 Golfterde gez âcizliğinden kuplere bindi. Kaplan Hıziı. dirdi. Yukarı semtlerin dansing ve Murat'ı, "asayiş düşmanı bir nuNe oldu da hayattan vazgeçilokantalarında, yukarı semtlerin maralı anarşist" ilân etti. verdi? İki yıldır aynı bankerlik şirportföylerinde, kasalannda, çanPerşembe günu, bulvar kahve ketinde çalışıyordu. Başlangıçta talannda "bulunmuş şeylerden" lerinde hafif aperitiflerin içildiği her şey toz pembeydi. Ta ki geharcadı. Dansing kapıcılarına ve saatte, akşam gazetelir, "Kaplan çen yılki Kara Perşembe'ye kadar. lokanta garsonlarına bol bahşiş Kafeste" manşetiyle yayımladıBirkaç yıldır hisse senetlerinde ler bıraktı. Aşağı Anderlechtli kız lar. Küçük burjuvalar, iri puntolara, yukarı semtlerin mağazala lara bakıp rahat nefes aldılar. değerler sürekli artıyor, bankerrından alınmış ciciler biciler hedi Mülkiyetlerinin potansiyel hırsı ler, bankalar, şirketler, artıp duye etti. Cezaevine girdi. Kaçtı. Bü zından kurtulmanın sevinciyle ran iş hacmi ile başedebilmek için yuk mağazalardan birinde kasiyer ikinci aperitifi ısmarladılar. Tele sürekli genç ve hırsh üniversite Christelle Van Goethen'e rastladı. vizyon haberlerine yetişmek için, mezunlarını yüksek ücretlerle kaPolis teleksinin, bitirim Arnavut1 içleri sızlayarak, ikinci aperitifle pıyorlardı. Ta ki Kara Parşembe'ye kadar: Hisse senetlerinin fena un eşkalini bütün karakollara ilet rini yanda bıraktılar. düştüğü güne... tiği sabah, Kaplan Christelle'nin, Aşağı Anderlecht kahvelerinde Christelle Kaplan'ın kokusunda ne olduğunu bilmiyorum. Aşağı Reklamlardaki iş kadmları genç uyandı. Christelle kahve yaptı ve Anderlecht kızlannın ne düşündüve alımlıydı. Hep uzun bacaklı, Kaplan köşedeki fırından ayçöre ğünu de bilmiyorum. Müzevir deği aldı. Aşağı varoşlann kızı, afılli ğilim ve Chrictelle'nin saklandığı biraz kısa etekli, erkeklere göz sügangsterin kaçamaklarına göz yeri hiç söylemeyeceğim. Meslek zen, ama guç mali kararlan şıp diyumdu. Paylaşmasım bildi ve aş sırnm var. Kaplan'ın kafesi par ye alıveren Amazonlardı. Gayle de onlardandı. Sırtı yere gelecek kına ihanet etmedi. çalanmasını ve kendisini Colignon değildi elbet. Kaplan yine kodese girdi. Kaç Meydanı'ndaki panayırda şehvetGelmeyecekti de bu işin sonu tı. 14 Ekim 1987'de, cürüm tatbi le Opmesini bekliyor. Bir de, atlı nereye varacaktı? Gayle, henüz 20 katı bahanesiyle, hâkimi ve poli kanncanın önunde memesini sık yaşında her şeye sahip olmuştu. si, Gonca Sokağı'ndaki eviııe gö masını istiyor. Bunu biliyorum. Evi, arabası, işi, sevgilisi vardı. türdü. Christelle'nin merdiven al Kaplan'a zulalı haber gönderdi. Buradan nereye gidecekti? tına zulaladığı tabancayı buldu. Meslek sırnm var. Bunları pek düşünmemeye ça lışarak sabahları 6.30'da işinin başında olmayı, işten en erken 19'da çıkmayı sürdürdü. Erkek arkadaşına o kadar vakit de ayıramıyordu doğrusu artık. tş çevrelerini saran genel karamsarlık onu da etkiliyordu. Daha çok çalışması lazımdı. "Bugüne kadarki çabalannıza teşekkür eder, sizi kovanz" yazıh kibar, soğuk mektupçuktan almaması gerekiyordu. Öte yandan da bu çarkın neresinde olduğunu düşünmeye başlamıştı. "Benim işimi maymun olsa yapar" demişti babasına. İş yoğunluğu, özel hayatını sarmıştı. "City" insanı gençken alır, kullanır, posasını çıkartır ve ikiuç yıl içinde atardı. İnsanların ayakları ancak o zaman suya ererdi. Kendini attırmamak için Darwin okumak gerekiyordu Thatcher'ın dünyasında. Gayle depresyona girdi. Birkaç kere kendini oldürmeye kalktı. Ama bu, daha çok sorunlanna dikkat çekmek içindi. Bileklerini kesip sokağa fırladı, yardım istedi. Olmadı. İçkiyle ilaç içti, yine olmadı. Teyzesi, doğumgünü için taşraya yanma çağırdı. Orada iyi hissetti kendini. Borsa yoktu. Gözleri yoran, yeşil ışıklar saçan monitörlerden doların yenin durumunu izlemek, telefonlara koşup Cenevre'deki hisseyi Rio'dakine satmak yoktu. Londra'ya döndü ve kendini astı. "Cit>"deki bunalım, gerilim, baskı ve stres konusunda şimdi büyuk bir saha araştırmasına başlanıyor. Özel bir sigorta kurumunun verilerine göre, "City"de işe devamsızlıktan yılda 100 milyon işgunü kayboluyormuş. İnsanlar bitip tükendiklerinden, mum gibi söndüklerinden, Thatcher devrimine ayak uyduramadıklanndan, çareyi işe gitmemekte buluyorlarmış. Çare ise? Şarköy'e de gidiyoruz, yandım aıııan... Bilbao'dan gelip Paris üstünden Airbus'la İstanbul'a uzanan bizler, üç yanı denizle çevrili bu kentte ne yazık ki mavimtrak sulara uzaktan bakmakla yetinemeyip ufak bir sahil kasabasına demir atmış yakınlanmmn mülküne, otobüs tarikiyle takılalım dedik. MINE G. SAULNIER Bilbao'dan dört nala gelip Paris üstünden Airbus'la İstanbul'a uzanan bizler, uç yanı denizle çevrili bu kentte ne yazık ki mavimtrak sulara uzaktan bakmakla yetinemeyip ufak bir sahil kasabasına demir atmış yakınlarımızın mülkune, otobus aracüığıyla takılalım dedik. Topkapı surlarına vardığımızda güneş, şıngırtılı ibriklerden koli basili içenlerin yerlere serptiği sulan hızla kurutmaya başlamış, hıyar satıcılarıuın kabuk randımanı önernli obeklere erişmişti. Çocuğun sınıf geçme armağanı lastik bot, annanenin( |) yuksek tansiyon ilaçları ve sonunda bir avuçluk mayoyu çevreleyecek bin on yüz iki havlu, don, tişort, palet, maske ve hava borusuyla olü bir manda hafifliğine kavuşan beş otuz parça bavulumuzu, kokoreççinin kedilere sunduğu bağırsak kahntılannın, limonata artıklarının, gunlük sebze ve meyve kabuklarının üstünden sürükleyerek sonunda Trakya Garajı'na girebildik. Amacımız normal insanların, normal kentlerde, normal yollardan, normal bir hızla uç saatte varabilecekleri deniz uzre şen Şarköy ilçesine gitmekti. Bitlis ve Adıyaman'a kalkan otobüslerin bolluğu her ne kadar Trakya Garajı'nda bulunduğumuz konusunda guvence veriyorsa da, burası Istanbul yarım saat içinde her şey olabilir korkusuyla, hizmet göturduğu turistik otobüs işletmelerinin damak tadında etsiz soğan lahmacunu satan turistik büfeden yanlış gelmediğimizi öğrendik. Zaten o sırada çevremizi saran kaytan bıyıklı turist rehberlerinin, bizi aynı anda Edirne, Tekirdağ, Malkara, Keşan, Gelibolu ve Çanakkele'ye götürmeye olan kararlılıklan da, yönümüzün doğruluğunu pekiştiriyordu. Annanenin sabah çıkmadan okuyup üflediği mefaülünfaüllü dizeler sayesinde, garajın obur ucunda olmayıp hemen bulunduğumuz koşede karşımıza çıkan Şarköy Turizm'in bürosuna, yağ tenekeleri, plastik ibrikler ve Trakya koylumüzün ayak tüketimine yönelik lastik çarık çuvallarının süslediği engelli manevra alanını alnımızın akıyla aşarak girdik. Şarköy'deki akrabalarımız, otobuse bindikten sonra anlaşılır bir hikmetle, kesinlikle on sıralarda oturmamızı tembihlemişlerdi. Otobusun (teorik olarak) kalkışına on dakika kalmasına rağmen, bizi tepeden tırnağa şöyle bir süzen bilet satıcısı, Mars gezegeninden geldiğimizi anlamış olacak ki, ön sıralarda yer vermekte hiç güçlük çıkarmadı. Hatta büronun namusunu korumak için önune dikilen dev bir adam, egzosundan dumanlar çıkararak kükreyen otobus caneılında yitip gideceğimizi düşünerek çantalarımızı bavulla j rımızı da yüklenip bize Şaıköy'e gidecek araca kadar eşlik etti. İçimizde yumuşak ve insanca duygular bırakarak, para da almadı. Kalkarmış gibi yapıp cazır cazır dönen, sonra genellikle bekleyen hap kutusu vardı. Tekirdağ'dan, doktordan geliyordu. Evliydi. çocukluydu, ama kocası hastahğını ciddiye almıyor, yoksul anacığı dantel işleyip satarak dohtur beylere dolaştırıyordu can kızını. Peki anlatıyor musun neye bunaldığını doktorlara, diye sorunca, "Benimki anlatılmaz," dedi ve sustu. Topkapı 'dan Ak kasketli muavin haykırdı ördeklere: llerle! Bir yaz günü çıktık Topkapı'dan vahzlerle. motor gürültülerinin arasında, bavullarımız uzerinde unutulmaz izler bırakacak yağ tenekelerinin arasına tıkıştırıhrken, sınav sorularının matematik bölümünü bitirip fasaryalarına yanıt veren çocuk sevinciyle, Şarköy'e varmış sayıyorduk kendimizi. Otobuse girip oturduk. Kalkış saati, kabul edilir ölçülerde geride kalmıştı. Önce limonatacı geldi, sonra simitçi ve galetacı. Sonunda şoför bile geldi. Ne var ki, önümuze Bitlis, Van ve Adıyaman otobüsleri birikmiş, motor döniiyor, ancak garajdan çıkamıyorduk. Limonatacı bir tur daha atabildi. Bu sayede ve çıkış kapısından geçtik. Otobüsümüz çok guzeldi. Önde oturduğumuz için sağlama yapıştırılmış edalı bir çift şaşı mavi göz çıkartmasını doyasıya süzebiliyor, fosforlu "AUah korusun, yazısını, "Beni öldiir ama s*v" dizesiyle alt alta okuyabiliyorduk. Yüreğim, müzik aletlerinin arabesk sesleri çıkartacağız diye çektikleri iniltilerle paramparça; "Bismillahirrahmanirrahim" tabelasını yelpazeleyen tam altı adet püskül saydım. Biz otobüsün iç dekorasyonunu gözden g^irirken Topkapı dolaylarını geçmiş, tstanbul'umuzu Avrupa'ya bağlayan anayola çıkmıştık. İki yanda Türkiye'nin tahıl ambarları, bereketli Trakya toprakları uzanıyor, tarla kenarlannda da öbek öbek "ördek" ellerinde sepet sepet yumurta, beyaz peynir tenekeleri ve hububat çuvallanyla bizını otobusü bekliyorlardı. Aslında bunlar bir yerden bir yere gitmek için başka olanağı bulunmayan normal insanlardı. Ancak yanımızdakı biletli yolculardan kendilerine "ördek" dendiğini öğrenmi^tik. Otobiisümiiz on dakikada bir durarak, insanustu bir çabayla bu "ördekleri" toplamaya koyulmuştu. Niçin ön sıralarda oturmak gerektiğini yavaş yavaş anlamaya başladık. "Ördek kapısı" arka kapıydı ve arka sıra aralarından başlıyordu insan etli otobus dolması. Tekirdağ'ı geçtikten sonra bizim hava koridoru da düştü. Soğan rayihalı, terli koltuk altlan başımızın ustünde Demokles'in kılıcı gibi sallanıyor, bu kadar az et yiyerek nasıl bu kadar et topladığı bilimsel bir sır oluşturan kalçalar tehlikeli bir biçimde koltuk içlerine doğru savruluyordu. Şoför çömezi, otuz yılda altın damlasından limon kokusuna dönüşen kolonya servisini, bayılma oranını düşürme amacıyla üç kat arttırıp hızlandırdı. Yolcular arasında müthiş bir dayanışma başlamışlı. Deniz anası kıhklı poşet sular elden ele geçirilerek anında ulaştırılıyordu on sıralara. Davudi sesli, solduvulu bir koylu kadın (iyi fikirler hep sağduyunun lekelinde olacak değil ya!); "Bu sıkışık ve sıcakla bir de sigara içmeyin," dedi. İşin garibi, herkes uydu sözune. Birisi: "Yer *erin hasla var", diye inleyince, narin yapılı güzel yüzlü bir köylü kızı oturttular bizim annanenin yanına Derdıni sorduk, "sinir" dedi boynunu buküp. Elinde binlerce liralık onlarca Çaylarımızın şirketten olduğu ihtiyaç molasında tuvalete hücum, daha önceki otobüslerin bıraktığı muharebe alanı görüntüsu karşısında bozgunla sonuçlandı. Hedefe isabet edemeyen atışlar ayak basacak yerlere teyet geçmiş, geri kalan boşluklara kanlı artıklar sergilenmişti. Bizden once geçenlere inkisar edildi, biz adam olmaOrtaya çıktıklan her yerde dikyız denildi, tuvaletlerle şekerlikler arasında iletişim kuran sinek or kati çekiyorlar elbette. Finlandidulannın denetiminde çaylar içil ya feribotlarının kalktığı limanın arka yanındaki granit duvarda, di. yeniden otobuse binildi. geçenlerde buyük tezahürat eşliBundan sonra ne o'abilirdi ki? ğinde gerçekleştirilen 10 kişilik Lastik patladı tabii. Tam Şarköy "abseiling" gösterisinden sonra kavşağında, yarım saatlik bir mo kendilerine yeni bir isim takıldr. la daha. Sinir hastası kız, anasıy "Kenl Önımcekleri." la inip gezindi azıcık. Beş yüz sözcukle sınırlı konuşma dilinde anlatamadığı derdi, dert olmuştu i*,iT.C. mize. Aslında hepimiz bili>orduk MERSİN ÂSLİYE gerçeği: Uyumsuz evlilik, parasızlık, aşılamaz töreler, ayıplar ve TİCARET "sık dişini, âlem ne der?" baskıMAHKEMESİ sında ezileıı kişilik. Annane biraz Esas No: 1988/197 para verdi dantel satan annesine. Mersin Cezaevi'nde tutuklu bol bol da oğüt. İç rahatlığımızı olarak bulunan Mersin Ticaret yeniden satın aldık... ve Sanayii Odası'nın 9315 numarasında kayıtlı olan Kemal Beş saat süren yolculuk. Şaroğlu, Selçuk Gören mahkemeköy'de noktalandı sonunda. Koylu mize verdiği, 23.5.1988 havale kız, bizi evine çay içmeye çağırdı. tarihli dilekçesi ile aciz haline Ama dostlarınıız. saatlerdir elledüştuğünu belirterek I.I.K.nın ri güneşe siper kahramanca da178. maddesi uyannca iflasını yanmış, bizi bekliyorlardı. talep eıtiğınden keyfiyet aynı madde uyannca ilan olunur. Havalı kornalı, dantel perdeli, Basın: 24874 mavili pembeli biı faytona bindık. Sevinçten ağlayarak. özleın dolu İETT kimlik kartımı kaybettim, koklaşmalarla. vurdu fayloncu geçersizdir. kırbacını, bir kavuşmayı yaşamaORHANGÜLMEZ ya yoneldik.