19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 HAZİRAN 1988 CUMHURİYET/7 Eritreli siyah kadınabîr buket çi Italya şimdi beklenmedik bir şekilde göçmen işçi ihraç eden değil, ithal eden bir ülkeye dönmekte olduğunu keşfediyor. 7O'lerin sonunda Üçüncü Dünya'dan buraya akmaya başlayan Magripliler, Çinliler, Filipinliler, Polonyalılar, tranlılar; Italyanlann, bir ımanlar ABD'de ve Kuzey Avrupa'da aramış oldukları "fırsatlar ülkesini" îtalya topraklarında arıyor. NtLGÜN CERRAHOGLU ROMA Önce şehir hatlan otobüsünde kucağında çocuğuyla oturan Eritreli bir siyah kadın, ayaktaki beyaz yolculann hakaretine uğradı. Arİcadan pazar yerinde işportada mallanıu satmaya calışan bir Faslı esnaf tarafından kovalandı. Derken Roma'da liseli öğrencileT arasmda yapılan bir anket, öğrencilerin yüzde 70'inin yabana düşmanlığı beslediklerini ortaya çıkarttı. Fransa'da Le Pen'in curnhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda sağladığı başannın ardından, ttalyan basmı ve televizyonu bu tip ırkçıhk öykülerine ve şimdiye dek ltalya'da pek fark edilmeyen göçmen işçi sorunlanna geniş yer vermeye başladı. Acaba ttalyanlar da komşu Latin kardeşleri gibi ırkçı rnıydı? Yoksa Le Pen olgusunun şaşırtıcı boyutları karşısında hemen bu konuya el atan ttalyan basını tek tük olaylardan hareketle yanhş bir genellemeye mi gidiyordu? Birdenbire gazetelerin birinci sayfalannda yer alan bu olaylar ve ortaya atılan bu sorular, İtalyanlan göçmen işçiler konusunda yavaş yavaş gercek bir iç hesaplaşmaya itiyor. ttalya şimdi beklenmedik bir şekilde artık göçmen işçi ihraç eden değil, göçmen işçi ithal eden bir ülkeye dönüşmekte olduğunu keşfediyor. 70'lerin sonunda Üçüncü Dünya'dan buraya akmaya başlayan Magripliler, Çinliler, Filipinliler, Polonyalılar, Iranlılar, Nijeryalılar, Senegalliler bundan böyle İtalyanlann bir zamanlar ABD'de ve Kuzey Avrupa'da aramış oldukları " E l Dorado" ve "fırsatlar ülkesi"ni, bu göçlerin sancılarını ç'ok iyi bilen bu topraklarda arıyorlar. Göçmen işçiler ordusunun oluşturduğu nüfus bugün ltalya'da 1.5 milyon kişiyi bulmuş durumda. Bergamo Üniversitesi'nden Profesör Rizzi'nin yaptığı bir çalışmanın ortaya koyduğu bulgulara göre, bu rakam 1995'te 7 milyon kişiyi bulacak. 1987'de gayrisafı iç hasılanın yüzde l'ini üreten göçmen işçilerin çoğu, sınırlan en açık Avrupa ulkelerinden biri olan İtalya'ya girdikten sonra kaçak olarak çalışıyorlar. 70'li yıllarıp sonlarında özellikle tarım, balıkçılık, demir çelik ve en alt kademelerdeki hizmet dallarında ortaya çıkan işgücü ihtiyacının itişiyle başlayan Italya'nın bu yeni "misafîr işçi" serüveni karşısında ilgililer bira; şaşkın durumda. Çalıştıkları dış ülkelerden "zengin" îtalya'ya dönen ttalyanlar da bu sorunun yükünü arttınyor. halyan işçilerine karaborsa emek piyasasında çok düşük fiyatlarda rekabet yaratan göçmen işçilerden en çok sendikalar rahatsız. CG1L Sendikası'mn sosyalist lideri Ottaviano del Turco, bu gelişmeleri çok tehlikeli buluyor ve "Fakirler arasındaki bu savaşın ırkçılığın tohumlannı atabilecegini" ileri sürüyor. Aslında artık 'zenginler kliibii'ne dahil olmasına rağmen, İtalya'nın kuzeyi ve güneyi arasında refah düzeyindeki muazzam farklılıklar, Del Turco'nun sözlerini pek haksız cıkartmryor. Ulusal duzeyde yüzde 10 dolaylarında seyreden işsizlik oranlanna rağmen, guneyin Napoli gibi bazı yörelerinde bu oran yüzde 4(fı bulabiliyor. Öyle ki Napoü'de her gece 300.000 kişinin ertesi gün ekmeklerinin nereden geleceğini bilmeden yatağa girdikleri söyleniyor. Halbuki göçmen işçi akımının ilk dalgası, Avrupa'nın Afriica'ya en yakın noktası olan Sicilya'dan başlıyor. Özellikle Magrip ulkelerinden gelenler Italyan topraklanna buradan ayak basıyorlar. Siyasi rnülteci olarak gelen Polonyalılar, daha ziyade başkent Roma'da toplanıyorlar. Italya'nın hizmetçi ih tiyaonı karşılayan Fılipinliler, Roma'nın yanı sıra Milano, Torino gibi tüm büyük kentlere yayılıyorlar. Ülkenin her tarafında mantar gibi biten Çin restoranlarında çalışmak için gelen Çinliler ise yalnız bu sektörde kalmakla yetinmiyor ve Italya'nın ulusal sanayilerinden olan dericilik endüstrisine kayıyorlar. Floransa'da kendi aralarında küçük bir çanta ve eldiven endüstrisi kuran Çinliler, çok düşük fıyatlanyla kentin bu tarihi sanayi dalında gerçek bir kriz yaratıyorlar. Giderek artan bu yabancı nüfustan ttalya'nın rahatsızlık duyduğu bir gerçek. Ancak Federal Almanya ve Fransa'nın aksine bu ülkede siyasi otoriteler, ırkçıhk canavannm başınm şimdiden ezilmesi için belli bir gayret gösteriyorlar. Örneğin Roma'nın Hıristiyan Demokrat Belediye Başkanı Signorello'nun, otobüste oturduğu yerden ayağa kalkmaya zorlanan siyah Eritreli kadından televizyonda bir buket çiçekle kamuoyu ön üde Roma kenti adına özür dilemesi bile bu kaygıyı gösteriyor. Aynca Radikaller, Yeşiller ve ülkenin ikinci büyük partisi komünistler, göçmen işçilere belli bir süre sonunda mahalli seçimlerde oy hakkı verilmesinden söz ediyorlar. Diğer ülkelerden kendi işçilerine göstermesini bekledikleri hoşgörü ve sahip çıkmayı, İtalyanlann yabancı işçilere ne dereceye kadar gösterebileceklerini zaman belirleyecek. Roma'dan BrükseVden i 'estetik' mağazalarda Şimdi lüks moda. Meta değerler geçer akçe, formlar ve hayat estetik. Toplumların değişkenlik arz eden genel estetik eğilimlerini, yine değişkenlik arz eden ideolojik değerler bütünü belirliyor. Seksenli yıllarda, hal ve oluş tarzında olduğu kadar, giyim ve kuşamda da, yeni yeni neo klasizmi yaşıyoruz. HADİ ULUENGİN BRÜKSEL Şimdi lüks moda. Meta değerler geçer akçe, formlar ve hayat estetik. Pantolonlara askı bağlanıyor ve kruvaze ceketler vatkalı. Papyon takıldığında "Friedmann" çizgili gömlekler çok âlâ. "Longines" saatler edinmek gerekiyor. Ütülü blucinler, hep iyi parlatılmış "Fiorshtim" makosenlere asorti gidiyorlar. "Cacherel"in yeni çıkardığı odütuvalet, tıraştan biraz sonra sürülünce daha güzel kokuyor. Erkekler pek yakışıklı ve pek dandiler. Kadınlar, olağanüstü cazibeli ve olağanüstü albenililer. Mevsimlik elbiselerde, ipekü döpiyesler şayanı tercih. Etekler kısa olduğu takdirde, iskarpinlerin az topuklu olması lazım. Her halukârda, bacak tüylerini.n iyi alınması şart. Pedikür yapılmamış ayaklar çok ayıp. Yaz gelmeden ve Knokke'de plajda gözükmeden önce, bir iki kilo vermekte beis yok. Sıradan markalann fondötenleri ise, Rubinsteininkiler kadar güneşte yanılmamış izlenimi vermiyor. Sablon meydanındaki teraslara oturmadan evvel, spor MG'lerden inerken, zarif bir el hareketiyle güneş gözlüklerini alnın yukarısına doğru itmek eğilimı mevcut. Biraz yorgun gözukerek, hem "Le Monde"yi hem "City"yi masanın üzerine bırakmak, sonra gözlükleri yeniden indirmek, gözlüklerin üzeT;nden bakarak önce "Le Monde"yı açmak, sonra da sıkılıp "City"yi kanştırmak mükemmel. Akşam aperatiflerinin en iyisi, Burbon ya da "Perrler". Garsona, Burbonun "Four Roses" olmasını tembihlemek elzem. Evde viski ikram edildiği takdirde ise, şişesinin içinde değil de kristal sürahide servis yapmak, adabı muaşeret kurallanna daha uygun. Meydanın ordaki "Style 1900"de, sürahilerin "art deco"su var. Gözlüklerin üzerinden bakan kız, dandi oğlana telefonunu verdiğinde de, krokodil ajandaya "Montblanc" dolmakalemle not duşmek çok "komilfo." Kızın sigarasını "Zippo" cakmakla" yakmak da çok "komilfo." Gözlüklerin üzerinden bakan kızın "Montblanc" dolmakalemi incelemesi görgusüzluk. "Zippo" çakmakla oynaması ise görgüsüzlük değil. Vaterloo şosesinin ustündeki "Parachute Jump"ta, Louse meydanındaki "Bouv>"de, pasajların ordaki "College"de, yeni estetik değerler satılıyor. Vitrinleri, elbiseler olduğu kadar aksesuarlar da dolduruyorlar. Deri çanta içinde tuvalet takımı, ceket cebinde taşınan içki termosu, ipekli mendil, seyyar terük poşeti, süet kemer, kravat iğnc;i. Amerikan ya da tngiliz menştlli elbiselerle beraber duruyorlar. "Bouvy"nin vitrininde, köruklü ve maun bir buro var. Büronun Üzerinde "Financial Times" ve "Church" ayakkabı var. "College"nin vitrininde ise, "Buriington" şaraplann yarunda, Shakespeare ciltleri ve Alexandra Davıd Neel'in "Tibet Seyahatnamesi" duruyor. "Parachute Jump, "Bouvy" ve "College", seksenli yıllann mağazalan. Zaten hep aynı tur lüks estetik satmış olan mağazalar ise, atmışlı ve yetmişli yıllann ıntıkamını çıkanıyorlar. ""Burbtrry", " C o n g o " , "Dujardin", "Scapa of Scotland", "Church", kendi estetiklerini yeniden hâkim moda kılmaktan mağrurlar. Vıllanmış şarap olduklarını biidiklerinden, vitrinlerini "Parachute Jump", "Bouvy" ve "College" gibi süslemiyorlar. Her zamanki gibi, öbürlerinden bir nebze daha asilzadeler. Tenzüat mevsiminde de fazla indirim yapmaya tenezzül etmiyorlar. "Innovaüon", "Mark's & Spencer", "Sarma", " C 4 A " gibi harcıâlem buyuk mağazalarda ise, hem birincilerin hem ikincilerin kopyası satıhyor. Buradan alış veriş edenler, BMW sahibi oğlanları ayartmak peşinde koşan sekreter kızlarla, taksitle yemek odasl ısmarlayan aile babaları. Sekreter kızlar, tayyörlerin " C & A " etiketini söküyorlar ve "Scapa of Scotland'"dan dıişeş yakaladıklarını soylüyorlar. Toplumların değişkenlik arzeden genel estetik eğilimlerini, yine değişkenlik arzeden ideolojik değerler butunu belırli>or. Seksenli yıllarda, hal ve oluş tarzında olduğu kadar, giyim ve kuşamda da, yeni yeni neo klasizmi yaşıyonız. İnsanlar, altmışlı yıllardakı gibi somut \e bir çırpıda eile tutulur hedefler peşinde koşmadıklanndan. artık pratik ve lalettayin giyinmiyorlar. Yetmişli yıllardaki gibi de, süflilik, hırpanilik \e anonimlik erdem addedilmiyor. Çunkü şimdi, yetmişli yıllann eşitlikçi ütopya kavramları yok. Her şey çok sofistike. Bireyin yeniden keşfedildiği bu donemde, otekilerden farkh olabilmek ve rafine olabilmek yaşamsal önem taşıyor. Anonimlık geçerli akçe değil. Meta değerler. estetik değerleri her zamankinden daha fazla belirliyorlar. Ancak, kabul etmek gerekiyor ki, luks sonsuzestetik. Yeni temayüller muazzam cazibeliler. "Longines" saatler, 'Burberry' trençkotlar, "Rubinstein" fondöten surunmuş kadınlar, gözlüklerin üzerinden bakan kadınlar, "Burlinglon" çoraplar. "Cily"nin foioğrafları, "Tibet Seyahatnamesi" muthiş çekiciler. Lüks, mulkiyetine sahip olunnıasa dahi, hayatın estetik boyutunu değiştiriyor. Bakış zaviyesini zenginleşiiriyor. Formları ve uslubu terbiye ediyor. Seksenli yıllar, ideolojik değerlerde, postmodernizm yılları. Bilbao'dan Leningrad'dan Kendi fidyeni kendin bııl MİNE G. SAULNIER \ BILBAO 23 şubat akşamı ıe dönerken kaçınlan jambon kıalı ve gayri menkul imparatoru Emiliano Revilla, o gün bugündür E.T.A.'nın elinde rehin. Ailesi tarafından udenen 725 milyon pesetalık fidyenin nisan ayı sonunda Fransız BASK bölgesinde örgüt aracüanna pusu kuran Fransız polisinin eline geçmesinden sonra yaşamından kuşku duyulan işadamının (belki) hasta, fakat sağ olduğu, kurtuluşu için E.T.A.'nın silbaştan istediği daha düşük ikinci bir fidyeyi rehin tutulduğu yerden "şahsen" temin etmeye çalıştığı ileri sürülüyor. Revilla'yı bulabilmek için baskın üstüne baskın tertipleyen "İspanyol Antiterörist Timleri" ya da kısa adıyla GEO'nun geçen hafta boş bir ihban değerlendirerek kendi halinde bir ailenin evine karşı giriştikleri toplu tüfekli " R a m b o " operasyonu, ytlz kiloluk bir kadırun yaralanmasından ve kapı bacanın kınlmasından başka, GEO'nun rezil olmasına ve lçişleri Bakanı hakkında soruşturma açılmasına yaradı. Olayı resmi gezide bulunduğu Endonezya'da haber alan Başbakan Gonzalez "Olur böyle şeyler" dedi. "Bir yanlışlık yapümıştır. yaralar sanlaeaktır. ' 725 milyonluk fîdyeye İspanyol polisine oranla daha becerikli görünen Fransız polisinin el koymasından sonra Revilla ailesi, ikinci • fidyeyi denkleştirmeye ve bu j polise kaptırmadan E.T.A.'ya ulaştırmayaçabalarken, İspanyol Içişleri'nin otuz işadamına E.T.A.'nın kara listesinde olduk Deli Petro'nun aklı' Rusya'nm yüzyıllarca Avrupa'ya kapalı tuttuğu kapıları açan, çağdaşlaştırmak için, o zamana kadar hiçbir Rus çarımn akıl etmediği reformlan gerçekleştiren Büyük Petro'ya biz neden "deli" demişiz acaba? FtLİZ ALİ LENINGRAD Lenin'in gücüne gitmesin, ama Leningrad hâlâ Büyük Petro'nun şehri olmaya devam ediyor. Rusya'nm yüzyıllarca Avrupaya kapalı tuttuğu kapıları açan, Avrupa kultürunun, Rönesans ve Barok sanatının meyvelerini tadabilmek, toplum yapısı olarak Ortaçağ bağnazhğı ve feodal değerlere sımsıkı yapışmış olan Rusyayı çağdaşlaştırmak için o zamana kadar hiçbir Rus Çan'nın akıl etmediği reformlan gerçekleştiren Büyük Petro'ya biz neden "Deli" demişiz acaba? Finlandıya körfezine dökülen Neva ırmağını ve kollarını, kanallarla kontrol altına almak, hektarlarca bataklık ve kumluk araziyi kurutup uzerine mımari açıdan kuzeyin en güzel ve gorkemli kentini kurmak hiçbir "akıllı"nın aklına gelmemiş daha önce nedense.. Petro, 18. yüzyılın ilk yıllannda adını vereceği kentin planlannı Neva kıyısındaki ufaak ahşap kulübede yapmaya başlamış. 1703'te St. Petersburg'un ilk binalan Peter ve Paul kalesi duvarlan içine inşa edilmiş. önce ahşap, sonra da granic u'ıukıaıuaıı >?nılan rıhtımlar Neva ırmağı, kolları ve kanalıı^"1nın kıyılarını çevrelemiş. Petro, hayalindeki kenti inşa edecek yeterli sayıda Rus mimar bulamayınca Italya'dan, Fransa'dan, Almanyadan, Hollanda'dan mimarlar getirmiş. Bu mimarlar, Petro'nun istekleri doğrultusunda ve yine onun öngördüğü plan çerçevesinde tek bir mimari stil uygulayarak kanalların ve nehirlerin iki yakasını saraylar ve konaklarla, meydanları kiliseler ve parklarla suslemişler. Leningradlılar kentleriyle çok övünüyorlar. tkinci Dünya Savaşı sırasında 900 gun süren Leningrad kuşatması boyunca Alman ordularının kente girememesi Leningradlılann kentlerine sahip çıkmalarıyla doğrudan bağlantılı. Açlıktan, soğuktan. hastahktan ve surekli bombardımandan milyonlarca Leningradh kırümış bu üç yıl içinde, ama Almanlara geçit vermemişler. Almanlar da çekilirken Leningrad dışında kalan Puşkin ve Petrodrovets (Peterhof) gibi mimari harikası Barok saraylan yerle bir ederek hınçlannı almışlar Ruslardan. Leningradlıların çilesi bitmiş sayılmaz henüz. 18. ve 19. yuzyıllarda aristokratlar için inşa edilmiş koskoca binalar dairelere ayrılmış gerçi, ama bu binalar kentin artan nüfusu karşısında yeterli olmadığından bugün bile bir daireyi birkaç aile paylaşarak yaşamaya devam ediyor. Eski Leningradlılar, alışık olduklan çevreden, mekânlardan uzaklaşıp kentin \aroşlarına inşa edilen modern sitelerde yaşamaya yanaşmıyorlar çoğunlukla. İçinde yaşadığı kente bir turlu sahip çıkamayan, kentinin tanınmaz hale gelmesine engel olamayan biz lstanbullular için Leningradlıların bu inatcı direnişi, geçmişlerine ve yaşadıklan çe\reye bağlı kalmalan ibret verici olmalı. Leningrad, St. Petersburg ve Petrograd diye anıldığı yıllardan bu yana Rusya'nm sanat ve kultur jnerkezi. Aleksander Nevsky Manastın'nın mezarlığını gezerken Çaykovski, Glinka, Borodin, Rimsky Korsako\, Cesar Cui, Mussorgsky, Anton Rubinstein gibi müzisyenlerin Dostoyevsky ile yan yana yattıklannı görüyorsunuz. Rus edebiyatının büyük şziri Puşkin, Moyka ırmağı kıyısındaki 12 numaralı evde ölmüş. Kentin parklannda, meydanlannda yazarların, müzisyenlerin heykelleri, Petro heykelleri ile adeta yanşıyor Petro'nun kışhk sarayı "Hermiıage" dunyanın en zengin koleksiyonlarına sahip olan bir muze artık. Rus balesinin doğduğu Mariinsk) Tiyatrosu'nun (şimdi Kirov Opera ve Balesi) tam karşısında Leningrad Konservatu\an, bir vanında Glinka, öte yanında RimskyKorsakov hevkelleri, he>betle zamana meydan okuyor. Sovyetler'in kultüre, sanata, özellikle de müziğe verdikleri önem ve değer insanda haset duyguları uyandıracak boyutlara erişmiş durumda. Yeme içme, giyim kuşam konulannda Batıdan oldukça gerilerde olan bu toplumun müzik için harcadığı paraya şaşmamak elde değil. Yıyecek satan mağazalarında patates, kuru soğan. lahana, tuzlu ve konserve balık, tek tük portakaldan başka kavda değer mal bulunmayan Lenıngradın konser salonlarmda, konservatuvarın ve besteciler birliği binasının her odasında milyontarca lira değerindeki "Steinwa>" konser piyanoları bulunması muziğe verılen onceliğin belirgin orneklerinden yalnızca biri. 6 şan Control Risks Group Limiled. Terörizm konusunda uzman limitedin bu alandaki hizmetleri saymakla bitecek gibi değil. Önce gidip sigortalanacak işadamının yaşamını bir güzel "yerinde" inceliyor. Risk tavanının yüksekliğine göre belirlenen bir poliçe tutarıyla, müşterisini sigortalıyor. Ne var ki meziyeti yalnız bu değil. Muşterisi kaçırılırşa, E.T.A. ile açılacak pazarlıkrâ aracı olmayı ve sigorta parasını fidye olarak lspanya'dan geçirmeden istenilen ülke ya da hesaba ödemeyi de üstleniyor. Dostlar başına bir sigorta yani. Birçok işadamının karısını "kocam kaçınlırsa" diye kara kara duşunmekten, epeyce rehini de teröristlerin elinden bu yolla kurtarmış, hatta çeşitli hükümctlerle işbirliği yapmış. Sinyor Revilla böyle ileri görüşlü sigortalar yaptırmadığı için, üç aydır "kendi fıd>eni kendin bul" takımında oynuyor. Çektiği şutlar da polis tarafından auta çıkanlmakta. Çok uluslu şirketlere sigortalanmamanın böyle acı sürprizleri var işte... Otuzluların içinde yer alan çok çok zengin bazı ışadamlan, sigortalarunaktan başka polisin gayretine de güvenmeyip hakları da yok değil kendilerini korumakla görevli küçük birer ordu besliyorlar. Devletin resmi güvenlik güçlerinin dışında polisük yapmak yasa dışı olmasına rağmen bugün vızır vızır işadamlanmn peşinde seyirten üç bin güvenlik görevlisi var İspanya'da. Önemli bir banka, genel yonetmeni Bay Mario Conde'nin özel korunmasına yılda bir milyar harcıyormuş bizim paramızla. Mario Conde'nin korunma Leningrad saraylan, konakları, meydanlarıyta ünlü. "Yazlık Saray" da bunlardan biri. Tabakla mîde arasında doynıak YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM tsveç'te yaşayan bir yabancı, yabancılığmı kafasında ya da yüreğinde değil, midesinde hissediyor genellikle. Bu ülkeye dün gelmiş olsanız da, 30 yıldır burada yaşıyor olsanız da, durum ;.ek değişmiyor: Her gun bir kez daha anımsıyorsunuz ki, gerçekten size, görgünüze ve kulturünüze uzak, tuhaf bir ülkede bulunmaktasınız. İsveç yemek kültürü ya da dilerseniz kendimizi bir parça zorlayarak İsveç sofrası diyelim buna, bazı tarafları övguye, beğeniye mazhar olan bu toplumun genel zihniyetinın, tarihsel âdet ve alışkanlıklarının en zayıf, kimilerine göre en itici noktası. Özellikle kendimizi, Akdeniz mutfağı ile yetişmiş olmamızı ölçü alırsak, Isveç'te gerçekten sağlam bir mide gerektiren bir multakla karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla soyleyebiliriz. Kısacası, mutfağıylaovunen bir yabancının burada işi bir havli zor. Isveç'te yemek kultürunun olmadığını İsveçlilerin hemen tümü kabul edıyor. Ülkesinin çeşitli ozellikleriyle övünen, hatta işi zaman zaman açık bir milliyetçiliğe vardıran Isveçlinin "Peki mutfağınız?" dediğiniz zaman boynu büküluveriyor. Yemek kultüru, eksîkliği altında ezilen îsveç'in ardı arkası kesilmeyen yabancı goçunu haklı, olumlu gostermek için kullanılan en geçerli argümanlar arasında yer alıyor. Politikaçıların ağzından şu sözleri sık sık duymak ve bir yabancı olarak epey rahatlamak mumkun: "Yabancılar ülkemize gelirken yerneklerini de getirdiler. kültunımiızün zenginleşmesine büyük katkıda bulundular. Sa>elerinde damak zokimiz gelbşü." Kuzey Kutbu'na doğru bir dil gibi uzanan bu ülkenin, kıta ile yakınlaşması çok eskilere dayanan bir olgu değil; yakınlaşma, 11. Dunya Savaşı sonunda meyvelerini vermiş. O yıllara kadar, özellikle ortaçağdan 19. yuzyıla kadar uzanan zaman dilimi içinde kendi içine kapanık ya^am sıirdüren bir ülke İsveç. Topraklarında patales. lahana ve şalgam turunden sebzeler yetişiyor; çilek, böğürtlen, mantar, guney bölgelerinde de bir parça tanıl. Et ve balık yeraekleri, bu nedenle, İsveç sofralarında ağırlığı oluşluruyor. Hay\ani yağların gereksinimin bir hayli üstunde kullamldığı; sebzesi kıt, kolesterolu bol, mideye azap çektiren yemekler. Tariflerde düşgücünün en düşuk duzeyde tutulduğunu hemen fark ediyorsunuz. Yani, arada damak yok: tlişki tabakla mide arasında. Doymak, soğuğa karşı koymak, amaç bu. Balıklar, bunlann arasında özellikle somun balığı, ayrı bir yere sahip. Bir yabancıya en az yabancılık çektiren >emek de zaten bu, somun çeşiüemeleri: Fume somun, somun file, tuzlanmış somun, gerçekten bir nefasel. Ama gerısı, tabircaizse, tam bir felaket. Gelencksel Noel >emeği olan "Lutfisk", bu konuda en tıpik örneklerdcn birini oluşluruyor. Morina balığı önce açık havada kurutuluyor, sonra sodalı suda (çamaşır suyunun temel maddesiidinlendiriliyor. Bu su birkaç kez değiştiriliyor, daha sonra balık sudan çıkanlıp i\ice şişmiş haliyle bir sure bekletiliyor. Sonra da söğuş olarak afıyeüe >eni\or. Afıyetle yiyenler tabii ki bu ülkenin yerlileri. Demirbas Şarl'ın şahsı çabalarıyla Turkiye'den ithal edilen, ama bu arada bir hayli form ve tat değiştiren iki şemek turu de \er alıyor çağdaş İsveç mutfağında: Kofte (kottbullar) \e lahana dolması (kaaldolmar). "koltbullar", \uvarlak et parçası demek. Klasik köfle baharatlarının yanına bile uğramamış, lıkız kıyma parçaları söz konusu olan. Yanında sos olarak yabanmersini reçeli kullanılı\or ki, akıl alır şc\ değil. Bu fikir de Demirbaş Şarl'dan mı geldi acaba? Bir muamma... Dolma sozcüğunun Isveççeye yerleşmesinin nedeni de Demirbaş Şarl. İs\eç'e esarelten döndüğünde " O dolmalardan islerim" di>c buyurunca İsveç mutfağı bir Türk yemeği kazannıış. Stockholm'den İspanya'da son 15 yıldır ETA 'nın yasalmışçasına rahatlıkla uyguladığı bir haraç sistemi olan devrim vergisini ödemeyi reddettikleri için ya da doğrudan fidye için 48 işadamını kaçırmış ETA. Bunlardan üçü ölü bulunmuş, biri de kurtarılmış, diğerleri para karşılığında serbest bırakılmışlar. larını resmen bildirip yakın koruma önerdigi anlaşılınca ortalık iyice kanştı. Basın kanalıyla yapılan araştırmalar ve işveren sendikasının baskılan sonucu çok geçmeden, aslında 100'den fazla bankacı ve işadamının E.T.A.'nın kara listesinde yer aldığı, fakat İspanyol polisi hepsini yakın korumaya alamayacağından ele geçen belgelerde üzerinde en çok durulan otuz kişiye haber verildiği açığa çıktı. Peki nereden geçmişti bu lisıeler polisin eline? 87 kasımında E.T.A. liderlerinden Santi Potros'un yakalanmasıyla sonuçlanan Fransız bölgesindeki SOKOA operasyonu sırasında yine Fransız polisi örgüte ait beş kilo belge ele geçirmiş, içinde bu listelerin de bulunduğu bilgileri zaman yitirmeden İspanyollara iletmişti. Üç aydır teröristlerin pençesin<ie tutuklu Emiliano Revilla için, kayı ele veren terörist lider Santi Potros'un; " B u herif bize iki ton para getirir" yazılı notu da aynı belgelerde yer alıyordu. Revilla'nın kaçınlmadan once polis tarafından uyanlıp uyanlmadığı açıklık kazanmadı. Polis "Uyardık" diyor, ailesi ise "Uyarmadılar." Adamcağız sağ kurtulabilirse gerçek ortaya çıkacak. Ama Revilla'nın halini gören listedeki diğer isadamlarının paçası fena halde tutuşmuş durumda. Buna, korku servet dağlarını sarmış da diyebiliriz. İki yüze yakın işadamı, bir bölümü listede adı gememesine rağmen, "kaçırılmaya karşı sigorta" yaptırmış. Bu sigortanın öyküsü de oldukça ilginç. Genellikle bir tngiliz şirket ustleniyor işi: "Lloyd's grubuyli çalısının dışında, kaç para kazandığını bilmiyoruz bu bankadan. Hele bu paraları rahatça gözden çıkarabiİen bir banka ku'ruluşunun kârlarına hiç girmeyelim, başunız dönebilir. Fakat servetin ve gücün de birer bedeü var: Bugün Mario Conde gibi "hedef" zenginler, Iber Yarımadası'nda önüne nöbetçi dikmeden apteshaneye bile gidemiyor. İşin kötüsu, sifonu bile çekemiyor belki patlar diye. Zırhlı kapılar, elektronik alarm ışıkları, altına üstüne bakılmadan binilemeyen kurşun geçirmez arabaların içinde... Sanki her biri bilinmez bir suçun hapisliğini çekmekte. Ve namlunun obur ucunda, " o n l a r " kadar olmasa bile "onlardan" kaldırdığı paralarla " o n l a r a " yakın zenginlikte E.T.A., kiminaldığı bilinmez notlar düşüyor kurbanları üzre: "...Çıkış saati dokuz ile dokuz otuz yedi. BMVV'yi bir kere kullandı. Önde otuz beş yaşlannda gençten biri, arkada kır saçlı nöbetçi otunıvor. Önce Mercedes ve Senatör marka arabayı çıkanp zaman kazanıyorlar. İçinde 'hedefın' bulunduğu BMVV en son ve çok ağır çıkıyor..." (belgelerden). Heyecanh bir TV dizisi değil mi? îspanya'da son on beş yıldır E.T.A.'nın yasalmışçasına rahatlıkla uyguladığı bir haraç sistemi olan devrim vergisini ödemeyi reddettikleri ya da doğrudan fidye için 48 işadamını kaçırmış E.T.A. Bunlardan üçu ölu bulunmuş, biri güvenlik guçlerince kurtarılmış, diğerleri para karşıhğı serbest bırakılmışlar. İşin şakası yok. Masrafı çok. Zürih'ten Zavallı jigolo, geçmişi özlüyor nıusıın? DOĞAN ABALIOĞLU ZLRİH "Zavallı jigolo, güzel jigolo, arada sırada eski gıinleri dttşliıyor musun?" Yirmili yıllarda, Amerıka'daki alkol yasağı ve büyük borsa krizine karşıt bu Almanca sozlu şarkı ağızlardan duşmezmiş. Çarlistonun kendine özgü zıpzıplı muziği yanında, tango uyumunda çalınmasının nedeni, anlatılmak istenenin içeriğinde gizlenmesinden. Jigolo (sözcuk deyimiyle dansçı, yaygın anlamıyla bayanlara hizmet veren erkek) filinta gibi delikanlılar olacak ki, çalıştıkları lokalin adı ünlensin, çevreye yayılsın. Kadınerkek eşitliğinin kâğıt üzerinde değil, gerçekten birlikte yürüdüğü Batı dünyasında böyle buluşma yerleri var. Almanya'da universite yaşamının geçtiği kentte orneğin: "Yalnız Kalpterin Balosu" adlı, bayanlann serbestçe, ama bayların ille de bir "dara" eşliğinde girebileceği bir dans lokali vardı. Ellili yılların ortasında, İkinci Dünya Savaşı'nın erkekleri kırması sonucu kadın nüfusundaki artışın böyle zorunluluklar yarattığı kanısındaydım. O zamanlar orantı bire üç, dörttü. "Hani elimizi sallasak, ellisi," diyebilece|imiz yaşantıdaydık. Yıllar bu orantıyı eşitledi. O lokal hâlâ üniversitenin karşısında. ünl'i Kaiserstrasse'de işlevine devam eder mi bilemeyeceğim, ama Zürih'te (ve tüm İsviçre'de) bu lür hizmet veren ilk yer geçenlerde açıldı. "Nautit" adlı dansing her gece saat 21.00'de tuttuğu (veya kiraladığı) Markus, Guido, Remo, Hani ve Freddy ile Sinatra'nın "New York, New York" parçasıyla işe başlıyormuş. Lokalin sahibesi önce adı geçen bu beş yakışıklıyı müşterilerine tanıtıyormuş. "Sofl" (yumuşak) müzik eşliğinde dönen beş çift, çekiciliği nedeniyle diğer çiftleri de devinime geçiriyor, parke döşeme kısa surcde doluyormuş. Işletmeci Happ> Harlmann'ın saptaması yerinde: "Heroen hemen her yere bayanlar dans etmeye, baylar seyrelmeye gelirler. Bu ikincileri ayaklandırmak için nostaljiye döndüm. Bizimkiler ortaya çıkınca diğerleri de ya kendilerini zorunlu hissettiklerinden (başka çareleri kalmadıgından da diyebiliriz) veya kanlan dolaşıma geçtiğinden damlannı ortaya çekiyorlar. Böylece lokalin işlevi yerine geliyor. Yoksa, oturup konuşanlara anlam veremiyorum. Niye bir cafeye gitmediklerini sormak gerekir." Düşunce, kişileri devinime geçirecek olayı yaratmada yatıyor. Kitle bilinci her dem durağandır, fizıkteki bilyalar örneği. Knetik enerjiyi devreye sokacak küçucük bir başlangıç, yuvarlanmanın devamı demektir. Ülkemizde dansozlerin göbek kıvırmaya başlamasıyla ortaya fırlayan erkeklerimizin tersi bir girişim söz konusu. Oansıngtere bayanlar yalnız gıdebılıyor ama erkekler bir dam' bulrrak zorunda
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle