25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 HAZİRAN 1988 CUMHURİYET/15 Madrid'den Ispanya ezeli delidir Kastilya, aşk tragedyaları gibi, tarih boyunca uğruna ölünebilen asil ve şehvetli saplantılar ülkesi olmuştur. thaneti affetmemiş, kadehni şiddet ve sadakatle bütünleştirmiştir. Ama şimdi Ispanya dönüştü. Hoşgörüye kavuştu. Artık asil ve şehvetli saplantılar uğruna ölmek daha zor. HADİ ULUENGİN MADRİD İspanya ebedi delidir. Kastilya aşk tragedyaları gibi, tarih boyunca, uğruna ölünebilen asil ve şehvetli saplantılar ülkesi olmuştur. İhaneti affetmemiş ve kaderini şiddet ve sadakatle bütünleştirmiştir. Hoşgörüsüzlük üretmiştir. Ölümü teorize etmiştir. "Maur" şövalyeleri, engizitörler, Güney Amerika fatihleri, "Katolik İzabeüa", "Don Kişot" Don Kişot'turlar. İspanya eski bir film kurdelesidir de. İspanya'nın izdüşümleri, iki savaş arası kuşağında, taraftan olunan mihraklara göre, "Malraux"nun romanında, kurşuna dizilen rahibede, "Cappa"run fotoğrafında, "El Caudiilo"nun "Yaşasın ölüm" şiarında, "La Passionara" nın "Geçemezler" şiarında vardırlar. Madrid ise geometrik şehirde, ilanihaye perspektiflerde, masif binalarda, Italyan bahçeli teraslarda, "Hemingway" flaşlannda, "La Castellana" üstünde "beynelmilel tugaylarda", "Prado" ustünde "Franko" resmi geçitlerinde vardır. Nostaljiya tahayyüllerinde, İspanya ve Madrid, asil ve şehvetli savaşlardırlar. Bende İspanya, bütün bunlarda ve Bunuel'in "Bir Endüliis Köpeği" şaheserinde ölmüştür. Madrid, butün bunlarda ve geçen yıl moda olan rock şarkısı "MadridMadrid"de ölmüştür. İspanya donuştu. Feodalizmden kapitalizme, faşizmden liberalizme, tekillikten çoğulluğa, iki mihraklı totaliter değerlerden evrensel demokrasi değerlerine geçti. Hoşgoruye kavuştu. Artık ve çok şukür, asil ve şehvetli saplantılar uğruna olmek daha zor. Şimdi İspanya, "yaşasın tıayat" şiannda var. Madrid de dönüştü. Şuphesiz, şehir, binalar, perspektifler, teraslar, mevcutlar. Geometrik şehir, heybetli ve bayındır. Masif binalarda gizli avlular var. "Carios Saura"nın küçük kızları, gizli avlularda hâlâ uzak şarkılar söylüyorlar. Perspektifler alabildiğine sonsuzlar. Güneş, yine perspektifın sonunda ve "Sierra"ran ufkunda batıyor. İtalyan bahçeli teraslarda, çok Katolik söylular, yine ikindi sıcağını seyrediyorlar. Goya caddesinde de Visconti kaçkını berber, perdahlı tıraşlar yapıyor ve şakakları boyamak gerekip gerekmediğini soruyor. Bir de gramofondan miladi tangolar dinletiyor. Duvarlarda da sararmış İspanyol Lejyonu fotoğraflan var. Madrid, bu açıdan nostaljiya tahayyüllerine sa dık. Mekânda durağan ve mimaride mütaassıp. Ama Madrid donuştü. Madrid, artık "yaşasuı hayaf'ın şehri. Gündüz ve ayriyeten gece yaşıyor. Geceleyin gündür. Geceleyin aydınlık. Geceleyin kalabahk. Sabaha kadar, "Caslellana'da, "Grand Via'da, "El Rastro"da, "Santa Ana" meydanında, "Serrano" caddesinde, kahveler, kaldırımlar, teraslar, lokantalar, hiç boşalmadan dolular. Kadınların çok olduğu kalabalıklar şarap içiyorlar, "Sangria" içiyorlar, kahve içiyorlar. Füme jambon, sarmısaklı mantar, "Tortilla", pavurya yiyorlar. Artık gündüz olan gecede, karanlığın yasakladığı her şeyi okuyorlar. "Lorca" okuyorlar, "Martjuis de Sade" okuyorlar, "Borges" okuyorlar, "Miller" okuyorlar. "Prado"da 'Guernicai yı, "Goya"yı, "El Greco"yu, "Real Academieda"da "Vdaskez'i, "Rubens"i, "Bellini"yi, "Van Dick"i, "Biosoa'da "Andy W»rhol"u, "Lipslein"ı, "Otlo Sfat"i temaşa ediyorlar. Sevişiyorlar. Oğlanlar ve kızlar, "Retiro" metrosunun çıkışında tanışıyorlar ve "Alcala"nın kahvelerinde öpüşüyorlar. Katolik papazlann gözünün içine baka baka kürtaj yaptırtıyorlar. Süngüsu düşük ciheti askeriyenin gözünün içine baka baka esrarlı cıgaralar içiyorlar. Meşin ceketler giyiyorlar, saçlannı 'punk' kestiriyorlar, 'Vespa' scooterlere, "Kawasaki" motorsikletlere, "Seat" otomobillere biniyorlar ve "Doktor Es<jnerdo" caddesinde yanşıyorlar. "Communards"ın, "Nina Simione"in, "Paco İbanez" in, "Haendel", "Rostopovih"in konserlerine gidiyorlar. Madrid şimdi sivil. Hayat fışkırıyor. Bitmeyen gecede, yüz yıllık karanlığın rövanşını alıyor. Mendoza'nın her yeri uzüm bağı Dünyanın en büyük şarap mahzenleri de bu kentte bulunuyor. Gündüz güzelleri NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Prişma, "Beni istiyormusun? Burası santral..." Evet, evet buradayım... Git Rosy'i al ve... Oteüne götür. Münendis 'i isteyeceksin. Oda numarası 305 tamam mı? Tamam santral gidiyoram. Gizli servisler arasındaki şifreli konuşmalan andıran bu diyalog, Roma'da 24 saat müşterilerin hizmetinde olan "Aşk Hızır Servisi" nin görüşmelerinden biriydi. Kısa süre önce polis tarafından deşifre edilen "hızır servis"in arabalanna bir radyo ile bağlı olan santral gece gündüz çalışıyordu. LUks otellerin keten carşaflan arasında guzel bir kadının eksikliğini hisseden müşteriler, bunu otel müdürüne belirtiyor ve günün hangi saatinde olursa olsun santrala yapılan kısa bir telefon, yanm saat içinde müşterinin bu isteğinin de bir şampanya şişesi ile birlikte yerine getirilmesini sağlıyordu. Hilton Oteli'nin müdürünün de adının karıştığı pek çok lüks oteli kapsayan bu ağı girişimci uç orta yaşlı kadın bir araya gelerek kurmuşlardı. Son yıllarda bu ülkedeki frensiz tüketim çılgınlığının dünyanın en eski mesleğine gösterilen rağbeti görulmemiş bir şekilde arttırması, Roma'dan 'Seni Asyadan sevmek aşklarm en divanesf tzafı coğrafya çizgileri, yerküreyi bölenlerin en masumu ve de en zararsızıdır. Greenmch'ten 180 derece batıya veya f oğuya gidildiğinde oöylesi çizgilerin belki de en ilginciyle karşılaşılır: Uluslararası gün ve tarih değişimi çizgisi... NADtR PAKSOY ~ Uluslararası gün ve saat çizgisi işte bu Samoa Adası'nın hemen yanıbaşından geçer. Çizginın sol yansı yerkurenin en dogusu, sağ yakası da en batısıdır. Gun ve tarih sol yakada, sağa batıya kıyasla bir gün daha ilerdedir. (Fotoğraf: Nadir Paksoy) dursun, sonra icap ederse doğuya geçeriz" türunden tam bize 'uygun' seksekleri 'Uluslararası Gün ve Tarih Değişim Çizgisi'nin üzerinde oynamamn pek mümkünü yoktur. Sonu ya boğulmadan, ya da kopekbalığmdan geçebilir. Zira varsayılan bu çizgi Okyanus'un tam bağnndadır da.. Bu çizginin sol tarafında gün ve tarih sağa göre 'bir gün' daha ilerdedir. Sözgelimi, biz Samoa'ya gelmek üzere Yeni Zelanda'dan uçağa bindiğimizde tarih 16 ekim perşembeydi. Dört saatlik bir yolculuktan sonra Samoa'ya vardığımızda zaman bir gün geriye kaçtı. 'İzafi Coğrafya Çizgileri' yerküreyi bölenlerin en masumu ve de en zararsızıdır. Olsa olsa, üzerinden aşılırken ruhunda göçebelik yatanlarla, yerküreyle ilgili düşleri 'uzun menzilli' olanlarda tanımı güç, hoş duygular uyandınr, o kadar... APIA Pazarları bu say'aya harcıâlem kentlerin yanı sıra bazen pek duyulmamış yörelerden de yolculuk haberleri gelir. Ve boylesi pek duyulmamış yörelerden gelen yolculuk haberleri, yerküreyle ilgili düşleri, 'uzun menzilli' olanları musonlarda sırılsıklam yapabileceği gibi, ticaret rüzgârlarının önüne katıp 'izafi coğrafya çizgilcri'nin en bilinmez bir uç noktasına dek de sürükleyebilir.. Oysa, sabahın boz karanlığmda turnikeyi aslanlar misali yararak Kadıköy iskele memurunun uzaktan binbir yakarış ve şaklabanlıkla gönlünü fethedip, kapanmakta olan kapının son bir kanş aralığmdan yeni günün en taze vücut çalımıyla kendini yedi vapuruna atmayı fotofinişle başarmış 'tekdüze yaşam mahkumu'nun, artık Asya'dan Avrupa'ya doğru süzulmekte olduğu umurunda bile değil dir. Öte yandan, üç günlüğüne Istanbul'a Piyer Loti'yi aramaya gelmiş bir Fransız, ikinci günün öğleden sonrasını 'çok heyecanlı özel bir iş'e ayırıp 'karşı'ya geçeîk, sevgilisine yazdığı 'Üsküdar Postanesi'damgalı ve de minareli kartpostalda "Şu anda As>a'ya ayak basmış bulunuyorum. Seni Asya'dan sevmek aşklann en şahanesi, en divanesi.." diyebilmenin arabesk hazzını yaşayabilir.. 'İzafi Coğrafya Çizgikri' yerküreyi bölenlerin en masumu ve de en zararsızıdır. Zararı olsa olsa, böylesi 'hayali boş işler' üzerinde yaş tüketen 'kronik yaşam kaçkınlan'nın kendisine dokunur; adı 'hâlâ adam olamadı'ya çıkar, o kadar.. Söz konusu bu çizgilerin belki de en çok duyulanı, 'saat ayan'aldığımız 'Greenwich'tir. Koskoca dünya işe her gun bu noktada 'afırdan' başlar. Halbuki çizginin geçtiği kendi halindeki bu Londra banliyösünün öyle borsaya filan benzer bir tarafı da yoktur doğrusu. Gözlemevinin yanıbaşmdaki kalınca beyaz şeridin üstüne basıp fotoğraf çektirirken ayakları biraz yana açtınız rm? "Işte!, şimdi hem doğu hem de batı yanküresindeyim gerçekten.. Var mı bana yan bakan!" diye kasılmanıza ne karışan ne görüşen çıkar. Daha yirmi ikinci kavak yelleri eserken başımızda (yirmi birincisi Afganistan'da kalıvermişti), bizim boylesi keyifleri nefes nefese pr*taya yetiştireceğimiz bir 'amac'ımız yoktu. Ama, bu yoksunluğu "bir de Ekvator çizgisine varabilsem, bir dudağım güneyde bir dudağım kuzeyde olabilse.." düşleriyle bastırabilecek umutlarımız henüz filiz vermekteydi ya, ne gam?.. Greenwich'ten 180 derece batı,a veya doğuya gidildiğinde böylesi çizgilerin belki de en ilginciyle karşılaşılır: 'Uluslararası Gün ve Tarih Degişim Çizgisi'.. Samoa Adaları bu çizginin hemen sağ yanıbaşına düşer. Ve bu çizgi kıstas alındığında, 'Kişi başuıa diişen yülık ulusal gelir' hesaplarına bakılıp 'Dünyanın en geri kalmış yirmi beş iilkesinden biri' denen Samoa, yerkurenin en 'batılı'sı sayılır.. Çizgiyi hoop atlayıp sol yakaya geçildiğinde bu kez de yerkurenin en 'doğusu'na varmak, güneşin ilkini, sabahlarır en tazesini yakalamak 'iş'ten bile değildir. Ancak, 'kuçiik' bir noktayı dagöz ardı etmemek gerek.. Greenwich'teki beyaz şeridin üzerinde olduğu gibi, "Haydü, bir ayağı doğuya, bir ayağı batıya koyalım.. Yok yok!, önce batıya koyalım biraz Apia'dan Şarap gelir buz çözülür VAM1K KURAL BUENOS AİRES Aconcagua Ekspresi, Buenos Aires'ten Mendoza'ya doğru tıngır rrungır yol alıyor. Trenin dışı eski, içi yeni. Koltukları rahat, barı, restoraiıı, her şeyi tamam, fakat yol yine de gözunde büyuyor insanın. Tamarru 1100 kilometrelik yolu 17 saatte alıyor. Yemek saatinde masamı karşıma oturan kır saç'u ihtiyar delikanlı ile paylaştım. Selamlaştıktan sonra, bir Arjantinliden hiç beklenmeyecek şekilde ilk 15 dakika ağzını açıp bir tek kelime laf etmedi, ta ki şarap servisi yapılıncaya kadar... Şarap geldi, buzlar çözüldü. "Salud" faslından sonra, tamamen şarabın faziletlerine dönük bir monolog başladı. Yolculuklarda ne fazla konuşmayı ne de dinlemeyı severim; fakat adam tatlı dilli, araya açık saçık fıkralardan, çeşitli el çabukluğu marifetlerine kadar bir sürü atraksiyon karıştınp anlattıklarını dinlettirdi. Ben de şarap konusunda çok şey öğrendim. Mendoza, Arjantin şarap endüstrisinin can daman, göz bebeği. Yaklaşık bir yüzyıl önce gelen çoğunluğu İtalyan ve İspanyol göçmenler, ülkelerinden şarap içme gelenekleriyle birlikte üzümlerini de getirmişler. Her taraf üzüm bağları. Şili sırunna yakın, Ant Dağlan'nın yamacında, kahverengi kıraç arazi üzerinde zorla açtırılmış bir gül adeta eyaletin başkenti Mendoza. Çorak arazinin göbeğindeki şehir, dağlardan gelen su her sokaktan geçecek şekilde kanallara akıtılıp insan eliyle yeşertilmiş. Her yeri ağaçlandırılmış, yemyeşil bir şehir Mendoza. Başlıca geçim kaynağı ise kötülüklerin anası, insanoğlunu yolundan saptırıp gereğinde ocağını söndüren (bazen de geceleri eve dönüş yolunu kaybettiren) İsa Peygamberin kanı şeklinde temayüz ettiği için Hıristiyanlarca mübah, fakat biz Müslümanlarca içilmesi caiz olmayan alkollü üzümsel içki, şarap. "Şarap endüstrisi büyük kriz geçiriyor" diyor ihtiyar delikanlı. "Bütün bir yüzyıl başanyla sürdürdüğü üretimini hiçbir değişiklik yapmadan devam ettirmenin cezasını çekiyor Mendoza." Buenos Aires'ten Konu bir kere açılmayagörsun, mevzu hemen derinleşir. Biz de rivayet mi yoksa tarihi bilgi mi olduğu bilinmeyen bir muhabbete daldık. Civar bölgelerin şarapçıhk geçmişi 7. yüzyılda İnkalar zamanına kadar uzanırmış. *Sirah' olarak bilinen şarap çeşidi Orta Anadolu'dan kaynaklanırmış (Şıra ile bir alakası var herhalde). Gençlik yıllanmızda pek meraklı olduğumuz "roze" (Türkiye'de etiketine göre "penbe" veya "pembe" olarak değişiyor) hiç de makbul bir şarap değilmiş. Şarap ve şarapçıhk konusunda ufkum genişledikten sonra, Mendoza'ya kadar gidip de enoloji (şarap bilimi) kültürümü arttırmadan dönmeyi gururuma yediremedim. Gidip ülkenin ve hatta dünyamn en büyük şarap fabrikalanndan Giol'u gezdim. Geçen yıl 360 milyon litre ile kişi başına 13 litre şarap üretimi gerçekleştirmiş olmakla övünüyor Giol yoneticileri. Çok ucuz olmasına rağmen, son yıllarda tüketimin çok duşmüş olmasından şikâyet ediliyor. genelde. Arjantin'de şarap hakikaten ucuz. Yanm Amerikan Doları'na güzel bir "Malbec", 2 dolara kaliteli bir "Cabarnet Sauvignon" ahnabilecek kadar ucuz olmasına rağmen tüketimin düşüyor olması şaşırtıyor ınsanı. Çünkü bizim köşedeki Arap bakkaldan veya yol üzerindeki Çin supermarketinden alınabilecek bir şişe yemeklik şarap, kalitefiyat oranlaması yapıldığmda Parislinin Viniprix veya Nicolas'tan alabileceği fiyattan çok daha ucuz. Arjantin nüfusunun iri bir çoğunluğu orta direk. Son yıllarda ekonominin ve dolayısıyla ortadireğin kotüye gidiyor olması, "efkârdan içme" teorisini kesinlikle çürütüyor. "Durum dışandan gönindiiğü gibi değil, köpüklüye döndü millet" diyor Giol yöneticisi. Şarabm kişi başına 30 litre düşüş kaydettiğJ dönemde bira tüketimi yaİclaşık 3 misli artmış. Aynca çok daha pahalı olmasına rağmen eskiye nazaran çok daha fazla şampanya tüketiliyormuş. "Parasızlıktan falan değil, moda olduğu için böyle; Arjantin'de AT ülkeleruıin meşhur tereyağı dağlanna benzer şekilde, şarap gölü oluşmadan, hükümetin bu işe bir çare bulması gerekir" diye ilave ediyor. dıkları zaman süresine göre, 400.000 Hradan 2.000.000 liraya dek çıkıyordu. Paola'mn evini olağan bir uğrak yeri haline getiren müşteriler arasında ise universite profesörleri, politikacılar ve aydınlar vardı. "Fiyat"ın olduğu kadar "randevuevi sanayisi"nin de merkezi haline gelen Torino'da ise, terzihane, butik, orguev> adı altında mantar gibi biten bu yerlerde çalışan yaklaşık 2000'e yakın "gündüz güzeli"nin yılda 50 milyar lirayı bulan bir ciro yarattıkları iddia ediliyor. Torino evlerinde çalışan lüks kızların tarifeleri bir saatlik aşk için 500.000 liradan başlıyor. Torino'da bu evlerden birinde çalışan Teresa Bertetto, "Panorama" Dergisi'ne verdiği demeçte, "Bu işi yapmamın nedeni çok basit" diyor ve ekliyor: "Babamın iki haftada ter dökerek kazandığı parayı ben bir günde kazanıyorum. Bu iş üniversitedeki derslerime de mani olmuyor. Çocuklan çok sevdiğim için bir gün pediyatrist olacagım." Torino'nun "randevuevleri" kavramına getirdiği en buyük yenilik ise, belli yaştaki kadınların hizmetine açtığı jigolo merkezleri. Genellikle "güzellik salonu" ya da "hanımlar için atelye" adı altında, kentin en gorkemli binaların Son yıllarda Italya'daki frensiz tüketim çılgınlığı dünyanın en eski mesleğine gösterilen rağbeti arttırdı. Her gün ttalya'nın başka bir köşesinde ortaya çıkan lüks randevuevleri ya da örgütlerde çalışan şahane kızlar, geçim çaresizliği içinde vücutlarını satan alternatifsiz kadmlar değiller. 'Ferragomo' pabuçlara, 'Fendi' kürklere 'Bulgari' mücevherlere hayır diyemeyen saygın burjuva kadınları, taşra fabrikatörlerinin kanları ve universite öğrencileri bunlar. başlangıçta bana] bir öyku gibi görünen, "aşk hızır servisi"nin başında geniş yankı bulmasına yol açtı. Her gün İtalya'nın başka bir köşesinde ortaya çıkarılan lüks randevu evleri ya da örgütlerde çalışan şahane kızlar, geçim çaresizliği içinde vücutlarını satan alternatifsiz kadınlar değildi. Tüm İtalya'yı etkisine alan t'iketim medeniyetinin kanunlarıyla yaşayan, "Ferragamo" pabuçlan, "Fendi" kürkleri, "Bulgari" mücevherlerine "hayır" diyemeyen saygın burjuva kadınları, taşra fabrikatörlerinin kanları ve üniversite oğrencileriydi bunlar. Catherine Deneuve'un unutulmaz filmlerinden "Belle de Jour" u anımsatan bu öykulerden en ilginci kuzeydeki Katolik Padova kentinde ortaya çıktı örneğin. Bir bisiklet fabrikatörünun kansı olan Padova sosyetesinin tanınmış hanımlarından 40 yaşındaki Paola Mazzucato, bir yandan ahlaki değerlere önem veren Hıristiyan Demokrat Partisi için çahşıyor, bir yandan da kentin tarihi merkezinde (bakirelerin koruyucusu) Aziz Agnese Sokağı'nda yorenin en lüks randevuevini işletiyordu. İtalya'nın en eski üniversitelerinden birinin bulunduğu bu kentte güzel Paola'mn çalıştırdığı gencecik kızlann fiyatları; müşterilerine ayır. da açılan bu modern randevuevleri, her konuda olduğu gibi, erotik zevkleri tatmin alanında da erkeklerden eksik kalır bir yanları olmadığını düşünen hanımlara hitap ediyor. Bir jigolo ile geçirilen birkaç saatlik aşk, mum ışığında yenen bir yemek ve romantik bir müziğin eşliğinde yapılan nostaljik bir dansın faturası 1 milyon lirayı buluyor. Biyolojiik saate meydan okuyan bu hanımlara hizmet veren jigoloların çoğu ise ya meteliksiz öğrenciler ya da acımasız manken piyasasında kendilerine bir yer edinmeye çalışan güzel erkek mankenler. "Sık sık sağlık kontrolünden geçen kadınlarla, neredeyse devlet hizmeti veren bir kurum gibi çalışan ve emniyet teşkilatının denetimi altında olan geleneksel genelevlerini 30 yıl önce kapatan postmodern, postsanayi toplumu İtalya'sının aşk sektöründeki yeni tüketi modelleri bunlar. Sokakta profesyonel kaldınm yosmalığı yapan travestiler, şimdi artık bu işe parttime el atan burjuvaların güç başa çıkılır rekabeti altındalar. Hafta içinde İtalyan Parlamentosu'nun önünde toplanarak 3 gün 2 gece boyunca kalabahk bir protesto gösterisi düzenleyen profesyonel travestiler, haksız rekabetten çok şikâyetçiler. "Castellana" üstünde "beynelmilel lugaylar", "Prado" üstünde Franco resmi geçidi, eski film kurdelelerinin nostaljiyalannda kaldılar. Hoşgörü, onlan orada kalmaya mahkum etti. Geçen yıl. "MadridMadrid" rock şarkısı modaydı ve Madrid bu yıl "yaşasın hayat" şarkısını söylüyor. İspanya ebedi delidir. İspanya yine deli. Ama şimdi hayatın delisi. "Yaşasın hayat", "yaşasın öhim"e galebe çaldı. Yuz yıllık karanlık bitti. Şimdi İspanya'nın belki uğruna ölebilecegi yegâne asil ve şehvetli saplantı, "yaşasın hayat" şiarıdır. Özgürlük hayattır. "Hamingway" "Bir Endülüs Köpeği", flaşları, SeuVden Çıktun Kozan'ııı dağına Yaşar Kemal'e "36 dilde okunan Türk" adı takıldı. Korece bu 36 dilin içinde mi dışında mı bilmiyorum, ama Kore'de Türk edebiyatının yeri var mı diye araştırdığımda İnce Niemed' karşıma dikildi. ALİ RIZA BALAMAN SEUL 'Mondial del Duca Ödnln" sahibi, Nobel Edebiyat Ödülü adayı Yaşar Kemal'e bir de "36 dilde okunan Türk" adı takıldı. Korece de bu otuz altı dilin içinde mi dışında mı bilmiyorum, ama "Kore'de Türk edebiyatının yeri var mı?" diye yapılan şöyle bir yüzeysel soruşturmada Yaşar Kemal, "İNCE MEMED"i ile karşıma dikildi: "The Ju Woo" Yayınevi'nin Üçüncü Dünya Ülkeleri Yazarlan Serisi içinde 14. sırada Yaşar Kemal'in İnce Memed'i yer alıyor. 392 sayfayla Koreceye çevirisi tamamlanmış kitap, üzerine geçirilmiş renkli kılıfta önyüzü Anadolu'dan bir köy görüntüsü, arkayüzü Yaşar Kemal'in kasketli ve gözlüklü fotoğraflarıyla sıcak mı sıcak. Fiyatı da, 1.999 Won (Bir US Dolar 760 Won, yaklaşık 3500 lira). Koreceye çeviriyi gerçekleştiren Cin Cu Hong (Miss), Hankuk Yabancı Dilleri Araştırma Üniversitesi'nin Türkçe Bölümü'nden mezun; bir süre de Türkiye'de bulunmuş; şu anda da mezun olduğu üniversitenin Türkçe bölümünde yardımcı profesör. Çeviri önerisi kendisine yayınevi tarafından yapılmış. 198182 yıllan arasında birbuçuk yıl surekli üzerinde çalışılarak tamamlanan çeviri, ayru yıl iki bin adet baskıyla satışa sunulmuş. İki yıl sonra aynı miktarda ikinci baskıyı yapan yaymevi, şu anda sayısı tükendiği halde "hızlı satılmıyor" gerekçesiyle üçüncü baskıyı düşünmüyor. Türkiye'de bulunduğu sürece bir tek köy görme sansı olmamış, daha önce Yaşar Kemal'i okumamış; F. Baykurt, A. Sayar, T. Apaydın, Ö. Polat, F. Erdinç adlannı hiç mi hiç duymamış olan bayan Hong, Tekin Yayınevi'nin 1981'de yayımladığı İnce Memed'in 17. basımmı çevirirken çok, ama çok zorlanmış. TurkçeTürkçe, Türkçeİngilizce, İngilizceKorece, KoreceÇince sözlükler yanında İnce Memed'in İngilizcesine de başvurmus. Bayan Hong, "Nerelerde zorlandın, örnek verir misin?" şeklindeki sorumu, üzerinde çalıştığı İnce Memed'i bakmam için bana göstererek yanıtladı: Kırnuzı kalemle altı çizilenler, ayraç içine alınanlar, soru işaretleri konanlar, yanına Korece notlar düşülenler vb. Belli ki, kitap çeviri sırasında eskitilircesine kullanılmış. Örneğin işaret konulanlardan birkaç tanesi: "Dık ılık kokan Hayat ağacı"; "Cam şekerden tath (?)"; "Op babanın elini (?)", "Suriim sürüm sürünesin, iki gözün önüne aksın, namusumu iki parauk..."; Çocuklar küllükte kökiiç (?) oynuyoriardı." Tüm bunlann yanında "Kozanoğlu Ağıdı" gibi bir halk ezgisini çevirebilmek, dil bilmenin ötesinde bir şey. Çizgilerle, işaretlerle, notlarla dopdolu olan bu sayfanın Koreceye nasıl çevirilebildiğini doğrusu ben de yaman merak etmekteyim! Çıktım Kozanın dağına / Kan dizleyi dizleyi / Yârelerim göz göz oldu / Cerrah godeyi gözleyi. Kara çadır eğmeyinen / Ucu yere değmeyinen / Ne kaçarsın koç Kozanoglu / Beş>üz ath gelmeyinen. Bu dörtlükleri değil çevirmek, anlamak için bile Türkiye'de doğmuş olmak yetmez gibi gelir bize. İlk çeviri denemesi olduğunu söyleyen Bayan Hong, "Bu romanı okuyuncaya değin köy ve köycülük konusunda hiçbir şey bilmiyordum, daha doğrusu ilgi duymuyor ve öğrenmek de istemiyordum. Romanı çevirmek için tekrar tekrar okuduğumda hem yazannı hem de kahramanlannı ayn ayn sevdim: onlan düşlerimde gördüm. Şimdi de Kore'nin köylerini ve köycülüğiinü yazan yazarlan okumaya başladım" diyor. "Okul Bahçesi" adlı ayda bir yayımlanan 300 sayfalık bir edebiyat dergisinin 24 Kasım 1984 tarih ve 11. sayısında: " 3 . Dünya Ülkeleri Ünlü Yazarlannın Yaşam Öyküleri ve Dünya Görüşleri" başlığını taşıyan seri yazılar arasında uç sayfa da (70, 71, 72) Yaşar Kemal'e ayrılmış. "Traktör Şoförii" başlıklı bu yazıyı yine Bayan Hong hazırlamış; yazıyı hazırlamadan önce yazarımızla mektuplaşmak istemiş ve adresini Hürriyet Gazetesi aracılığıyla bulabilirim umuduvla Bazetenin vazı is Düsseldorftan Almanya'nın orta yeri futbol >raşar temal Kore'de de okunuyot. leri müdürüne bu amaçla gönderdiği mektuba yanıt alamayınca eldeki mevcut bilgilerle resimli. üç sayfalık bu yazıyı yazabilmiş. Evet, Uzakdoğu ülkelerinden biri olan Kore'de de yabancı ülkelerin yazarlanna ilgi gösteren Koreliler yazanmızı okuyorlar. Özellikle çekik gözlü, çağının olanaklarını kullanmasını çok iyi bilen bakımlı güzel kızlar yazanmızın romanını, "Yaşar Kemal Fotoğrafh" kısmını göğüslerinin (yüreklerinin) üstune bastırıp okuldan eve, evden okula taşıyorlar... Kore'de Yaşar KemaPden başka bir ilgi de Kemal Paşa'ya: Kalın ciltli, Türk bayrağı ve Atatürk fotoğraflı ve 221 sayfalı kitap, "Kemal Paşa Türk'ün Babası" kapak yazısıyla 1984 yılında Korece yayımlanmış; 4.800 Won'a piyasada bulmak mümkün. İlkokul son sınıf ve ortaokullarda edebiyat derslerinde "Seçme Kahramanlık Öyküleri" konusunda öğretmenler, bu kitabı da öğrencilerine salık veriyorlar. Jennet Lagacho tarafından İngilizce yazalan bu kitap, Ce Ju Do Üniversitesi İngilizce Bölümü öğretim üyesi Prof. Kang Tong Won tarafından Koreceye çevrilmiş. Sıradan Koreliler için Kemal Paşa, tanınan, bilinen, ünlü bir kahramandır. Güney Kore Cumhuriyeti'nin öldurülen eski Cumhurbaşkanı PAK, Atatürk'ü kendisine örnek seçtiğini, dünyada tanınmış unlu liderler arasında en çok beğendiği ve takdir ettiği kahramanın Kemal Paşa olduğunu, gerek sözlerinde gerekse yazılannda sık sık dile getirmiş. VEFA'nın basın merkezi şefi, Türk gazetecilere "Ne işiniz var buralarda. Ülkenizin ulusal takımı yok, siz cümbür cemaat kalkıp gelmişsiniz. Bakın lngilizlere, adamlar sizin yarınız kadar gazeteci yollamışlar' diyor. TANER KUTLAY falya'nın başkentine hoşgeldiniz. Ya, demek Düsseldorf ve çevresindeki maçları izliyorsunuz. İki gün önce Rhein Stadı'ndaydınız, dun de Hannover'de öyle mi? "Ach so!" Ne rastlantı; biz de kentimizin 700. kuruluş yıldönümünü idrak ediyorduk. "Alt Stadf'ı gördünüz mü? Beğendiniz mi peki? Akşam yemeklerini nerede yiyorsunuz? Rum Taso'nun ızgara evinde mi? Pek çıkaramadım, ama "Griechisches Spezialiteten" merakınız varsa, niçin "Orphaus"a gitmiyorsunuz? Anladım, öylesi daha otantik ve galiba biraz da ucuz... O zaman size diğer ulusal mutfaklan öneririm: "Nan King"te nefis Çin yemeklerine ne dersiniz? Ya, peki "Las Palomas"ta İspanyol sofrasıyla tanışmaya? Coğrafi yakınlık belki sizi "Libanon Express"te daha rahat ettirebilir. Ama insan uzak diyarların renklerini arar hep. Bana kalsa "La Cardela"da Arjantin ambiyanoini tercih ederdim. Eğer karışımın mükemmel olmasını istiyorsanız "Cafe de Paris"de aperatif do çok iyi gider. Sonra isterseniz "CasabUnca" da dansa, "Alt Stadt"ta caza, ya da yakın zamanda adı "Broadwa> Fatihi"ne çıkan II. Evita'nın konserine "takıhrsınız." Philipshalle de çok yakın... Biliyorsunuz değil mi? "Benim için aglama Arjantin!" DÜSSELDORF Kuzey West Futbolseverierin kaibi F. Almanya'da atıyor bugünlerde. Avrupa Futbol Şampiyonası'nın büyük heyecanı Münih'teki Olimpiyat Stadyumu'nda noktalanacak. Klasik müzikle aranız nasıl? "TonhaHe"deki 3. Schumanfest'te Mitsuko Shirai var, Berliner Flarmoni eşliğinde... Danke Helmut... Ben şöyle Rhein kıyısında hafıf bir yürüyüşu yeğlerim. Hem adı ustunde Rhein Stadı'na da çok yakın. Oradan (darısı başımıza) hafif metroya binip kent merkezine (bu kentin merkezi her neresi ise... 600bin nüfusa bu kadar çok yol, bu kadar çok taşıt, bu kadar çok bina...) uzamrım şöyle. Bizim işimiz seyir değil mi zaten? Maç seyretmeye geldik buralara. Biraz vitrin, biraz da tramvay seyrederiz, olur biter. Baksana duraklannızda, otobüslerinizde tek kelime yabancı sozcuk yok. Son model Mercedes taksileriniz de fellik fellik 20 fenik yiyor maşallah. Ama ben İstanbul'a geldiğimde Bo#az'da. Galata Kulesi'nde nefis Türk yemeklerini tattım, rakınızı yudumladım. Siz daha DüsseldorPun medarı iftihan "Gatzweilers Alf'tan bir bardak bile içmediniz. Antalya'da Kemer'de çok hoş günlerimiz oldu. Oradan Kapadokya'ya geçtik, tarih, görsel malzeme ve da\raruşlar harikuladeydi. Hadi canım silkinin biraz, taş taşır gibi bir haliniz var. İnsan canının kıymetini bilmeli, değil mi? İyi de Helmut, siz bu kıymeti bizden oldukça once ayrımsamışsımz. Biz "1838 Ticaret Anlaşmas"ndan bu yana, ancak malın kıymetini gözetir olmuşuz. Ne zamandır Avrupa malları çok kıymetlidir bizim ülkemizde. Yok azizim, miskinlik sizinki. UEFA'nın basın merkezi şefi Herr Rothenbuhler, Turk gazetecilerine oyle davranmakta çok haklı. Ne işiniz var o zaman buralarda? Ülkenizin ulusal takımı yok, siz cümbur cemaat kalkıp gelmişsiniz. Bakın tngilizlere; adamlar final garanti, şampiyonluk yakın olasıltk diyorlar. Toplasanız sizin yarınız kadar gazeteci yollamışlar. Akhm almıyor inanın. Kusura bakma Helmut, İngiliz gazetelerinde futboldan başka şeyler de okuyor insanlar. Biz ek sayfalar vermek durumundayız. Önceki gün Rhein Stadı'nın gişelerine 30'ar, 40'ar mark bırakanların önemli bir bolümu Düsseldorf'ta yaşayan 35 bin Türk'ün oluşturduğu kalabahk değil miydi? Evet. "3. Schumanfesl" veya Evita'nın konseri belki daha ucuz, ama biz bunu seçmişiz, elden ne gelir? O zaman ben sizi daha fazla tutmayayım Herr Kutlay, Eller Str.'de "Marmaris Club" var, Cumali, Abdullah ve Nurettin'le ellibir oynamak istersınız belki. Siz bilirsiniz... Ah biz bilebilsek bir gün...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle