25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER olup günumüz bilim çevrelerinde bu tarihsel oluşuma ilişkin görüşler buyük çoğunlukla biribirine yaklaşmıştır. Buna göre Anadolu'nun o dönemdeki etnik, siyasal ve ekonomik durumunu, yani bir yanda parçalanan Selçuklu devletini ote yanda Latin istilasıyla eski gücünü yitiren Bizans'ı ve Kayı Aşireti'nin özel konumunu tümüyle dikkate almadan Osmanlı devletinin kuruluşunu açıklamaya olanak yoktur. "Kuruluş" dizisinin yayımlanan bölümlerine göre tarihsel akış ve gerçeklerle bağdaştırılamayacak olan noktalannı şöyle sıralayabiliriz: 1) Devlet yalnızca at koşturan, yerleşik hayata geçmemiş konar göçer bir küçük aşiretin eseri değildir. Hele "Üç Silahşörler"i andıran "5 Ahbap Çavuş"un n e denli güçlü olsalar, her kuvveti kınp geçirmeleri ve bir devlet kurmalan herhalde^düşünülemez. 2) Kuruluş'ta salt dinsel etkenler ve gazilik ruhu rol oynamamıştır. P. Wittek*in de savunduğu bu görüş yıllar öncesinde çürütülmüştür. Şeyh Edebâlî'nin (jenerikte böyle de konuşmalarda nedense "Adabah"!) ve genelde Ahiliğin devletin kurulmasmda etkisi gereğinden çok abartılmıştır. O sergilendiği biçimiyle bir Hızır gibi her yerde ve her demde ortaya çıkan, yol gösteren bir süpermürşit de değildir. mize gore hiçbir tarih kaynağında yoktur. Hem 128O'li yıllarda Mevlevilik Söğüt yöresine nasıl ulaşmış da aşiret hayatı yaşayanlar arasında yayılmıştır? 4) Babası Ertuğrul, daha başta iken ve kendisinin de Bey oiacağı bilinmeyen Osmancık'ı ne denli güçsüz de olsa Bizans'ın ortadan kaldırmak için tertiplere başvurması ve bunu başaramaması olacak şey midir? Öyle anlaşılıyor ki kaynaklarımızın Osman'ın saltanatı dönemine ilişkin olarak naklettikleri bu tür olaylar, dizinin yapımcılannca yılların gerisine itiliverince, kronoloji altüst olmakla kalmamış, içinden çıkılamaz bir durum da doğmuştur. 5) Çok sonradan da yazılmış olsalar, kaynaklann voğu Osman'ın babasının ölümünden sonra aşiretin başına geçtiğini söylemekte birleşmektedir. Doğal olan da budur. Dolayısıyla Ertuğrul'un, "kocadığını" öne sürerek kendi sağlığında seçirn yaptırtması kaynaklara uymadığı gibi çok da yapay kalmaktadır. 6) Ertuğrul, yerini Osman'a bıraktığına pişman olmalı ki seçimden sonra Alparslan'dan başlayarak yaşlı kadınlardan bile nasihatler dinleyen oğlunu kendisi de yönlendirmeye girişmektedir. Işte burada "Kuruluş"u kuranlar Osman'ı babasına karşı adeta isyan ettirmektedirler: "Sen Bey isen buyur yönet, ben Bey isem buyruğuma uy!" Sakın böylesine bir sahne Varna savaşı döneminde genç Fatih Mehmed'le babası II. Murad arasında geçmiş olmasın? Belirttiğimiz bu aksaklıkların dizinin tarih danışmanlığını üstlenmiş olan uzman meslektaşımızın gözUnden kaçtığını sanmıyoruz. Olsa olsa kendisi giysiler, armalar, çadırlar ve yiyecekler konusunda titizlik gösterdiğinden, senaryo ve çekimle ilgilenememiştir. Ama adı kullanıldığına gore ilgilenmesi gerekirdi. Eğer öyle olsaydı, atı, otu ve tahta kılıcı ön plana alan önyargıh böyle bir "Kuruluş" olmazdı. "Kuruluş" mu, «Rilimdışı Kurgıı" mu? Şimdiye dek karşımıza çıkan Osmancık ya da Osman, tarihte bilinen Osman Gazi'ye hiç de benzememektedir. "Osmancık" adı nereden çıkmıştır? Eğer bu ad doğru ise 'Bey' olduğunda "Osman"a dönüşmesi nedendir? Ağzmdan bir "mutasavvıf" edasıyla bilgece özdeyişler akan, güncel hayatında bile uyaksız konuşmayan, ney çalan Mevlevi davranışlı bir Osmancık, bilebildiğimize göre hiçbir tarih kaynağında yoktur. Hem 1280'li yıllarda Mevlevilik Söğüt yöresine nasıl ulaşmış da aşiret hayatı yaşayanlar arasında yayılmıştır? PENCERE Ölçü!.. 27 ŞUBAT 1988 Prof. Dr. ŞERAFETTİN TURAN TRT Kurumu'nun en masraflı ve en büyuk yapımı olarak sunulan "Kuruluş" dizisi gösterime gireli 5 hafta oluyor. Aylardır sürdürülen reklam kampanyasının da etkisiyle olacak başlangıçta duyulan heyecan ve sabırsızca bekleyiş, birkaç hafta sonra yerini düş kırıkhğından doğan değişik yorumlara bırakmış bulunmaktadır. Bu nedenle biz de halkımıza tarihini öğretmek ve yeni kuşaklara geçmişleriyle övünme olanağmı vermek araacıyla hazırlandığı söylenen bu dizinin tarihi ne dereceye kadar yansıtüğını kısaca belirtmek geregini duymaktayız. Öte yandan tarih denen bilim, ulusal duyguları kamçılayıcı etkisi nedeniyle çok eskilerden bu yana birçok ulkede ideolojilere araç edilmiştir ve edilmesine de devam edilmektedir. Bundan ötürüdür ki gerçekten de "tarihsel" olan film çekimlerinde çok sağlam yapıtlara dayanılmakta, senaryolar üzerinde titizlikle çalışılmakta ve uzman danışmanlar kullanılmaktadır. Bu genel doğrulardan sonra Osmanlı devletinin kuruluşuna ilişkin bir dizi yapmanın güçlüğüne de dikkati çekmeliyiz. Çünkü devlerin kurulduğu XIII. yüzyıl sonraları ile XIV. yuzyıla ait hiçbir belge ya da kaynak günümüze ulaşmış değildir. İlk Osmanlı kaynakları adıyla anılan yapıtlar XV. yüzyılda yazılmış olup kuruluş dönemine ilişkin çok değişik ve o denli de çelişik rivayetleri aktarmaktadırlar. Bu nedenle devletin '400' çadırlık bir Aşiret'ten çıktığı rivayeti yanında biribirinden farklı görüş ve yorumlar da ileri sürülmüştür. Ancak bu tartışmalar artık 1930'lu yılların gerisinde kalmış Tümüyle dikkate almadan... Öncelikle şurasını vurgulamamız gerekir ki, bir TV dizisinin ya da genellikle bir sanat yapıtının tarihsel konulan ele alması, bütün sahnelerin ve bütün konuşmalann tarihsel gerçeklere tıpatıp uyması zorunluluğunu kuşkusuz ki gerektirmez. Akıcılığı, ilgiyi ve gerilimi sağlayabilmek için olayların süslenmesi, abartılması kaçınılmaz sayılabilir. Tarihteki Osman Bey'e hiç benzememekte 3) Şimdiye dek karşımıza çıkan Osmancık ya da Osman, tarihte bilinen Osman Gazi'ye hiç de benzememektedir. "Osmancık" adı nereden çıkmıştır? Eğer bu ad doğru ise 'Bey' olduğunda "Osman"a dönüşmesi nedendir? Ağzından bir "mutasavvıP' edasıyla bilgece özdeyişler akan, güncel hayatında bile uyaksız konuşmayan, ney çalan Mevlevi davranışlı bir Osmancık, bilebildiği Eskiden Anadolu'da çeşitli ölçüler kullanılırdı; ağırlıkta okka, uzunlukta arşın geçerli gibi görünürdü; ama her yörenin de kendine özgü yerel ölçüleri vardı. Bu karışıklık 1931 deçıkanlan bir yasayla giderildi, ondalıklı ötçü düzeni benimsendi. Gerçi yasa 1933 yılının ilk ayında yürürlüğe girecekti; ama kimi uzak köy ve kasabada eski ölçüler yıllarca piyasadan kalkmamıştır. Kolay değil... Avrupa Kbnseyi'ne 1949'da katılmıştır Türkiye; Insan Haklan Sözleşmesi 1953'te yürürlüğe girmiştir. O günden bu yana bir ömür geçti; Büyük Millet Meclisi'nde onaylanan "sözleşme" iç yasa niteliği kazanmasına karşın siyasal hayatımızda benimsenemedi. Şimdi de Türkiye kısa adıyla "İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesi"r\\ önce imzaladı, sonra Meclisten oy birliğiyle geçirerek yasalaştırdı; ki bu iktidarın olumlu bir adımıdır. Artık "sözleşme" kanun niteliği kazanmıştır. Ama kuşkular sürüyor: Acaba uygulanacak mı? Ne olursa olsun Türkiye'nin çağdaş uygarlığın evrensel ölçülerini benimsemesi kaçınılmazdır; bu yolda ne kadar gocikirsek, o kadar geri kalırız. Bir ülkede basının görevi, çağdaşlığa giden yolda olumlu adımları desteklemek; geriye dönüşleri eleştirmektir. Ekonominin iyi ya da kötü not alması ayrı bir konudur; tartışmalara yol açabilir; kimisi serbest piyasa düzenini yeğleyebilir, kimisi planlı ekonomiden yana olabilir. Doğaldır... Doğal olmayan nedir? işkenceden yana olamazsm; işkenceler sürerken ülke yönetiminden sorumlu hükümeti destekleyemezsin. Mutiu azınlık akıl almaz biçimde zenginleşirken ve emekçi şınıfları ezilirken bu siyaseti sürdüren iktidarı alkışlayamazsın. İşçinin ücretini 100 doların altına indireceğini söyleyen iktidar, emek düşmanıdır. Yalnız emek düşmanı mıdır? Üstelik çağdışıdır. Avrupa "İnsan Haklan SözleşmesFnöe ve "Toplumsal Ant/aşmas/"nda Türkiye'nin imzası var. Ama ülkemizde sendikalarla sol partilerin yapısal ilişkileri yasaktır. Bir hükümet bu yasağı sürdürmeye kararlıysa ve sen o hükümeti destekiiyorsan, hem çağdaşlığa hem Batının benimsediği demokrasiye ters düşersin. Bu tür gericiliğin biraz daha koyusunun adı faşizmdir. Yolsuzluklar, hırsızhklar, soygunlara karşı çıkmak ise namuslu insan olmanın koşuludur. Eğer yolsuzluklarla uğraşan gazeteciye doğal görevini yaptığından ötürü saldırıp çamur atarsan, gazeteci değil, ancak namussuz olursun. Ya işkenceler? Komünist Partisi yöneticilerine başkentte işkence yapılırken susup oturursan; artık ne sosyalistsin, ne solcusun, ne demokratsın, ne liberalsin, ne sağcısın, insanlık kimliğini yitirmiş bir hamamböcoğisin. Yalnız bu olayda değil, bütün ülkede işkenceye karşı açlık grevleri sürerken ağzını açmıyorsan hemen gazetelere ilan ver: insanlık kimliğimi yitirmiş bulunuyorum. Bulanın çalıştığım gazeteye getirmesi rica olunur. Eğer bir iktidar, askeri baskı rejimi altında düzenlenmiş antidemokratik yasalara sahip çıkıyorsa; parlamentodaki büyük çoğunluğuna karşın çağdışı kanunlan değistırmiyorsa; demokrat değildir. Sen de iktidarın gehci siyasetlerini destekledikçe demokrat kimliğine layık olamazsm. • Ondalıklı ölçü sistemi 1931'de Mecliste onayiandı. Evrensel ölçüleri kullanacaksak, dirhemi ve arşını bir yana bırakmalıyız, değil mi? EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Telefon bilmecesi 14 bin liraltk konuşmaya 470 bin, 23 bin liralık konuşmaya 177 bin liralık fatura çıkanhyor PTT'den. Yanüş okumuyorsunuz, rakamlar doğru ve tstanbul Kadıköy Göztepe'de yan yana iki dükkân esnafının başına gelen olay bu. 6.5.1987 tarihli abonman sözleşmesiyle 357 4193 nolu telefon bir ay sonra, yani haziran 1987'de bağlandı. Geçen ay yanımızdaki dükkâna 5 aylık konuşma faturası olarak 470 bin liralık fatura geldi. tdareye birkaç gün git gelden sonra kompütür hatası denilerek faturayı 14 bin liraya indirdüer. Aynı durumun başımıza geleceğini düşünerek 15 ekim 1987 tarihinde telefonu şehirlerarası otomatiğe kapatttrdık. Daha doğrusu kapattırdığımızi zannettik. Aylar sonra ahizeyi kaldırarak şehirlerarası kodu 9 ile Ankara'yı aradık ve görüştük. Meğer telefonumuz şehirleraı ası görüşmeye kapatılmamıs. Ve 5 ay sonra korktuğumuz başımıza geldi. 2960 konuşma karşüığı olan Aynaya Kızılmaz! Basın davalan birdenbire çoğalmaya başladı. Savcılıklara çaöırıp yazılarla ilgili sorular soruluyor Derken davalar açılıyor. Niye bir hızlı değişim? Açıklamaya gerek var mi? İktidardaki kişiler ne zaman açmazlara, çıkmazlara girseler, ne zaman iflasın eşiğine gelseler, basına saldırılar, basını düşman saymalar, gazetecileri, yazarları adalet önüne çağırmalar, mahkum ettirmeler, hapislere attırmalar, tazminat ödettirmeler birdenbire artar. Bu şaşmaz bir gelişmedir. Ama çok sürmez bu tutum; bir de bakmışsınız o baskıcı iktidar yıkılıp gitmiş. Şu ya da bu etkiyle, nedenle... Beş yıldır Bay Özal'ın liderliğinde bir ANAP iktidarı var. Askersel rejimin getirdiği bir yönetim bu... 12 Eylül anlayışına sırtını dayamış, onlarla uzlaşmış bir partınin, tek başına Meclis çcğunluğunu elde etmeyi başarmış bir iktidar... 83'teki seçimde nerdeyse tek başına yarışmış, askersel rejimin 'gerçek' partilerin önüne koyduğu binbir engel ANAP'a ve onun lideri Bay Özal'a Mecliste kesin çoğunluğu sağlamış. Beş yıla yakın bir süre Mecliste doğru dürüst muhalefet bile olmamış! Konseyin vetoları, yasaklamaları, engelleriyle Meclise gerçek bir muhalefet girememiş. O zaman da ANAP yarım yüzyıldır görmediğimiz biçimde istedtği gibi yönetmiş ülkeyi. Gerçek partiler yok; şendikalar yok, dernekler yok, basına gerçek bir özgüriük yok... İşverenler, parababalan ANAP'ın baş destekçisi... Beş yıla yakın bir süre ANAP kesin bir egemenlik kurmuş... Sonuç, ortada... Ya 87 genel seçimi diyeceksiniz? Onu da Meclisteki çoğunluğuna dayanarak çıkarttığı seçim yasalanyla, fonların sağladıgı desteklerle, '12 Eylül öncesine döneriz' korkutmaJarıyla kazanabilmiş... Ya da kazanmış gibi görünmüş... Oysa kendi yararına bütün bu durumlara karşın halkımızdan ancak yüzde 36 oranda bir destek görmüş. Seçmenlerin yüzde altmış dördü "ANAP'ı istemediğini" açıkça belirtmiş. Ama barajlar, önlemler, engellerle ANAP, 292 sandalye kazanabilmiş. Oysa muhalefet 158 kadar üyelik elde edebilmiş. Yüzde 36 oyun karşılığı 292. Yüzde 65'in karşılığı ise 158!.. Buna nasıl bir seçim, nasıl Seçim Yasası derseniz çok haklı olursunuz!.. Ne var ki beş yıllık ANAP yönetimi ülkeyi içdış politika, ekonomik durum, saygınlık açılarından tam bir iflasa götürmüş... Değişik kararlar, birbirine ters düşen durumlar, üst üste yapılan zamlar. paramızın sürekli değer yitirmesi, bütün bunlar ANAP yönetiminin basartsızlığının en canlı kanıtlarıdır. İflasın eşiğindeki bir siyasal iktidar ne yapmalı bu durumda? 'Ben görevi bırakıvorum' demeli. ama bu demokratik anlavıs nerde, kimde? Mecliste 292 kişi var, hepsini de Özal tek tek seçmiş, listelerin ön yerlerine koymuş. Bu yüzden 292'nin hemen hemen tümü Özal'a körkörüne bağlı... Tıpkı 1960 öncesindeki Demokrat Parti grubunun Menderes'e körükörüne bağlı oluşu gibi!.. Yıkım saati çalıyor, ama yıkılmamanın, bir süre daha ayakta kalabilmenin yolu basını susturmaktan geçiyor! Öyle sanılıyor! Üstelık televizyon gibi güçlü bir araç da var iktidarın elinde... 1960 öncesinde radyo vardı, İnönü'nün o günlerde dediği gibi 'Radyo Bakanı' vardı, şimdi de TV var, TV Bakanı var!.. Oyleyse basını türlü yollardan sindirmek gerekir. Muzır Yasaları çıkartıp gazeteleri ağır ödentilere mahkum ettirip yıldırmak. Doğruları yazmaktan, açıklamaktan çekinmeyen gazeteleri, yazarları da mahkemelere, savcılıklara çağırtarak sindirmek! Jstanbul Gazeteciler Cemiyeti'nin kongresinde Başbakan Özal diyor ki: "Basın hürriyetini, basının ihtiyaç ve sorunlannı sadece gazetecilerin meselesi olarak göremeyiz... Bütün,hak ve hürriyet gibi basın hürriyetinin de kişi hak ve özgürlükleriyle sınırlı olduğunu hatırlatmak isterim." Bu sözler bile ANAP liderinin basın özgürlüğünün karşısına yeni engeller dikmekten yana olduğunu belirtmiyor mu? Basın eleştirmek, araştırmak görevini elbet yapacak, toplum yararını kişilerin, çevrelerin, partilerin yararından daha önde tutacaktır. SHP lideri İnönü ise "Basın her iktidarın önüne eleştirıci, denetleyici olarak çıkar. Buna kızmaya hiç gerek yoktur. Hele bunu değiştirmeye çalışmak basının görevini yapmamasmı istemeK demektir. Bu da demokrasinin sağlıklı olarak yaşamasına karşı çıkmak demektir" diyor. 1960 öncesindeki yazılarımı anımsıyorum. O günlerde de Aynaya Kızılmaz' başlıklı bir yazı yazmıştım. DP iktidarının basına karşı sertleşen tutumunu hiç de yararlı bir gidiş saymadığımı söylemiştim. Ben de başka yazar arkadaşlar da sürekli uyarı görevimizi yapmıştık. Ama dinleyen kim? Ne acı bir yazgıdır bu! Zaman geçiyor, kuşaklar değişiyor, ama ülkemizde iktidara gelenler iflasın eşiğine düşer düşmez basına düşman kesiliyorlar! Siz istediğiniz kadar "Basın bir aynadır, bu ayna sizi bütün gerçeklerinizle gösteriyor" diye yazın, söyleyin, para etmiyor! OKURLARDAN 177 bin 600 liralık fatura ile Doçent karşüaştık. Oysa biz günde bir veya iki konuşmanm dışına terfilerinde hiç çıkmayız. Yanlışlıklardan haksızhk son derece huzursuz oluyoruz. Bu konuda tstanbul düzeltilsin Başmüdürlüğü, aboneleri rahatlatacak bir açıklarna yapmalı. İSTANBUL GÖZTEPE'DEN BİR OKUR Göcek katledüiyor Göcek, Fethiye ilçesine bağlı şirin bir sahil köyüdür. Denizi, koylan ve ormanı ile bir doğa şaheseridir. Başbakanımız da yaz tatilini burada geçirmiştir. Göcek halkı deniz kıyısının beton haline getirilişini üzülerek, hatta nefretle izlemektedir. Kaçak, ıvhsatsız, üstelik devletin arazisi üzerine kurulan beton yığınlan, öncelikle deniz kirliliğine yol açmaktadır. Lağım sulan denize dökübnektedir. Deniz doldurulup kişilerce parsellenmektedir. Turizme darbe vurulan bu gidise son verilmesi dileğimizdir. SÜLEYMAN FETHİYE F1RAT Bizler çeşitli üniversitelerde çalışan öğretim üyeleri olup akademik unvanımız "Yrd. Doç. Dr. "dur. Bu akademik kadroya atanabihnek için lisans diplomasi, yüksek lisans (bilim uzmanlığı) diploması ve doktora diplomastna sahip olmak gerekmektedir. Aynca yardımcı doçentlik sınavma girmek ve başanlı olarak bilimsel yaymlarla öğretim üyeliğini kamtlamak zorunluluğu vardır. Işte bütün bu aşamalan geçiren bizler ne yazık ki Üniversite Personel Yasası'na göre 3. dereceden daha üst derecelere terfi edememekteyiz. Üniversitede çalışan uzman okutman ve öğretim görevlisi gibi elemanlann hiçbir akademik çalışması olmadığı halde 1. ve 2. derecelerden kadro alabilmektedirler. Peki Yrd. Doç. Dr. 'lar niçin 1. dereceye gelemezler? Diğer yandan lise mezunu ilkokul öğretmenlerine bile ön lisans (2 yü) yaptınlarak 1. dereceye terfileri sağlanırken bizitn durumumuz niçin dikkate ahnmaz? Saytn YÖK Başkanımızm ve MiBi Eğitim Gençlik ve Spor Bakanımızm ilgilerini bekliyor, haksızlığın düzeltilmesini düiyoruz. ÜNİVERSİTE DOÇENTLERt YARDIMCI Gezi tazminatları veribniyor Bizler Kırklareli ilinde çalışan bir grup sağbk personeliyiz. Geçen 1987 yıh eylül, ekim, kasım ve arahk ayı gezi tazminatlanmızı alamadık. Bu durumu defalarca Sağlık Müdürlüğü 'ne ve ilgili mutemete söylememize rağmen hiçbir sonuca ulaşamadık. Mutemetlik Defterdarlığı, Defterdarlık Sağlık Müdürlüğü'nü suçluyor. Arada ezilen bizler oluyoruz. tlgililerin konuya eğilmelerini bekliyoruz. BİR GRUP SAĞLIK PERSONELİ ANMA İnsanlık onurunu ve sî>rasi kimliği koruma " mücadelesinde; ölum oruçlannda, işkencelerde ölen kardeşlerimizin ışığı sönmeyen ve sıcaklığı her geçen gün daha da artan anılarına, senin de anını katıyoruz. MEHMET EMİN YAVUZ Arkadaşın onurlu mücadelesi ve direnci mucadelemıze ışık tutuyor. 24'üncü gunu dolan süresiz açlık grevini surduren Sağmalcılar özel Tip Cezaevi Siyasi Tutukluları adına, Yapım ve Genel Dağıtım ADA Yayıncılık w Müıık Tıc Ltd Ştı SSK Işhanı. 2 Çarçı lio 12 Kızılay AMKARA Tel 1324272 Ytptrn ve Genel Oajıtım: ADA Yayıncıhk ve nOzik Tlc.Ltd.SU. . * 2, ÇBff. I t e İ 2 KjjBtoyAHKAHA T^: 132 42 72; ERTUĞRUL MAVtOCLU, MEHMET ASLAN, HIDIR KORAY ÖLÜMÜNUN 3. YILDONUMUNDE < • N I D ı H L s E s ı r^ a i K E H • V L E YUMUSAK: SELPAK Selpak Mendil yumuşacıktır. "Özel" kapağını açtığınızda size tam dört kat kalite ve yumuşakhk sunar. Üstelik çok daha emicidir. Islanınca dağılmaz. ; . aramızda1 A.Kadir. YEM DUNYA P l * « VE YAViMAR) S a ş n u s ^ ı p Sok. Tan *ci 1O'6 Cagaioğiuİs' ( TMMOB MİMARLAR ODASI'NDAN DUYURU Odamızın 31. Donem Genel Kurulu çoğunluk sağlandığı takdirde 12 Mart 1988 tarihinde saat 9.00'de Konur sokak 4/2 Yenişehir/Ankara adresinde toplanacaktır. Çoğunluk aranmaksızın yapılacak olan toplantı 19 Mart 1988 tarihinde Türk Standartları Enstitusü toplantı salonunda saat 9.00'da başlayacaktır. Seçimler 20 Mart 1988 pazar gunu 9.0017.00 saatleri arasında TMMOB Mimarlar Odası, Konur sokak 4/2 Yenişehir/Ankara adresinde yapılacaktır. GÜNDEM: 1 Açılış, 2 Başkanlık divanı seçimi ve sa>gı duruşu, 3 Genel başkamn açış konuşması 4 Konuk konusmacılar, 5 Çalışma raporunun okunması, eleştiriler ve hakkında karar alınması, 6 Konya temsilciliğinin şube olması hakkıiıda karar alınması 7 Dilekler ve yeni dönem çalışmalan hakkında karar alınması 8 Başkanlar Kurulu raporunun okunması 9 Adayların belirlenmesi ÇAYLAR DERNEKTEN.. HEPİNİZİ BEKLİYORUZ. Kadıköy Anadolu Liseliler Derneği kuruluş toplantısına, 19621987 mezunu herkes davetlidir. Mazereti olanlardan tezkere sorulacaktır. 28 Şubat 1988 Pazar saat: 13.00 Kadıköy Anadolu Lisesi Konferans Salonu. PLÂKKİTAP KlâsikVokal 175 (Nostalgia) Longpleyı. 1000 Kitap Kutüphaneli. Ayrıntılı Liste: P.K. 75 Pendik, 81482 İSTANBUL 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle