27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kesin tarihsel çizgilerle ayrüdığını belirtmiştim. Böylece ben siyasal sosyal, kültürel ve ekonomik birçok değişımın içinde ve değişik ortamda öğrenim gördüm. Oğlum az çok otunnuş bir dönemde yükseköğrenimini bitirdi. Torunumun yüksek öğrenimi ise anarşik olaylar içinde geçti. Düşünüyorum, bu ikiz torun çocuklanm bütün öğrenimleri boyunca ve daha sonra acab# ne tür tarihsel olaylarla karşüaşacaklar! Şimdi arkadaşlanyla birlikte sınıfça okuyup yazmayı öğreniyorlar. Ama o sınıftan bir tek yazar çıkacak mı acaba!... Ben yükseköğrenimimi yaparken ülkede tam anlamıyla laiklik ilkesi egemendi. Oğlumda aynı ortamda öğrenim gördü. Torunum öğrenimini laikliğin şurasından buıasından kemirildiği bir dönemde yaptı. Şimdi onun çocuklan, tıpkı 80 yıl önceki "Ben" gibi, ilkokuldan başlayarak dinsel öğrenim görilp bütün ortaokul ve liseyi böyle bitirecekler. Çünkü artık ülkede 12 Eylül 1980 darbesinden sonra laiklik ilkesi temelinden sarsıldı, yalnızca anayasanın satırları arasında kaldı. Toplumumuz bunun korkunç sonuçlannı ileride yaşayacaktır. Doğnısunu isterseniz torun çocuklarıma acıyonun. • * • Yukanda sözünü ettiğim 80 yıl içinde yalruz Türkiye'de değil, yeryüzünde de büyük değişiklikler oldu. Dunya savaşlan sonunda eski imparatorluklar yıkıldı, yenileri kuruldu. Tutsak halklar bağımsız birer devlet görünümü kazandılar. Ortaokulda cografya dersimizde Afrika'yı öğrenirken öğretmenimiz bu anakarayı, Fransız Kongosu, Alman Kongosu, Belçika Kongosu, Kap Müstemlekesi, Portekiz Müstemlekesi vb. gibi birkaç kalemde toplardı. Kolaydı öğrenmesi. Günümüzde Afrika'nın siyasal coğrafyasını öğrenmek bir sorun. Kimilerinin söylenmesi bile güç adları olan birçok devlet var orada. Aynntılara girmeden söyleyeyim ki Güney Asya'da da durum öyle. Orada da eskiden sömürge olan ülkeler ayn ayn devlet oldular. Nüfusun artması da başka bir sorun. Bizim ortaokulda "Cemahiri raüttefikai Amerika" olarak bellediğimiz ABD'nin nüfusu 84 milyon idi. Şimdi neredeyse 300 milyon olacak. Rusya'da da durum öyle: 110 milyon olarak okuduğumuz bu ülkenin nüfusu 300 milyona yaklaştı. Çin'i 400 milyon, Hindistan'ı 350 milyon olarak bellemiştik. O zamandan bu yana 1915'ten beri Çin'in nüfusu bir milyan, Hindistan'ınki ise yedi yüz elli milyonu çoktan aştı. Afrika halklan gittikçe çoğalıyor. Bu çoğalmayla birlikte yoksullaşma da büyüyor. Konut sorunu, beslenme sorunu, üretim ve tüketim arasmdaki büyük dengesizlik yeryüzünde yeni yeni tedirginlikler ve tasalar yaratıyor. Nüfuslan cok yavaş çoğalan, dahası kimileri yıllardan beri hiç çoğalmayan zengin ülkeler, yoksul ülkelerdeki hızh nüfus artışı karşısında büyük telaş içindeler. Düuya "yoksul" ve "varsü" olmak üzere iki kampa aynldı. Güney Afrika Cumhuriyeti gibi kimi ülkelerde varsıllar (azınlıktaki beyazlar) yoksullan (çoğunluktaki zencileri) kıyasıya sömürüp eziyorlar. Bunun karşısında öteki varsıl ülkeler diplomatik protestolardan başka bir yaptırım uygulanııyorlar. Kısacası, insanlığın geleceği çok çapraşık, dahası, kanlı sorunlarla dolu. Malthus'un kuramı, yaklaşık iki yüz yıl sonra doğnı çıkmışa benziyor. Belki gün gelecek azıniıktaki varsıllar çoğunluktaki yoksulları nötron bombalan gibi yalnızca canlılan öldüren silahlarla yok etmeye kalkışacaklar. Oysa sağduyu ve insanhk ruhu egemen olsa şimdiden ahnacak önlern ve özverilerle dünya halklan arasında sosyal adalet kurulabilir. Ne var ki şimdilik varsıl ülkelerde büyük bir bencillik egemen. Bu bencillik çevre kirliliğine de neden oluyor. Yeryüzünde doğanHi tehlikeye girmesi kendilerine de dokunduğu için bu kirliliğin önlenmesi amacıyla türlü konferanslar ve kongreler topluyorlar. ölçümler yapıyorlar ve türlü girişimlere geçiyorlar. Aynı telaş yeryüzünde egemen olan sosyal adaletsizlik karşısında görülse, hiç değilse bir umut ışığı belirir yüreklerimizde. Nereden başladık nereye vardık. Seksen yülık bir gözlem sonucunda iyimser bir tablo çizemediğim için üzgünüm. öyle umuyorum, daha doğrusu ummak istiyonım ki, Ash ile Zeynep benim yaşıma geldiklerinde dunya ulusları arasında sosyal adalete dayalı bir konfederasyon kurulmuş olsun ve yukanda saydığım bütün sorunlara etkin çözüm getinne yoluna girilsin. Eğer Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun temel taşı olan laiklik ilkesini o zamana değin busbütün bırakmazsa bu konfederasyon içinde benliğini yhirmeden akılcı katkılanyla kendine düşeni yapar. Dilerim öyle olsun. Okıımak ve Sonrası HIFZIVELDET VELÎDEDEOĞLU Bana göre dördüncü kuşakta olan Aslı ile Zeynep bu yıl okula başladılar. Okumayı öğreniyorlar; doğal olarak yazmayı da: "ALİ AT AL" Bunlar benim ikiz torun çocuklarım. Okula ilk gittikleri gun ben bulunamadim. önce ağlamış, sonra alışmışlar. Ikizlerin (şimdi yüksek mühendis olan) dedesini okula bıraktığım gun bahçede o da dudaklannı büzdü; ağlamak üzere iken, o yıl okula başlayan küçük bir kız yanımıza yanaştı, oğlumun elinden tutarak: "Kardeşım, sende mi yeni başlıyorsun" deyip çekti arkadaşlannın yanına götttrdiı ve böylece işimi kolay laştırdı. Bir yıl içinde çokça para topladık ve Orman Bakanlığı'ndan kereste sağladık. Tam o sıralarda 27 Mayıs 1960 Devrimi oldu. îstanbul Valiliği'ne Orgeneral Refik Tulga atandı. Bizim derneğin yönetim kurulundan iki arkadaşla birlikte kendisini zdyaret ederek okulun durumunu anlattık. Elimizdeki parayı ve öteki yapı araç ve gereçlerini îstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'ne devretmek koşuluyla yeniokulun bir an önce yaptırümasını rica ettik. Rahmetli Tulga Paşa dileğimizi anlayışla karşıladı. Milli Eğitim Müdürlüğu'nun standart planına göre köşkün bahçesine modem bir okul binası yapıldı. Samnm Kadıköy'ün, hatta bütün Istanbul'un en geniş bahçeli ilkokulu budur. Torunum ilkokulu orada bitirdi. Şimdi onun ikiz kızlan da aynı okulda öğrenim görüyorlar. **• Geriye bakarak olayları düşündüğumde çok tuhaf duygulara kapılıyorum. Birinci kuşak, yani "ben"im okula başladığımdan bu yana 80 yıla yakın bir zaman geçti. Osmanh dönemindeydik. Lisenin onuncu anıfuıa kadar hep Osmanh döneminde eğitim gördüm. On, on bir ve on ikinci sınıflan Milli Mücadele Anadolu'sunda Türkiye Büyük Millet Medisi'nin egemen olduğu dönemde okudum; yükseköğrenimimi ise Cumhuriyet döneminde yaptım. PENCERE 6 KASIM 1988 Ben Bile Kurtaramam... tkizlerin (şimdi mühendis olan) babasının okula ba$ladığı gun ben de bulundum. Hiç yadırgamadı. Bana gelince; beş yaşımda iken, yani yaklaşık 80 yıl önce, îstanbul'da Şehremini'nde boynuma asıh sırmalı çanta ile mahalle mektebine başladığımda bu olayı pek yadırgamıştım ama çok iyi anımsıyonım, ağlamadım. Her gün "Bevvab" denilen bir kişi omuzunda uzun sırıkla gelir, her evden çocuklan alırken sefertası denilen saplı kaplar içiııde yemeklerimizi de omuzundaki sınğın her iki yanına geçirir ve bizleri okula götüriırdü. Orada Arap harfleriyle okuyup yazmayı öğrenirdik. Bir yıl sonra, 1910'da, Çorum'a gittiğimizde, altı yaşımda, evimizin karşısındaki "Edep Mektebi Iptidaisi" adını taşıyan ilkokula yazdırdılar beni. Oradan al"Dönem" deyip de geçmemeli; bunlar kesin çizdığım diploraayı hâlâ saklanm. gilerle birbirinden ayrılan tarihsel zaman parçalaOglumu ve torunumu okula yazdınrken bu eski ndır. olayları hiç düşunmemiştim. Oğlumun gittiği okul Fatih'te, torunumun basladığı okul ise Erenköy'de, eski ahşap köşklerden çevirme birer binada idi. Torunumun okula başladığı yıl Küçükyalı'da bir sinema yangmı, can kaybına neden olmuştu. Korkturn: Bu ahşap binada bir yangın çıksa yavrucaklann durumu ne olurdu! Müdürden aldıgım "veli" listesinden öteki çocukların babalannı buldum ve bu ahşap köşkün geniş bahçesine kargir bir okul binası yaptırrnak için dernek kurulmasını sağladım. 1934'te büyük oğlumu ilkokula yazdırdığımda Cumhuriyet'in en coşkulu dönemlerini yaşıyorduk. Onuncu yılın coşkusu ve raarşları henuz ateşini yitirmemişti. Halkevleri ve halk odaları gittikçe çoğalıyordu. Dernek benim ilkokula başladığım 1910 yılından tam yirmi dört yıl sonra, 1934'te büyük oğlum; ondan yirmi beş yıl sonra, 1959'da büyük torunum ve şimdi ondan yirmi dokuz yıl sonra da ikiz torun çocuklarım ilkokula yazılmışız. Az önce benim öğrenimimin geçtiği dönemlerin Bir ülkede aylık enflasyon oranı "resmi" verilere göre ayda yüzde 8'e, yılda yüzde 90'a dayandı mı kırmızı göstergeler yanıp tutuşur. Eğer Türkiye'de gerçekten "serbest piyasa ekonomisi" geçerli olsaydı, şimdi bankaların mevduat faiz oranını yüzde 95'e çıkarmaları gerekirdi. Ama devlet yasağı var; hükümet faiz oranlarına sınır koymuş; enflasyon da bankalardaki mevduatı kemiriyor. Buna karşın yangın ne televizyona ne de basına yeterince yansıyor. Televizyon Ozal'ın zurnasıdır. Holding basını da sus pus. Yüzde 100 enflasyon ne demek? Bu kıyamette ne devlet bütçesinin hesabı tutar, ne aile bütçesinin iki yakası bir araya gelir, ne yatırım yapılabilir. Akyaka köyünde, arkadaşımız Remzı bir tuhafiye dükkânı açmıştı; sordum: İşler nasıl? Abi, dedi, gidip toptancıdan 20 gömlek alıyorum, satıyorum. Sonra 20 gömleğin parasıyla ancak 10 gömlek alıp yerine koyabiliyorum. Ekonominin temel kuralı budur. Yüzde 80 enflasyonda ancak namussuzlar, vurguncular, yasadışı yollarda dolaşanlar, devletle özdeşleşmiş büyük holdingler kazanabilir; ama çöküntü en sonunda devleti de kapsamına alır. Türkiye, işte şimdi bu sürece sürüklendi; freni patlamış kamyon gibiyiz. Peki, altematif ne? Özalcılar bu soruyu çok seviyorlar, eksik olmasınlar sık sık soruyorlar. "Altematif' sözcuğü tam anlamında kullanılırsa; "Kapttalist ekonominin altematifi sosyalist ekonomidir" demek zorundayız. Ne var kı bu yanıtın güncel polıtıka açısından bir kıymeti harbiyesi yok. 12 Eylül faşizmı yapacağını yaptı, sosyalist solu ezdi. Oysa demokrasi geçerli olsaydı, emekçi halka dayalı bir sosyalist partisi bugünkü düzene eleştırisiyle birlikte ekonomik alternatifini de programlaştırırdı. Şimdilik sosyalızm, geleceğe yönelik bir değer taşıyor. Bugünkü düzen içinde "altematif' değil; ama iki seçenek var. Birinci seçenek: Kapitalist sistem içinde "planlı ekonomi" uygulamada başarılı olursa ortalığı derleyip toparlayabilir. Plan, devlet kesımı için zorunlu, özel kesim için özendincidir, holdingler ve tekeller denetıme alınc;aktır; özel sektör, planlama içinde önünü görebilecek ve daha güvencede olacaktır. Kaynakları kısıtlı ve sınıriı Türkiye'de, planlama dengeli kalkınma için kaçınılmaz bir siyasettir. Özal ekonomisinde, ne liberalizm geçerli ne de serbest piyasa var; kendine özgu bir devletçilik yağma Hasan'ın böreğine dönüşmüştür. Devlet, yakın holdingleri ve gözde şirketleri zengin etmek için kullanılıyor. Planlı ekonomide devletçilik kesinlikle demokratik denetim altında bulunmalıdır; sosyal demokrasinin işlevi de budur. * İkinci seçenek: Serbest piyasa ekonomisi içinde iktisat biliminin ABC'sine uyarak ekonomiyi yönetmektir. Özal bunu da beceremiyor; her şeyi yüzüne gözune bulastırmıştır. Enflasyonun durdurulması için ABC, bütçe açığının giderilmesi, banknot matbaasının frenlenmesi, kamu harcamalarının kısılmasıdır. Özal iktidarı bunları yapamıyor ki enflasyon dursun. ANAP iktidarı kendi sistemi içinde kendi seçeneğıni (ya da alternatifini) olağanüstü becerıksizliğiyle yaratmıştır; Süleyman Demirel, bu ışı Özal'dan daha iyi kıvırır. ANAP iktidarı ikide birde "Altematif nedir?" diye sormasın. Direksiyona geçmiş şoför frene basmasını bilmiyorsa, kimse onu kurtaramaz. Yoksa, askeri yönetımden yüzde 30'la devraldığı enflasyonu yüzde 100'e çıkaran Özal'ı yine askerler mı kurtaracak? OKTAİ AKBAL EVET/HAYIR ' OKURLARDAN Boğaz'da tedbir kaçınıhnaz oldu Son günlerde televizyonda, Boğaz'dan transit geçen gemiler hakkında bir küavuz kaptanla bir görüşme yapıldı. Kaptan, Boğaz'dan çok tehlikeli maddeltr yüklü dev gemüerin geçtiğini kaydettikten sonra, misal olarak amonyak yüklü tankerleri zikretti ve bunlardan birinin maaıaUah bir kaza neticesinde tutuşması halinde, 25 km. karelik bir sahanın harabeye döneceğini beyan ettt Yani bütün Îstanbul sehrinin harüadan silinebiUceğini ifade ettl lesadü/en, bundan bir hafta kadar sonra, amonyak yüklü Malta bandırah bir tanker, Sovyet bandırah diğer bir tankerU çarpışmaktan kü payı kurtuldu. Ucuz atlattığımız bu son tthlike bir defa daha gösteriyor ki akaryaku yüklü dev tankerler, tstanbul'un üzerinde DemoklesHn Kılıcı gibi asılı durmaktadırlar. Binaenaleyh, resmi makamların bu hususta gerekli önlemleri bir an evvel almast, artık kaçınümaz bir zarurtt haline gebnistir. On dört yıl Dabkoviç vapur acenteUğinde çahfmıs olduğumuzdan, deniıcilik konusunda birazak fikrimiz vardır. Önerilerimiz şunlardır: 1 Boğaz'da ve Bogaz medhattnde gemilerin demirlemesi kesinlikle yasak edilmelidir ki geçisler daha serbest olsun. 2 Boğaz 'dan geçerken dolu tankerlerin küavuz kaptan ahnalan mecburi olmalıdtr. 3 Dolu tankerlerin, karanhk bastıktan sonra Boğaz'dan geçmelerine musaade edilmemelidir. Zira, kazalar geneüikle gece meydana gelmektedir. 4 En önemli tedbir ise transit gemüerin Boğaz'dan geçisi, her iki saatte bir, yön değistirmek münavebeü obnasuhr. Mesela, saat 12.00'de Marmara Denizinde bekleyen gemiler, konvoy halinde Boğaza girdikten sonra, Karadeniz't açdmalanna kadar iki saat zarfmda, Karadeniz'den hiçbir transit gemi Boğazu girmemeUdtr. tki saat tamamlandıktan sonra, saat 14.00te, bu sefer de Karadeniz önünde bekleyen gemiler, Boğaz n girmeUdirUr ve bunlar da dışan çıkmadan, saat 16.00'ya kadar Marmara'dan hiçbir transit gemi Boğaza gtrmemelidir. Ve günün 24 saaünde isbu yöntem devam etmelidir. Böylece, gemilerin sis ve sair sebeplerle Boğaz'da çarpısmalan bnltnebilir. Montreux Aniasması isbu sartlan ihttva etmediği için bazı devletler bu önerilere karşı çıkabiürler. Ancak yeni bir Montreux Anlasması'nın akdine kadar, zira eskisi bugünkü duruma uymaktan çok uzaktır, bu hususta yabancı devletler ikna edilmelidir. Çünkü, mevzubahis olan yabuz bes veya altı milyonluk Îstanbul sehrinin emniyeti değil, aynı zamanda kendilerine ait gemilerin ve personehnin güveneesidtr. Romen bandırah "Independentza" tankeri faciasından sonra, merhum Burhan Felek Beyin bir makalesi munasebetiyie, kendilerine bir yazı gönderip, Boğaz'da, ters istikâmetteki traflğin düzeltilmesinin faydah olabileceğini önermiştik. Zira, eskiden Marmara'dan Boğaz'a giren gemiler, Rumeli sahüini takip ettikleri için Karadeniz 'den gelen ve Anadouı sahilini takip eden gemilerle karşı karşıya çıkmaktaydıiar. Muhtemelen, resmi makamlara aksettirüen önerimiz uygun görüldü ki birkaç ay sonra tatbik sahasma koyuldu. İsbu önerilerimiz de gerçekleşirse, htanbul'un emniyeti geniş çapta garantiyt ahnacaktır. KEVORK PAMUKCİYAN Îstanbul 12 Eylül'ü Eleştirmek Yasakmı? 12 Eylül öncesi sanki insanları korkutan bir umacı! "Unutma o günleri, 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsun, biz geldik sizi kurtardık, neydi o dehşetengiz olaylar..." İktidar başının dilinden hiç düşmez bu sözler. Sayın Evren de ikide bir halkın karşısında buna benzer konuşmalar yapar. 12 Eylül 1980'den bu yana ancak sekiz yıl geçti, yani o kadar uzak bir zaman değil. O günlerde yedi sekiz yaşında olanlar bugün delikanlı ya da genç kız. Yukseköğrenim çağında bir kuşak 12 Eylül öncesini kolay kolay bilemez. içlerinden çoğu bu gibi suçlamaların ışığında o dönemi korkunç bir zaman parçası olarak bellemiştir. 12 Eylül öncesi neden teşrih masasına yatırılmasın? Niye yalnızca belli bir açıdan görülsün gösterilsin? SHP milletvekilleri, Alnıak ile Dikmen'in 12 Eylül'le ilgili sözleri, bu olay konusunda ileri sürdükleri görüşler Sayın Başbakan'ın canını sıkmış. Oylesine sıkmış ki bir başbakana yakışmayan sözler soylüyor: "Terbiyesizlik, başka bir şey demem. O cesareti varsa daha evvel kullanmak lazımdır. Şimdi demokratik ortamda rahat kullanıyor. Acaba daha önce öyle bir laf söyleyebilir miydi? O ce'Arktat 13. Sayfada D A M A B R V A K K 0. Onsuz'eksikliğini'duyarsınız... Gördüğünüz,« anlarsınız: 0, bir Vakko Eşarb'dır. Eşarbının imzası 'Vakko' olanlar, 'daha sık' olurlar... Bilirsiniz. an " uoda vakfudur" ^^!^*lfa/İ/fo Giyimine 'Vakkohavası'katmak isieyenlere muHulukla duyurmok isteriz ki... Şimdi Vakko Mağazalan yani sıra, yurdun dörtbir yonındaki bazı seçkin mağazalarda da Vakko Efarplannı bu/obi/ırsıniz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle