Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURtYET/6 31 OCAK 1988 Bir ay kadar önce, îtalyan bakkallan birdenbire, 'Cacao Meraviliao' adında, o zamana dek hiç duyulmamış bir kakao markası arayan insanlarm hücumuna uğradt. Kimse bulamadı bu kakaoyu. Çünkü böyle bir marka yoktu. Bir televizyon programında uydurulmuştu. NtLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Aşağı yukan bir ay önce, birdenbire îtalyan bakkallan "Cacao Meraviliao" adında o zamana dek hiç duyulmamış bir kakao markası arayan insanlann hücumuna uğradı. özellikle kadınlar ve çocuklar hcr yerde adım adım "Cacao Meraviliao" anyorlardı. Fakat bu egzotik kakaoyu hiçbir yerde bulmak mümkütı değildi. Mümkiln değildi, çünkü böyle bir kakao dttnya yüzünde mevcut değildi. "Cacao Mcravfliao"u icat eden Cacao Meraviliao da ne? kişi, ttalya'nm ünlü televizyon takdimcilerinden Renzo Arbore'den başkası değildi. Her şeyin bir ünlü marka tarafmdan "sponsör" edildiği Îtalyan televizyonunda, bu reklam canavanyla dalga geçmek için Arbore, bir show programında var olmayan bir kakao markasını lanse etmeyi düşünmUştü. "Herkes Geriye" adh programında hayalet kakaoyu kalçalaruu ve göğüslerini cömertçe sergileyen Brezityalı dansöz kızlann süslediği göz alıcı bir ambalaj içinde lanse eden Arbore'nin programının ne denli etkili olduğunu anlamak için çok beklemek gerekmedi. Her tarafta bu kakaoyu arayan insanlardan gözü kamaşan uyanık Îtalyan sanayicileri şimdi RAI'nin (Îtalyan Devlet Televizyonu) yakasını bırakmıyorlardı. Bir televizyon programıyla oluşan "Cacao Meraviliao" pazarından yararlanmak isteyen işadamları, bu markayı taşıyan bir kakao üretmek için RAI'den izin istiyorlardı. Şimdilik RAI'nin bu konudaki tüm talepleri geri çevirmesine rağmen, devlet televizyonunun tüketim toplumundaki rolünün ne olduğunu ortaya koyması bakımından "Cacao Meravilliao"dan daha güzel bir örnek düşünülemezdi.'ltalya'da kişi başına düşen milli gelir yükseldikçe, televizyon kültürü de elle tutulur bir biçimde alçalıyor. Gah'ba sanayi toplumunun stresleri ve çalışma ritmi arttıkça, insanlar artık televizyonda ciddi hiçbir sey görmek istemiyorlar. "Hafif eflence", "qaizkim bUiyor?" programlan, "hafıf komediler", "güzel kadınlar", " m ü a k " ve bol bol reklam şimdi İtalyan televizyon programları içinde başı çekiyor. Berlusconi'nin sadece bu unsurlardan oluşan özel televizyon kanallanyla rekabet edebilmek için şimdi Îtalyan Devlet Televizyonu (RAI)'de programlannda sadece bunlara yer veriyor. Çok değil bundan birkaç yıl önce RAI'nin yaptıgı Marco Polo, Galileo Galilei, Kristof Kolomb gibi dev yapımların izine rastlanmıyor artık. Îtalyan televizyonunun bu tutumu güzel bacaklı, güzel göğüslü yüzlerce anonim kadına "ün kapısı"m aralayan büyük fırsatı yaratıyor. Deterjanlar ve şampuanlar tarafından Amerikan usulü "sponsör" edilen programlarda çıplak bacaklann ve göğüslerin kalabahğından çehrelerini birbirlerinden güçlükle ayırt edebildiğiniz kadınlar ekran karşısında saatlerce yüzünde aynı ifadeyle gülümsüyor. Renzo Arbore'nin shovvunda popolanmn iistünde resmen tavuk tüyleriyle ekrana gelen bu guzel ve beyinsiz hanımlar, ağızIarını açtıklannda da konuşacaklanna gıdakbyorlar. Bizdeki "knş beyinü" tabirini "tavuk beyiıüi" olarak kullanan Italyanlara bu hanım kızlar pek uygun düşüyor. "Bir erkek için," diyor yazar Patrizia Carrano, "GıdtkUyan kadınlar giiven dağıtıyor. Problem yaratmıyorlar. Dinlendiriyorlar." Bu yüzden yalnızca Arbore'nin programım değil hangi kanalı çevirirseniz çevirin karşınıza "gıdaklayan kadınlar"ın bir başka çeşidi çıkıyor. Italya'da en çok seyirci toplayan programlardan biri olan Maurizio Costanzo Sbow"un her gece yaptığı söyleşilerine katılan hanımlar bile kısacık elbiseleri ya da başdöndürücü dekolteleri tercih ediyorlar. Kimsenin artık kadınlan "seks objesi" diye tanımlamaya cesaret edemediği "postfeminizm" dünyasmda bu kadar et nasıl açıklanıyor? Sosyolog Franco Ferraroti" "Ekranın hafîfmeşrepligi" diyerek yanıthyor bu soruyu. "Yaşamın ağır sonunluluklanadan, kaygıianndan, tedirginliklerinden, huzursazhıklanndan kaçmak için knllanılan bir araç." Bu ekrana birbirlerini dirsekleyen, gıdaklayan kadınlardan biri olarak girmek istemeyen kadınlar ise televizyon cennetinde bir gelecek vaat eden ülkedeki 64 okuldan birine yazılıyorlar. Hepsinin düşü ikinci kanaldaki, haberleri tüm albenisiyle sunan Lilli Grnber. Teleyizyonun büyüleyici gücü sayesinde bu okullar mantar gibi Italya'nın dört bir tarafına yayıhyorlar. Spiker, takdimci, reji yönetmeni, talkshow'cular, haber programı gazetecileri yetiştirmeyi vaat eden televizyon okulları şimdilik en çok hayal tadrliğj yapıyorlar. Roma'dan New YorkHan En alternatif New York'ta, alternatif basının en iyisi olduğu iddiasıyla bir dergi yayımlanmaya başladı. Adu Utne. Norveççede "harika" anlamına geliyor. Ve derginin adı da yazı işleri müdürünün soyadından geliyor. Dergi peş peşe, ilginç kapaklar yaptı. ŞEBNEM ATİYAS ~ NEVV YORK Rekabet rekabettir. Basında da alternatif basında da. Nitekim yeni bir dergi New York'ta alternatif basında "en iyi" olduğu iddiasıyla yayımlanmaya başladı. Utae, Norveççede "harika" anlamına geliyor. Yeni "•Iternatif dergi", kendisini diğer dergılerden şöyle ayırdediyor: "Bir kere Utne, o bildigimiz 'hos' k a y | U kuşderden degil, renk müriflltiııiB kurban hiç degil, orta yeriadea zınbalaantş Han degil, içİBdeo parfüm paketteri sarknuyor, her dobşbgı yere kokular saçmıyor." Tanesi dört dolara satışa çıkanlan iki ayuk derginin ilk sayısı, T r a k bir özgiîrittk beykdi" kapağuun tepesind yayımlanınca oldukça ilgi topladı. Derginin giriş yazısında Utne, okuruna şöyle sesleniyor: "... BUneniz genken bir şey vaı. OtnayacaİL, yıpmayacaklar, yapabiBnioiz ba «ksiyoniar ananızın dizMo dibindc öjıcnditiııiz vahiylerle çakışıyorsa, daha sasmcak çok sejiniz var demefctir. Ltneden bir sajia acta, altt« haUkatler, dannadagınık argoiar, kirU UtszhlOar, kısacası gercekk karDergiye soyadıru veren Eric Utae, aynı zamanda derginin yazı işleri müdürü olarak çalışıyor. Derginin çalışma koşullan ve kadrosu konusunda anlatılanlardan sonra ortaya çıkan ürun "aJtenuüflik" açısından gerçekten eşine az rasüanır nitelikte. Eric dergiyi şöyle anlatıyor "Yilda ıltı kere çtkan bu deıgi, davmrdadelik gibi ofaak bir ofiste kotanhyor. Üç kisilik bir editör kadromaz var. Onon dışınd* Niaa var, benim şaşkıa kancıgıın. Ondan sonra bir rr>izyonist tarih hocası, toplumsal sonımluluk sahibi bir hayırsever, bir çevre örgiitleyicisi, bir amish yorgancı, emekli bir domıu yetiştiricisi, vb. bir yıgın çılgın." Utne'ciler iki ayda bir bir araya gelip 1000'in üzerinde sayıda taramış oiduklan çeşitli yayın organianndan örnekler, özel görüşmeler ve haberleri topluyorlar. Bu arada kendilerine bir pizza ve patlamış mısır ziyafeti çekiyorlar. Güneş batmadan dergiyi hazırlayıp baskıya yolluyorlar. Time ebatlanndaki dergi, aylık ciddi haberlerin yani sıra Daaiel Ortega ile görüşme, ötüm üzerine tartışmalar, TV alternatifleri üzerine meşhurlardan görüşler, şiirler, kısa hikâyeler, ekonomik haberler, mUzik ve spor gibi bölümler içeriyor. "Punk Amerflu" adlı ilk sayıda kapak konusu "60'Unn Çocoklannıc Çocuklannın PoKtikaa" adlı kapak makalesi ve "Okumak Nesli Tiikenmiş Bir Canavar nudır? Yoksa O Oinakstzın Daha İyi Bir Dunnnda Biyız" başlıklı araştırma yazısı ile ilgi topladılar. Dergi a>Tica "Çocuk Sahibi Olmaiı mıyu? Baskaian Çocuk Sahibi Olmaiı au?" "Bngünlerde 'Erkeklere* Ne Oloyor" gibi kapak konuları yaptı. Atina'dan ABD Kaziarı bir "hat boyu' nöbetinden dönüyor Çağdaş bir Odisseus öyküsü NEDİM GÜRSEL ATİNA Angelopulos, "Siter'e Yolcoluk" adlı fılminde Anadolu bozgunundan sonra ev nedir bilmemiş bir Yunanlının sürgününü anlatır. Yıkım günlerinden sonra uzun yıllar geçmiş, bir başka sürgün daha yaşamışlır film kahramam. tç savas ertesinde Doğu ülkelerinden birine sığınmıs, ancak 1974'te Aibaylar Cuntası devrildiği zaman, kuskusuz "toprak çağırdıgından", yani ölraek için dönmustür Ulkesine. Ne var ki yersiz yurtsuz bir yabancıdır artık. Kendi köyünde hile sürgündedir. Ona ne atalarımn yurdu Anadolu'da ne de çocuklanmn yurdu Yunanistan'da yer yoktur. hhake'ye dönüş umudu olmayan çağdaş bir Odisseus düşünün. Fırtınalann bir denizden bir başka denize, bir tehlikeden bir başkasına savurduğu yaşlı ve yorgun bir adam. Çağımızın umutsuz kahramam bu adam olsa gerek. Atina'dayım. Odos Kidatineon'da. "Kiiçiik Asya tncelemeler Merkezi"ndeki belgelerin peşinde. 1922 bozgunundan sonra Anadolu Rumlanyla ilgili ne buiabilmişlerse burada toplamaya çalışmış Yunanlılar. Fotoğraflar, rnektuplar, kitap ve şarkılar... Bir yaşamdan arta kalan ne olabilirse. Arular... Yayımlanmayı bekleyen arular da var. Bunca arşivin arasında Karamanlılarla ilgili belgeler dikkat çekiyor. Geçen yılın eylül ayında Alina'ya sırf bu belgeleri gözden geçirmek için gelmiş, Yunan alfabesiyle yazılmjş Türkçe halk hikâyelerini, özelükle de bilinmeyen bir Köroğlu destarunı incelemiştim. Sonra 1987'nin nisanında yeniden, bu kez "Abdi lpekçi Banş Ödiilü"nü almak için geldim Atina'ya. Bir ara "Küçük Asya Incelemeleri Merkezi"nin bulunduğu kepenkleri yeşil boyalı, sarı badanalı güzel tas binaya uğramadan yapamadım. Bu bina Anadolu'dan, bir halkın yakın geçmişinden derin izler taşıyordu. Şimdi yine aynı yerde, benzer duygularlayım. Karamanlı Türkçesiyle yazümış Incilleri, dua kitaplanru, roman ve öyküleri, şiir ve şarkılan gözden geçiriyomm. Her belge, güçlükle okumaya çabaladığım her sayfa, lslanbul'da bir eve, Konya'da bir köye ya da ne bileyim, tzmir'de Kordon'daki bir okulun serin avlusuna götürüyor beni. Seferis'in günlüğünde okudi'ğum şu satırlan anımsıyorum: "Bana kalırsa şehrin bulün boyııtlan degişmis. Bugun bile yollarda 1922 yangmımn isli kalınlılanna ve loprak kümelerine rastlıvorsunuz; eski şehrin >erinde mantar gibi biten beton yapılann gübre >ığınına benziyor bunlar. Büyük yıkım sanki dün olmuş duygusunu veriyorlar. Hiçbir kin duymuyorum. Bunun lam tersi bende ağır basan duygu: Bu yıkımı getiren süreci çöziimleme çabası daha çok." Kitaplıktan çıktığımda güneş batmak üzereydi. Batan güneşe doğru Plaka'nın dar sokaklannda yürüdüm. Batüı turistler henuz gelmemişti kente. Atina, ocak ayında, Atinalılanndı. Bir kahvenin yuvarlak, mermer masasına oturdum. "Uzo"ya başlamanın tam zamanıdır. Bir kadeh buzlu "uzo", rakı niyetine! Kalamata zeytini, beyazpeynir, bir dilim pasıırma. Birden, inanmayacaksımz, ama birden kahvecinin çaldığı kasetteki ezgiyle irkildim. "Konyalım"ın ezgisiyle: "Hani de beairn beş yiiz gram pastınnam!" Sözleri Yunancaydı, ama ezgi bizim •'Konyalım"ın ezgisiydi. O bitince, İbrahim Tatbses'in "Mavi mavi masmavi"si baslamasın mı! Onun da sözleri Yunanca, kimbilir ne diyor, ama ezgi, ezgi tümüyle arabesk. Atina'da eskiden Teodorakis'in, Hacidakis'in besteleri çalınırdı kahvelerde. Gece tavernalarda reçinaya oynak Yunan havalan eşlik ederdi. Şimdiyse Anadolu havalan ve arabesk! 1922 bozgunundan elli beş yıl sonra, yıkım günlerinin ardından Anadolu ezgileriyle Atina'da yine. Bu kez dostluk ve barışı çağnştıran bir sözcük Anadolu. Ne diyordu Nâam: 'Insanlann tiirküleri kendilerinden güzel / kendilerinden umutlu / kendilerinden kederli / daha uzun ümurlu kendilerinden. / Sevdim insanlardan çok türkülerini." Stuttearttan Amerikan ordusu, PershingII füzelerinin konuşlandırdığı üslere alışılmadık nöbetçiler yerleştirdi: Kazlar. Bütün gün yiyorlar, içiyorlar, aylak aylak dolaşıyorlar, ama yine de ordunun, bu nöbetçilerden vazgeçmesi mumkün değil. AHMET ARPAD STUTTGAirT Atom başlıklı füzeleri koruması gereken nöbetçiler, Körevlerini hiç de ciddiye almıyor. BUtün gün yiyip içiyor, aylak aylak dolaşıyorlar. Emir aİdıklan subaylarla dalga geçiyor, onlan pek takmıyorlar. Yine de ordunun bu nöbetçilerden vazgeçmesi mumkün değil. Stuttgart yakınında, atom başlıklı PershingII füzeleriıün durduğu Mutlangen, Heilbronn ve NeuUlm Amerikan askeri üslerine teröristlerin girrnesine onlar engel oluyor. Amerikan ordusu, ülkedeki diğer üslerde de "tşi olmajsn giremez!" yazılı bölgelere çok duyarlı bu "nöbetçUeri" dikiyor. Kazlan! Ancak PershingII füzelerini protesto eden banşseverler, Mutlangen'e geldiklerinde "beraz üniformalılar" ile karşılaşınca çok şaşırıyor. Amerikalılann Ulke savunmasını pek ciddiye almadığına iyice inanıyorlar. Mutlangen'deki " 5 6 . Artillery Comraand" birliğinde görevli askerler de "kanaüı nöbetçiler "e zor alıştı. Tümgeneral Vktor J. Hııgo'nun, bundan 1.5 yıl önce bütün AJmanyada Amerikan üslerinde görev almak üzere tam 900 genç kazı "askere çaiırmakta" haklı çıktığı sonradan beüi oldu. "Emk enıirdir" deyip kendisine gönderilen kaziarı nöbete çıkaran Mutlangen Komutam Sleven Bricker de şimdi memnun. "İstedikterini yapıyorlar. Çok güriiltü çıkanyorlar, gezindikleri alana hiç kimseyi yaklaştınnıyoriar" diyor. Bilindiği gibi, Mutlangen Amerikan Pershing11 füzeleri deposu, ülkenin dörtbir köşesinden gelen banşseverlerin önünde devamlı protesto yaptığı üslerden biri. özellikle 1987 yılında burada toplanan genç öğrencilerle profesörler, din adamlan ile askerler, yargıçlarla savcılar banş uğruna tutuklanmayı ve de mahkeme karşısına çıkanlmayı göze almıştı. Kendilenne verilen alana hemen elkojııp orasını tıslayarak, bağırarak ve kanat çırpıp kovalayarak koruma alışkanlıkları, kazların "işe alınmasnda" önemli rol oynamış. Tarihe bir göz atmca Romalılar döneminde de kazlara nöbetçilik görevleri verildiğini görüyoruz. lsa'dan önce 390 yılında Kapitol'a yapüacak bir baskma kazların engel olduğunu kitaplar yazıyor. En az kopekler kadar dikkatli ve onlardan ucuz olduğunu da yakın geçmişte eü sıkı lskoçlar keşfetmis. ÜnJü viski yapımcısı Ballantines, depolannın çevresine kaz nöbetçiler yerleştirdikten sonra tek bir hırsızlık olayına^rastlanmamış. Amerikalılar da Puerto Rico ve Vietnam'da özellikle köprüleri koruma görevini kazlara vermiş. 1980'li yıllann basında yaptıkları geniş kapsaırüı bir etüt sonucu Almanya'daki bütün üslerde kazlan nöbete çıkarmanın doğruluğuna inanmışlar. Doğuştan beyaz üniformalı bu "nöbelçiler", dördü dişi biri erkek gruplar oluşturulduğunda görevlerini en iyi sekilde yerine getirmekte. Biri Amerikalı, biri Alman iki veteriner de, kazların sağhklı yaşamasından sorumlu. Bu sevimli hayvanlar ortalama 25 yıl yaşadıklan için de kısa sürede "çörüge çıkanlma" diye bir sorun yok. Amerikan ordusunun diğer ülkelerdeki askeri üslerde de kazlara görev vermesi bekleniyor. Mutlangen'den aynlırken sıra sıra tel örgüler arkasında atom başlıklı PershingII füzelerini, önünde de bu füzelerin birkaçımn değil, tcpunun sökülmesini isteyen banşseverleri görüyoruz. Aralannda da, dünyayı umursamazmış gibi gezinen kazlan... Ak kazlar, kaz adıtnda Stockhobn'den Adam neden çddırdı? S ay öncesine kadar dairesinden pek çıkmayan, sesi soluğu duyulmayan, 3540 yaşlarında bir adamdı. Alkolikliği sonradan anlaşıldı, manikdepressif yapısı da öyle. Ve bir gece, çığlık ve küfürlerle yataktan fırladık. İkinci kat penceresinde gördüğümüz. o adamdı. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Çıglıklar ve küfürlerle yataktan fırladık. Nemli, dondurucu bir Stockholm sabahıydı. Biri, Orhan Kemal'in deyişiyle "etinden el alınırcasma" bağırıyor, çalallı sesi apartmanın beton avlusunda yankılar yapıyordu. "Ne oluyor?" deme>e kalmadı, feci bir şangırtı koptu ve dunyanın sonunun geldiğine kanaat getiren kedi, kitaplığın en üst rafına saklandı. Avlunun pencereden görunen manzarası şuydu: Yere paramparça yayılmış bir stereo ampîifikatör, neye uğradığım sasırarak bir köşeye sinmiş üç polis ve apartmanın avluya bakan bölümünün 2. kat penceresinden elindeki iri orman palasını sailayarak sunturlu küfürleri art arda sıraiayan sapsan benizJİ, 3540 yaşlarında bir adam. Komşumuz, uzun zamandır beklenmekte olanı gerçekleştirmiş, sonunda cinnet dunyasının eşiğinden içeri adımını atmıştı. 6 ay öncesine kadar dairesinden pek çıkmayan, sesi soluğu duyulmayan bir adamdı. Daireyi üçdört yıl kadar önce "tekeT konumundaki Konut Bulma Kurumu kanalıyla kiralamış, apartmana seyrek giriş çıkışlarında pek görulmediği için öteki kiracüann dikkatını çekmemişti. Komşuluk ilişkilerinin çok ender görüldüğü, zorlama ile ayakta durabildiği bir kent için olağan bir şeydi bu. Komşumuzun sorunlan çok sonra ortaya çıktı. Alkolikliği ve (belki de bundan kaynaklanan) manikdepressif yapısı, geçen yaz, bir gece vakti apartmanın ana giriş kapısını açmadan, doğrudan doğru ya camdan geçerek içeri girmeye çalışması üzerine anlaşıldı. Her geçen gün biraz daha saldırganlaştı ve aynı eylemi tekrarlamakta ısrar etti: Kapınm camı 7 kez değiştirildi. İşsizdi. Sosyal Yardım Bürosu'ndan her ay belli miktarda para alıyor, evin kirasını da bu büro ödüyordu. Büyuk olasılıkla alkolle ilişkisi nedeniyle iş bulamaz olmuştu. Evi yalrıızlığının meyhanesiydi. Yılbasına doğru dairedeki gurultunün dozu da arttı. Aralannda cocuk bekleyen bir kızın da bulunduğu alt kat ve bitişik komşulann birkaç kez polis cağırması da fayda vermedi. Çığlıklanyla uyandığımız sabah. bunalımı doruğuna çıkmış, dairenin tabanına sivri cisimler çakmaya başlamıştı. Çağnlan polise kapıya açmayı reddetti. Avluda dururken üstlerine doğru uçan ampüfikatörden kendilerini zor kurtaran polisler "merkez"le ne yapacaklannı konuşurken, pencereden aşağı önce bir portatif merdiven düştü, ardından raobilya yağmuru başladı. Üç saat kadar bağırdı. Küfürleri "erkekseniz girin iceriye de size bu dünyanın kaç bucak olduğunu gösleıcyiın, asagılık komünist kopekler" şeklinde özetlenebilirdi. Orman palalannın sayısı ikiye çıkıp buna pencereden görünen bir tufek namlusu da eklenince, apartman bir anda 10 kadar polis aracj ve 30 kadar polis tarafından ablukaya alındı. Pencereden görünen namlu bir hava tüfeğine aitti, ama avlunun çelik yeJekli "acil müdahale gücü" tarafından işgalini engelleyemedi. Polisleri ambulans, bir psikolog grubu, basın ve büyüyen bir meraklı topluluğu izledi. 11 radyosu basındaki gözde terimi kullanarak "dram" adı altında olayı her saat başı canlı olarak vermeye başladı. Kuşatma, aksama doğru, adına yakışır ölçıide, "draraalik" biçimde son buldu. Psikologlardan birinin "kapıyı aç" telkini fayda vermeyince, gözyasartıcı bomba ve elde tabanca ile içeri hamle eden polis, komşumuzu yaka paça götürdü. Ancak dönüşü olan bir gidiş bu. Komşumuz bir süre ilaç ve şok tedavisi gördükten sonra "sağhklı" olduğuna karar verilerek serbest bırakılacak ve belki polise direnmekıen tutuksuz olarak yargılanacak. Avangard boyacı Paris'te SABETAY VAROL PARİS Malum, Batı Avrupa uikelerinde, faal nuiusun yüzde 101 l'i kadar işsizlik mevcut... Bu oran üikeden ülkeye değişiyor. Örneğin tspanya'da yüzde 20'lere doğru yükselirken, Federai Almanya'da yüzde 8.5 civartnda. Turkiye hakkmda istatistiklerde gorunen issLZİik oram beni hep sasırtrmşiır. İspanya'dan çok ltalya ya da Fransa'nınkine yakın sayılar. Konunun uzmanlannca, ülkenin ekonomik gelgiüeriyle izahı mumkün olmayan intşçıkışlı resmi sayılar, Batüı ülkelerin baş belası olan bir alanda onlardan hiç de daha kötü durumda olmadıgımızı göstermeye yardım ediyor. Göz var. izan var, ama hadi neyse. . İşsiz kalan kişinin aüe ekonomisinden yararlandığı hesaba katüırsa, sonuçta Bau'dakinden daha az trajik bir sorun yarattığı yalan değil... Fransa'da kaba hatlanyla uç milyon işsiz olduğu söyleniyor. Bazıları 3.5 milyon diyor. tşin kötüsu tum uğraşlara ragmen bu sayıyı aşağı çekmenin pek mumkün olmadığı, başlıca görevlennden biri işsiziiği düşürmek olan Çalışma Bakanı Philippe Seguin tarafından daitiraf edildi. tşsizliğe karşı iki tür çozüm öngorülüyor: Birincisi "toplomsaJ ledavi" adı verilen kamu müdahalesinin egemen olduğu önlemler. Ikirtcisi; müesseselerin ekonomi kurallarına uygun olarak yeni iş alanlan yaraıması. Toplumsal tedavi kapsamında meslek kurslan, genç işsızlere 4500 frank olan asgan ucretın çok altında bir ücretle kamu kuruluştarında iş bulunması gibi yontemler var. Devlet bütçesınden akıl almaz paralar yutulmasına yol açan bu öniemlenn uzun vadede işsizligi öniedigi şüpheb. Ama ınsanlan sokak onasmda bırakmaktansa kötünün iyisi sayılıyor. Zira gerçek aniamda yeni is alanı yaratma kapasiıesine sahip çözüm olan, mUesseselerin geniştemesi. Bu, irade dış: bir olay ve şimdilik gundemde görurunüyor. Chirac hükümetinin ve partisi RPR'nin en sol uyesi sayılan Çalışma Bakanı Seguin. bir ara bu derde çözüm olarak "ufak lefek •aedeklerio" geliştirilmesüıi göstermişti.Ufak tefek meslekten kasıt; seyyar satıcıhk, eve teslim, tursuculuk, köftecilik, boyacılık, her türiü kimiik belgesine plasük kaplama gibi işler... Yaşlı bir cumhuriyet olan Fransa'da esnaf ve zenaatkârhk gibi meslekler, üst usıe onlemlerle koruma altına alınmışUr. Adam ekonomik liberalizmi savunur, ama plaka sınırlamasına (numerus closus) karşı bir iaf edilse kıyameti koparır. En sağ partiye oy verir, ama eczanelerin tekelinde olan yapay şeker ve aspirin satışına büyuk mağazalarda izin verı lecek olsa isyan etrr(eye hazırdır. Serbest rekabeti savunuyordur, ama tarım urünlerine uygulanan sübvansiyon kesilecek olsa lspanyol üreticiboyacıhğı, "L'çtısciî Diınya olkelcrine layik" aşağıla>io, Paris'e yakışmayan, kuçuk düşürücü bir meslek... Philippe Seguin. "L'Mk lefek meslekler"den sözettiğinde, yani bir buçuk yıl kadar önce îstanbul'dan şu fiyakah boya sandıklarmdan bir lane getirip Opera'daki "C»fe de faı Pafcı"nin karşısındaki köşeye yerleşmek ne de keyifli olur diye duşünmüştüm bir an için. Işte Fransız genç, benden çok sonra da olsa aynı şeyi düşünmüş olacak ki, "cesurea" buluşunu gerçekleştirmek üzere tezgâhı kurmuş müşteri bekliyor. Boya sandığmdan çok kibrit kutusunu arumsatan sandığa pabucumu uzaııyorum. Ayakkabı boyacısı, bana yani müşterisine, suç ortağına bakar gibi içten bir bakıs fırlauyor. Nereden aklina geldığini soruyorum. "Son zamanlarda toplumda ba qe yatkın bir hava esi>or. B*n avangard, yani oncii sajıtnm" karşılığıru verıyor. Başkasına sokakta ayakkabı boyatmanın Fransız yetişme tarzına ay' kırı oiduğunu bildiğim için günlük müşteri saytsını soruyorum. Hava yağışlı olmazsa 4050 arası muşterisi varmış. Istanbuüu olduğumu söyleyince, "Sizin oralardan geletı «efıs boya samtıklan var, ama 2000 frmnküm»$«gıd»$a(#»binlira)param oisa alınm" diyor. Avangard ayakkabı boyacısı Amerika'da bile bu işin normal karşılandığını, Fransa'da her geleneğin yeTİeşraesi aşamasında mücadele vermek gereküğini heyecanla anlatıyor. "Birkaç kez behdbec9er eagel okhı. ayakusta bir şevkr satmak suvmBş, amatenhiçbir ş«y satmadıgt tn için soauaria izia ventier. Sayımu srtarsa k n n e eagel olamaz, en çok turistler ayakkabrianoi bovaüyor. FransıziaTdaa da yavaş yavaş musteri ka/aBiyornB" diye surdüniyor açıkiamasını... Boyalan çok ileri bir teknolojının üriınü olmaiı ki, boya faslı da sohbet de bir iki dakika içinde sona eriyor. Genç ayakkabı boyacısı birkaç yıi sonra "Cnamps Hysees" caddesinde bir iostra salonu açar büyuk oiasılıkla... Boyadan kirlenmeyeneliyle elimi sıkarken, "Geae bekleriaı" demeyi ihmal etmiyor... Pnrisien Chirac hükümetinin 'en sol' üyesi sayılan Çalışma Bakanı Philippe Seguin, bir ara işsızliğe çözüm olarak işportacılık gibi meslekleri önermişti. Ve bir gün ünlü bir birahanenin köşesinde bir boyacı gördüm. Tıpkı bizimkiler gibi bir boyacı. lerin domateslerini yollara döker. Ufak tefek mesleklere izin veriîecek olsa esnaf ve zenaatkâr memnun oimaz Bir aniamda sendikaların da benzer bir rol oynadığını kim yadsıyabilir? Özetlemeye çaiıştığım bu statükoya rağrnen, Paris'in çok bilinen birahanelerinden "Le VaBde*ffle"in köşesindeki. boş alanda kırmızı renkli bir sandalye. 30 santım geruşliğinde bir boya sandığı ve 67 değisik renkte boya kutuları dikkatimi çekti. Tezgâhın bir yerine yerleştirdığı bir mukavva parçasının uzenne. "Boya 10 frank" yazan üstü başı tertemiz, 25 yaşlannda bir genç, Paris'te belki de 40 yıldır görülmeyen bir manzara çiziyor geiip geçenin havret dolu bakışlan arasında... Ayakkabı HelsinkVden Sauna, yaşamaktır neksel Türk hamamının en belirgin parçası olan kurnayı evlerimizden kovalayıp, küvete ve duşa sahip olmaya çabalarken, Finli ne yapıp edip evine bir sauna kurmay'a can atıyor. Her yani tahta ile kaplı bu mekânın kapısından içeri ilk girdiğinizde içinizi bir korku kaplayabilir. Hele duvarda asılı termometreye bir göz atınca "erirae" korkusuna kapılabilirsiniz. Ama... İlk girdiğinizde 6065 santigrad dereceyi bulan ısı, kenardaki sobanın üzerindeki taşlara fırlatılan suyun buharıyla 95100 santigrad dereceye ulaşınca, aşıhk değilseniz, dısarı kaçmaya bile çahşabilirsiniz. Saunamn basamaklı mimarisinin ve üzeri siyah taşlarla örtülü sobasının yani sıra, aynlmaz bir aksesuarı da şirin tahta kovası. Kovanın içine sarkıtılmış. yine tahtadan oyulmuş kepçe ile 35 dakikada bir kızgın taşlara fırlatılan su, içerideki buharı sağlarken, bu buhar adeta beyninizin içine kadar bütün organlarınızı etkileyiveriyor. Kan dolaşımı ve solunum sistemi üzerindeki yararlı etkileri her yıl yapılan kongrelere konu olan sauna terapisi. yemek yemek, su içmek gibi vazgeçilmez bir unsur Finlandiya'da. Dünyanın birçok ülkesinden gelen uzmanlar, "*S»una Koogrclefi"nde insan sağlığı ve saunalan tartışıyorlar. lstatistikler, titizlikle değerlendiriliyor. Hararetli tartışmalar yer alıyor. Bu tartısmalardan en ilginci de Finlilerin hep anlatıp güldükleri "einsel güç" tartışması. Bir uzman, saunadaki olağanüstü sıcaklığın erkeklik gücünü olumsuz etkilediğini öne sürmüş bir kitabında. Her ne kadar bizim kadar olmasa da (!) erkekliğine biraz düşkün Finliler büyük tepki göstermişler bu teze. "Öyle olsaydı nüfusumuz eksiye iner, neslimiz tiikenirdi" diyerek alaya ahyorlar bu görüşü. Çok katlı apartmanlann bilmemkaçıncı katındaki bir dairede olsun, bir gölün kenarında buz tutmus tabiat manzaralı olsun saunamn yararı ve tabii ki ke>fi tartısılmaz. Ama en başta da Finlilerin aile, arkadaş, dost çevresinde biraraya gelip eşsiz bir sosyal iletişim aracı olduğu da kuşkusuz. Bir yandan buram buram terlerken, genelde pek de kor.uşkan sayılmayan, hatta bize göre "ekstra utangaç" diye bile nitelendirilebilecek Finlilerin dili bir çözülüyor, görmeye değer. Bu nedenle olacak, işadamları, politikacılar, hatta gazeteciler en önemli görüşmelerini saunalarda yapmayı tercih ediyorlar. Eski cumhurbaşkanı Urho Kekkonen'in, Ruslarla yaptığı anlasmayı saunada imzaladığını, şimdiki cumhurbaşkanı Mauno Kovisto'nun gazetecilerle düzenlediği ünlü "sauna sohbetlerini" duyunca, bu normalden fazla sıcak mekanın önemini daha iyi kavrayabilirsiniz. Yararı tartışmasız bu "ısı odası"ndan aldıklarınızı yitirmemeniz için geriye bir tek şey kalıyor. Dısarımn eksi 1015, bazen de daha düşük olan soğuğuna çıkarken iyice örtünmek. Yoksa dostlarmıza Finlandiya'yı ve saunayı anlaurkcn. sık sık burnunuzu çekmek zorunda kalabilirsiniz. ZAFER ARAPKİRLÎ HELSİNKİ Sıcakhk, cisimleri gevşetir. Eritir. Daha esnek cisimlerin şekil değiştirmesine yol açar. Ama sıcaklığın birkaç dakika içinde insanları da değiştirdiğine, bambaşka insanlar haline getirdiğine Finlandiya1 da şahit olabilirsiniz. Iskandinavya'nın, bu sessiz ve sakin, ama bir o kadar da soğuk ülkesinin insanlan, söz konusu değişimin aracını, daha doğrusu tesisini geliştirmişler. Kış aylannın karlı buzlu soğuğundan kaçış için mi, iyice araştınlmış tıbbi nedenler mi, yoksa hakikaten gerçek işlevi sayılabilecek mükemmel bir sosyal ilişki ortamı oluşturmak için mi Finliler, atalarından kalan bu mirasa gözleri gibi sahip çıkıyorlar. Sauna.. Bizlerin çoğunlukla "ter almak" veya zayıflamak amaçlı olarak tanıdığımız saunalar, Finlinin yaşamının aynlmaz bir parçası. Öylesine ayrılmaz bir parçası ki, örneğin biz gele SON FIRSAT BÜYÜK OTEL CLUBDATÇAOTELİ 1 KİŞİ (İGECE) 47.500. TUR OTEL ALKOÇLAR IKİŞİ(IGECE) 39.500.Tam Pansıyon, 1 gece konaklama ve KDV ücretlerımize dahildır. Ferdi Tamer 197980 yılları arasında MİT İstanbui Daire Başkaniığı Sorgu Şube Müdiir Yardımcılığı'nda görev yapmış. Tamer şunlan söylüyor:"İşkenceyeMİT İstanbui Daire Başkanı Nuri Gündeş nezaret etti. İşkenceleri Cumhurbaşkanı'na bildirdiğim dilekçe Erkan Gürvit tarafından engellendi." Ferdi Tamer tüm anlattıklarını ispata hazır "MIT'TEKI IŞKENCEYI ÇAMKAYA'YA ÂRZETTİM^ PAZAR GÜNÜ AÇIĞIZ. Pazar 140 60 03147 98 11 ANKETÖRLER ARAN1YOR • DOĞUDA SİLAH RUHSATI ALMAK İÇİN JANDARMA SINAV SORUSU: "KAÇ ADAM YAKALATTIN?" • NATO'NUN SENARYOSU: BİR BALKAN DEVLETİNİN DESTEĞİYLE KÜRTLER AYAKLANACAK. NATO İSYANI BASTIRACAK • ARŞİV SATILDI. DEVLETİN UMURUNDA DEĞİL. ÇAĞLAYANGİL, BAYRAMOĞLU, INONU.DULGER, TOKER: ARŞİV AÇILSIN Kürt sorunu: Meclis'te. basında, orduda açıkça tartışılmış. • Sosyalist Parti: 1 Şubat'ta kuruluyor. • Theodorakis: "Davos olumlu ama yetersiz" • Oursun Akçam ile söyleşi. * Sovyet önderi Mikoyan'm iddiası: "Kirov. Stalın'den korkuyordu" • Caz devlerinden esintiler • Müslümanlıktan binlerce yıl önce Mtsırda sünnet vardı • Doğu Perinçek, Inönü ve Eren'in Kürt sorunu hakkındakı görüşierinı degertendiriyor • Korkut Boratav Ortak Pazar'ı tartışıyor • Abidin Dino: Nazım'ın 'Stalin' şiiri üzerine • Oeniz Gökçe'den spor yazısı: NBA, Avina ve biz ^ m