23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gelişme aynen olmuştur. Birinci köprünün ulaşım bağlantıiarı içinde tek merkezli büyüme daha da kabarmış, kuzeye doğru yeni köprüler ve kent içi yeni otoyollar gündeme gelmişrir. Buna paralel olarak da yine merkeze yığılnıanın sonucunda, var olan yapılar yıkılarak "gökdelenleşmeye" doğru bir gidiş başlamıştır. Yine 1970'in kitapçığına dönelim: "(Köprü) olomobil ulaşımını teşvik ettiği için şehir içindeki otomobilli dolaşım sayısını arttıracaktır. Ülke kaynaklarının sınırlılığı yüzünden doğal olarak metro inşasını ileri larihlere atacaktır..." Metronun "ileriye atılması" sürmektedir. Dahası, bugünlerde verilen kararlarla, neredeyse "vazgeçilme" noktasına kadar gelinebilmiştin Toplu taşıma yerine "otomobilli taşıma"run, daha açık deyişle, "kamu y a r a n " yerine "özel çıkarların" yeğlenmesinde öylesine diretilmektedir ki, metro ve "raylı tüp geçit" projelerinin DPT'ce önerilmeye başlanması bile İstanbul Belediyesi'ni kararlarından geri çevirmeye yetmemektedir. Dalan, "...Trafık sorununu çözmek için gerek Boğaz'da, gerek Haliç'te yeni köprüler yapılıyor" diyerek, kendi dışında salt "Essenli uzmanların" ve öteki bazı yabancı firmaların katıldığı tutumunu sürdürmektedir (3). 23 Haziran 1966'da da Başbakan Demirel, Karayollannda yaptığı konuşmada şunları söylemektedir: "...Arkadaşlar, büyük eserler milletlerin bütünlüğüne hizmet eder. İstanbul köprüsü bir hayal, bir faraziye değil, bir hesap kitap işidir. De Leuw Cather'in etütlerini tetkik ettim. Artık İstanbul köprüsü, bugün için Türk ekonomisine bir yük değil, ona hizmet görecek bir tesis haline gelmiştir..." Aradan yıllar geçti. Boğaz Köprüsünün altından çok sularaktı. İkincisinden de akıyor. Ama, "fikirlerin dışandan gelmesi" değişmedi. Bugünkü 3. köprü isteğinyı de ne denli "yerli" olduğunu Bayındırlık ve İskân Bakanı Safa Giray şöyle açıklıyor: " . . . İngilizler 2. köprüyt talip oldular, ama ihalede kaybettiler. Kendileri bir köprü yapmayı çok istiyorlardı. İstanbul Belediyesi bu işi üzerine aldı ve 1. köprüyü yapan İngiliz Cleveland Bridge firması ile ilişkiye girdi. Yapişletdevret sistemi ile yapılması düşünülen 3. köprü için ihale açılmayacak..." (5) Görülüyor ki yabancılar istedikçe İstanbul'a köprü yapılmaktadır. Ama üniversitelerimiz, Mimarlar Odamız, şehircilerimiz, aydınlanmız, yani biz "yerliler", "kent içi otoyollar ve köprü" yerine "metro ve raylı tüp geçit" istediğimizde, binbir gerekçe ileri sürülerek karşı çıkılmaktadır. Oysa ki artık tüm dünyada yaşanılan deneylerle ve şehircilik biliminin ulaştığı en son çözümlemelerle kesin olarak kamtlanmıştır ki metropol kentlerin kitle ulaşımını ve trafik sorununu kökten çözebilecek tek seçenek, raylı sisteme dayalı yeraltı yollandır. Kaldı ki bu metropol, İstanbul gibi her köşesinde eşsiz tarih ve kültür zenginliği bulunan, doğal yapısı ve peyzajı ile beş kıtanın en seçkin "dünya kentlerinden" biri niteliğinde ise metronun önemi çok daha "yaşamsal" bir boyut kazanmaktadır. 16 OCAK 1988 '* Tek Seçenek: ületro! ' Artık tüm dünyadayaşanılan deneylerle veşehircilik biliminin ulaştığı en son ^çözümlemelerlekesin olarakkamtlanmıştırki, metropolkentlerin kitle ulaşımını ve trafık sorununu kökten çözebilecek tek seçenek, raylı sisteme dayalı yeraltı yollarıdır. Kaldı ki bu metropol, İstanbul gibi her köşesinde eşsiztarih ve kültür zenginliği bulunan, doğal yapısı vepeyzajı ile beşkıtanm en seçkin "dünya kentlerinden " biri niteliğinde ise, metronun önemi çok • daha "yaşamsal" bir boyut kazanmaktadır. PENCERE Elbukâzım'ın Tiyatrosu İbni Rüşd, yaşadığımız dönemden yaklaşık bin yıl önce, Aristo'nun bir kitabında okuduğu iki sözcük üzerinde düşünüyormuş: Trajedi ve komedi. İslamda tiyatro yok. İbni Rüşd, o güne değin bu iki kavrama ne hayatta rastlamış ne de kâğıt üzerinde. Ne mene şeyler ki Aristo sözünü ediyor? Evinde bir aşağı bir yukarı dolaşan bilge adam, o sıra dışardan yansıyan gürültülerden rahatsız olur. Avluda oğlan çocukları oynuyorlar.. Birisi "ben müezzinim" diyor, öteki minare oluyor; müezzin taklidi yapan, minareyi temsil eden çocuğun omuzuna çıkıyor; geri kalan çocuklar mümin rolündeler. Tiyatronun iki kavramına kafayı takmış olan İbni Rüşd, çocukların oyununa bir göz atar; yine düşünmeye başlar; ikisi arasında bağlantı kuramaz. Tüccar Elbukâzım Çin'den yeni dönmüş. Orada gördüğü bir olayı anlatır. Kalabalık bir salondaki bir yükselti üzerinde yüzleri maskeli adamlar bir şeyler yapıyorlar; bir öyküyü temsil ediyoriar; at sırtında gidiyorlar; ama atları yok; kılıç dövüşü yapıyorlar, ama kılıçları yok; ölüyorlar, ama ölü değiller; öyküyü anlatmak yerine gösteriyorlar. İbni Rüşd sorar: Konuşuyorlar mıydı? Evet. ' Peki, o kadar çok kişiye ne gerek vardı? öyküyü bir kişi anjatsa yetmez miydi? İbni Rüşd, Aristo'nun sözünü ettiği trajedi ile komedinin ne olduğunu sökemez. Jorge Louis Borges'in bir romanına dayanarak Umberto Eco'nun üzerinde durduğu bu konu, söz ile kavram, kavram ile yaşam arasındaki ilişkiyi ve bağıntıyı göstermesi bakımından çarpıcı bir örnek... (Adam, sayı 22) • İnsan yaklaşık bin yıl önce İbni Rüsd'ün karşılaştığı sorunu kendisinden çok uzakta sanabilir. Oysa yalnız kitap okuyanların değil, okumayanların da sık sık Endülüslü filozofun sıkıntısına düşmesi doğaldır. İbni Rüşd, Aristoteles'ten 13 yüzyıl sonra Kurtuba'da doğmuştu; ama tiyatroyu ne görmüş ne de duymuştu.. Bu durumda "trajedi" ve "komedi" sözcüklerini sökememesine şaşılmaz. Elinin altında bir ansiklopedi yoktu ki başvursun; uygarlık, ansiklopedi için daha yüzyıllar boyu bekleyecekti. Ne var ki tüccar Elbukâzım'ın anlattıklannı dinlerken sorduğu sorular İbni Rüsd'ün ne yaman bir mantık gücüne sahip olduğunu gösteriyor. Çin tiyatrosunu anlatan tüccara, filozof soruyor: Neden öyküyü bir kişi anlatmıyor? Bu kadar çok kişiye ne gerek var? İşin püf nokiası da budur zaten; tiyatroda tek kişilik oyunlar da vardır; ama anlatmak ile oynamak arasındaki ayrımdır tiyatroyu oluşturan. Ancak İbni Rüsd'ün sorusu havada kalıyor; çünkü tüccar Elbukâzım Kanton'a kadar giderek tiyatroyu görmek olanağına erişmiş de ne olduğunu anlamamış. • Her nedense yaklaşık bin yıl önce tüccar Elbukâzım'ın tiyatroyu tanımlaması çok hoşuma gitti. Bir sahnede insanlar bir öyküyü anlatıyorlar; ama garip bir durum var ortada, nedeni de belli: Âşık, gerçekte âşık değil.. Prens, gerçekte prens değil.. Uşak, gerçekte uşak değil.. Ölü, gerçekte ölü değil.. Bir ünlü düşünür "hayat bir tiyatrodur" demiş; kimi zaman bu özdeyiş doğru oJabilir mi? Sözgelimi Türkiye'nin güncel politika sahnesine bakalım: Demokratım diyen gerçek demokrat değil.. Uberal, gerçekten liberal değil.. İşte bir yargıç; önünde dağ gibi dosyalar, yıllardan beri süren davada duruşmaları yönetiyor, sorgular yapıyor, cezalar veriyor, kararlar yazdırıyor; ama gerçek bir yargıç değil. OKTAYEKİNCİ Y. Mimar \ On beş yıl sonra, yeniden ve son kez olması dileğiyle "köprüye hayır..." " Biliyorum. Bu söze en çok babam(lar) kızacak. ^Yıllardır, ne zaman birlikte köprüden geçsek (daha 'doğrusu geçmeye yeltenip, sıkışan trafikte bekle^meye başlasak) hemen içini döker, "Hayır diyordunuz, bak işte yetmiyor, bu gidişle ikincisi de az gelecek" diye söylenir, durur. * Ama artık babam(lar) da görüyorlar, yaşıyor"far... Birinci Boğaz Köprüsü'nün görkemli tören•lerle açıldığı 30 Ekim 1973'te, İstanbul'un tarihsel " ve doğal kişiliğini giderek ortadan kaldıracak olan "•"köprüler tuzağı"nın da ipi çekilmişti. Yapımına hanrlanılan üçüncü köprü ise bu tuzağın belki de.öldürücü son darbesi olacaktır. . Dalan bunu gizlemiyor. Diyor ki: "Onaya mo•dern bir şehir çıkacak, çalışmalanmız bu yönÖe..."(l) Ortaya çıkarılmak istenen "modern" şehir; bir ..köprüJer oiobanlar kazıklj yollar gökdelenler yığınıysa ve de bunun için bir yandan tarihin en büyük kentsel yıkımlarına gidilirken, öte yandan da yeşil alanlar bile gözden çıkartıbyorsa, İstanbu! . öldürülüyor demek değil midir? ., 1986 temmuzunda Mimarlar Odası'nın Saray Süıeması'nda düzenlediği "Yaşayan Beyoğlu İçin" panelinde, Prof. Dr. Ahmet Keskin sorunu şöyle . özetlemişti: "Şehir 'ulaşım' için değildir, ulaşım •şehir' içindir. Bu nedenle ulaşımı rahatlatıyoruz diye şehri katledemeyiz..." Prof. Keskin'in bu uyarısı, İstanbul Mimarlar Ödası Başkanı Yücel Gürsel'in "kökü dışarda bir jıkım planı" olarak tanımladığı "Essen projesi"' hin tüm bölümleri için de gcçerlidir. "Ulaşım" gerekçesi altında İstanbul katledilmektedir. Üstelik '"Istanbul halkının kitlesel ulaşımı" adına da de* ğil... Ya kimin adına? Bakınız; 1970'lerin başında yayımlanan "Boğaz Köprüsü Üzerine Mimarlar Odası Görüşü" adlı kitapçıkta neler söylenmiş: " • "...tstanbul'da Boğaz geçişi trafiginin yiizde •' 60'ı binek otomobilidir. Boğaz Köprüsü projesi, özellikle bu lüks trafiğine hizmet edecek ve bunu arttıracaktır..." Bu sözlerin edildiği günlerde doğanlar bugün neredeyse on sekiz yaşına basıyorlar. Ve Kemal Küçük'ün Cumhuriyet'te yer alan haberinde, metro ve raylı tüp geçide karşı 3. köprüyü savunan Dalan ekibinin şu görüşünü okuyorlar: "Eminönü Perşembepazarı'ndan ifnalat yerlerini kaldırıp banka ve hizmet sektörünü getiriyoruz. Buralarda çalışanların geliri iyi olduğu için metroya binmezler. Kendi arabalannı kullanmak isterler. Kent içi trafiği karayoluna dayanmak zorundadır..." (2) Dünyanın hiçbir metropolü ve asıl önemlisi tarihsel kenti "arabalannı kullanmak isteyenlerin" aşkına metrodan yoksun bırakılmamıştır. Otomobil tröstlerinin, Boğaz'a köprü yapımına soyunan firmalann yönetildiği şehirler de içinde... Fikir sürekli dışandan geldi 1970'in kitapçığından kısa bir cümle daha: "Boğaz köprüsü fîkri her devirde dış memleketlerden gelmiş, etütler, projeler hep dış memleketlerde hazırlanmıştır..." Gerçekten, tarihteki köprü düşüncelerine şöyle bir baktığımızda bu "karakteristik durum" hemen ortaya çıkmaktadır. İlk tekliflerden biri Leonardo da Vinci've aitti. Ünlü sanatçı ve mühendis, 1500 yıllarında II. Beyazıt'ın Haliç'e kurmak istediği köprü için gönderdiği mektubuna, "...Eğer majesteleri emrederlerse, hatta Anadolu yakasına uzayan, açılıp kapanabilir bir köprü inşa edebilirim..." önerisini eklemişti. Batılılann, Ortadoğu'ya ulaşımı "kesintisiz" kılabilmek için Boğaz'ı köprüyle aşmak istemeleri 20. yüzyıla girilmesiyle birlikte hız kazanmıştır. 19.11.1900'de "Bosphours Railroad Company", II. Abdülhamit'e "Anadolu ve Rumeli Hisarlarını bağlayan bir şahane köprü inşa etmeyi" önerir. 1950'lerden sonra, ülke düzeyinde "demiryolu ağırhklı kitle ulaşımı" düşüncesinden vazgeçilip, tüm yönleriyle dışa bağımlı olan karayolu taşımacıhğına ağırlık verilmesiyle birlikte, Boğaz Köprüsü projeleri de buna göre şekil değiştirmiştir. Ancak 1900'lerde ortaya çıkan "esas gaye", köprü gündemindeki önemini her dönemde korumuştur. 1%3'te Bayındırlık Bakanı şöyle konuşmaktadır: "..Gerek köprü gerekse yolların proje ve inşası için yabancı fırmaları düşünüyoruz. Londra, Hindistan'a bağlanacak..."(4) Denilenler hep çıktı Farkındayım. "Biz zamanında söylemiştik.." gibisinden sözler biraz "seviyesiz" oluyor. Ama insanm yüreği sızlıyor. Bugün, tstanbul'un "köprüleşme" yüzünden karşı karşıya kaldığı sorunlara, 1970'lerin başlarındaki "hayır" kampanyasında en geniş açımmlarıyla yer verilmiş, uyarılar yapılmıştı. Ne var ki başta Mimarlar Odası olmak üzere, bu kampanyaya katılanlar ve destekleyenler neredeyse, "vatan hainliği" ile suçlanmışlardı. Yukarıda sözünü ettiğim kitapçıktan, 1970'lerdeki "hayır"ın gerekçeleri olarak sıralanmış birkaç cümleyi bugün varılan sonuçlarıyla birlikte aktarmak istiyorum: "...Boğaz Köprüsü, doğuya kaymış büyük şehir yerine, tek merkezli, ulaşım masraflan çok yüksek, arsa spekülasyonuna açık, demode. pahalı bir şehir biçimi geliştirecektir... Bu gelişmenin sonucunda yakın gelecekte, kuzeye doğnı gelişmiş bölgelerin birbiri ile bağlantısı, yani yeni köprü ve çevre yolları zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Köpniler tuzağı denen konu budur... Merkezde artan talebi karşılamak üzere, alçak kat irtifalı binalan yıkarak, yüksek binalar inşa etmenin kısır döngüsüne düşülecektir..." Tek seçenek... Öte yandan, "kentlilerin" şehrin tüm semtlerine en çabuk ve en "insana yakışır" bir şekilde ıllaşabilmeleri, yaşadıkları beldenin tüm yörelerinden "trafik sıkıntısı çekmeden" yararlanabilmeleri, günümüz dünyasında "temel insan haklarından" biri durumuna gelmiştir. Bu hakkın "özgürce" kullanılabilmesi için de metro, salt "tek seçenek" değil, aynı anda "en demokratik" çözümdür. Kentlerimiz, yabancılarca düzenlenen ve "kafalarda saklanan" yıkıma yönelmiş planlarla değil, toplumun ilgili ve duyarlı tüm kesimlerinin en geniş demokratik katılımıyla ortaya çıkacak kararlarla gerçekten " m o d e r n " ve aynı anda "çağdaşyaşanılır şehirler" olabilirler. Bu nedenlerle 15 yıl sonra, yeniden ve son kez olması dileğiyle "köprüye hayır!.." diyoruz, demek zorundayız. OK3) ŞEHİR Dcrgısi: Aralıkg7Say, JOA. Eken'in B Dalan'la sorlesisi (2)CUMHL:RIYET2/|l 1987 (4JMİLLİYET 25 1/1963 (5) CUMHURİYET 6' 10' 1986 EVET/HAYIR AKBAL "" Sayın Evren Konsey üyesi arkadaşlarının protokoldeki yerlerinin değiştirilmesi konusundaki isteklere karşı "Memleketin •bütün işlerini bıraktım, protokol işleriyle uğraşıyorum. En sonunda diyeceğim ki sizler benim önüme geçin, rahat edin!" Bu sözler, Sayın Evren'in bu tür tartışmalardan hiç hoşlanmadığını gösteriyor. Cumhurbaşkanlığı Konseyi 82 Ânayasa•Sı'nın geçici maddesiyle kurulmuştur. 1990 yılında Sayın Evren'in Cumhurbaşkanlığı süresinin bitiminde ortadan kalkacak bir kuruluştur. Bir çeşit Danışmanlar Kuruludur bu Konsey... Ne var ki devlet protokolünde Meclis başkanından sonraki ye"ri alır. Başbakan, ana muhalefet lideri onların arkasından gelir. Demirel'in dediği gibi işin içine eşler de karışınca BaşbaJcanla muhalefet liderinin yeri çok daha gerilerde kalır. • Başbakanlık. Cumhurbaşkanlığından sonra devletin en yü"ce yeridir. Ana muhalefet de demokrasilerde hükümet başkanıyla eşit koşullara sahiptir. Seçimle gelinen görevlerdir buntar. Oysa Konsey üyeliği bir 'atama' işidir, anayasada yazılı geçici bir görevdir. Bu yüzden Konsey üyelerinin protokol sıralalimın başbakandan ve ana muhalefet liderinden hatta Meclislieki ikinci muhalefet partisi liderinden daha geride olması gerekir. • • Bu konuyu sanırım ilk yazanlardan biriyim. Demokrasiye geçtik geçiyoruz denildiği bir dönemde dört emekli generalin cumhurbaşkanından, Meclis başkanından sonraki yerleri almaları 'yersiz kaçıyordu. Kimileri durumu 27 Mayıs'tan sonraki temel•ti senatörlerinkiyle koşut saymaya kalkıştılar. Ne var ki 27 Mayıs olayını yaratan MBK üyelerinin doğal senatör olmaları ile MGK üyesi dört generalin durumu arasında önemli ayrımlar yardı. Önce tabii sanatörler devlet protokolünde TBMM üyele•rj arasında yer alıyorlardı. Cumhurbaşkanı ve parlamento başkanından sonraki üçüncü sırayı değil!.. • Milli Güvenlik Konseyi'nin dört üyesi Cumhurbaşkanlığı Konseyini oluşturdular. Hepsi Çankaya'da kendilerine ayrılan köşklerde yaşıyorlar. Devletin üst düzey görevlileri sayılıyorlar. Danışmanlık görevlerini nasıl yerine getiriyorlar? Bunu bizler pek bilemiyoruz. Ama Sayın Evren'in bu konuya titizlik gösterdiğine bakarsak zaman zaman onların bilgilerinden, deneyimlerinden yararlandığını anlıyoruz. Aradan yedi yıl geçti, Cumhurbaşkanlığı Konseyi'nin hemen hemen hiçbir işlevi kalmadı. Geçmişte de gördük, emekli generallerin büyükelçiliklere. bir (ArkasılO. Sjyfada) Kısa sürede tükenen bu güncel kitabın beklenen 2. baskısı şimdi kitapçılarda MfldÖRÖZCÜN MÜZİK YAPIM SflPA âA6CA#SUN*R "One Geçin Rahat Edin!" ÖZAL Ekonomisinde Paramız Pul Olurken I ıste DESTE CUN AYDIN CANIMI YOLUNA KOYDUCUM Tüm Plakçılarda Studyo Değişım Tonmerster SE2ER BAfiCAN Arşıvllk Dir kaset daha. I M C 6 Blok 6506 Unkapanılst Tel 512 58 32 Muzlk Dünyasında Km K4VBEIIİ Yspım ve Genei Dağıtım: ADA Yaymcıhk ve Müzik Tic.Ltd.Şti. S.S.K. Işhanı, 2. Çarşı Mo: 12 KualayANKARA Tel: 132 4 2 7 2 TÜRKİYE PETROL, KİMYA, LASTİK İŞÇİLERİ SENDtKASI (PETROLİŞ) GENEL BAŞKANLIĞI'NDAN Sendikamız Merkez Yönetim Kurulu'nda eksilme olduğundan,7.12.1987 günü anatüzüğümüzün 21. maddesi uyarınca görev bölümü yapılmıştır. Merkez Yönetim Kurulu aşağıdaki şekilde teşekkül edilmiş olup, Genel Başkanlığa Münir Ceylan, Genel Sekreterliğe, Hüseyin Doğdu, Genel Mali Sekreterliğe Tekin Akın, Genel Teşkilatlanma Sekreterliğine Mehmet Çelik ve Genel Yönetim Sekreterliğine ise Mustafa Çağdar getirilmişlerdir. Durum üyelerimize, ilgililere ve kamuoyuna ilanen duyurulur. Yapım ve Genel Dağıtım: ADA Yayıncılık ve Müzik Tic. Ltd. Şti. S.S.K. Işhanı. 2. Çarşı No: 12 KııılayANKARA Tel: 1324272 T.C. ANTALYA ASLİYE 4. HUKUK MAHKEMESt Sayı: 1987, 1004 Davacı Hülya Baykara vekili Av. Hüseyin Ünal tarafından davalı Savaş Sayar hakkında mahkememizde alacak davası açılmıştır. Davalı Savaş Sayar adına düzenlenen davetiye tebliğ edilememiş, zabıtaca yapılan tahkikata rağmen de adresi tespit edilememiştir. Duruşmanın yapılacağı 3.3.1988 günü saat 9.15'te öze! İdare binası Kat: 6 No:,8'deki duruşma salonunda hazır bulunması veya vekil göndermesi, muayyen günde ibraz etmek isıediği belgeleri göndermesi veya mahkemede hazır bulunması, gelmediği takdirde H.U.M.K.'nun 509510'uncu maddesine göre yokluğunda karar verilecegi hususu İLANEN TEBLİĞ OLUNUR. 30.12.1987 Basın: 10393 BİLGİ YAYINEVİ Meşrutiyet Cad. 46/A Telf: 131 81 22 131 16 65 YenişehirANKARA 1727 yaşlannda bayanlar İngiltere'de çocuğa bak. karşıhğında İngilizce ögren. 158 53 42 BİLGİ DAĞITIM Babıali Cad. 19/2 Telf: 522 52 01 CağaloğluİSTANBUL Antikalarınıza, tablolannıza çok yüksek bedel 140 79 36 Troy 15 Ocak31 Ocak AKM TOPRAĞI SEVGİLEDİM / SanMHlcheykel serolsl UNAL CIMIT Özgürluk ve maceranın tadı Kiöiâ *£"U»"i^îfc^'"^"^^*Vi~* ^" • " •" ••ri'~~ ~ '*'.'" ' v'""*•':r • • " ' " r ^ . ^ i w ^ *T" ' "'•'*< J " O . , ~ * * ^~• 1 *ivi "•' •"•*••*" • J '^^.'^s^r ^r "" '*"•"*'i?*"~^ «t>". Ü»"r ~ * "*^î'î^.:"~*"* 1979 YILI İCRA PL.467 TEDBİR UYARINCA SİGARA SAĞLİĞA ZARARLIDIR.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle