19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER nn yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumularma tahsis" edilmesinden başka koşul koymamıştır. Öyleyse başka dernekler gibi Turk Dil Kurumu'nun da yeni koşullara göre kendi tüzüğünde değişiklikler yapması doğaldır. En büyük değişiklik de şimdiki Türk Dil Kurumu Bilim Kurulu üyesi Sayın Tahsin Banguoğlu'nun tasansı olarak aralık 1949'da yapılmıştır. Banguoğlu o tarihte Milli Eğitim Bakanı olduğundan Dil Kurumu'nun başkanı idi. Ataturk zamarunın ilk tüzüğüne gore Dil Kurumu'nun bilim ve yönetim işleri dokuz kişiden oluşan Umumi Merkez Heyeti'nce yürütüldüğü halde aralık 1949'da bu işleyiş büyük ölçüde değiştirilmiş, otuz kişilik bir bilim ve beş kişilik bir yönetim kurulu kurulması kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanı İsmet tnönü'nün koruyucu başkan olduğu, bu tüzükte de yazılıdır. 1950'de siyasal iktidarın değişmesiyle Milli Eğitim Bakanı da değişmiş ve yeni Milli Eğitim Bakanı rahmetli Tevfık İleri, Türk Dil Kurumu Başkanı olarak tüzüğe karşı çıktnış, "İsmet İnönö koruyucu başkan, karşı partiden olan ben doğal başkanım, bu iş böyle yürumez" demişti. înonü, Atatürk'ten beri gelen "dili özleştirme" geleneğini sürdürmüştu. Nitekim Teşkilatı Esasive Kanunu'nun dilini Türkçeleştirnıiştir. Tevfik İleri ise bu akımın karşısındaydı. Sözün burasında bir dakika durmak ve tüzüğü değiştirmeyi yanlış bİT tutum sayarak "Amaca ulaşmada güvence olan kamu görevlileri uzaklaştırılmıştır", "Milli Eğitim Bakanı ile direkt ilişkiler kesilmiş, devletin denetimi ve gözetimi dışında kalınmıştır" diyen yazarlara şunu sormak istiyorum: Bu durum karşısında siz olsaydınız tüzüğü olduğu gibi korur muydunuz? O zamanın Dil Kurumu yöneticileri ki aralannda ben de vardım şubat 1951'de olağanüstü bir kurultay topladı. Bu kurultayda çeşitli öneriler tartışıldıktan sonra tüzükte şu değişiklikler yapıldı: l) İsmet İnönu'nün koruyucu genel başkan olduğunu belirten madde de, Milli Eğitim Bakanı'nın doğal oaşkan olduğunu gosteren madde de tüzükten çıkanldı. 2) Otuz kişilik bilim kurulu ile beş kişilik yönetim kurulu birleştirilerek yılda en az uç kez toplanaeak otuz beş kişilik bir yönetim kurulu seçildi. 3) Sürekli olarak iş başında bulunarak bilim ve yönetim işlerini yürütmek üzere, yönetim kurulunun kendi arasından 78 kişilik bir yürütme kurulu seçmesi yöntemi kabul edildi. Bu düzen 19511983 arasındaki otuz iki yıl içinde başarılı çalışmalarıyla yararh ürünler verdi. Türk Dilinin hazinelerini ortaya çıkardı. Dilimizin gelişmesini, zenginleşmesini sağladı. Atatürk zamanında başlayan altın çağı sürdürdü. Bu süre içinde çeşitli siyasal güçler, iktidarlar gelip geçti. Hiçbiri "mevki sahibi" kişilere dayanmayan bu düzeni bozmadı. Ama 1982 Anayasası'na konulan bir madde ve ona dayanan bir yasa ile bu duzen bozuldu. Tek partili dönemin kamu görevlileri öyle miydiler? Tüzükte değişiklik yapılrnayıp rahmetli Tevfîk İleri Türk Dil Kurumu'nun başkanı olarak kalmalı mıydı? 1950'nin kamu görevlileri, İsmet İnönü döneminin güzel Türkçeli anayasasını kaldırıp anlaşılmaz dilli Teşkilatı Esasiye Kanunu'nu geri getirmediler mi? Bu olay, amaca ulaşmakta kamu görevlilerini guvence olarak gormenin ne denli yanlış olduğunu göstermiyor mu? AMAÇ DEĞİŞMtŞ MİYDİ? Eleştirdiğimiz yazılardan birinde şöyle denilmektedir: "Vasiyet yoluyla vakıf kurulduğu sırada derneğin ve dolayısıyla vakfın amaa, özel olarak Turk dilinin güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak ve değerini yükseltmek iken sonra bunların kaldırıldığı, yerlerine değişik amaçlar konulduğu, derneğe devrimci bir nitelik verildiği, gelişmenin de devrimci bir anlayışla sağlanmasının ilke olarak kabul olunduğu, derneğin siyasetle uğraşmaya yoneldiği görüşü ile kapatılması gerektiği ileri sürülebiüY.' Yazılardan birinde de şu sözler var: "Turk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu özel hukuka tabi bir dernek olarak son dönemde amacından saparak günlük politikanın içinde olmuştur. Türk Dil Kurumu tüzüğünde de değişiklikler yaparak once devrimci bir dernek. sonra da çalışmalarını devrimci bir anlayışla yapmak kuralını getirerek politik bir hüviyet taşımıştır. Açıkça belirtelim. Türk Dil Kurumu Atatürk dönemindeki statüsünü değiştirerek özel amaçlara hizmet eden bir kuruluş olmuştur!' Yukardaki alıntılarda amacm değiştirildiği, devrimcilik kuralının getirüdiği, siyasetin içine girildiği, vasiyetin vakıf yoluyla kurulduğu savları bulunmaktadır. Bu bölümde amaç konusunu, daha sonraki bölümlerde de öteki savları ele alacağız. Amacın değişip değişmediğini anlamak için ilk tüzük ile 1951 tüzüğünün amaç maddelerini karşılaştıralım. İlk tüzükteki amaç maddesi şöyledir:'"Türk dilinin oz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dillerı arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmekr Bu maddenin 1951 yılında aldığı biçim de şudur: "Dilimizin özleşmesini ve bütün bilim, teknik, sanat kavramlarını Jcarşılayacak yolda gelişmesini devrimci bir anlayışla ve bilim metodlarına uygun olarak sağlamaya çauşmak" Bu iki biçim dikkatle okunduktan sonra şu sonuca varılır ki birincisinde gösterilen amaçların kaldınldığını, ikincisiyle bunların yerine değişik amaçlar konduğunu söylemek için kişide ya mantık yetersizliği ya da bir önyaıgı bulunması gerekir. Çünkü ikinci biçim, birinci biçimi perçinleyen, orada genel anlatımla çizili özü açıkhğa kavuşturan geliştirilmiş bir "metin"dir. Birkaç gün sonra çıkacak yazımda yapacağım geniş karşılaştırma, bu durumu daha ayrıntılı olarak belirtecektir. Dostlarıma: Bayram öncesi geçirdiğim büyük kaza ve ameliyat uzerine Ankarada buluaanlaıınız, eksik olmayın, ziyaretlerle, çiçekkrle sıkınnjanmı gidenneye çaUştımz. Ankara dışında olanlarınız telgrafia, [elefonla, mektupla bana yeni bir yaşam mutluluğu duyurdunuz. tçinde buİunduğum durum, sizlere karşı olan sevgi ve saygılanmı ayn ayrı sunmama olanak vermiyor. Ineeliklerinizi > uregimin en derin köşelerinda saklıyorum. Tann sızi her lurlu afeııen esirgesin. Ö.A. Aksoy 6 HAZİRAN 1987 Amaçtan Sapan Bir Kıırum V ar, Ama Hangisi? Eski Dil Kurumu'nun varlığına son verilmediği, sadece bir düzenleme yapıldığı söyleniyor. Oysa durum düzenleme diye nitelenemez. Çünkü, Türk Dil Kurumu eskiden özel bir dernek iken, şimdi bir kamu kuruluşu olmuştur. PENCERE Taklit Taklit, salgın hastalığa benzer. Tarih söylencelerine göre Büyük lskender başını sol omuzuna eğerek yürürmüş; Ispartalı gençler bir süre sonra İskerv der'i taklit etmeye başlamışlar. Atatürk yaşlandıkça, kaşlan kuş kanadı gibi alnına doğru u a mıştı. Babamın kuşağından kimilerinin Atatürk'e benzemek içir kaşlannı burduğunu çocukluğumda izlemişimdir. Napolyon, sağ elini ceketinin düğnıaleri arasından gögsüne sokardı; ama sağ elini ceketinin düğmeleri arasından göğ süne sokan herkes Napolyon olabilir miydi? Çağımızda ünlü sinema yıldızlarının davranışlarını, giyiniş lerini, saçlarını, yürüyüşlerini taklit etmek modadır. Zaten mo danın kökünde insan doğasındaki taklit eğilimı bulunur. Taklit kimi zaman iyi, kimi zaman kötü sonuçlar verir. Birkaç ay önce İstanbul'da birbiri ardma insanlar dama çık maya başladılar. Polis, ıtfaıye, kalabalık toplanınca damdaki ba ğırıyordu: Kendimi aşağıya atacağım!. Neden? Yaşamak istemiyorum... Oamdakilerin kaçında gerçekter ölmek isteği vardı, kaçın da taklit duygusu ağır basıyordu? * Taklit eğilimi, kiminde bilinçlı. kiminde bılinçsiz bir dışavu rum biçimindedir. Maymunlardaftayvansıgüdülerle taklidin yay gın olduğu biliniyor. Islamda taklit, olumlu işlerde hayır, olum suzlarda şer sayılır. Karmaşık bir kavramdır taklit; yalnız bilimde değil, günlük yaşamda da tanımlanması güçtür; çünkü taklit ile gerçek ara sındaki sınırı saptamak kolay değitdir. Bir adam sevgilisine aşl itan ediyor. Gerçekten âşık mıdır? Yoksa âşık taklidi mi yapı yor? Devlet yaşamında da kimi politikacının taklide heveslendiğ görülmez mi? Taklit öyle bir marifettir ki kimi zaman halkı aldatabitir. Şar to'yu taklit yarışması açılmış; Charlie Chaplin de yarışmaya baş ka adla katılmış; ama, sonunda birinciliği bir sahte Şarto'ya kap tırmış. Gazetelerde Turgut özal ile Semra Özal'ın tatil serüvenleı sergileniyor; fotoğraflar ve yazılar yayımlanıyor. "Gözetilen işa damlan'nmyatlarıyla "do/ce vita"yaçıkılıyor? Renkli basınımı zın acar foto muhabirleri lüks "Nirvana" yatının güvertesindı güneşlenen Semra özal'ın mayolu resminı çekmek için, tek nolojınin son buluşlarına güveniyorlar; bazuka gibi makinele riyle başarıya ulaşıyorlar. Gazetelerde yayımlanan fotoğraflaı dan sonra Başbakan Özal bermuda şortu ve kaptan kaskeii^ le muhabiıiere poz veriyor: ' Semra'yı", diyor "kızdırdınız." Kirnıne göre bu olaylar şaşkınlığımızı vurgular; kimine v üniversitesinde basörtüsü savaşı verilen Türkiye'de çağdaşlıktıı kimine göre sömürüden azgınlaşmış geri kapitalizmin hastal ğıdır; kimine göre yakışıksızdır. Peki, olayın anlamı nedir? Her şeyden önce yaşanan olayda derin bir taklit eğilimini yattığını görmek gerekiyor. Batının "jet sosyetes/"ne oyküne bir hayat biçimine özlem, temel nedeni yaratıyor. Ne var ki Onasis'e özgü olanın Türkiye Cumhuriyeti Başbs kanına yaraşıp yaraşmayacağı; Prenses Stephanie'ye yakışc nın Semra Hanımda güzel durup durmayacağı tartışılabilir. Taklitte gülünç olmak tehltkesi büyüktür. * Batının taklit edilecek başka yanları yok mu? Arkadaşımız Füsun özbilgen, Norveç'ten bildirmişti. Norve Kralı katarakt ameliyatı olacak. Sokaktaki yurttaş gibi hastc neye başvuruyor; kendisine gün bildiriyorlar; sıra numarası v« riyorlar. Kral her Norveç yurttaşı gibi beklemeye razı oluyoı ama kendisini sevenler tepki gösteriyorlar; aralannda para tof layıp kralı yurtdışına göndermek için girişime geçiyorlar. Amerika'da katarakt ameliyatı olan Ozal, Batının bu yanır taklit edebiliyor mu? İnsanın öykündükleri, kimliğinin de dışavurumudur. ÖMER ASIM AKSOY Dört yazı okudum, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu içindeki Turk Dil Kurumu'nun çıkardığı "Türk Dili" dergisinin 410, 412, 418, 421'inci sayılannda. Yazarlar, Atatürk'ün 1932'de bir dernek olarak kurduğu Turk Dil Kurumu'nun 19821983'te Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu içine alınmasım destekliyorlar. Aynça eski Turk DU Kurumu'nun, ilk tüzükteki amaçlardan saparak değişik amaçlarla çalıştığı, yeni Dil Kurumu'nun ise eski tüzüğü benimsediğinden Atatürk'ün dileğine uygun bir düzen olduğu gibi savlar ileri sürüyorlar. Eski Dil Kurumu'ndakırk iki yıl görev ve sonıınluluk yüklenmiş bir kişi olarak bu savlar üzerinde durup açıklamalar yapmayı ödev sayıyorum. Her gün yeni yeni örnekleri görüyoruz: Atatürk'ün ilke ve de\rimlerini çiğneyenler, söze ve işe "Atatürk ilke ve inkılapları.." diye başlıyor, eylemlerini bu ad altında gerçekleştiriyorlar. Atatürkün kurduğu Türk Dil Kurumu'nun başına gelenler de böyle başladı, böyle gelişti. Açıklamalara geçelim. ANAYASA BL'YRUGU VE ELEŞTİRİ Bilindiği gibi eski Dil Kurumu'nun varlığına son verilmesi, Dil Kurumu'nu da içine alan yeni bir düzenleme yapılması anayasanın 134'üncü maddesi gereğidir. Yazarlar bu konuda demek istiyorlar ki böyle bir düzenleme anayasanın buyruğudur; ona uymak zorunlu dur. Doğru, zaten uymuşuzdur. Ancak anayasaya uyma zorunluluğu yanında onu eleştirme hakkımızın bulunduğu da başka bir doğrudur. Daha önce büyük hukukçular uzun uzun yazdılar: Anayasa, kendisine gelir vasiyet edilen tüzel kişiyi bir yana itmiş, daha doğrusu yok etrm'ş, onun yerine başka nitelikte bir tüzel kişi getirmiştir. Bu, "Anayasaya" demiyoruz "hukuk ilkelerine'' aykın bir eylemdir. Derin hukuk bilgisine gerek yok; sıradan bir kişiye soralım: "Bay Ahmet, Bay Ali'ye her yıl şu kadar para verilmesini vasiyet etmiş. Şimdi bir yasa "Bu para Ali'ye değil, Veli'ye verilecek" diyor. Doğru bulur musunuz?" Ne yanıt vereceği belli değil mi? Bu duzenlemenin neye dayandığı şöyle anlatılıyor: "İşlenen eylemlere bakarak mevcut kuralların yeterli olup olmadığını aramak, yeterli değillerse değiştirmek, kamu ve birey yaranna yeni düzenlemeler yapmak yasama görevi" olduğundan yeniden düzenleme şeklindeki yasama işlemleri bu esaslara dayanmaktadır. Hukukumuza uygundur. Yasa koyucu elbette gerekli gördüğü yasaları çıkanr. Cemiyetler Kanunu'nu kaldırır, yerine bir Dernekler Kanunu koyar. Buna kimsenin bir şey dediği yok. Ancak bir derneğin varlığına son verilmesi için yargı organınca saptanmış nedenler bulunnıası gerekmez miydi? Eski Dil Kurumu'nun varlığına son verilmediği, sadece bir düzenleme yapıldığı söyleniyor. Oysa durum düzenleme diye niıelenemez. Çünkü, Tüvk Dil Kurumu eskiden özel bir dernek iken şimdi bir kamu kuruluşu olmuştur. Eskiden yönetim ve yürütme organları kendi üyelerince seçilirken şimdi devlet organlannca atanmaktadır ve bu eylem tepeden inme bir görüşle gerçekleştirilmiştir. Eski Turk Dil Kurumu yerine yeni bir kurum getirilmesinin gerekçelerinden biri, eski Dil Kurumu'nun Atatürk zamanındaki tüzuğü değiştirmiş olması imiş. Deniliyor ki: "Atatürk zamanındaki tüzüğe gore kurum, Atatürk'ün himayesindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başbakan ve Oenelkurmay Başkanı onursal başkan, Kültür Bakanı fiili başkandır. Atatürk, mirasını bu kadronun hâkim olduğu, devletin söz sahibi olduğu bir kuruma bırakmıştır. 1950'den sonra bu kadronun Dil Kurumu ile hiçbir bağı kalmamıştır!" TÜZLĞÜ DEĞİŞTİRME KONUSU Başkanların değişmesi ile bir derneğin kimliğini yitirmeyeceği konusunda uzun boylu söz söylemek gerekmez. Yalnız iki konu uzerinde durmayı yararh görüyoruz: Biri 1950'den sonraki koşulların Atatürk zamanındaki koşullar olmadığının, öteki de Atatürkün mirasını hangi koşullarla kimlere buaktığıtun anımsanmasıdır. Atatürk. vasiyetnamesine "nukud ve hisselerinin İş Bankası'nca nemalandınlmasından" ve adlannı saydığı kişilere belli ölçülerde para verildikten sonra kalan "mikta EVET/HAY1R Yarınki Seçimler İçin OKTAY AKBAL . . . Yarın Türkiye'nin birçok yerinde beledıye seçimleri var. Kimıne göre ülkemizın siyasal eğılimlerı, bu seçım sonucunda ortaya çıkacak... Acabaöyle mi? Bence bu seçimler, parti güçlerinin, dengelerinin gerçekçi bir yansıması oimayacaktır. Nedeni de iktidar partısi ANAP'ın belediye olmak üzere seçtiği yerlerde kendini güçlü saymasıdır. Kısacası, ANAP yüzde yüz kazanacağını umduğu beldelerin belediye düzenine geçmesini planlamıştır. Bu yüzden seçimde Ah4AP üstünlük sağlarsa hiç şaşırmamalıyız. Şaşılacak durum, bütün bu özenli düzenlemelere karşın ANAP'ın en çok güvendiği yerlerde yenik düşmesi olacaktır. O zaman iyice ortaya çıkacak gerçek, ANAP'ın DYP ve SHP karşısında önemsizleştiği. değersizleştiğidir... Böyle bir durumda erken bir seçimi beklemeyelim. ANAP, elden geldığince seçim tarihini gerilere atmaya kalkışacaktır. Doğrusu ya ben bu belediye seçimlerinde ANAP'ın önemli ölçüde oy yitirmeyeceğini sanıyorum. Sağlam bir ölçü olmayacak bu seçimler... Ya halkoylaması diyeceksiniz, o bir gösterge olmayacak mı? 'Evet'ler ağır basarsa ki öyle olacağı benzer ANAP bu sonuçtan yara almayacak mı? Eski parti liderleri ve partilerin önde gelen kişileri halkoylaması sonucu yeniden politika yaşamına dönmeyi başarırlarsa, hiç kuşku yok, Özal ve partisi için kara günler başlayacaktır. Zaten şimdiden görünen ANAP'lılann 'Hayırda Hayır olduğu' yolunda apaçık propagandaya başladıklandır. 'Evet'in üstün çıkması sonucunda iktidar partisi genel seçimi ya hızla öne almak ya da büsbütün gerilere atmak yolundan hangisini seçer? ANAP'ın kurmaylan bunu nasıl hesap(Arkast 13. Sayfada) OKURLARDAN Memıır üç vardiyn çalışırmı? Bizler Karayolları 17. Bölge'ye bağlı Hoğaziçi ve Haliç Köprüleri Başmühendisüği'nde çalışan Boğaziçi gişe memurlarıyız. Bium çok büyük sorunlarımız var. Aşağıda belirteceğimiz bu sorunlan defalarca yetkililerimize ve 17. Bölge Müdürümüze ilettik. Sorunlanmızın ancak bukanlık safhasmda çözülebileceğini, kendilerinin elinden hiçbir $ey gelmeyeceğini söylediler, Daha önce gişelerde çaltşanlar işçi statüsündeydiler; 90 ile 100 bin lira arar.iua maaşları, ikramiyekri ve birçok yan iyb>'.,ıeleri vardı. Yılbaşında yapılan smavdan sonra memur statüsüne geçildi. Bizler smavı kazanarak ve memur olarak göreve başladık. Şu anda hepimiz 50 bin lira maa$ alıyoruz. Ancak yaptığımız işin memurlukla hiçbir ilgisi yok. Neden derseniz, hangi memur üç vardiya çahşır da gece vardiya zammı alamaz? Hangi memur bayram günleri çahşır da fazla mesai alamaz? Evet, bizler hem üç vardiya sisteminde hem de bayram günlerinde çalışıyoruz. Xe gece zammı ne de bayram günleri fazla mesai zammı alamıyoruzSürekli para ile hasır neşir oluyoruz. Bu tempo içerisinde en ufak dalgınhğımız, açık vermemize neden oluyor. Açık vermememize de hiç imkân yok gibi. Mutlaka her ay açık veriyoruz. Tüm arkadaşların açıklarmm ortalaması 10.000 TL. En ufak açığımız maasımızdan kesiliyor. Fakat bir kurus dahi kasa tazminatt alamıyoruz. PTT'de jeıon satan memur dahi 20 ile 25 bin lira arasmda kasa tazminatı alırken bizler neden alamıyoruz? Bugün devlet kurulusları içerisinde en yüksek geliri elde eden Boğaziçi Köprüsü memurlanna neden kasa tazminatı verilmiyor? Bir de yemek sorunumuz var. 500 bin lira ınaaş alan milletvekillerimiz bite yemeği 100 TL. gibi çok düşük bir ücretle yiyorlarmıs. Bizler ise 50 bin lira maaş alıyoruz. Her öğün yemeğe ise 600 TL. ödüyoruz. Bu da ayda 12.000 TL. yapıyor. Devletin memurlarını hiç mi düşünmüyorlar? Ay sonunda toplam aldığımız maaşm yansından fazlasını yemek ve verdiğimiz açıklar götürüyor. Elimizde kalan ise son derece komik bir rakam. BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ GİŞE MEML'RLARI Vatandasın cebinden tekel gücüne dayanarak aldığı parayı vergi diye övünç vesilesi yapan bir kurum, amme hizmeti gördüğünü iddia edemez. ABDURRAHMAN AK1N ANKARA PTT zammı okumayı engelliyor BağKur emeklileri Övünülecek bir şey mi bu? borçlanmak istiyor Çünkü vatandasın sırtından çıkarılan paradır bu vergi. Lütfen şu soruların cevabım versin PTT: 1 Dünyada mektup ücretine bir kalemde yüzde 150 zam yapan bir devlet var mıdır? 2 400 gramlık bir kitaba taahhütlü 400, ödemeli 550 lira ücret almak hangi insaf ölçüsüne stğar? 1000 lira fiyatı olan bir kitaba ödenecek masrafa bakın. 3 Bu zamlann anlamı, okumayı engellemek değil midir? Milleti cahil bırakmanın bir anlamı olmalü. 4 İktidar, gençliği eğitmede samimi ise, uzerinde okul adresi yazılı her matbuanın ücretsiz taşmmastm sağlayacak mevzuatı çıkarmalıdır. Bizler BağKur emeklisiyiz. En düşük maaş 13.000 Tt., en yükseği 41.400 TL., bizlere verilen yakacak parası ise 8.000 TL.dir. Sosyal adaletsizlik burada başlıyor. 6. basamaktan yukarı doğru asgari ücretten prim ödedik, elimize geçen hiç. Bu nedenle BağKur'lularm dörtte biri primlerini ödemiyor, ileri için bir güvence saymıyorlar. 1972'de BağKur Kanunu çıktığı zaman geriye doğru 10 yıl ticaret yapan kişiler belgelenmek suretiyle BağKura borçlanmadan 5 yıl içerisinde 23.500 TL. prim ödeyerek 197Tde 150 bin kişi emekli oldu. Dolayısıyla BağKur güç durumda kaldı. AYLA YILDIRIM (KÖSEOGLU) ile ALİ KÖSEOGLU evlendiler. 5.6.1987 İSTANBUL ADSAN DİK İSTANBUL 1979 YILI İCR.A PL.467 TEDBİR UYARINCA SİGARA SAGLIĞA ZARARLIDIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle