19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 HAZİRAN 1987 CUMHURİYET/7 Reykiavik 'ten Izlanda'ya dört bakış HADİ ULUENGİN REYKJAVİK Objektif: İzlanda,kuzey 63 derece, 24 dakika ve 66 derece 33 dakika enlem, batı 13 derece otuz dakika ve 24 derece 32 dakika boylam noktaları arasında bir Atlamik adasıdır. Yuzölçumü 103 bin kilometre kare olup, nufusu 1984 rakamlanna göre 241 bin 750 kişidir. tir. Altmış üyeli parlemantoda toplam beş partı vardır. Cumhurbaşkanı da kadın olan Izlanda'da, geçen nisan ayında yapılan seçimlerde, Feminist Parti yüzde on bir oranında oy alm15.hr. Ortaçağ Iskandinavya edebiyatının tek örneğini, tzlandah yazarlann kaleminden çıkmış "Saga" efsaneleri oluşturur. Daha önce Kopenhag'da saklanan d yazmaları, ulkenin bağımsızlığa kavuşmasından sonra Reykjavik'e nakledilmiştir. Bütün dünya lisanlannda kullanılan "Gayzer" kelimesi İzlanda lisanından kaynaklanmaktadır. Seksen bin nufuslu başkent Reykjavik'te, yedi fakülteli bir üniversite, dört tiyatro ve dokuz sinema salonu bulunmaktadır. İzlanda^ dünyada kişi başına en çok kitabın tüketildiği ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları vize yükumluluğune tabidirler. Egzotika: İzlanda, Paskalya Adası hayatlerıne yakın benzerlikteki kadar egzotika. Yalnızlığı okyanusta tek başına ve rüzgârlar kutuptan esiyor. Topraktan fışkıran ateş, buhar, su, nebat vermeyen toprak, kaya olan toprak, ay olan toprak, çol olmayan çöl ve toprak olmayan toprak, gerçekustü. Gecenin hiç gelmezliği ve ışıkların berraklığı tedirgin edici. Eski zaman tanrıları adına şimdiki zaman insanlarının diktiği dolmenler, "Saga" efsaneleri, Viking miğferlsri, payen. İzlanda, gerçeküstü, tedirgin edici ve payen. izlanda, Paskalya Adası. Izlanda,egzotika. Subjektif: Rıhtımda, sintinesi paslı ve morina kokan teknelerin bodoslamasında, Loti'nin "İzlanda balıkçısı"nı arıyordum ki, kutup martısına rastladım. Gronland'dan gelmişti ve salapuryanın iskelesinde battı çıktı. Faleze, batmayan guneşin batmadığı yere, topraktan, ateşin, buhann ve suyun fışkırdığı yere, gerçekustu olan yere, ay olan yere gitti. Rıhtımdan, morina, uskumru, camgöz, pisi, balina kokusu geldi. Hudson rüzgârlan esti ve fiyordun üstünde bir kumülüs oluştu. "İzlanda balıkçısı" palamar çözdu. Kutup martısı, gerçeküstü olan ve ay olan yerden geldi, "İzlanda oalıkçtsı"nın pruvasına tünedi. Hudson ruzgârlan esti ve "İzlanda balıkçısı" alize ruzgârlarına dumen kırdı. In ve off: 9 Haziran 1987 gecesi, saat yirmi iki elli dörtte, İzlanda başkenti Reykjavik'te, Austurstraeti yedi numaradaki "Preso" kahvesinde, New Yorklu olduğu tahmin edılen ve siyah ırktan bir travesti, barmenden iki yuz kron karşılığmda bir bardak kırmızı şarap aldı. Aynı saat ve mekânda, otuz yaş civarında olduğu tahmin edilen erkek cinsiyetinden bir kimse, dış görünum itibanyla 25 yaş civarında olduğu tahmin edilen kadın cinsiyetinden bir kimsenin talebi uzerine, Bob Dylan'ın "Ijke a Rolling Slones" şarkısını gitar eşliğinde söyledi. Yine aynı mekânda ve bir müddeı sonra, şair olduğu tahmin edilen bir kimse, "Lislamadunnn Sem Gat Ekki Sofid" başlığını taşıyan bir kitabı uç yuz kron karşılığında kahve muşterilerine satmak teşebbüsünde bulundu. Yine aynı kimse, içinde Somerset Maugham adının geçtıği ve şıır olduğu tahmin edilen bir metni, yuksek sesle ve ezbere okudu. Otuz yaş civarında olduğu tahmin edilen kadın cinsiyetinden bir kimse, Izlanda'da kadın haklanmn çiğnendiğinı somut delillerle ispatladı ve kendisine iki yuz kron karşılığında bir bardak kırmızı şarap ikram edilmesini onayladı. A>nı kimse, NATO'nun emperyalist bir pakt olduğunu da somut delillerle ispatladı ve kendisine iki yüz kron karşılığmda ikinci bir bardak kırmızı şarap ikram edilmesini onayladı. Kelt asılh olduğunu ıftiharla açıklayan nispeten kumral başka bir kadın, NATO'nun emperyalist bir pakt olduğu gorüşunün izafıleştirilmesi gerektiğini ispatladı ve üç yüz elli kron ödeyerek bir kadeh konyak içti. 10 Haziran 1987 gecesi, saat 01.27'de, izlanda başkenti Reykjavik'te, Austurstraeti yedi numaradaki "Presso" kahvesinden çıkıldığında, batmayan guneşin batmadığı yer ve gerçeküstü olan yer çok berrak bir şeküde seçilmekteydi. Ayru saatte, başka bir "İzlanda balıkçısı", alize ruzgârlarına doğru dumen kırdı ve fiyordun üstunde bir kümulus oluştu. Kutup martısı gemınin pruvasına tunedi. İzlanda, Paskalya Adası hayallerine yakın benzerlikteki kadar egzotik. Yalnızlığı okyanusta tek başına ve rüzgârlar kutuptan esiyor. Topraktan fışkıran ateş, buhar, su. Gecenin hiç gelmezliği ve ışıkların berraklığı tedirgin edici. İzlanda, gerçeküstü tedirgin edici ve payen. Venedik Zirvesİ'ni izleyen gazetecilerin en çok, yemek servisinde gözü kakb. Haksız da değiüerdlpılan servis öyle dört başı mamur ve dışarda yemek o kadar pahaltydı kL. (Fotoğraf: REUTER) Görünmeyen Ifenedik Gazeteciler, hatta ABD'li gazeteciler, 3 gün boyunca, Venedik'te iki misline çıkan fıyatların şaşkınlığını yaşadılar. Düşünün bir kere, bir porsiyon spagettiye 25 bin lira ödeniyordu ve Washington Post'un muhabiri, , Lido'nun Excelsior Oteli'ne kaldığı her gece için 375 dolar saymıştı. KDV bunun dışmdaydı. NİLGÜN CERRAHOĞLU VENEDİK Shakespeare'nin "Venedik Taciri"ni gondollar kenti üzerine kurması bir rastlantı olmamalı. Bin yıl boyunca Akdeniz'in en önemli ticari imparatorluklarından birini kuran Venedik biraz da bu geçmişin verdiği alışkanlıkla "7 büyiikler"in zirvesini gerçek bir ticaret fırsatına dönüsturdu. Fiyatlarını iki misline çıkaran oteller ve restoranlar dünyamn en pahah kentlerinden biri olan New York'lan gelen Amerikalı gazetecileri biie şaşkına çevirdi. Lido'nun Excelsior Oteli'nde KDV hariç gecede 375 dolar ödeyen VVashington Post'un muhabın "vallabi bu fiyata" diyordu, "Marcello Mastroianni, gecede en az bir kere kapımı çalmalıydı." Bir porsiyon spagettiye 25 bin lira ödeyen bir başka Amerikalı meslekiaş ise teselliyi "neyse ki çatal bedavaydı" diyerek buluyordu. Fakat gazeteciler dunyanın en sanayileşmis "7 buyiikferi"ni yakından görup birinci elden enformasyon alabüseydiler, bu fiyatlan da sineye çekmeye razıydılar. Oysa bu da mümkün olmadi. Alınan olağandışı stkı güvenlik önlemleri, zirve sırasında 2 bini aşan gazetecinin en guçlü liderlerin yanına sokulmasını önledi. Dolayısıyla aralannda Beyaz Saray'a kendi evleri gibi rahatça girip çıkabilen guçlü yayın organlannda çalışan basın mensuplarının da bulunduğu, zirve için binlerce kilometre yol katederek gelen gazeteciler bile, yeryuzünün en güçlü 7 liderini uzaktan izleyebildiler. Başta Reagan olmak üzere Batılı liderleri başka bir gezegenden gelen yaratıklara dönuştüren bu durum sonucunda haberler dördüncü ya da beşinci elden bir dizi teknokrat ve delegasyon üyesi vasııasıyla basına sızabildi. Buna biraz da "Republica" gazetesinin "neo enformasyon" yöntemi olarak damgaladığı yeni teknoloji de sebep olmuştu. Gazetecileri haber kaynağından ayıran ve kurgu bilim sınırlarına varan bu sistem yuzünden dördüncü gücün çaresiz kalan uyeleri sık sık yorum yapmak ya da "olsa olsa" metoduna başvurmak zorunda kaldılar. Bu yabancılaşma sürecinden zirve liderleri de payını aldı. Kararları ile tüm yeryüzunü etkileyen "şabane 7", "CİDİ vakfıoa ail Benedictize" Manestın'mn kütüphanesine kapatılmışlardı. İnceledikleri konulann avnntılanm arkaya egilip sorabilecekleri uzman yardımcıları ise yanda başka bir salondaydılar. Zirvenin tüm yükünü taşıyan yardımcılar. ttalya'nm "ekooomik ronesansının" baş mimarlarından CMivetti grubunun 250 teknisyeni ile yerleştirdigı bir elektronik beyin sisteminin başından hiç ayrılmadılar. Lazerle çalısan ve uydu sistemine bağlı bu mekanizma vasıtasıyla zirveye katılan ülke liderleri, yan odadaki ya da başkentlerindeki ekiplerine gereken enformasyonu soruyor, istenilen yanıt süper gizli bir iletişim ve gayet komplike bir elektronik beyin sistemiyle bilgiyi isteyen hükümet başkanına iletiliyordu. Venedik zirvesine "Yıldız Savaşlan" tadı katan bu süper teknolojili enformasyon sistemine karşm, zirve liderlerinin iyi beslenmesi için gösterilen gayret ltalya'run dört köşesinden gelen sef aşçılar arasmda gerçek bir savaşa yol açtı. Oysa liderler yemekle pek ilgili değildiler. tngiltere'deki seçim kampanyasını bahane ederek Venedik'te topu topu 18 saat kalan Thalcher'ın zirvenin ikinci gunu, tam yemek saatinde uçağa atlayıp Londra'ya dönmesi, sanki yemek fashnı atlatmak istermiş gibi bir izlenim yarattı. Tatlı servisini zor bekleyen Mitterrand'ın da ilk geceki tantanalı yemek sohbetini çok heyecan verici bulmadığı anlaşıhyordu. Fransız Cumhurbaşkanı bir saat daha sofra başında kalan diğer liderlerle birlikte, "imparator" Reagan'a da meydan okuyarak, Venedik'in dar sokaklarında kendi başma ytıruyüşe çıktı. Ertesi sabah çekilen "aüe fotograh" ayinine de herkesten geç gelen Mitterrand, besbelli Venedik'te bir değil iki imparator olduğunu göstermeye çalışıyordu. Venedikten Nüfus kesafeti itibanyla Avrupa'nın en tenha ulkesi olan tzlanda'da, yoğunluk kilometre karede iki kişi ile sınırlıdır. Geç buzul çağında teşekkül etmiş olan adanın arazisi tektonik bir yapıya haizdir. Faal ya da yan faal durumda yaklaşık iki yüz volkan saptanmıştır. "Ateş Adası" da olarak adlandırılan lzlanda'nın iç kesimleri yaşamaya elverişli değildir ve yerlesim merkezlen sahil şeridi uzerine kurulmuştur. Ada, kutup donencesi sınırlannda olmasına rağmen, Golf Stream sıcak su akıntısı sayesinde nispeten ılıman bir ıklimden yararlanmaktadır. Baskent Reykjavik'te, ocak ayı Ya izotermlerinın ortalaması, celsius olarak, eksi sıfır virgül dört derece, lemmuz ortalaması ise artı on bir virgül dört derecedir. İzlanda adası, milattan sonra 870930 tarihleri arasında Norveç'ten gelen Vikingler ve Iskoçya'dan gelen Kdtler tarafından kolonize edilmiştir. 930 yılında "Alting" adı verilen parlamentonun oluşmasıyla İzlanda, Avrupa'nın ilk modern cumhuriyetini yaşamıştır. 1000 tarihinde lzlandalılar Hıristiyanlığı benimsemiş ve Leif Eriksson Kuzey Amerika'yı keşfetmiştir. 1262'de Norveç egemenliği altına giren İzlanda, 1380 yıhndan Birinci Dünya Savaşı'nın bitimine kadar Dartimarka tahtı tarafından yöneülmiştir. İzlanda, Kuzey Atlantik Paktı Anlasması, İktisadi ve Kalkınma lşbirligi örgütu, Serbest Mübadele Birliği ve tskandinavya Birliği kuruluşlannın uyesidir. Ekonomi, balıkçıhk, küçük baş hayvan üretimi ve aluminyum sektörü uzerine kuruludur. Kişi başına gayri safi milli gelir 10 bin 140 dolardır. Yüzde otuz civarında seyreden enflasyon oranı, son iki yıl içinde yuzde on dolaylanna çekilmiş Viyana'dan OğrencUer ve demokrasi deneyi ÖH Avusturya'da öğrenim gören tüm yüksekokul öğrencilerinin üyesi bulunduğu, kendi deyişleriyle "Avrupa'da benzeri bulunmayan" bir öğrenci birliği. lşte bu birliğin, parlamento seçimlerini aratmayacak kadar hareketli seçimleri yapıldı geçen ay. Sayıları on beşi aşan danışmanSİNEM YAĞCIOĞLU Uk bölümleriyle, öğrenim ve özel VtYANA 19 21 mayıs ta yaşamlarında karşılaşabilecekleri rihleri arasında Avusturya'nın tüm sorunlarda yanında öğrentüm üniversitelerinde "Avustur cinin. ya Yüksekokul Öğrencileri BirÜniversitelerin bünyesindeki liği ÖH" seçimleri yapıldı. Par yoğun kültürel etkinlikleri dülamento seçimlerini aratmayacak zenleyen, "ÖH"nün kültür bölükadar hareketli bir ortamda, çe mü. şitli gruplann katılımıyla gerçekDernek, üniversite yönetiminleşti seçim. de öğrencilerle ilgili alınacak her "ÖH" Avusturya'da ögrenim kararda etkin. gören tüm yüksekokul öğrenci"ÖH" ekonomik olarak da lerinin üyesi bulunduğu, kendi güçlü bir kuruluş. Her yüksekodeyişiyle "Avrupa'da benzeri kul öğrencisi kayıt yinelerken bulunmayan" bir öğrenci birliği. yılda iki kez "ÖH"ye 135 şilin ödemek zorunda. "ÖH"nün bu ödeneklerden oluşan yıllık bütçesi ise 40 milyon şilin (ortalama 2,5 milyar TL.). Derneğin "Genel Merkeı" ve her üniversitenin kendi bünyesindeki yöneticileri, iki yılda bir yinelenen seçimlerle saptanıyor. Bu yılki seçimlerde, Viyana Üniversitesi'nde seçime katılan Komünist Partisi Gençlik Örgütü'nden Hıristiyan Demokratlar'a, Yabancı öğrenciler Derneği'nden anarşist gruplara kadar uzanan her dernek, aylar öncesinden propaganda etkinliklerine başladılar. Her grup programlarmı tanıtmak üzere forumlar düzenledi. Adaylar derslikleri teker teker dolaşıp kendilerini tanıttılar öğrencilere. Haftalarca üniversite çevresinde bir "bildiri enflasyonu" esti. öğrencilerin posta kutulan mektuplarla doİup taştı. Geceler düzenlendi, standlar kuruldu, öğrencilere bedava pasta dağıtıldı... Ülkedeki tüm gazete ve dergiler "ÖH" seçimleriyle ilgili haberler yayımladılar. Avusturya televizyonu seçün sonuçlanm haber olarak verdi. Seçimi ülkenin sağcı ve tutucu partisi "ÖVP"ye yakınhğıyla tanınan "AG" kazandı. Seçime katıhm oranı iki yıl öncesine oranla yalnızca yüzde 5 artarak yüzde 35'e ulaştı. Öğrencilerin bu denli büyük bir organizasyona karşın seçime olan ilgisizlikleri çeşitli biçimlerde eleştirilip, yorumlanırken, "ÖH" üniversite binasındaki panolara, alay edercesine bir yazı astı: "Seçime ilginizden ötürii teşekkür ederiz." Londra'dan Londra hariç Her kent başka dokunur, farklı değer insana. Değmesi, kalın yün kumaşlarda, elektrikli bir copun okşamasıdır Londra'nın. Her kentin bir de altına duyusu vardır. Londra hariç. RAGIP DURAN esanslarla küf kokusunu muhafaza eder tngilizler. Tanrı kraliçeyi korusun mu? Burnu, kızarmış koyun yağına, Lipton çayına ve banknot kokusuna snıf snıf Londra'nın. Mutfaktan yana küsenler sadece gurmeler değil. Bahk patates kızartması, dana rostosu, domuz pastırması, ciğerli poğaça ve ılımılık hafif biralarla dolduruyorlarsa midelerini ve en daha önemlisi "Yemek, kann doyurmak içindir" diyorlarsa, ladys and gentelmen, damak tadı treni, 4 yüzyıl önce kalkmıştır istasyonumuzdan. Have a nice trip! Mutfağın içtimai ve siyasi teorilerini yerle bir etmiş Büyük Britanya İmparatorluğu. Mevcut mönü yoksulluğunu salt damak tembelliği ile açımsamak mümkün değil. Çin, Hint, Fransız ve Osmanlı ki, tabak tabak yükselerek lezzet tahtına kurulmuş, çünkü geçmişi derin ve zengin, İngiliz kullarsa hâlâ çay içmekte. Tadı, gayri milli mutfaklara dil sallar Londra'nın. Flört dönemim fena sayılmazdı. Caz kulüplerinde konuk sak«afoncular dududuımmm! South Bank ya da Barbican'm konser salonlarında ve 5 katlı plakçılarda, kulağımda binbir gece şenliği. Sadece klasik müzikte değil, popta, rockta, funkta da sultandır Londra. Keith Jarrett, Roger Waters, Leonard Cohen, Inti Diimani, Bob Dylan, Genesis, Chris de Burgh aklımda kalan konserler. Paris, EdiCh PiaTtır. İstanbul hâlâ Münir Nureltin mi? Londra, şarkıcısı bol şarkısız bir kent galiba. Sesi, 78 devir taş plaklarda, filarmoni mızıkası Pink Floyd icra eder, Londra'nın. Her kent başka dokunur, farklı değer insana. Mesela kimse Çemberlitaş'a sanlamaz. Bir nebze devrimciyseniz, Paris'te Sacre Coeur'ün duvarlannı sevecen okşayamazsınız. Londra'nın bizzat kendisi daima eldivenli ve atkılı. Yumuşak görünürse, sevgiden değil aşınmışlıktan kaynaklanır elastıkiyeti. Başkent diplomatik ve naziktir. Ama Ingilizler sevmediklerine karşı sevimli olmaya çalışır. Elinizi sıkarken bileğinizi bükmeye bakar. Erkek Londra, kadınlarını sevmesini öğrenememiştir daha. Değmesi, kalın yün kumaşlarda, elektrikli bir copun okşamasıdır( Londra'nın. Başkentin beş duyusunun hülasa söylemi bence böyledir işte. Her kentin bir de altıncı duyusu vardır. Londra hariç. Bloomington'dan Amerikada bir kuçük lurkıye İzleyebildiğim kadarıyla Amerika'da Sultan Süleyman Sergisi'nin ardından Türkiye'ye ilgi artmış. Bunda Başbakanımızın 'bypass' ameliyatı kadar sanatçı ve bilim adamlarımızın da payı var elbet. lşte bir kongredeyiz, dünyamn her tarafmdan gelen insanlar Türkiye'yi tartışıyoruz. NEDtM GÜRSEL BLOOMtNGTON Yıllardır Amerika'da Indiana Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Ühan Başgöz, dünyamn dört bir yanından toplayıp Bloomington'da bir araya getirdi bizleri. 2. Uluslararası Türk Araştınnalan Kongresi için Bloomington kampusundayız. Küçük bir kent görünümünde, öğrenci yurtlanndan milyonlarca kitaphk kütüphanesine, özel radyo ve televizyon binasından konferans salonlanna, mağazalanndan kafeteryalanna, müze ve atölyelerine dek otuz bin öğrenciyle beş yüz kadar öğretim üyesini banndıran bir kampusta. Her sabah, kaldığımız yerden kongre binasına giderken, ağaçlı bir yolda yürüyoruz. Sonra küçük tahta köprü, çim ve yine ağaçlar. Bir sincap çıkıyor karşımıza. Kuyruğuyla havada bir daire çizip nilüferlerin arasında yitiyor. Derken bir saka kuşu. Tünediği ağaçtan bir kanat vuruşta havalanıp omuzuma konuyor. Oradan da fıskiyeü havuza yan gelip uzanmış deniz kızının çıplak koynuna. Burada insanlar doğayla dost. Bizleri birbirimize yakınlaştıran yalnızca sanat ve bilim değil. Birlikte çalışıp birlikte eğleniyoruz üç gündür. Türkiye'den, Fransa'dan, Israil'den, Doğu Avrupa ülkelerinden Amerika'nın çeşitli eyaletlerinden gelmiş yazar ve bilim adamlanyla Türk tarihi, Türk dili ve edebiyatı konularında tartışıyoruz. Kimler mi var Amerika'nın bu uzak köşesinde? İlgi alanlan ortak bir yığın yazar, araştırmacı, bilim adamı. öğrenciler de var aramızda. Türkiyeli öğrenciler. Hepimiz Türk toplumunu, kültür, tarih ve edebiyatıru anlamaya, tarumaya ve tarutmaya gönül vermiş kişileriz. Gün boyu panellerde çeşitli konular geliyor gündeme. Tarihçiler, 16. yüzyıl Osmanlı toplumundaki tımar sisteminden, ya da gün ışığına yeni çıkmış bir belgeden söz ederken, yandaki salonda YÖK tartışılıyor. Ya da anayasa sorunları geliyor gündeme. Bir Fransız, Kırgız dilinin inceliklerini betimlerken, bir Amerikalı Evliya Çelebi'den, kadın yazarlanmızdan biri, toplattınlan son kitabından, bir Avusturyalı Türkmenistan basınından, Türkmen kökenli bir Sovyet bilim adamıysa Nasrettin Hoca'dan söz açıyor. Bu çeşitliliği, bilim adamlanyla sanatçüann öğrencilerle yazarların arasındaki bu duygu ve kültür alış verişini seviyorum. İzleyebildiğim kadarıyla Amerika'da Sultan Süleyman sergisinin ardından Türkiye'ye ilgi artmış. Bunda Başbakanımızın "bypass" ameliyaü kadar sanatçı ve bilim adamlanmızın da payı var elbet. Kongrede, tngilizce kadar Türkçe konuşulması, dünyamn çeşitli yörelerinden gelen yabancı Türkologlann bazen kendi aralarında da Türkçe konuşup sakalaşmalan, benim gibi gurbette yaşayan bir Türk yazarı için ne güzel sürpriz! Kendi değer yargıları, kendi beğeni ve alışkanlıklarıyla sırurh bir dünyada yaşayan, aslında Avnıpalılardan çok daha fazla içine kapalı Amerikan toplumunda küçücük bir adaydı Bloomington. Çeşitli ülkelerden gelen bilim adamlarıyla sanatçılan Türkiye potasında eritip kaynaştıran bir şenlik, bir güzel düştü. Her ne kadar yöneticüerinin "Küçük Amerika"olmasına çabaladıklan bir ülkeysek de, her iki okyanus kıyısından birilerce kilometre uzaktaki kuş uçmaz kervan geçmez bir üniversite kampusunda, Amerikada bir "kuçiilt Türkiye" olmaktan öteye gidemedik işte! LONDRA Rutubet başkentine ilk geldiğimde, üç aylık işim ve vizem vardı. Üç ay, uç yıla uzadı. Şimdi zaman baba, "nihai noktayı koymalı artık Londra yazısına" dedi. Kapat gâvur defteıini. Bak, nefti yeni bir bloknot almışlar. Kare. Ama iç Gülsin Onay'in piyanosunda RaveL, Rahmaninof ve ötekiler. Unutulur gibi bir müzik şöleni değildi. sayfalarmda Marmara mavisi, bozkır sarısı ve rakı grisi var. Arkada kalana selam mı vereceğiz yani? El sallamalı. Terbiyelice. Krallar, kraliçeler, binalara tarz etiketi olmuş. Yapılar kentlerin gözleridir. Sokaklar ağız. Başkentin insanlan ki, Hindistan, Pakistan ya da Karayibler'Akşam güzel ve huzurluydu. Karaosmanoğlu'nun 'Zoraki Saygun'un eserlerini dınletecek den gelmişlerdir, Iskoç ekose kumaşlara bürünüp, sıcaklıklarını ti.Mutlu olan bir başka sanatçı Diplomat'ta 'Lahey'in tncisi' diye tanımladığı elçilik yitirip, canlıhktan el ayak çekda, yıl başında İran'dan gelen rezidansında bir müzik şöleni vardı. Bir zamanların mişlerdir. Sonuç olarak meteo'harika çocuğu', şimdinin çiçeği burnunda devlet sanatçısı Büyükelçi İsmet Birsel'di. roloji raporu gibi Ingilizleşmiş"Türkiye'nin çağdaş kültürden Gülsin Onay, piyanosunda Ravel dinletiyordu konuklara. uzak olmadığını" Batı Avrupa' lerdir. Londra'nın rengi varsa, Gülsin Onay iki kez geri çağrıl da gösteriyordu. Insanlan bir dışarıdan gelenlerin fırçasıyla HALUK BAKIR dı. Alkışlar "Bach Bussoni"den birierine yaklaştırmada, ülke ta kazanılmıştır gökkuşağı. Ne yaLAHEY Sanşın genç kadın sonra daha da arttı. Onay, üç yıl nıtımında sanatın önemini bili zık ki gri, diktatörlük kurmuşsalonun köşesindeki kuyruklu önce Italya'da bu eserin yoru yordu. Gece güzeldi. Hoşgörü tur yelpazeye. Gözleri buğulu ve piyanonun başına geçtiğinde, muyla 117 kişi arasından boşu doluydu müziğin ardından. Ne ihtiyardır Londra'nın. bahçede ağaçlar akşam güneşiyle na birinci olmamıştı belli ki. şeyle konuşuluyor, yeni dostlukV yetiştirme merakının yıkanıyorlardı hâlâ. Pencerenin Rachmaninof dinlendikten son lar kuruluyordu. Nlüziğe ve yebunca yaygınlığı hangi açığı kaonündeki gümüş şamdanın ra kokteyl için yemek salonuna meğe doyulmuş, sohbete geçilpatmak için? Kahvaltı çanı çalmumları güneşe el sallıyordu geçilebilirdi artık. mişti. îsteyenler arada Birsel'in dığında, kavrulmuş domuz passanki. Lahey'de akşam güzel ve tablolarında Ege'nin mavilikle tırması dumanı, güne iyi başlaGülsin Onay sevinçliydi. Bir aydınlıktı. gece önce, Cristofori piyano fir rine dalabilir, İranlı kadınlann tır mı? Koku, öyle sadece burunSadece liderler için değil, ABD'Bir zamanların 'Harika Çocu masının her yıl kasım ayında kocaman siyah gözlerinde dev la saptanmaz. Yün kravat ve nin First Lady'sine de itibarda hiç kusur edilmedi. halya'da bugünkü ğu', şimdi çiçeği burnunda dev Amsterdam'da düzenlediği 'Bü rim'ebakış atabilirlerdi. Gecede Sakson ayakkabının deri kokuseçimlere dek birkaç ayhğına Craxi'let sanatçısı Gülsin Onay, Türki yük Piyano Festivali'ne davet al hoşgörü vardı. Tavandaki üryan su, tüm başkente sinmiştir. Uzden başbakanlığı emanet alan Fanye Büyukelçiliği rezidansındaki mıştı. Fries Senfoni Orkestrası meleklerin bakışlan altında, elin manlar buna, dikdörtgen kokufani'nin hanımımn Batılı liderlerin ikinci resitaline Beethoven'ın Müdürü, gelecek yıl bir konser de kadehi bir Türk, iftar açmaeşleri için verdiği davete iltifat etmeAndante Favori'siyle başlamış, vermesini istiyordu. Hollandalı ya giden bir Türke, "Aliah ka su da der. Düzenli aralıklarla ABD'den ithal edilen filitlerin yip bir günlügune Stockholm'e gideAytşığı Sonatı'na geçiyordu. lara Ulvi Cemal ErkinMn Adnan bul etsin kardeşim" diyordu. rek Fanfaniler'i kızdırmasına rağfısladığı sözüm ona çağdaş Modern yaşamın gürültülü ortamen İtalyan Başbakanı Bayan Reamından gelenler artık kendilerigan'a her gun taze çiçek göndermeyi ihmal etmedi. Hatta Nancy'nin en ni müziğin kucağına bırakabilir, zaman içinde huzurlu bir yolcusevdiği mimozaları bu mevsimde buluğa çıkabilirlerdi. Az önce dışalunmadığından banyosuna mimoza rının günlük çerçevesinde bakışkokulu sabunlar konulmustu. Fakat Nancy Reagan, Bayan Fan ları üzerlerine çeken smokinli fani'nin davetine gitmemekle gerçek diplomatlar, yuksek bürokratsiparişi aldıkuuı sonra tesliaü en aşagı 1 yıl sürüyor. bir gösteri kaçırdı. İtalyan Başbaka lar, gazetecilerin ve uzun tuvaDOĞAN ABALIOCLU Nakışiısı istenirse birkaç ay daha eUemelc gerekiyor nın hanımımn davetine "Canale letli damlarının görünümlerindeve gereken süre, hangi sanatkâra ısmarlanacagına ZÜRİH lsviçreli bu duruma gelmeden önce Grande"den motorla çıkan davetliki komiklik bir anda kaybolmuşbagb. hangi çizgideydi. sorusu kafamza taküırsa; her hafler, 15. yüzyıldan kalma meşalelerle tu. Salonun 18. yuzyıl barok deta orada, burada yapüan gösterileri izlemenizi Dogal rafUn saülanlar var. Ama bunlar turistler aydınlatılmış küçük bir Venedik sakoruyla uyum içindeydiler. Kiöneririz. için, evm bir köşesinde dursun diye tezgâhtan çıkanrayında buluştular. İçerde salonlann mi gözlerini kapatmış, kimi de Bir hafta soou inetlerini sergileyen kövlükrin, başlar. Bunların sesleri kulak tırmaiar, ancak inek terda yalnız mum ısığı ile aydınlatıldıiki yüzyvl öncesi resim ustasının ka bir cumartesi, pazar. köy mcydanında toplanan si kanştırmaya yararmış. ğı yemekte, baştaMaria Pia Fanfatavana nakşettiği üryan melekyerli halkın veya bümem kaçıncı gelenekselliği kutBu nasü bir tarutım, anlatmaysa.. Bir dağdan dini olmak üzere "Bulgari" kuyumculeri seyre dalmıştı. layan gruplann, arasına karışmak en iyisi. Mayısm ğerine, Kralderililerin dumanla konuştna örneği, bu sunun vitrinine donüsen tuvaletli ha Lahey'den Bir bahar gecesi Zürihİen Alp borazanıftıt,öyle boru değil nımların mücevherleri parlıyordu. Hatta siyah smokinlerin dramatizmine hafif snob bir hava vermek için göğüs ceplerine küçük bir kırmızı mendil iliştirmiş bazı erkekler bile pırlama kol düğmeleri takmışlardı. Nancy Reagan'ın itibar etmedigi davette, gezinın rakipsiz kraliçesı Kanada Başbakanı Murloney'in 35 yaşındaki mankenlere taş çıkartan Slav asıllı kansı oldu. Akşam güzel ve huzurluydu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 'Zoraki Diplomal'ında "Lahey'in İncisi" diye tanımlanan elçilik rezidansının geniş salonları müzik için akustik açıdan da biçilmiş kaftandı. Maurice Ravel'in Jeux D'EauxSu Oyunlan adlı eseri geldi arkadan. Müzige dovmamıştı salondakiler. ilk pazan da bardaktan boşanırcasma yagan yağmur altında Hedigen çayınndaki Alp borazanı şenligine kaalmak, bir copluluğun nerden aereye gddiğini düsünmek actsından faydalı olabilirdi. Belki bu düzeye gelmiş bir topluluğun gelenegine sahip çıkması, başka bir deyişle eskiyi yasatma uğraşısı, 5 gun yoğun çalışma stresinden kurtulmanın başka bir yolu. Alp borazancüarı, bu, tnetrelert bulan üfleıne aletiyle ince el işlerini de çıkardıkları ses yanında sergiliyorlar. Yapunı, ağaan seçimi bilkıen yönü. Ama metretik borazanlarla anlaşmaya çalışma veya ilaniıaşketme; önce bir ciğer sorunu. derin nefes alma ve bunu borunun ucundan isteğe uygun sese çevirme yetenek konusuymuş. İlk kez deneyenlerin, kaçırmalanna karşı, altlanru bağlamalan ögütleniyor. Kasık bagının, fıtık desteginin uautulmamasını önerenkr de var. Türktsiam sentezi örnegi bir konu bulup bunu kapalı yerlerde ele aiaoaklarına, dağda bayırda boşalmalannın yanüş olduğunu kendilerine söylesek mi dersiniz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle