25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 5 NİSAN 1987 LONDRA'dan Bir romansın nükleer ağıdı *When the Winds Blows', aynı adlı çizgi romandan beyazperdeye yine çizgi film olarak uyarlanan bir öykü. Olası bir nükleer savaşa karşı sade, ama son derece etkili ve sağlam bir mesaj içeriyor. RAGIP DURAN LONDRA80'li yılların sonu. İngiltere'de Sussex'teyiz. Jitn ve Hilda çifti, kır evlerinde mesut yaşlılık günlerini geçiriyor. Jim, işçi emeklisi. Hilda teyzem de öyle bir İngiliz kadını işte. Çay düşkünü, kek meraklısı, titiz bir ev hanımı. Jim, kasaba kitaplığında gazeteleri kanştırırken, nükleer savaş tehlikesini öğrendi. Hilda Radio 2'de "Ev Saati" programını dinlemek istiyor. Ama Jim, Radio 4'te uluslararası haberlerin daha önemli olduğunu söylüyor. Jim, belediyeden, hükümetin yayımladığı "Nükleer Savaşa Karşı Acil Önlemler" başlıklı kitapçığı aldı. Evin içine sığınak kurmaya başladı. Yine mi Almanlar? Yok bu kez Ruslar... Kimdir Rusların başkanı? Stalin. Ah Stalin... Ne yakışıklı adam... Jim'le Hilda savaşa hazırlanmakta. Resmi kitapçığın önerilerini harnyen uygulamaktalar. Jim, bol bol bilimsellikten dem vurmakta, "doğru şeyleri yapmalıyız" demekte. Ve hükümetin, yıllardır hazırlanmakta olduğunu, Hilda'ya 'kna edici bir tonda anlatmakta. Ruslar gelirse ne yapanz? Vururum kızıl komünisti! Ama sen emeklisi n. Olsun. Ruslar düşman. N'apabilirim ki başka? Rus askeri gelirse, ona bir güzel çay ikram ederiz. Çaydan daha nefis bir şey yoktur. Olmaz öyle şey. Düşmanla işbirliği yapılmaz! Ve radyodan son anons: "Ülkemizi hedef alan bir f iizenin rampasından çıktığı saptanmıştır. Fiizenin 3 dakika içinde ülkemizi vuracağı tahmin edilmektedir. Herkes sığınaklara girsin." Jim"le Hilda salonda kurdukları, dermeçatma, ama resmi broşüre göre antinükleer sığınağa girer. Korkunç bir patlama, etraf tyembeyaz. Olağanüstü nükleer bir yel kasıp kavurmakta ülkeyi. Evler, köprüler, yollar buruşmakta. Hilda, patlamadan az önce fınnda unuttuğu pastanın yanmasına yakınırken, yüksek sesle düş görmekte. Savaş da ne güzeldi eskiden... Sığınaklara girerdik hani.. Bizim bir kedimiz vardı... Ya, sonra bombalar düşer•di Londra'ya... Oğlanları yolcu ederdik cepheye. Gece alarm telaşının bir başka zevki vardı... Evin içi harapttr. Etrafta yoğun bir toz bulutu. Her şey paramparça. Ay, ev darmadağın. Ya birisi gelirse ne der? Doğru. Sen salonu süpürmeye başla. Birazdan acil yardım ekibi gelir herhalde. 3 gün sonra Jim'le Hilda'nın besin stoku bitmiştir. Çay bile yoktur artık. Jim, radyoyu, televizyonu açmaya yeltenir. Tıss. Telefona sarılır. Tık. Eh ne de olsa nükleer savaş. Bugün de gazete gelmez. Televizyon da herhalde yarın verir bomba görüntülerini... Safkan umutlu bir bekleyiş başlamıştır. Gel bahçeye çıkıp biraz hava alalım. Aaa domateslere bak n'olmuş! Güneşe bir şey olmuş mudur acaba? Zaman geçer. Soğuk iyice bastırır. Yaşlı çiftin gözlerinin çevresine mor halkalar yerleşir. Sonra derilerinde garip kırmızı izler ve Hilda'nın saçları tutam tutam dökülmeye başlamıştır. Umut yola çıkmış, kuşku eve yerleşmiştir. Radyasyon var mı acaba? Yok canım, olsa görurduk. Sen radyasyon duyuyor musun? Hayır... Jim, resmi broşürle sınırlı bilgisine dayanarak ertesi gün eczaneye gidip merhem almayı tasarlar. Her dakika artan felaket belirtilerine rağmen, yine de, Hilda'yı teselli etmeye çalışır. Son sahnede buz gibi havada dua etmeye karar verir yaşlı çift. Sayın bay, lütfen bizi bu nükleer... Hayır öyle dua olmaz. Ey yarabbim, sen bizi nükleer felaketten koru, evimizi, çocuklarımızı, ulkemizi... "When the VVinds Blows " (Rüzgâr Esince) filminin yazılı bir özeti işte bu. Resim, yazıdan once icad edildi değil mi? Raymond Briggs'in aynı isimli çizgi romanından beyazperdeye yine çizgi fiirn olarak uyarlanan öykü, olası bir nükleer savaşa karşı sade, ama son derece etkili ve sağlam bir mesaj içeriyor. David Bowie, Türk müzisyen Erdal Kızılçay ve Pink Floyd rahmetlisi Roger Waters'in enfes müzikleri filme ayrı bir zenginlik katıyor. Kırsal alanda, bir çiftlik evinde yaşayan yaşlı çiftin gözünden nükleer savaş öncesi ve sonrası. Körü körüne resmi makamlara güvenen, sivil savunma, uluslararası politika ve genel olarak bilimsellik konulanndaki Ingilizin renkli cehaleti ve korkunç meyvesi, herhalde bundan daha güzel betimlcnemezdi. Binlerce yü öncesine tarihlenen bu devasa Çin Seddi, konuklann başta gelen ztyaret mekânı. PEKtN'den Duvarda bir gezinti Çin'in neyi ünlüdür? İnsanlar en çok neyi merak ederler bu ülkede? Elbette Çin Seddi'ni. Binlerce yıllık Çin tarihinden günümüze kadar gelen yapıtlardan, halen ülke dışında en iyi tanınanı olan bu duvarın milyonlarca, ama milyonlarca ziyaretçisi var. NtLGÜN UYSAL PEKtN Çin Halk Cumhuriyeti, dışanya açılma politikasım uygulamaya koyduğu 1979 yılından beri turizm sektörune de büyük bir önem vermeye başladı. Başta başkent Pekin olmak üzere, diğer birçok kentte, gelen turistlerin gereksinimini karşılayacak lüks oteller açılıyor. Ülkeye girebilmek için gerekli olan vize, Hong Kong'daki çeşitli seyahat acentaları aracılığı ile bir gün içinde alınabiliyor. Turiste sağlanan kolaylıklann artması ile gelen turist sayısında da büyük artışlar olmuş. Devlet Istatistik Bürosu'nun raporuna göre, her ne kadar 1986 yılında bu ülkeyi ziyaret eden yabancı turist miktarında bir önceki yıla oranla •%13.1'lik bir azaima söz konusu ise de, geçen yıl 1.47 milyon kişi Çin'in turistik değerlerini görmeye gelmiş (China Daily, 2 Şubat 1987). Bunun yanı sıra her yıl milyonlarca Macaolu ve HongKonglu Çinli, kıta Çin'ini ziyaret ederek bu ülkenin en büyük turist hacmini oluşturuyor. Peki, bu ülkede turistlerin bu denli ilgisini çeken ne olabilir? Pek çoğumuzun aklına hiç kuşkusuz ki ilk yanıt olarak "Çin Seddi" geliyor. Çin Seddi, binlerce yıllık Çin tarihinden günümüze kadar gelen yapıtlardan halen ülke dışında en iyi tanınanı. Seyahat acentaları aracılığı ile düzenlenmiş turlan seçerek Pekin'e gelmiş turist grupları, Pekin'deki ilk günlerinin sabahında doğruca Çin Seddi'ne götürülüyorlar. Herhangi bir seyahat acentasına bağlı olmaksızın gelmiş olan turistler için ise otellerde birtakım seyahat kolaylıklan sağlanmış. Fakat turistin öncelikle neyi görmek istediğine karar vermesi gerekiyor. Bundan sonrası otel yetkililerine kalıyor. Turistin elinde iki seçenek var: Ya otel aracılığı ile düzenlenmiş tur gruplanna katılmak bu durumda kişi başına 60 yuan ödemeniz gerekiyor ve bir rehberiniz oluyor ya da otelin sağlayacağı taksiyi 150 yuan (aşağı yukan 40 dolar) karşılığı gün boyu kiralamak. İkinci olasılık da rehberiniz olmuyor ama zamanınızı istediğiniz gibi değerlendirebiliyorsunuz. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, turisti kazıklama düşüncesi Çin Halk Cumhuriyeti'nde de geçerli. Otel yetkililerinin, taksiyi gün boyu istediğiniz süre ile kullanabileceğinizi söylemelerine karşın, taksi şoförü saat 16.00'yı geçirdiğiniz için fazla ücret isteyebilir. Badaling'e ulaştığmızda şiddetli bir rüzgar sizi karşılıyor, öyle ki zaman zaman rüzgârm istediği yöne doğru ittirüiyorsunuz. Çünkü çevre tümüyle açık ve deniz seviyesine göre oldukça yüksektesiniz. Burası restore edilmiş bölümün başladığı yer. Anı eşyalan satan birkaç dükkân, lokanta ve WC dikkati çekiyor. Fakat çoğu turist alışverişini sonraya bırakıp öncelikle sedde tırmanmayı yeğliyor. Bu noktadan hareket edilerek iki farkh yönde gitmek olası. Biri rehberler tarafından zor olarak tanımlanıyor, diğeri ise kolay. Turistlerin çoğu, kolay olan güzergâhı seçiyorlar, bu taraftaki kalabalığa karşılık diğer tarafta ancak birkaç kişi görülebiliyor. Yürüyüşün ilk anları oldukça kolay. Yaklaşık 8 m. yüksekliğinde ve 6 m. genişliğindeki bu tarihi yolda oylesine gezintiye çıkmış gibisiniz. Fakat yol gittikçe dikleşiyor ve eğimin iyice arttığı bölümlere demir trabzanlar konulmuş. Bu trabzanlar ozellikle inişte çok kullanışlı, eğimden kaynaklanan istek dışı koşmalan bir ölçüde engelliyor. İki tarafta yer alan yüksek surlardan dolayı, ruzgâr burada fazlaca hissedilmiyor, hatta bu zorlu yürüyüş nedeni ile iyice ısınıyoruz. Ancak başınızı surlardan şöylece bir uzattınız mı rüzgâr olanca gücü ile yüzünüzde patlıyor. Yol boyunca belli aralıklarla yerleştirilmiş gözetleme kuleleri var. Dışarıdan bir saldın olduğunda bu kuleler birbirleri ile geceleri yakılan ateşle, gündüzleri ise dumanlarla haberleşiyorlarmış. Yürüyüşün iyice zorlaştığı yerlerde ancak birkaç kişi görülebiliyor. Çoğunluk trabzanlann sona erdiği kulelerden birinde tırmanışı bitiriyor, fakat inişe geçmeden önce fotoğraf çekip çevreyi seyrediyor. Surlar göz alabildiğine uzayıp gidiyorlar, ama öyle dümdüz değil, bir ejderha gibi kıvnlarak. Belki de bu şekilde düşman saldırılanndan daha iyi korunabileceği düşünülmüş. Aynı yoldan geriye dönerken düşünceleriniz çok eskilere, 2000 yıllık bir geçmişe uzanıyor. Zalim bir imparator zamanında yapımı on yılda bitirildiği söylenen, binlerce ve binlerce kişinin yaşanuna mal olan bu olağanüstü yapının bugünkü Çin turizmindeki önemi tartışılmaz. Acaba Çin Tarihi'nde ne denli etkili olabildi? KARAORMANLAR'dan Uçan guguklann son saati yaklaştı AHMET ARPAD KARAORMANLAR Jlkbahar geliyor Karaormanlar'a. Uzun ve soğuk bir kıştan sonra zar zor da olsa havalar ılınmaya başhyor. İlkbahar kendini gösteriyor. Eriyen karların altından çamlarm ve yamaçlann yeşili ortaya çıkıyor. Ağaçlar ve hayvanlar kış uykularından uyanıyor. Kuş sesleri ormanları dolduruyor. Dere yataklannda buz gibi kar suları akıyor. Hızlı hızlı, köpüre köpüre. Küçük göller ve çağlayanlar oluşuyor. Karaorman köylerinden Triberg şifalı sulan ile tanınmış. Ünlü Alman guguklu saatleri, dat bir vadinin yamaçlanna kurulmuş bu şirin köyde yapılmakta. Karaormanlar'ın göbeğindeki küçük Schramgerg ve Schonach da guguklu saatleri ile tanınmakta. 1730 yılında Schönwaldlı saatçi Franz Ketterer'in buluşu olan duvara asılan bu tahta saatler bir Karaormanlar simgesi. Köylerde hemen hemen her ev küçük bırer atelye. Saatin iç düzeninden başka her şeyi çam ağacından oyma. Yelkovanından "guguk" diyen küçük kuşuna kadar bütün parçalan el işçiliği. Bazı evlerde bütün bir aile bu şirin saatleri ortaya çıkarmak için göz nuru dökınekte. Yakın zamana kadar Karaormanlar "dan her yıl 500 bin guguklu saat yabancı ülkelere doğru yola çıkmaktaydı. Birçok Amerikan ve Japon evinin duvarlarını bu saatler süslemekte. Onlar için guguklu saat, Almanya dernek! Ancak 1986 yılında Amerikan Dolan'nın değer yitirmesi dışsatımı önledi. Avrupa'daki terör hareketlerinden çekLnen Japon ve Amerikan turistler ülkelerinde kaldı. Çernobil olayı da bütün bunlara eklenince Almanya'ya, dolayısıyla Karaormanlar'a gelen yabancı sayısı oldukça azaldı. Triberg, Schramberg ve Schonanch köylerinde geçimlerini guguklu saatlerden sağlayan çoğu insan işsiz kaldı. El emeklerinin yüzde doksanını yurtdışına gönderen bu köylerde geçim, bir sıkıntı olmaya başladı. Son on yıldır ozellikle Japon ve Amerikan zevkine uygun yapılan guguklu saatlerin Alman piyasasındaki alıcılan da gittikçe azalmaktaydı. Dış ülkelere satımı oldukça gerileyen guguklu saat piyasası, bu durumdan zor kurtulacağa benziyor. Sorunun önemini kavrayan birçok atelye ve fabrika sahibi, geçenlerde bir araya gelerek "Guguklu Saatleri Koruma Dernegi"ni kurdu. Amaçları, yapım ve satış metotlannı değiştirerek, bu geleneksel elsanatını ölümden kurtarmak. Guguklu saatlerin satışının ülke içinde artması da zorunlu. Karaormanlar yapımı bu tahta saatlerin Alman evlerine daha çok girmesi gerek. Eski güzelliğine yeniden kavuşturularak ve işçilik kalitesi yükseltilerek. Böylece yabancı ülkelere satışının da yine artacağı ümit ediliyor. Guguklu saat demek Almanya, Karaormanlar demek! Bu güzel saatler ülkenin geleneği. Tahta kapısı açılır her yarım saatte bir. Küçük, beyaz bir kuş çıkar. "Gugukgugukguguk" diye seslenir. Sonra yine içeri girer. Onun sesini hep bekler küçük ve büyük çocuklar. Henüz yürüyemeyen, konuşamayan, babalarınm kucağında bebekler de... ROMA'dan Papa ve porno pano NtLGÜN CERRAHOGLU ROMA Roma'ya pırıl pınl bir bahar gününde iniyorsunuz. Leonardo da Vinci HavaaJanı'nda sizi kcntc götüren otobüsün içinde sakin sakin yeni açmıs çiçekleri seyrederkec, birdenbire buyük bir ilau panosu gözilnüze iüşiyor. Önce yanlış gördüğOnüzü düşünüyor ve gözlerinizi oğuşturarak yeniden baiıyorsunuz. Gerçek bir otoyoida gittiginizi unutup, yaniışükla FeBiaJ'nin "Ginger ve Fred"fîlminin çevnldiği stüdyoya falan gkdigkuzi düîOnüyorsunuı. Oysa Katoliklerin kendi kanlanna bile"jrtTrtk bakmalana]" gOnah sayan P«pı'nın karargihı, KoUal Keste" doğru yol aimaktasınu. Ve az sonra aynı panoyla bir kez daha karşüa$ınca yanlış gOrmedigiıuzi kavnyorsunuz: Cinsel organım uzun parmaklı, upuzun kınrua Umakb eliyle örten genç hanunın poposuau, arka plandan alınmış bir pozda dev boyutlarda sergileyen bir reklam bu. İLaJya'da zaıen doyurn noktasma uiaşan erkek dergüeri piyasasına yeni prmeye hanrlanan "Hostier"a ait olan duvar panolan, bu tip dergücrin gazete bayilerinde bile poşette satüdıfc bir ulkeden grlenler için gerçek bir kültür şoku oluyor. Ama şu sırada halyan politikacüan, "Hnstler"ın porno panolanyla zerre kadar iigüenmiyorlar. Çünkü ülkenin bir numaralı siya&i gücü Hıristiyan Dcmokratlar'la anahtar parti olan Sosyaüstier bu ara kıyasıya bir koltuk mücaddcsi içtndeler. 3.5 yıldır bcş partili koalisyon hokdısetinin baskanlığını tıalyan poüükasında alışümış bir etkinlikle yaprmş olan sosyaiisüer, scçiaüere kadar i$ba$mda kalmak konusunda diretiyorlar. İkinci Dünya Savası'ndan bu yana tüm iktidariara damgalannı basan ve ilk kez karsılannda di^li bir rakip goren Hıristiyan Demokratlar ise bir an once iktidan devralarak, secimlere kendüerini baztrlamak peşindeler. Muhalefetteki Komünistlcr'in tamamen seyirci kaldıJı bu kavga, halya'yı haziranda yapılacak bir eîken seçime gotüreceğe benziyor. Bu ülkede tarihi bir siyasi bunalım dolambaa ile karşı karsıya kalan italyanlar ise, bu krua kanıksamıskğuı veıdiği bir umursama2lıkla kaışüıyorlar. "Ha Hırictiyaa Dcraokraüar olmoı ha d* Soay»Ustkr, ıym dcncede yozlafnBŞ partScr bonbr", diye düsünen ve geleneicsel olarak ömilrleri on aydan fazla sOrmeyen hükümeüere aJısen kalyanlar şu sırada Rafaeti» C«rr»'nın 3.5 milyar Türk Liraiık transferiyle daha yakından ilgüeniyorlar. Carra gibi, 10railyonTL. karşıügında deviet televizyonundan Craxi;nın dostu basın imparatoru B«riD«coni'nin özel kanaüna geçen ünlü takdimci Pipo Baado'nun "fly«o" hemen hemen Roma'oın tttm barlannda ve utksilerinde konusuluyor. Carra ve Baudo'nun özel tetevizyona gecmesı halyan Televizyonu'nun en sevilen bu aslannı yitiren devlet TV'si için büyük bir yenilgi sayüıyor. Ashnda devlet ve özel televizyon arasındaki savaş, devlet televuyonu üzerinde hâkiraiyet kurmuş olan Hıristiyan Demokratlan, sosyalisı üder Craxi'den daha çok korkutuyor. Çünkü yapüan son arasurmalaı, Itaiyan televizyon izleyicilerinin yüzde 56'sımn Berlusconi'ye ait olan ozel televizyonu izlemeyi, devlet televizyonuna yeğ tuttuklannı ortaya koyuyor. BRÜKSEL'den HADt ULUENGİN Sıcak haftanın ardından Bu Nobel başka BRÜKSEL Kısmen benzer ortak kültürel dokulara sahip ve tarihi iç içelik kesbetmiş değişik milletlerden insanlar arasındaki bazı dostluklar, siyasetçilere, reelpolitikalara ve savaşlara direnen dostluklardandır. Bu dostluklar, başkentlerin imzaladığı saldırmazlık paktları ile yenilenip, diplomatların verdiği notalarla gerginleşip, genelkurmayların ilan ettiği savaş bildirileriyle düşmanlığa dönuşmezler; bu dostluklar insani temeller üzerine inşa edilmişlerdir ve bütün politikalara direnirler, istikrarlı ve kalıcıdırlar. Ben "Koço amcalan", "Vito yengeleri", "Stavro ustalan". "Marika dadılan" olmuş olan en son nesildenim, iskarpinlerini yalnız "Panos"a ısmarlavan anduğu gibi, Türk ve Yunan gazetecileri ortak çalıştık. Her iki sefırin NATO Genel Sekreteri'ne söylediklerini birbirimizden öğrendik. Karşılıkb durum tahlilleri yaptık. Varsayımlar kurduk. Bilmek istediğimiz ve bize söylenmeyecek şeyleri, karşılıklı sordurttuk. Öğrendiğimiz en son haberler için birbirlerimize kuş uykulannda telefonlar ettik ve kuş uykulannda telefonlar aldık. Kosta'ya, "öbür gün 'Omonia* meydanında seni bekliyorum" diye şaka yaptık ve Elenica'nın, "nisanda Ayasofja'da evleneceğim" nüktesine aldırmadık. Savaş ramağındaki iki düşman ülkenin gazetecileri değil, biraz meslek dostu gazeteciler, esas olarak da dostlukların insanlarıydık. Bunahmın zirveye ulaştığı gece, cuma gecesi. çok yoraundum yordu. Televizyonda gece haberleri başlayınca oyuna ara verdiler. Başbakan ÖzaPın, Hora'nın denize açılmayacağına dair demeci yayımlandı. Pangaltı Muharrem, Özal'ın demecine dair değil de, endamına dair bir laf söyledi. Her zaman bir "Menderesçi" olmuş olmakla övünen ve Muharrem'i "halkçılıkla" suçiayan Afili Koço, galiz bir küfür savurdu ve Pangaltı Muharrem'i ayağının altına alacağı tehdidinde bulundu. Hüseyin araya girdi. Peni yine kızdı. Şoför taifesinin müşterileri kagrdığına, boyle giderse hepsini kapı dışarı edeceğine dair laflar etti. Televizyonu kapattı ve Zeki MUren'in plağını koydu. STOCKHOLhTden İsveçiiler bugün 'Nobel' deyince artık Nobel ödülü'nü değil, ödülün kurucusu Nobel Şirketler Topluluğu'nun silah ve cephane ticaretini anhyorlar... Evet, hveç'te garip şeyler oluyor. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM 'Ne garip şeyler oluyor tUkemizde degil mi? Akıl aiır gibi degil. Dünya kimbüir ae dJyor?' Belediye otobüsündeydik. Yanımda oturan yaşh adam, bir eb'yle gazeteyi gösteriyor, hüzünlü gözlerini rahatlatıa bir yanıt istercesine gözlerime dikmiş bakıyordu. Otobüsün içi durgun ve sessizdi. Elimdeki Cumhuıiyet'i katlayıp, Isveç gazetesine bir göz atum. Yaşlı adam çaresizliğe düşmekte hakbydı, hiç de iç açıcı şeyler değildi okudukları. Sosyal demokrat hükümetin bazı bakanları, îsveç'in yasadışı yoMaıdan silah satmasma göz yummak ve izin vcnnekle suçlamyor, Nobel Şirketler Topluluğu'na bağlı Bofors silah şirketinin çcşitü hükümetleri manipule ederek, "iş bitirdiği" önü sürülüyor, ülkenin silah ticaretini inceleyen bir müfettişin Stockholrn Metrosu'nda kendini rayiann üstüne atarak intihar ettiji açıklanıyor, Palme suikastı konusunda, sonu gelmeyecek gibi görünen tezler üzerinde durularak, Adalet Bakanının istifası isteniyordu. "Evel, çok garip jeyfcr" dedim. Yuzü biraz daha karardı. "Burada, tsveç'te otataz dedigimü her şey teker teker başımıza geliyor. Bizleri bep gizH otaytann dıştBda BU tnttolar? Bakalım bu olup biteBkrifi aiUsdan assd kalkaca|ız" diye içini çekti. Haklıydı yaşb îsveçli ve son haftalarda aynı duyguya kapdan yüz binlerce kişiden biri olduğunu herhalde biliyordu. Dünyanın ve yurttaşiannın yıUarca imrenerek bakttğı ülkesi, artık ona bambaşka biçimde görünüyordu. Son günlerde ülkeyi saran karu bu. Bir zamanlar "ideal tophım duzeni" olarak gösterilen, "yeryüztiniin vfcdanı" diye nitelendirilen Isveç, tuhaf gelişmelere sahne oluyor. özellikk 1980'lerin başmda kendini hissettirmeye başlayan, gün geçtikçe yoğunlaşan karardık gelişmelere... Isveç karasulannı ihlal ettiği öne sürülen yabancı denizaltıîar bir türlü bulunamıyor. Başbakanı sokak ortasmda öldüren şahıs hakkında hâlâ hiç kunse bir şey bikniyor. Siyasi polisin, hükümeti denetim altmda tuttugîı, suikastın bu nedenle aydmianamayacağı öne sürülüyor. Vergi ve sosyal yardım sistemindekİ aksakhklar yuzünden 8 milyonluk nüfusun, yarım milyondan fazlasının geçim standartlannın çok altında, "yoksoihık" içinde yasadığı büdinüyor. Baktenyoloji dalında dunyada başı ceken bir Îsveçli şirket, ülkenin borsa ve iş yasamı kurallarını altüst ediyor. Orta dereceli bir tnemur, Stockholm Belediye bütçesinin 420 milyon kronluk (70 milyon dolar) bir böİümünü tek başına borsa speküfasyonlannda çarçur edebiiiyor. Sosyal yardım ve pohs makamlannm görevini kötüye kullandığı iddiaları birbirini izliyor. Yani, îsveç'in yerleşik denetim mekanizması ve devlet duzeni, çapı gittikçe büyüyen terslik ve ihlaller karşısında, işlerliğirii yitirme egüimi gösteriyor. Isveç yurttaşlan îçinde, düzene karşı gittikçe büyüyen hoşnutsuzluğu, Avrupa İnsan Haklan Komisyonu'na yaptlan kişisel başvurulardan anlamak mümkün. Komisyon masası, hukuki, siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda hakstz uygtılamalardan şikâyet eden Isveç yurttaşlannın başvuru dilekçeieriyle dolu. Isveç, yılda ortalama 2O0 başvuru ik I982'den bu yana ilk sıralarda yer aiıyor. Refah, sosyal adaJet, toplumsal dayaruşma, ekonomik eşitlik, cinsel özgürlük, barışçıhk, insan hakları savunuculuğu gibi bir zamanlar Isveç'le birlikte kullanılan kavramlar, ülke sakinleri arasmda gün geçtikçe değerini yitiriyor. îsveçliler bugün " N o b e l " denince. ünlü Nobel ödülü'nü değil, ödülün sahibi Nobel Şirketler Topluluğu'nun silah ve cephane ticaretini anlıyorlar. Banş ve insan haklarmın savunuculuğunu yapan bir devletin, ekonomik çıkarlar ağır basınca, tatsız durumları örtbas etmek için çifte standart silahına nasıl sanlabileceği, gittikçe somutiaşan biçimde belirmeye başlıyor Isveçlilerin gözü önünde. Dramatik bir hafta ve hafta sonu geçirdik. Savaş, çıktı çıkacak gibiydi, sabahlara kadar telefonların ve telekslerin başından aynlmadık. Ankara'dan, Aüna'dan, Londra'dan, JVashington'dan gelecek talimatları bekledik. Stibjektif olarak barışı istesek de, objektif olarak savaşa dair haberler yazdık. neannelerin, 67 eylülde "Koço amca"nın evini eşkıyadan koruyan babaların, Hristo ile kankardeşi olan oğullarm kuşağındanım. "Ena demek bir demek / Due derler ikiye / Ben gönlümü kaptırdım / Sokak kızı Kiki"ye tekerlemesini bilen, argoda, aftospiyozu, istingayı, kitakseyi kullanan, Paskalya'da katı yumurta ve pandispanya yiyen en son Müsiüman İstanbul ahalisindenim. Rumlarla. palikaryalarla, Yunanlılar'la, Helenler'le, istikrarlı ve kalıcı dostlukları olanlardanım. Dramatik bir hafta ve hafta sonu geçirdik. Savaş çıktı çıkacak gibiydi; sabahlara kadar telefonlann ve telekslerin başından aynlmadık. Ankara'dan, Atina'dan, Londra'dan, \Vashington1 dan gelecek talimatları bekledik. NATO'nun kapısında ayaklarımıza karasular indi, geceyarıları diplomatları yataklarından kaldırdık. Sübjektif olarak barışı istesek de, objektif olarak savaşa dair haberler yazdık. Böyle günlerde her zaman olve açtım. Bir koşu, Cihangırli Peni'nin işleıtiği, guney istasyonu tarafındaki lokantaya gittim. "Savaş arifesinde Türk Yunan dostluğu" başlığını taşıyacak bir yazıya ilham kaynağı bulmak için falan gitmedim. Brüksel'deki hiçbir Türk lokantasında pişirilmeyen, Peni'nin safyağlı kış türlüsünü ve zeytinyağlı baklasını yemeye gittim. Peni, "Burası Abdullah Efendi midir ki, pasamız turfanda bakla istiyor" diye çıkıştı ve metazori pırasa yedirdi. "Savaşı gazeteci milleti kışkırtıyor" diye de, zılgıt çekti. Peni'ye laf anlatmak kabil olmadığı ve şoför taifesi de illa bir rakı içeceksin diye tutturduğu için, arka masaya geçtim. Todori, Hüseyin, Adalı Vasil, Küçük Vasil, Hergele Cemalettin, AFdi Koço, Pangaltı Muharrem dönmeli poker oynuyorlardı. Biraz çakırkeyif olan Adalı Vasil'i, Afi1 li Koço ile Hergele Cemalettin in bir olup yoldukları aşikârdı. Üçüncü ortak olduğunu anladığım Todori de, Adalı Vasil için Peni'ye durmadan rakı ısmarlı Sonra, önce Yunanistanlı bir grup Rum, sonra nasıl olduysa Emirdağlı Turkler'den iki kişi içeri girdiler. İskeçeli olan ve her Türkçe cümleden önce "kızanım" diye konuşan Mihail, Peni'nin İbrahim Tatlıses koymasını istedi. Pek bozulan Peni, Mihail'i anlamadığım Rumca laflarla azarladı. Afili Koço, "Allahın köylüsü, İbo'yu git kendi kahvende dinle" diye Mihail'e Türkçe laf yetiştirdi. Şoför taifesinden yüz bulamayan Mihail, iki Emirdağlı'yı göstererek, "Kızanım. köylülerime benden rakı ver" dedi. "tstanbullular'a bir şey yok" demeyi de ihmal etmedi. Peni'ye hesabı ödedim ve savaşı kışkırttığım için ikinci zılgıtı yedim. Her şeye rağmen, çarşamba akşamı gelirsem, bana zeytinyağlı barbunya ayırmak lütfunda bulunacağını da öğrendim. Başkentlerin, diplomatların, genelkurmayların neler söylediğini bilmeye koştum. Yorgo'yu kuş uykusundan kaldırdım ve Atina'daki son durumu sordum. Haberlerin iç açıcı olmadığmı söyledi. "Ena demek bir demek / Due derler ikiye / Ben gönlümü kaptırdım / Sokak kızı Kiki'ye" diyen çocukluk tekerlemelerine sığındı. Afili Koço'ya, Mihail'den rakı içen Emirdağlı köylüye, Pangaltı Muharrem'e, Peni'nin zılgıtlarına sığındım. Reel politikalara direnen insani dostluklara, kalıcı ve istikrarlı dostluklara sığındım. Cumartesi tansiyon düştü. Öğleyin, yine Peni'nin lokantasına gittim ve yine zeytinyağlı bakla olmadığı için Peni'ye ben zılgıtı çektim. Pırasasını da yemedim. Gık diyemedi. Ben, Peni, şofor taifesi, Mihail, kalıcı ve istikrarlı dostlukların şerefine ve Peni'nin hesabına birer kadeh içtik. Yalnız birer kadeh ve yalnız reel politikalara direnen insani dostlukların şerefine. PARİS'ten Chirachn Eldomdo'su SABETAY VAROL PARİS Iktidar hırsı, "Dğnına kelle koltukta savaşılan kutsal davalar" bir yana, başlıbaşına ele alınması gereken bir psikolojik durumdur. Çevresine hükmelme, durmadan kendini kanıtlama, tarihe mal olma, iz bırakma, siyasal mücadelenin gerektirdiği Makyavelist hamlelerden bir satranç oyiıncusu gibi zevk alma, ulkesine >a da insanlığa hizmet etme kadar iktidara susamışlığın vazgeçilroez unsurlanndandır. Bireyin kendini gizleme gereği duymadığı Batı toplumunda, her vatandaşın kuvvet ve iktidara susama hakkı alenen kabul edilir. Ama yine de birazcık gizlemekte yarar var... Geçen çarşamba akşamı TV'de, Fransa'mn üç ünlü gazetecisinin somlannı yarutlayan adamın iktidar arzusuyla yarup tutuştuğunu bilmeyen yok. Geçenlerde, anacığı, "tsteseydi Hollywood'a gidip sinema oyuncusu obbilirdi'' diye bir demeç veriyordu başına. Gerçekten de, Fransa Başbakanı Jacques Chirac, kendini rahat hissettiği zaman olacak, toplumda uyandırdığı imgenin aksine yumuşak, tatlı, sıcak bir adam oluveriyor. Valide hanımın oğluna neden Hollyvvood'u layık görduğünü anlıyorsunuz... Gelgelelim, bir ara Reagan'hğa, Thatcher'lığa özenen Paris Belediye Başkanı, önüne geçilmez bir açlıkla, susarnışhkla, oburlukla ne pahasına olursa olsun, cumhurbaskanı olmayı özlediğini, 1988'de bunu başaramazsa, hayatının en büyük düş kınklığına uğrayacağını o kadar belli edıyor ki, birçokları bu kafayla devletin en yüksek mevkiine gelmesinin olanaksız olduğunu düşünüyor. Görüştüğü gazetecilerle bazen bir çocuk yumuşaklığıyla konuşabilen adam, hitap etmeyi tasarladığı seçmen kitlesi hakkında sahip olduğu karamsar düşüncelerden olacak, bir anda ağzı burnu yamulan bir garip yaratık kesiüveriyor. Chirac TürkFransız yakınlaşmasında belirleyici bir rol oynad:. Ama dosyayı iyi bilmesinden çok, konuya adeta duygusal biçimde yaklaştığını saruyoruz. Birincisi, kendinden önceki sosyalist iktidar döneminde, askeri yönetim yıllannın da etkisiyle bir sure Türkiye, Doğu Bloku'ndaki Polonya ile dengelemeye yarayan bir eleman haline getirilmişti. Oysa Chirac"ın seçmen kitlesi ve yerel politikacılan için Türkiye"deki siyasal özgürlükler hiçbir zaman önemli bir sorun olmamıştı. Uygulamayı tasarladığı ve o zamanlar mucizeler yaratacağına inandığı ekonomik proje ile 24 Ocak Kararlan arasında uzaktan da olsa bazı akrabalıklar vardı. Özal Türkiye'si, bazı ekonomi çevrelerinde neredeyse, Güney Kore, Tayvan, Singapur gibi liberal ekonomi mucizesi gerçekleştiren ulkelerden biri olarak tanıtıhyordu. Davulun sesinin hoş geldiği gibi uzaktan imrenerek bakılan Pasifık Okyanusu ayaklarının dibine kadar gelmişti sanki... Genç nüfus, dinamik işadamlan, büyük ve yeni bir pazar, ihracat sıkıntısı çeken Fransa için tepilmemesi gereken kısmetti... Her işinde olduğu gibi Türkiye ile ilişkilerinde de aceleci olan Chirac, gerçekten de TürkFransız ilişkilerini hızlandırmak için hiçbir şeyi esirgemedı denebilir. İşte, Air France'ın ParisAnkara direkt seferi... Bugün hizmete giriyor. Siyasal amaçlı bir sefer olmasa da, iki ülke arasında gidip gelmelerin çoğalması, bu hattın kurulraasını gerekli hale getirmiş, AirFrance sorumlulanmn bize verdiği bilgiye göre... İki başkent arasındaki bağlara bir yenisinin daha eklenmesi ne kadar da iyi... Ne var ki, iki tarafın da çolOBrzuladığı büyük projeler, bir türlü ilerlemek bilmiyor. Galiba, Fransız işadamlan ve pazarlamacılan, Avrupalı diğer ulkelerden ya da Tokyo'dan gelen rakipleri ile aşık atacak kıvamda değil henüz... Laf aramızda, Türkiye de, Chirac*ın bir ara düşlediği "Eldorado" değil galiba... KADIKÖY İKİNCİ SULH HUKUK HÂKİMLİĞİNDEN 1986/683 Vesayet Kadıköy, Çınardibi Noıer Sokak Canol Apt. 31/10 sayılı adreste ikâmet eden Mürüvet Şahin, aynı adreste ikâmet eden eşı Mehmet Şahin'e, M.K.'nin 355'inci maddesi gereğince \asi tayin edilmiştir. Keyfiyet ilan olunur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle