19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER almıştır: "Kavanini Cedidei Adliye'nin (yeni adli yasaların) neşrü ilanından beri umuru adüyece müttehaz olan usul ve muamelatı atikanın (eski yöntem ve işlemlerin) butun bütün terk \e Ugası>la birtakım turuku cedidei kanunıye (yeni yasa yontemleri) ve kavaidi müstahsenei hukmiye (çok guzel hukuk kurallan) ihdas ve tesis buyrulmuştur. Ol babta esas ittihaz olunan kavaid ve muamelat Avrupa mileli mutemeddinesinin (uygar uluslannın) kavanini mevzuaları tatbikatına müstenit olup, şu halde kavanini cedidei Osmaniyenin mezayayı ahkamını (kurallarının meziyetlerini) layıkı veçhile anlayabilmek için bittabi düveli mütemeddinenin (uygar devletlerin) kanun kitaplarına muracaata ihtıyaç hasıl olur." Bu satırlar gosteriyor ki, yuzyılı aşkın bir sure once yazılmış olan bir kitap, şeriat kurallarından farklı olarak, Avrupa'dan alınmış olan yasaların meziyetlerinden (üstün niteliklerinden) soz edebiliyordu. Şimdi daha mı geriye gittik? Sanırım kafaca öyle. Butun koyuluğu ile İslam ortaçağını yaşıyoruz. Hıristiyan ortaçağı, Rörcsans ve Röformasyon ile aydınhğa kavuşmuştu. Atatürk devrimi ve özellikle laiklik ilkesi İslam ortaçağını aydınlatmak için bir pencere açtı. Şeriatçılar, o pencereyi kapatıp, Turkiye'yi yeniden koyu karanlığa boğmak istiyorlar. Yaklaşık üç ay once, henuz Rabıta söz konusu değilken, yayımlamış olduğum bir yazıda anlatmış olduğum gibi, şeriat devleti totaliterdir; onda yalnız inanç ve ibadet değil, toplumsal yaşamın her alanı dinsel kurallarla yönetilir; öyle ki, her davranışında bu kuralları duşuneceksin. Bu dünya, yalan ve geçici, öte dunya ise gerçek ve sureklidir. Sürekli olanda her turlü "nimete" erişmek için bu dunyada 1400 yıl önce konulmuş olan kurallardan hiç ayrılmayacaksın; ayrılırsan kâfir olur ve öte dünyada sonsuza dek yanarsın. Kısacası, hukuk düzenini de kapsayan dinsel kurallara, onlan irdelemeden, akıl süzgecinden geçirmeden, köru körune inanacaksın ve o kurallan uygulayacaksın. Boyle bir goruşün egemen olduğu ülkede, elbette çağdaş demokrasi olmaz, olamaz. Çağdaşlık olmaz ki, onun demokrasisi olsun. Şeriatçıların demokrasi dedıkleri 'icmaı ummet' eski çağın henuz ileri teknığe ulaşmamış toplumları için geçerli ve belki yeterli idi, çağdaş teknik toplumlar için değil! "Mecellei Ahkâmı Adliye'nin 39. maddesinde denildiği gibi, "Ezmanın tegayyurü ile ahkâmın tagayyüru inkâr olunamaz' (yani çağların değişmesiyle, kuralların da değişeceği yadjsınamaz). İşte Turkiye'deki hukuk kurallan çağın isterlerine (icaplarına) ve gereksinimlerine gore değişmiş, dinsel hukuk yerine akılcı hukuk geçmiştir. Laiklik budur. Hukuk kurallarını ıçeren yasalar, devlet organlarınca uygulandığı için, laiklik kısaca 'devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrılması' olarak betimlenir. Buna 'dünya işleriyle din işlerinin ayrılması' demek daha yerinde olur. Çünku din işi inancı ve ote dunyayı ilgilendiren fizikötesi bir kavram, dunya işi ise değişik, değişken ve sayısız türü olan, gozlem ve deneyim isteyen pozitif ve fizik bir kavramdır. Bunlar birbirine kanştırıldığında, gözlem ve deneyim, yani akhn işlevi ortadan kalkar. Ustelik boyle bir toplumda ulusal bir kavram olan 'milliyetçilik' (yani ulusal kardeşlik) değil, 'ummetçilik' (yani dinsel kardeşlik) ideolojisi egemen olur. Bu nedenle, Rabıta örgutunun yayımlanmış olan amaçlarında şeriatçılık, uluslararası bir nitelik taşımaktadır... tşte bu yuzdendir ki, şeriatçı ulkelerde ulusallığa dayalı ozgürlukçu, çağdaş demokrasi kurulamıyor. Baksanıza, Al Baraka'nın sahibi Şeyh Kâmil, 31 mart gunlu Cumhuriyet'in 9. sayfasındakı konuşmasında, bankaalığındaki başansını bile Kuran'a bağlıyor. Artık açık seçik gorüldü ki, şeriatçılann son amaçları, yalnız eski dinsel hukuk düzenini geri getirmek değil, halifelik, sultanlık, şeyhülislamhk kurumlanyla birlikte, eski düzeni geri getirmektir. Bu akımın başında bulunanlardan Mehmet Şevket fcygi, bir dergiye, "Artık kuvvetliyiz, her şeyi soyleyebilırız" demiş. Bu zatı ben hiç gormedim, ama çok iyi tanırım. Uzun yıllar önce kendi gazetesinde benim için "Mason localarının karanlık dehlizlerinde mason ayini yapan bu adam" dıye yazmıştı. Yalanlama gönderdim, çunku ne masonlukla ne de bu yoldaki uluslararası bir dernekle hiçbir ilgim olmamıştı. Yalanlamayı gazetesine koymadı. Savcılık aracıhğıyla başvurdum, onu da koymadı. O zaman hakkında ceza davası açıldı. Ne yazık ki mahkeme bu kadar açık seçik ve yalın bir ışı uzattıkça uzattı, o arada Eygi, gazetesini satıp Arabistan'a kaçtı ve savcıbğın açmış olduğu dava, süre aşımından duştu. Yaklaşık yirmi yıl kadar once Turkiye'den kaçmak zorunda kalan bu şeriatçı kişi, şimdi ulkeye dönmuş, az once işaret ettiğim gibi, açık açık "guçluyuz" diyebilecek duruma gelmiştir. Bu olayda uzulduğum nokta, Mehmet Şevki Eygi'nin tutumu değildir. Eğer o, her zaman savunduğu islam ahlakına içten inanmış olsaydı benim yalanlama mektubumu hemen gazetesinde yayımlar, ustelik benden özur dilerdi. Bunu yapmadığı için onun ne olduğu anlaşıldı. Ama yargılamayı çok ağırdan alarak davanın düşmesine neden olan mahkemenın tutumuna çok üzülmuştum. Çunku boylece adalet yaralandı. Ben yine de yargının bağımsızlığını savunmayı sürdürmekteyim. Böyle tek tek olaylar Turk adaletine şüphenin gölgesini duşurmemelidir. Sayın Özal, geçen yıl universitelı kızların başortusü sorununun ortalığı kanştırdığı sırada, televizyonda yayımlanmış olan bir demecinde, her nasılsa, "memlekette irtica polansiyel balinde vardır" demışti. Şimdi bu potansiyel, gizli bir depo olmaktan çıktı, Ataturk de\rimini butunuyle devirip yok eıme doğrultusuna yönelik bir sel durumuna gelmeye basladı. "Kuvvetliyiz" demeleri bundandır. Şeriatçıların uzun vadeli stratejisini gelecek hafta ele almak istiyorum. 5 NİSAN 1987 Şeriatçılann Amacı HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in, TürkiyeCumhuriyeti'nin resmi memurları olan imamlara yurtdışında Suudi şeriatçı Rabıta örgutünce yıllarca dolar olarak maaş ödenmesıni sağlayan Bakanlar Kurulu kararnamesi uzerindeki açıklamalarını, herkes gibi ben de dikkatle izledim ve sonunda, itiraf edeyim ki, büyuk duş kınklığına uğradım. Meğer Sayın Evren, kararnameyi "Turkiye'deki döviz sıkıntısı" yuzünden doğan olanaksızlıklar nedeniyle onaylamış. Biz şöyle duşünürduk: Turk ulusu, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında iki çift çarığı ve çorabı varsa birer çiftini, ıki şalvan varsa bir tanesini, ıki çuval buğdayı varsa bir çuvalını ve daha bunlar gibi nelerini devlete \erdi, Sakarya Savaşı öncelerinde ve sonralarında. Eğer Avrupa'ya gönderilen Turk imamlarının maaşlarını odeyebilmek ıçın şeriatçı bir ilişkiye geçilecek yerde, yine bu özverili ve dinine bağlı Turk halkı ile ilişkiye geçilip gerekçesi anlatılarak, butun ulke kapsamında yeni bir vergi konulmuş olsaydı, halkımız şimdi de bunu seve seve öderdi. Demek bu yol duşünulmemış, Rabıta'dan para almak daha avantajlı görulmuş, devletin onuru yaralansa bile! Geçen haftaki yazımı gazeteye gönderdiğim zaman (bu sutunların yazısı en geç çarşamba akşamına veya perşembe sabahı gazeteye erişmelidir) Sayın Evren, henüz açıklamada bulunmamıştı. Onu dinledikten sonra, Evren tarafından da onaylanmış olan bu Bakanlar Kurulu kararnamesi uzerinde artık yazı yazmak gereksiz oldu; açıklama doyurucu olduğu için değil, Cumhurbaşkanının; "O günku şartlar içinde bugttn bulunsaydık, ben bu kararnameyi yine imzalardım" dediği için gereksiz oldu. Çünkü bu açıklama ile Cumhurbaskanının temel gorüü ortaya çıktı ve halkın deyişi le akan sular durdu. Çunku 12 îl Eylül'den sonra gorulen ve Ataturkçiflufe ters duşen butun işlem, uygulama ve kararlar da eleştirildiğinde, Sayın Evren'den; " O şartlar bugün olsa, butun bu işlemleri yine yapardım" karşılığı alınacaktır. 12 Eylulculerin bütün eylem ve işlemlerinde hiçbir hata payı kabul etmeyen bu zihniyet karşısında, demokrasinın ve eleştirilerin ne değeri kalır! Oysa Sayın Evren, açıklamalanrun bir yerinde, kendisine yönelik eleştiriler, ülkemizde demokrasinin ulaştığı duzey ve aşamayı gösterdiği için, bir bakıma memnun olduğunu vurgulamıştı. Ülkemizde laikliği yıkıp, eski şeriat düzenini getirmek isteyenler, Cumhurbaşkanının bu açıklamasından sonra büsbutun cesaret almışlardır. *•* PENCERE Küçük Bir Haber?.. Biz artık Rabıta kararnamesı üzerinde eleştiride bulunmayı bir yana bırakıp, halkı şeriat duzeni konusunda aydınlatma gorevimizi yerine getirmeye çalışalım. Bugun Türkiye'degericiler, laik devlete karşı savaş açmış gorunumundedirler. Ne istiyorlar? Belli: Bu ülkede laik rejimi yıkıp, yerine teokratik Osmanlı Devleti'nde olduğu gibi, şeriat düzenini getirmek. İstedikleri bu. Cumhuriyetten öncekı tarihimiz incelendığinde görulüyor ki, şeriat kurallannın uygulanmakta olduğu Osmanlı Devieti'nde her turlu siyasal ve sosyal kotuluk, "Şeriat isteruk.." bağırtılanyla başlayan ayaklanmalar sonucunda gelmiştir. Demek ki bu ülkede Sayın Başbakan Turgut Özal'ın deyışiyle potansiyel halindeki irtica çok gerilere kadar gitmektedir. Şeriat nedir? Bu sütunlarda çıkan eski yazılarımdan birinde Âtıf Bey'in Mecelle Şerhi, Kavaidi Kulliyei Fıkhiye'nin Izahı adlı yapıtının altıncı sayfasından alarak anlatmıştım bunu. Şimdi yinelemek zorunda kalıyorum: lslamda butun şer'i mesail, iki buyuk kısma ayrılmıştır: Birinci kısım ahirete taalluk eder ki, bu ıbadettır (oruç, ııamaz, hac ve zekâta muteallik hukumler). fkinci kısım, dünyaya taalluk eder ki, bu da münakehat (aile hukuku), muamelat (mal, borç, ticaret, dava hukuku) ve ukubat (ceza hukuku)tır. Bunlardan gayri bir de "ilmi feraiz" (miras hukuku) vardır. İşte şeriat kurallan özetle bunlardır. Soraüm, Atatürk'un kurduğu laik devlet ne yaptı? Namazı mı yasakladı? Cami yapımını mı engelledi. (Son 35 yıl içinde eskisinden yuz değil, belki bin kat çok cami yapıldı) dınsel bayram tatillerini mi kaldırdı? Ister Arapça ister Turkçe olsun, ezanı mı okutmadı, camılerde Kuran okunmasını mı yasakladı? Müslümanların oruç tutmalarına, zekât vermelerine, hele hacca gitmeierine yasaklar mı koydu? (Tersine, eskisinden belki on bin kat fazla gidiliyor hacca). O halde şeriat kurallannın ibadetlerle ilgıli bölümü, hiç dokunulmamış bir biçimde, olduğu gibi duruyor. Değişen sadece hukuk bölümüdür. Yani kişi, aile, miras, eşya, borçlar, ticaret, ceza ve usul hukuklan çağın gereklerine göre değiştirildi ve onlann yerine yeni yasalar konuldu. Bu yeni yasalardan bir bolümü Tanzimat*tan sonra teokratik Osmanlı Devieti'nde zaten Batıdan, özellikle Fransız yasalanndan alınarak yunirluğe konmuş bulunuyordu. Kanunnamei Ticaret (1850), Ticareti Bahriye Kanunnamesi (1864), Usuli Muhakemei Ticaret Nizamnamesi (1862), Ceza Kanunnamei Hümayunu (1858 ve 1874), Usuli Muhakematı Hukukiye Kanunu (1881), Usuli Muhakematı Cezaiye Kanunu (1880) bunlardandır. Talat Bey adında bir zatın 1885'te yayımlamış olduğu "Usuli Muhakematı Cezaiye Kanunu Şerhi" adlı yapıtının ikinci sayfasında şu satırlar yer EVET/HAYIR OKTM AKBAL Önce Yazarları... "Sizin başınıza ne geliyorsa Donkışotluğunuz yuzünden geliyor." Sandalcı'ya böyle demiş bir yetkili.. 1961 yılında, bir ilkyaz gecesi, üç otobüs dolusu görevii Çankaya'daki evi sarmış, simsıyah bir taşıta bindirmişler yazarı. Yolda giderken de bu sözleri söylemiş o yetkili... Donkişot olmak mıdır gerçeklerı yazıp söylemek? Yurt ve ulus gerçeklerine. acılarına kayıtsız kalmak, duygusuzluğun, gerçek milliyetçilikten yoksun olmanın belirtisi değil midir? Her baskılı dönemde en çok acı çeken niye yazarlar olur? Hemen her ülkede, yazarlar işbaşındakilerin öfkesinı çeker. Yazarın elinde kalemı ya da yazı makinesi var. Okurlarına düşüncelerını ulaştırmak için az ya da çok satışlı dergıleri, gazeteleri var. Yazıdan her zaman korkulmuştur. Yazı, en güçlü silah sayıimıştır. Her ulkenın, her çağın zorbaları, dürüst yazarları sindirmek, yok etmek, susturmak yollarına başvurmuşlardır, vurmaktadırlar. Cem Yayınlan'ndaçıkan "Yazarları da Vururlar" adlı kıtabı okumanızı ısterım. Yazılan yüzünden baskıya uğratılan, kıtaplan toplatılan, yakılan ya da cezalandırılan yerli ve yabancı yazarları n bir bölümü bu kitapta yer almış... Amerikalı Kurt Vonnegut romanlarını yaktıran bir okulun yöneticisine "Bana hakaret ettiniz" diyor, "Topluluğunuzun kimi üyeleri kitabımın zarariı olduğunu öne sürdüler. Bana yöneltilmiş büyük bir hakarettir bu"... Perulu Vargas Llosa da şöyle yazıyor: "Peru'da, Bolivya'da, Nıkaragua'da vb. yazarolmak, aynızamanda toplumsal bir sorumluluk ustlenme anlamına gelir. Kişisel bir edebıyat çalışmasını geliştırirken, bir yandan da gerek yazdıklannızla, gerek eylemlerinizle toplumunuzun ekonomik, siyasal, kültürel sorunlannın çozümüne etkın bir bıçimde katılmak zorundasınız." Toplumlara zaman zaman egemen olan zorbalar ve zorbalık yandaşları, işte bu yüzden yazarlara düşmandırlar. Güney Amerika ülkelerınde, Afrika ve Asya'nın geri kalmış toplumlarında dürüst ve gerçekçi, yurtsever yazartarın türlü acılar, işkenceler, hapislikler içinde çırpınmalarının nedenı burdadır... "Yazarları da Vururlar" derlemesinı yapan eleştirmen Atilla Özkırımlı, önsözde Turkiye'deki duruma da değiniyor; diyor ki: "Son yıllarda Türkıye de sansur, demokrasinin gündeminde yine ilk sırayı almıştır. Sıkıyönetim uygulamalarının yanı sıra bakanlık genelgeienyle kımi kıtaplar cezaevlenne sokulmamış, okul kitaplıklarından toplatılmış, öğrencı yurtlarında okutulmamıştır. Kitap çevresinde korkutucu, ürkütücü bir imaj yaratılarak kitapçının, okurun gözü yıldırılmıştır. Asıl korkunç olan da budur. Böylece bir yandan yenı yasal düzenlemelerle düşünceye konulan yasak, yaratma özgurluğünü yok eden\en, bir yandan da idarı sansür uygulamalarıyla kitap sakıncalı, zararlı bir nesne durumuna itılmiş olmaktadır." "Yazarian da Vururlar" 6a Kurt Vonnegut, Vargas Llosa, Milan Kundera, N'gugi Wa Thiong'o, Stanıslav Baranczak, Julio Cortazar'ın yazıları ilgiyle okunuyor. Bunları Celal Üster çevırmış. Hepsinde de baskıya karşı direnen yazar, özgürlüğünü savunan bir tutum ve davranış gorüyoruz. Kitabın ikınci bölümü de Türk yazarlanna ayrılmış. Emil Galip Sandalcı'nın, ilhan Selçuk'un, Muzaffer ilhan Erdost'un, Vedat Günyol'un, Bekir Yıldız'ın, Nedim Gürsel'in ve benim belgesel sayılabilecek yazılarımız var. Vedat Günyol, Babeuf olayını anlatmış. Nedim Gürsel, toplatılan bir kitabının sayunmasını yazmış. Bekir Yıldız, "Ölü Soğumadan" adlı öyküsünün başına gelenleri... Yıldız şöyle «jıyor: "Yasaların korkusu kanlannda dolaştıkça, neleriyazmat&rı, nelen yazmamaları gerektiğini öğrendikçe, kendilerinin hem yargıcı hem de celladı olma sürecine gırerler açıkçası..." M.İlhan Erdost da kardeşiyle bırlikte yaşadığı o korkunç olayı anlatıyor. "Yazarian da Vururlar"... Kitabın Ingılizcesı böyle imiş... Benee şu başlık daha yakışırdı böyle bir kitaba: "Önce Yazarları \ururlar"... Her yerde, her dönemde zorbalığın ilk hedefi, düşünen kafalar, yazan ellerdır. Kırılmak, yok edılmek ıstenenler, önce bu gibi ayaınlardır. Kitabın sonunda da uzun mu uzun bir liste var. Dünyada \e bizde tutuklanan, hapsedilen ya da yapıtları toplatılan, yasaklanan yazarlann, kitapların adları .. Aristofanes'ten Zola'ya dek. Bizdeki ıse çok daha uzun... İlhan Selçuk da Abdülhamit dönemindekı sansür olaylarını «nlatmış. Ibret verıci tutumlar! Ne yazık kı buna benzer durjmlar günümüzde de sık sık görülmekte.. Selçuk şöyle bitirnış: "Matbaa, Batı'da icat edıldikten 250 yıl sonra Türkıye'ye çrebildi. Fikir özgürlüğü kaç yüzyıl sonra ulkemizi yönetenlem gümröğünden geçecek? Ya da halkın bilincı bu gümrüğü te kadar surede ortadan kaldırabılecek?" Çok satışlı bir gazetenin üçüncü sayfasının dibinde tek sütunluk bir haber: "Metris Askeri Ceza ve Tutukevi'nde yatan ve idam istemiyle yargılanan şair Nevzat Çelik, dısanyla mektuplaşmasının engellendiğini öne surerek 7 nisan salı günü sürBsiz aiçtık grevine başlayacağını açıkladı. insanın insanca gelişmesinin önüne dikilen her türlü engeli protesto ettiğini belirten Nevzat Çelik, bundan sonraki mektuplaşmalarmm engeHenmeyeceği yoJunda güvence istediğini, aksi halde sadece su içer&k eyhmini surdüreceğini bildirdi." Evet, küçücük bir haber... '• Geçen gün bir arkadaşıma telefon ettim: Nasılsın? Ben iyiyim; ama bizimki hasta... Nesi var? Bilmiyorum, parça aldılar, incelenmeye gitti; sonucu birkaç güne kadar ögrenecegiz. Geçmiş olsun. Kimi zaman bedenden küçücük bir parça alırlar, laboratuvara gönderirler. O küçücük parça, büyük, amansız, ölümcül bir hastalığın kanrtı olabilir. Bir küçücük haber de kimi zaman toplumsal yapıdan küçük bir parçadır; ama, büyük, ölümcül, amansız bir hastalığın habercisidir. Türkiye'de işkence olayları artık kuşkulu küçücük parçalar da değil; toplumun çürümüş dokusundan dökülmüş nice haber, gittikçe derinleşen hastalığımızın önüne geçemediğimizi gosteriyor • Çok satışlı gazetedekj küçücük haberi mikroskop attına yatırmak için, önce Nevzat Çelik'i tanımakta yarar var. Nevzat Çelik, Akademi Kitabevi ödülü'nü kazanan "Şafak Turküsu" adlı kitabın şairi... Şafak Türküsü'nun beşinci baskısı yapılırken, Şafak Türküsü'nün şairi de kamuoyuna bir açıklama yapıyor. Açıklamada altını çizdiğim satırları aktarıyorum: "1980 martından bu yana, gerek binnci şubede, gerekse askeri cezaevlerinde onurunu koruyan, korumaya çalışan her insan gibi sürekli olarak işkence gördüm, görüyorum. Devlet eliyle yürütülen sistemli bir işkencenin variığı artık bir sır değil.. Govdemize aç kurtiar gibi salya sümük saldıran etektrikta, askıda, falakada, çınlçıplak soyularak aranıştmızda, coplanışımızda, zindre vuruluşumuzda, koğuş aramalan ve operasyonlannda, yıllarca görüşsüz, havalandırmasız, güneşsiz (hani güneş girmeyen eve doktor gimrdil) doktorsuz, mektupsuz, kitapsız, kalemsiz, kâğıtsız, elbisesiz, ayakkabısız bırakılısımızda devletin gücü kullanılıyor. Kamuoyunun sustuğu, susturulduğu yıllarda, ellerini kollarınısallaya sallaya rahatça işkence yaptılar. öyiesJnerahaOarki... Işkencede güçsüz düşen gcvde her türlü hastalığa kapı aralıyor ve birkaç yılda yaşayan ölüler haline getirilryoruz. (...) İşkence karşısında susmayı, ölmek olarak algılıyorum." Nevzat Çelik, açlık grevine yönelmesinin gerekçesini de şöyte açıklıyor: "Sağmalalar özel Tip Askeri Cezaevi'nden Metris'e sevkedildiğim 19.12.1985 gününden bu yana mektuplaşma yolum kapalı tutuluyor. Şair kimliğime yönelik bu haksız uygulama on al0 aydır sürüyor ve şimdiye kadar yapbğım bütün yasal girişimler sonuçsuz kaldı." * Masamın üstünde bir kitap duruyor. Uluslararası Af örgütu'nün "Türkiye işkence Raporu 1985" (Roza Yayınları). Rapor ülkemizin alnında darr,ga gibi. işkenceyle hiçbir yere varılamayacağını, daha derin karanlıklara ve uçurumlara yuvarlanacağımızı, bunca yıl sonra bile anlamayanlar var. Türkiye'nin alnından şu ayıbı silelim. Fuat ve Fahrettin Kırkbir'in ağabeyleri, Selçuk, Ertuğrul, Girizan Ycner, Armağan Anar, Erdoğan ve Tüncay Kırkbir, Süheyla ve Semiha Ycner, Leyla ve Doğan Yurdakul'un sevgili enişteleri, Yümaz Erol'un dayısı, Fikret ve Sevil'in amcalan, merhum Doğan Avaoğlu'nun kayınpederi, Gülseli Avaoğlu'nun değerli babası, Nazan Kırkbir'in biricik eşi. VEFAT 3 Nisan 1987 günü Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi bugün Erenköy Galip Paşa Camii'nde kıhnacak öğle namazından sonra Karacahmet kabristanında toprağa verilecektir. FARUK KIRKBİR AİLESİ Çalışma arkadaşlanmızdan AQ KAYIP NİHAT EVREMSEL 2.4.1987 perşembe günü vefat etmiştir. Merhuma Tann'dan rahmet, ailesi ve yakınlanna başsağlığı dileriz. CEP KtTAPLARI A.Ş. MÜTEAHHİT VE YAPI KOOPERATtFİ YÖNETİCtLERİNE Tüm Proje, Metraj, Hakediş Hesaplan, Kesin Hesap işleri ile lnşaatlann Kontrolluğu konulannda TENGİZ MtMARLK VE MÜHENDtSLİK BÜROSU hizmetinizdedir. Nüzhetefendi Sok. 45 Varol îş Hanı K: 4 Kadıköy/lstanbul 7*L 337 33 46 KUŞADASI ve cevresindeki yazlığınızı Alman ailelere kiralamak istiyorsanız, bize adresinizi bildirin, doküman gönderelim. Sana 34 yıldır tercih edilen üstün kalitesiyle Türkiye'de margarinin adı olmuştur. Sana, onu en çok saülan margarin yapan ev harıımlarma,teşeld<iirlerini sunuyor. TUNCAY TATİL EVLERİ Akınalar Caddesi No: 48 Kuşadası Tel.: (6361)4369 Sana,Turklye de margarinin adı. VEFALILAR! Lisemizin 115. yılı, 5 Nisan 1987 pazar günü saat 14.30'dan itibaren okul salonlarında kutlanacaktır. Bekliyoruz. VEFALILAR DERNEĞİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle