19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 2 NİSAN 1987 Romanyayı bombaladıktan sonra Türkiye'ye zorunlu inişyapan 4 ABD uçağı uluslararası sorun haline geldiANKARA 4 ABD uçağı nasıl kaçırıldı? Heyecanh bir filme senaryo olabilecek olaylar, 12 Haziran 1942 günü sabahın erken saatlerinde başladı... ABD Büyükelçisi Steinhardt, saat 09.15'te "bir ABD bombardıman uçagının" Ankara'ya indiğini öğrendi. Daha ne yapacağını düşünmeye fırsat kalmadan, saat 09.18'de ikinci bir ABD bombardıman uçagının indiğini bildirdiler. Türk resmi makamlanyla ilişki kurmaya çalışırken, saat 10.15'te bir üçüncü uçağın haberi geldi. tlk iki uçakta hiçbir arıza yoktu. Üçüncü uçağın sağ kanat üzerindeki motoru durmuştu, ikinci motorda da "kaçak vardı." Bu arada, bir Türk subayı saat 09.30'da Elazığ üzerinde bir uçak e görüldüğünü, ancak iniş yapmadığını, Irak ya da Suriye'y gitmiş olabileceğini büdirmişti. Ankara'ya inen uçak personeline "çok nazik davranılmış", hemen lokantaya alınmış, yemek verilmişti. Uçaklar neden "zorunlu iniş" yapmışlardı, şimdi ne olacaktı?.. Steinhardt havaalanına giderken bunlan düşünüyordu. Alanda küçük rütbeli Türk subaylan vardı. Steinhardt, Amerikalı pilot ve uçak personeli ile konuşurken, Türk subayian dinlemediklerini göstermek için arkalarını dönmek inceliğini göstermişlerdi. MUSTAFA EKMEKÇt NOTLARI Zam Amca Hoşgeldin!.. Turgut Bey'in gelişi sırasındaki karşılama töreni en çok çocukların hoşuna gitti. TV'de gelişi izlemeye başlayanlar, arkadaşlarını çağırdılar şenliğe Gelin çocuklar, Sam Amca'mn Zam Amcatsı Arnerika'dan gelmiş! O sırada evde bir ANAP'lının eşi d e vardı, az biraz t>ozuldu.. Kimi, karşılama törenini izlerken çok üzüldü. "Biz ööy/e mi olacaktık?" diye düşündü. Bizim halkımız gulmeceye, yani mızaha çok düşkündür. Bir espri, bir taşlama, havayı da yumuşatıverir. Bizde kendi kendileriyle alay etmesini, dalga geçmesini bilen Lazlar var, bayılırım onlara. Tüm Laz tıkralarını kendileri uydurmuslar, yaratmıştardır Bu zekâ kıvraklığmı başka yerde öylesı pek goremezsiniz. Bahri Savcı anlatmıştı bir asker fıkrasını, daha doğrusu olayını. İngiliz komutanı Moatgomery ile Amerikalı komutan Bsenhaver konuşuyorlarmış. Montgomery: Bugün çavuş gelip benden arabamı istedi, 'olur' dedim. Eisenhower karşılık vermiş: Seninkiler hiç olmazsa istiyorlar! Prof. Bahri Savcı, "VÖK seminerterTnde Bilar'da dersine şöyte başladı: Osmanft'da Medrase ile alay yok, dünyada da ünivorsite ile alay yoK Çok şükür bunu da YÖK getirdi. YÖK zamanında diploma alana "YOK miman", "YÖK doktoru musunuz?" deyip geçiyorlar. Nokta'nın kapağı da YÖK'le alay. CahitArt tanmmış bir matematikçidir, liberaldir. "Türkiye'de bilim olmaz" diyordu. "Çünkü, bilim adamı dünya kaygılanndan uzak yaşamalıdır" Bahri Savcı şöyte sürdürdü konuşmasını: "ÜniversitB özgürlüğü ve öğrenci katıhmı için Cahit Arf, ileri yaşında ODTÛ'de licteriik yaptı. öncü oldu. Doğramacı, Cahit Arf a elini uzaîmış, o elini sıkmamış. 'YÖK yönetimi içinde saygıdeğer değilsiniz!' demiş. Bu da bir zahtir işte. Gençler, 'YOK yahu1' diyorlarmış. Bütün bunlar, akademik yaşamda özguriüğün ve özeridiğin kalkmasma ve yenne silsılei meratip diktasının gelmesine bir tepkidir. En usttekinin iradesinin, istencinin egemen olmasına tepkıdır. YÖK'ün akademik plattormda getirdiklen neler? Bugün olanak olsa ben üniversitede olurum, bir şeyler yapmak için araşfınnm. Siz de bir şeyler yapma olanağını araştınn. Bu dilekten sonra, YÖK'ün ne getirdiğıne bakalım. YÖK, değerlerin erozyonunu getirmiştir. Bir daha geri gelmesi zor olan kayıplara yol açmıştır. BHimsel düzey bozulmuştur. Eskiye göre yaymlarda düşme vardır. 1402 ile atılanlar ekmek parası kazanırken yaymlarını da sürdürüyorlar. Tuncer Bulutay bunun çok iyi ömeklerinden biridır En çok yaym yapaniardan biri de Haluk Gerger"dir" Prof. Bahri Savcı'nm ana başlıklarından biri de YÖK'le, "akademik gelepeklerin öozu/mas;"ydı. Şöyle dedi Savcı: "Üniversite kampusu, kıtaplığı, öğrencisi ve öğmtmeniyle bir ailedir. Son üç yılda ortak ve birleşik tezler üretılmemiş, uluslararası platformlara sunulamamıştır. Rekabet, aile içi rakabetin çok üstüne çıkmıştr. Aitece üretim yoktur (bir anayasa önerisı gibi). SBF'de 'İnsan Hakları Merkezi' böyle çalışmalan 12 Eyiül'den sonra yaptı. Anayasa projesini hazıriadı ve sundu. Ayrıca bir anayasa metniyle, gerekçesini hazırladı. Bunlar ortak bir çalışmayla gerçekleşti. Bugün, ogünkü insan Haklan Merkezi' çökmüştür. Bu geleneğin çok zayıflamasına YÖK neden oldu. Bir arada yaşamanın tadı vardı. SBF'nin lokantası kötu bir lokantaydı. Ben perhiz yapmak zonındayken, o sıcak aile havasmı sotumak için o kötü lokantaya giderdim. Şîmdı, kohdorda karşılasmamak için zek& oyunlan ve beden kıvraklıklan yapıyortanvış, bunlan duyuyoruz. Yine de çalışmalannı sürdürmekte inat edenler var. Üniversite içinde birbirlerini görmüyorlar. Ortak yaşama ortamı kalkmış. Ûniversiter bir ödev istençte yaprfmazsa, gönül nzasından gelen ıç rahatlığı ve sevgiyte yapılamaz, külfet olur. YÖIOe insansal değerter de hırpalanmıştır. Eski durum bir cennet değildi ama, insanla teke tek ilişkiler olabilirdi. Fakülte kitaplığı eskı oğretım üyelerine kapattlabUiyor. Bunun için emir veren var, bu emrin altında eziten de var. Bu, kitaplık görevlisi için bir dramdır. Ama, üniversite açısından büyük bir dramdır. Yolda bir mesIektaşıma rastladım, benden uzaklaşmak için aceie etti. Bu, 1402'liklerin sık karş4İaştıklan bir olaydır. Bu tutumlar YÖK sisteminin kendisinden geliyor. Bu sistem bir tek kişinin amir olduğu bir sistemdir. YÖK düzeni, birpolis devleti düzenidir. Buyruğa bireysel itaat esastır. Tek kişjnin monolitık istencine bağlı birpiramit konulmuştur. Bu, siyasal otoriteryanizmin bilim yaşamına uygulanmasıdır. Bu mümkün ve doğru değildir. Verimliliğı ve çalışma duygusunu ortadan kaldınr. YÖK kurulurken eleştiriten seçOTKteto klikler yerine bugün YÖK'ün kliği getirilmiştir. Dinci gruplar bu kliğin içinde yer almışlardır. Bu gruplann içinde partiler de var. YÖK, bunu eleştiriyordu, amacına ulaşamamıştır. Bunların hepsi, karşı tarafın yaratacağı zarariardan kendHerini korumak istemekt&dirier. Ve 'monolitik iradeyi ben daha iyi kuranm' diye düşünmektedirler. Bunların tümü ideolojik temellidır. YÖK, bu konudaki amacım da gerçekleştirememiştır. Konya'da dınci gruplann merkezi olan bir üniversite oluşmustur. ilişki, Tanpkul ılişkisidir. Bunun altında ezilmemenin yolu ezici yere gelmektir. YÖK düzeninde böyle maddı olanaklan çekici durumlar sağlanmıştır. YÖK, bir delirium (dellenme) getirmiştir. Uluorta eylemler, çılgınlar sistemidir YÖK. ÇDelirium' Latince bir sözcük. Tahsin Saratfm FransızcaTürkçe Sözlük'ünde, '(alkoliklerde görülen) titremelı sayıklama" diye geçer. Bir tıp tehmi) 12 Mart'ta ve 12 Eylül'de kurulan yeni düzende ezilmemek için boyun eğenler oldu. Bunlar sonra us ve istenç denetiminden uzak, tutkulu, ihtiraslı hareketler yapar oldular. işte delirium' budur. Bu da toplumun, üniversitenin, meslektaşın onuru ve yaran ofmalrtan ç*ıyor. Bunun turlü ömekleri var, 1402 'nin ilk tasflye eylemleri asistanlardan başladı. Biz bunun önemini tam kavrayamadık. Ama, üniversite yetkilileriyle konuştuğumuzda, 'Böyle olacak hocam!' dediler. 'Buna kim karar veriyor?' diye sordum, Dekan Necdet Serin, 'İşte, biz!1 dedi. 'Biz' dedi ama, aslında tek kişi. Bu güç nereden geldi? Bu işler ob/ektıt değeıiendirmelerle yapılmadı. Bunun kaynağı piramit felsefesidir. Ülkede demokrasi bir yana bırakıldı. Bir velayetvesayet sistemi kuruldu, Halbuki, demokrasi geliştirilmeliydi. Bu yapılmadı, tamamen ortadan kaldınldı. Bu durum, tahrif edilmiş bir Atatürkçülüğe dayandınidı. Dil Kurumu, Tarih Kurumu, partiler kapatıldı. Bu sistem, işte üniversiteye yansıtılınca işte YÖK olmuştur YÖK Başkanı bu durumu, 'bana güvendiği müddetçe' diyerek açıkça ortaya koydu. Zihinsel güçler biter, yönetimsel güçler bitmez anlayışı ile YÖK'tekiienn yaşlan yükseltildı, öğretim üyelennin emeklilik yaşlan indırildi. Ülkeye getihlmek istanen velayetvesayet sistemi, akademik ortamda YÖK'ü doğurdu. Ben yörretim görevlenni hiç benimsemedim. Celal Yardıma zamarmda dört günlük dekan vekiliiği yaptım. Ferımı Yavuz, bana 'Pekala yapıyorsun!' dedi. Bu sistemi değiştinvek için aynntılı plan şimdiden verilemez. Ama şema şudur: 1 YÖKü toptan kaldırmalı, 2 YÖKten sonra kumiacak sisteme YÖKpiramidinde sorumlulukalanlar almmamalı. Bu, intikam için değildir. YÖK sisteminin getirdiği duraksamanın sorumlusudurlar, onun için. SEIA bu ortamda imzalanmıştır. Ger&kirse ceza hükumlehni de işletmek üzere, bu sorvmtular YÖKten sonratö sistemde yer almalıdııiar. Eleştiri ve katkıya kapalı olan bu kişiler, bilimsel yasamın duraklamasınm sorumlusuduriar. YÖK sisteminde yöneticiler veba salgını ortamında enfekte olmuşlardır, tesümiyet göstermışlerdir. Teslimiyetin universiter ortamda yeri yoktur. Üniversite adamı özguriüğün karşısmda yer alamaz. Bu kural öğrenci için de geçeriidir. 3 VBnı kurumlaşmanın temel ilkesi özgürlük ve özerkliktir. Bir kurumun, kendileri de bireysel olarak özerk olan üyeler arasından serbest seçimle getinlmis kişilerce yönetilmesı özerkliktir. YÖK'te bunun zerresi yoktur. 4» Demokrasi ve üniversitede özerklik: Ömründe tulumba tatlısı yememiş bir kişiye bunu nasıl anlatabilirsiniz? Ben size böyle bir şey söyleyeceğim. Oğrencinin yönetime katıiması ve öğmnciliğin kurumlaşması. öğrendnin yönetime katıiması, bu çağdaş bir üniversitenin en son ve çağdaş bir koşuludur. 1936da sınav programlarını biz öğrenciler yapardık. Ortamın koşullan, ilkeleri kendiliğinden ortaya çıkıyor. Baş koşul, ülkede çağdaş demokrasidir." • * • 5 ABD Belgelerinde Türkiye CÜNEYT ARCA YÜREK ettiğim gizli araçlann gereğine bakılmasma' olanak sağlanabilir..." Washington, iki gün düşündü; 17 haziranda Hull, Ankara'ya bir mesaj gönderdi: "Savunma Bakanlığımız, uçaklann Türkiye'ye verilmesiyle ilgili müzakerelerden önce gizli araçlann sökülmesini ve personelin Türkiye'den aynlacaklannı gösteren kesin güvence istiyor. Uçaklann armağan edilmesi konusunu ABD Hava Kuvvelleri Komutanlığı ile konuşabiliriz. Bütün personelin Türkiye'den ayrılması zaman alabilir, bunu anlayışla karşılıyoruz. Türk hükümetinin vereceği sözlü bir güvence de' bizim için yeterlidir." Oysa Türk yetkililer, "Uçak personelinin Türkiye'den aynlmayacaklarına daha doğrusu kaçmayacaklarına ilişkin söz vermelerini" istiyordu. ABD Büyükelçiliği Hava Ataşesi yanıtında, "Bu konuda merkezden talimat beklediklerini" söylüyordu. 18 haziran günü Steinhardt, Von Papen'in Dışişleri Bakanhğına gelerek uçaklann Türkiye'ye inmesini "doğrudan yansız siyasetin bozulması" diye nitelediğini öğrendi. Menemencioğlu da tersine görüşler öne sürmüştü. Fakat o gün, Steinhardt yazdığı (632 sayılı) telgrafında, "Türkkr uçaklarda gizli araçlar olduğunu bümiyorlar. Söylesem haber ver na eklenecek yeni bir bilgi yoktu, müzakereler bilinen çerçevede yürüyordu. Pilotlar uçağa giriyor Başbakan Saraçoğlu, özel kalem müdürünü çagırdı, yetkililerin yanına gelmesini istedi. Türk Başbakam'nın yanında uzun süre görüştüğü Steinhardt oturuyordu. Yetkililer geldi, Saraçoğlu "ABD Büyükelçisi'nin yanında" onlara şu buyrukları verdi: "... Enterne edilen havacılann araçlan almalan için uçağa girmelerine izin verilecekti." Mühürlenen uçaklar ABD personelinin yanında açılacaktı. ABD'li personel gizli araçlan (ilk kez söyleniyordu, bu araçlar şifre araçlanyla giıli şifreterdi) alacak, ABD Büyükelçiliği'ne teslim edecekti. Uçaklarda bulunduğu bildirilen 15 bin dolar da büyükelçiliğe verilecekti..." Çözüm, 24 Eylül 1942 günü gelmişti. (951 sayılı telgraf). Steinhardt'ın Saraçoğlu ile yaptığı uzun konuşmamn içeriği neydi, anlaşılmıyordu. Kesin olan bir şey varsa, bu da 11 Ekim 1942 günü Işgüder Kelly' Türkiye'ye hediye: Türkiye, zorunîu iniş yapan 4 ABD bombardıman uçağını uluslararası kurallara göre geri vermek istemiyordu. Saraçoğlu, ABD büyükelçisine uçakların Türkiye'ye hediye edilmesini önerdi. ABD elçisi IVashington'a, Türkiye'nin bu önerisinin benimsenmesi yönünde görüş belirttl ABD bombardıman uçaklan Romanya'nın petrol alanı olan Loesti'yi bombalamaktan dönüyorlardı. Hedefe varmışlardı, 15 bin fitten bombalannı atmışiar, ancak yogun uçaksavar ateşiyle karşılaşmışlardı. Hepsi 10 uçakn, Ankara'ya inebilenlerin ötekilerden hiç haberleri yoktu. Uçahla beraber kaçtılar: ABD bombardıman uçağı zorunlu inişten 6 ay kadar sonra 14 Aralık 1942'de, Türkiye'de "misafir" edilen 6 Amerikan pilotu Eskişehir Havaalanı'nda eğitici amaçlarla kullanılması öngö'rülen uçağı "hazırlamak" için bindiler. Uçak bir süre sonra burnunu güneyeçevirip uçtu gitti. ABD pilotları uçağı da alıp kaçmıştu nin merkeze; "Uçaklarda bulunan gizli bombardıman nişan haklanyla öteki gizli araçlann bugün büyükelçiliğe teslim edildiğini" bildirmesiydi. Arifiye'deki araçlar ise o günler Türkiye'de bir 'bayram' tatili olduğu anlaşılıyor daha sonra alınacaktı. Bunlar, "özel kurye" ile gönderilecekti (1008 sayılı telgraf). Hollywood senaristleri son savaşta Türkiye'de geçen bir serüven filmi hazırlasalar, kuşku yok, çekilecek filmin adını "Escape" koyarlardı, ya da "Escape From Turkey"! • * * 14 Aralık 1942, Eskişehir'de mevsime uygun çok soğuk bir gün... Konuksever Türkler sabah Amerikalı havacılardan Teğmen Nathan Brown, VVilbur Wesi, Eugene Ziegel; Çavuş Jimmie Briscoe. Ula Taylor ve George Charles'e sıcak çay ikram ettiler. Her şey yolundaydı. Ankara'daki Liberator uçaklanndan biri Eskişehir'deki hava üssümüze onanlıp çalışünlmak üzere gönderilmişti. Hiç kuşkunuz olmasın, ABD'li personel de "eğitici" nitelikleriyle uçağın uçuşa hazırlanması için Eskişehir'e gelmişti. Liberator uçağı alanın bir yerinde yatıyordu. ABD'li havacı personel uçak üzerinde çalışıyordu. Bir nakliye uçağı kazanacaktık. Hiç yoktan, ayağımıza tıpış tıpış gelen yepyeni bir uçak... Türkler, Amerikah havacılann herhangi bir eyleme geçmeyeceklerinden kendileri kadar "emin" idiler... Sonra, bİT uçağın güçlü motor sesleri duyuldu... Sonra, Liberator uçağı pistte yürümeye başladı... Sonra, havaalanı kulesine, telsiz bölümüne herhangi bir mesaj geimedi... Uçak, 14 Aralık 1942 günü pistte hızlandı, kalktı, burnunu güneye çevirip uzaklaştı gitti. Türkler, Eskişehir'deki Amerikalılann günlerdir "kaçışın nazırlıklannı, planlanm" yaptığım nereden bilsinlerdi!.. Pilotlar Türklerin konuğu Steinhardt, doğruca Türk Dışişleri Bakanlığı'na gitti. Ama yetkililer, uluslararası kurallara göre zorunlu iniş yapan uçak personelini, "ilk önce Türk yetkililerin sorguya çekeceğini" bildirdiler. "Hepsi, Türklerin konuğuydu." Beklemek, sorgudan sonraki olası gelişmeleri izlemek için Steinhardt, büyükelçiliğe döndü, fakat birden işler daha kanştı. Yeni haberlere göre dört uçak daha Diyarbakır'a gelmiş, bir beşincisi Arifiye'ye zorunlu iniş yapmıştı. Sonuncusunun iki motoru da anzalıydı, üç yaralı vardı (581 sayüı telgraf). 13 haziran günü Steinhardt, bir uçağın Suriye'ye ulaştığım öğrenmişti. Hani şu Elazığ üzerinde görülen... Ama haberler birden kanşmıştı. Türk Genelkurmay BaşkanlığYnca bir uçağın Arifiye'ye indiği doğrulanıyordu, ama Yalova'ya inen bir başka uçaktan daha söz ediliyordu. Hatta bu uçakta bir ölü vardı. Genelkurmay bir başka bombardıman uçagının Mudanya'ya indiğini doğrulanmayan haberler arasında bildiriyordu. Kaç uçaktı, nerelerdeydi bunlar, Steinhardt işin içinden çıkamaz durumdaydı (585 sayılı telgraf). Washington'dan Hull imzasıyla gelen telgraf aynı gün Ankara'ya ulaştığında durum buydu. Hull, "Uçaklann hedefe gidiş ve döniişlerinde Türk lopraklan iizerinden uçmamalan için kesin buyruk aldıklanıu" bildiriyordu. Mısır'dan kalkıp gidecekleri "menzil" bu uçuşa uygundu. "Öyle sanıyoruz ki" diyordu Hull, "Filo komutanının uçağmdaki motor arızası nedeniyle öteki iki uçak onu izlemiş, zorunlu inişe geçmişlerdi.'* Hull, hemen Türk Başbakanı ve Dışişleri Bakanı'yla görüşerek bu bilgiyi iletmesini Steinhardt'a salık veriyor, yansız Türkiye topraklanna ABD uçaklanrun zorunlu iniş yapmasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyordu. Steinhardt, bu hareketin ne planlanmış, ne de önceden düşülmüş olduğu konusunda Ankara hükümetine "güvence" verecekti. Hemen Dışişlerine çağırdığı Türk Büyükelçisine de Hull, aynı güvenceyi ve bilgiyi verecekti (271 sayılı telgraf). 14 haziran günü Steinhardt, Türklerden bir başka bilgi aldı: Mudanya'ya uçak inmemişti, indiği bildirilen uçağın Suriye'ye doğru gittiği sanıhyordu. Yalova'ya da hiçbir uçak gelmemiş, Türk uçaksavarlannın ateşiyle karşılaşan uçak, meğer Arifiye'ye inmişti. u.çağı geri istiyoruz MJçmhtahl şitre aracimrt: Uçaklardaki gizli şifre araçlan başka bir sorundu. ABD yetkÛUeri bunların mihver devletleri ajanlarının eline geçmesini istemiyorlardı Uçaklar çalıştığı sırada pilotlar uçağa girip, bu şifre makinelerini imha edebilirlerdi ABD yetkilileri ayrıca, pilotlann Türkiye'ye "kaçmama sözü" vermemesini istiyordu». Sonunda, gerçek kesin çizgileriyle ortaya çıkanlabümişü: Turk Genelkurmayı dört tana Liberator tipi uçağın zorunlu iniş yaptığını, üçünün Ankara'da, birinin de Arifiye'de olduğunu saptamıştı. Steinhardt, bir "ohh" çekti (599 sayılı telgraf). Olayın ilginç yanı bundan sonra başlıyordu!... Steinhardt, bir gün sonra Washington'a olayı du>xırurken uçaSARAÇOĞLU ABD elçisine, "Türkiye'nin de 4 uçağa ihtiyaa ğın "bilinmeyen bir yöne" gittiğini yazdı. Türk Dışişleri, "resmi olmayan bir protestoda" bulundu. Ama, bu "kaçıs"tan sonra yevardu." diyerek uçaklan alıkoyma isteğini belirtmişti. ni bir sorun ortaya çıktr. "Türklere göre Mihver temsilcileri şimdi, bu olayı müttefıklermiş olacağım" diyor, ABD'nin içine düştüğü sıkıntıdan nasıl çıkaden yana bir hareket olarak değerlendirecekti. Bu nedenle Türk yetcağını gösteren yönıemler sırahyordu. "...Uçaklann yeniden uçması için gerekli onanmlar yapılırken, kilileri, uçağın "derhal geri verilmesini" istiyordu. Steinhardt, "Dışişleri Bakankğımız ikisi hasar görmüş bu dört motor gürültüleri arasında gizli araçlar kırılıp parçalanabilir. Uçaklann hemen armağan edilmesini önermekteki amacım, Türk ve Mih uçağın gizli araçlan, gereçleri sökülüp bize teslirainden sonra, Anver ajanlarının gizli araçlann varlığını öğrenmesini önlemekti. Per kara'nın bu 'lütufkâr' davranışını karşılamak üzere Türklere sonelin kaçmayacaklarına dair söz vermeleri, uluslararası kural ol 'armağan' edildiğini anımsayacaktır" diyor ve ekliyordu: "Uçağın hemen geri verilmesini öneririm. Ancak 'kaçmama sözü' duğundan, Türkiye bundan vazgeçemez. Ancak uçaklann armağan vermeyen uçak personelinin geri dönmesi için bir neden göremiyoedilmesi durumunda personelin kaçmasını sağlayabilir. Kanıma göre, Türk yetkilileriyle şu anda ellerinde ve denetimlerin rum. Uçağı geri getirecek yeni personelin burada bir zorlukla karde olan bu uçaklar üzerinde pazarlığa girişmek, koşullar öne sür şılaşacağını sanmıyorum. Ancak, bu olayla ilgili yapılacak bir ABD mek hata olur. Ayrıca, ABD'H personelden "kaçmama sözü' iste propagandası burada kalan 'enterne' personelin kaçması olasılığımeyecekleri, birkaç hafta sonra çok sıkı izlemeyecekleri konusunda güçlü bir dokundurmadan başka elimizde fazla bir şey yok. Bu İMhenderun*dan kaçtş: ABD'nin nedenle hiçbir koşul öne sürmeden uçaklan armağan etmeyi öneriTürkiye'ye zorunlu iniş yaparak "enterne" edilen yorum. Doğrusu, Saraçoğlu ile yaptığım konuşmada belirttiğim doiki pilotu daha vardu Bunlar da hkenderun'dan kundurması dışında Türk yetkililerinden hiçbir öneri gelmedi." ABD: Kaçmama sözü vermeyin TelgTaf savaşım Steinhardt kazandı... 19 haziran günü Hull'dan gelen şifre, "Hava Kuvvetleri Komutan\ General Arnolds'ın kararına göre uçakları 'armağan edebilirsiniz' diyordu. Hull, ekliyordu: "Personelimiz uçakların kullanımında 'eğiticilik' yapmak üzere kalsınlar. Ancak lütfen Türk hükümeti, subay ve uçak personelimizi 'kaçmama sözüyle' bağlamasın. Onlan, orada eğitici personel olarak kabul etsin. Türk hükümetinin zamanla personelin ayrılmasına izin vereceğini umut ediyoruz. Uçaklann devri işlemine gizli araçlar sokulmamalı. Bu araçlar derhal size teslim edilmeli. Uçaklar nakliye uçağı olarak kullanılacağından, Türk yetkilileri bu isteği anlayışla karşılayacaklardır. Eğer ABD personeli uçakların denetimini ahrlarsa gizli araçlann sökülüp ortadan kaldırüması olanağı vardır. Amaçlanmızın büyük bölümü gerçekleşinceye kadar Türklerle müzakereleri sürdürünüz." • • * Steinhardt'ın bu buyrukları almasının üzerinden altı gün geçti. Bu arada, neler oldu; havaalanı çevresinde Mihver ajanlan gezdi mi, fotoğraflar çekildi mi, uçaklann içine girip kolaçan edebilmek için Gestapo'nun adamlan bazı girişimler yaptı mı? Bütün bunlar, ancak bir senaristin yaratıcı gücüne kalıyor. Steinhardt, 25 haziranda Saraçoğlu ile yaptığı görüşmede "şu durumu" saptıyordu: 1) Türk yetkilileri, personelden, kaçmayacaklanna ilişkin söz verme isteminden vazgeçtiler. Müzakereler sırasında böyle bir istekte bulunmayacaklar. 2) Müzakereler süresince personel kaçmayacaklarına söz verdikleri için Ankara içinde özgürce gezebilecekler. 3) Müzakereler boyunca uçaklardan hiçbir şey çıkarılmayacak. 4) Türk hükümeti şimdi, uluslararası hukuk kurallan çerçevesinde uçaklann armağan edilip edilmeyeceğini araştırıyor." Steinhardt'ın verdiği bilgiler arasında bir de "Ancak" diye başlayan şu cümle bulunuyordu: "... ABD, Türkiye'ye 12 tane A30 uçağı verilmesini daha önceleri kabul etmişti. Türk hükümeti. bu dört uçağın 8 adet A30'la degiştirilip değiştiremeyecegini de inceliyor..." Port Sait'e kalkan tngiliz bandırah bir geminin yolcusu oldular. Her ikisi de "temiz iş"tl Görunürde ABD Büyükelçiliği'nin bu kaçışlardan hiç haberi yoktu.~ Saraçoğlu: Uçağa gereksinmemiz var... Steinhardt, 15 Haziran 1942 sabahı Saraçoğlu'nu gördü. Büyükelçiyi dinleyen Saraçoğlu, "Her şeyi anlıyorum" dedi. "No| almanıza gerek yok Sayın Büyükelçi, söylediğim sözcükleri dilediginiz gibi kullanabilirsiniz telgrannızda" diye sürdürdü Saraçoğlu: "Savaş içinde böyle şeyler olur." Steinhardt, bir ara Saraçoğlu'nun güldüğünü ve şunları söylediğini Washington'a yazıyordu: "...Uçaklann akıbeti' hakkında VVashington'dan bir talimat aldınız mı?" Steinhardt, "Hayır" dedi. Saraçoğlu; "Çok fena!.. Bizim de dört nakliye uçagına gereksinimimiz var. ABD hükümetinin bu uçaklan bize 'armağan' edebileceğini umut etmiştim..." Saraçoğu, söyleyeceğini söylemişti. Steinhardt, Dışişleri Bakanı Hull'dan gelen telgrafı Saraçoğlu'na okudu. Steinhardt sonra, Hull'a şunlan yazdr "Dört uçağın Türkiye'ye inişi nedeniyle bir tepki yok. Personele konuk işlemi yapılıyor. Uçaklarsa yüksek düzeydeki resmi kişiler tarafından geziliyor." Steinhardt, Washington'a önerilerini sunuyordu: "Bugttnkü koşullar altında" diyordu Steinhardt, "Uluslararası hukuk kurallan, özellikle Mihver ajanlarının durumu sıkı biçimde izledikleri dikkate alınırsa. 'Türklerin bu uçaklan savaş süresince geri vermeleri olasılığı yoktur!' Öyle sanıyorum ki, dört uçağın nakliye uçağı olarak 'Türk hükümetine armağan edilmesi çok olumlu bir etki' yapacaktır. Aynı zamanda uçaklann Türk hükümetine armağan edilmesi, Türk hükümeıinin personelden uluslararası kurallar gereği' kaçmayacaklarına dair söz vermelerini 'istememesi, hatta personelinin Türkiye'den ayrılması olasıhğını doğurabilir' (607 sayılı telgraf). na zarar verecektir" (1295 sayılı telgraf). 15 aralık günü, Steinhardt NVashington'a gönderdiği telgrafa önemli bir not koydu: "Bundan önceki ve bugünkü telgrafıma verilecek yanıtların 'şifre büyükelçi tarafından çözülecek' koşuluyla gönderilmesi ricasıyla..." Çünkü, Büyükelçi Steinhardt o gün, "Eğer uçak geri verilir, 7 enternenin kaçışı gizli tutulursa, Türk askeri makamlannın bu eylemlerin yinelenmesinde zorluk çıkarmamalan olasıdır" diyordu. (1302 sayılı telgraOSteinhardt'ın uçağı geri getirecek personelin nasıl gelip döneceği sorununa bulduğu çözüm de aynı telgrafta yer ahyordu: "Uçağı Eskişehir'e getirecek personel sivil giysiler giyer, Türk Büyükelçiliği'nden vizeli pasaport taşırsa, hiçbir engel çıkmadan buradan aynlabileceklerdir." Iskenderun'dan kaçış Uçakta gizli araçlar Uçaklar, ABD hükümetince Türkiye'ye "armağan" edilerek olay kapanabilirdi... Fakat, seriivenin daha heyecanh bir tırmanış göstermesi için senaryoda "gizli bilgiler, gizemli araçlar" olduğunu gösterecek bir bölüm de olmahydı. Nitekim Steinhardt'ın bu son telgrafında senaryoyu böylesi güçlerle örecek bir anlatım da yer alıyordu. Büyükelçi, "...Uçaklarda İngiliz ve ABD >etkililerinin huzursuzluguna neden olan 'çok önemli ve gizli kalrnası gerekli araçlar' bulunuyor. Kaygımız şu: Mihver ajanlan 'Türk mnhafızlarla anlaşarakbu araçlan ele geçirebilir.." diyordu. Steinhardt, VVashington'a uçaidarın armağan edilmesiyle ilgili önerisini bu nedenle yineliyordu, tabii elindeki şu sağlam gerekçeyle: "...Eğer uçaklar Türk hükümetine 'armağan' edilirse, buradaki personelin uçaklan yeniden kullanır duruma getirmesine yardım etmeleri için izin almakta zorluk çekmeyiz. Bu gerçekleşirse sözünü İkinci, "kaçış" olayı, hemen aynı gün gerçekleşti!.. "Türklere söz vermeyen 'enterne' havacılardan Yüzbaşı Frederick Nesbitt ile Yüzbaşı Lyman Smith, dün, Ankara'da kaldıklan yerden kaçmışlardı" (1302 sayılı telgraf). Fakat, ABD belgesine göre, ABD Büyükelçiliği'nin, "Bu kaçıştan hiç haberi yoktu"!.. O kadar habersizdi kü... "Şimdi" diye sürüyordu telgraf, "Her iki havacı İskenderun'dan Port Sait'e hareket etmekte olan İngiliz bandırah Gienbank gemisinde bulunuyorlar." Büyükelçiliğin sağladığı bir otomobil, "gerekli yerlere verilen bilgi" ve sonra... İskenderun'dan kalkan gemide iki Amerikah yüzbaşı!.. Her iki olay da, "temiz işti"... Sorun, uçağın geri verilmesi mi?.. Washington'un "şifresi Büyükelçi Steinhardt tarafından açılması koşuluyla" 664 sayılı telgrafta; "Verdiğiniz bilgileı General Arnolds'a ulaştırıldı. Mısır'daki ABD Pilot değişimi önerisi askeri makamlarına uçağın Türkiye'ye geri vermesini buyuruyor. Steinhardt, yeni bir sorunun çıktığını bildirdi: Sivil giysili, vizeli pasaport taşıyan personel kullanılacak" deniliTürkiye'de daha önce "enterne" edilmiş 3 Alman, 11 İtalyan, bir yordu. İngiliz ve birkaç Rus, Fransız, Yunanlı havacı bulunuyordu. Alman Ve... "The End"!.. Büyükelçiliği çok önceleri Dışişlerine başvurarak bunların serbest Hayır öykü bitmedi. bırakılmasını istemişti. Bu listeye 28 ABD'li havacı eklenirse, AlYazışmalar hızlandı: Steinhardt'la Washington arasında pek çok manların istemlerini geri almalan beklenebilirdi. "Hayretle öğrendim ki" diyordu Steinhardt, "Almanlar istem telgraf gidip geldi. Amerikahlar uçağın 30 gün içinde yeniden onarılacağını bildirdiler. Ancak mart 1943'te onarımı biten uçağı "Türk lerini yinelemişler." vizeli" pasapor taşıyan, 'gerçekten sivil personel' geri getirdi. Saraçoğlu'nun bir kuşkusu vardı: "Enterne subaylar" sorunu Türk hükümetinin o denli başını ağ"Almanlar, Doğu Akdeniz'de yakın bir gelecekte olası görülen Mihver hareketlerinde bazı uçaklunn Türkiye'ye zorunlu iniş yap rıtmaya başladı ki:.. Sonunda, Amerikalı, Alman ya daha başka ulustan ne kadar "enmalannı göz önünde tutarak, bu 'son örneği' ellerinde koz gibi tuterne insan" varsa, bir kararla hepsi ülkelerine geri gönderiliverdi. tabilirler. Herhalde o ABD'li subaylarla, öteki Alman, İtalyan subaylarıyWashington, on üç gün Ankara'dan ses çıkmadığını görünce, 8 la savaşan iki tarafın insan gucüne büyük katkı sağlanıldı. Temmuz 1942'de taşan sabrını Hull imzasıyla bir telgrafa döktü: tster inanın, ister inanmayın, belgelerde öykü böyle anlatıhyor. "... Bombardıman uçaklanmızla ilgili müzakereler hakkında bilgi verir misiniz?..." (325 sayılı telgraf). Steinhardt, VVashington'a ne diyeekti?.. Daha önceki telgraflan StîRECEK % 40 PRİMLE ÖZKAYNAK Bölge Müdürlüğü Istanbul'da kitapta, ansiklopedide emeğe saygı. Başlangıç primi % 30. Merkez Büro: Sümer Sok. 8/5 Ankara Tel: 29 83 63 30 82 76 Babıali Cad. Sıhhiye Apt. No: 19/6 Cağaloğlu / İST. ACENTA VE TEMStLCİLİKLER VERİLİR ILAN İST. 3. SULH HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN 1979/52 Vasi T. Nergiz ve Yusuf tan doğma 945 D.lu Akup Barın'm hastalığı nedeniyle hacredilerek kendisine vasi tayin edilen Hatun Birgin yurtdışına çıkmış ve vasiliği bırakmış olduğundan yerine, Beyoğlu Istiklal Cad. Kumbaracı Yokuşu, No: 132, D: 2'de ikamet eden Hıdır Biıgin'in vasi tayinine 26.3.1987 tarihinde karar verilmiştir: llan olunur. 26.Î.1987 Basın: 3061
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle