18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 14 MART 1987 Biri beyazların, diğeri melezlerin, öteki Hintlilerin, sonuncusu siyahların... Dört ırka dört ayrı plaj Güney Afrika HALUK BAKIR 7 POLtTtKA VE OTESİ MEHMED KEMAL Kalabalıkta Yalmzlık... Şimdiki gençler nereden bilsin, Hasan Tanrıkut 19451950 yılları arasında üniversitede bir gençlik lideriydi. Hilmi Ziya Ülken'in asistanı olarak tanınırdı, ama bütün gençlik dergilerinde ve eylemlerinde vardı. Attila İlhan'dan sorun, neler anlatır, hocası sayılır. Öğretmen yerine hocası diyorum, öğretmen muallim karşılığıdır. Hoca sözünün dilimizde yaşayan başka bir yeri vardır. Hasan Tannkut'u gençler nereden bilecek dedim, Şükran Kurdakul'un da, Behçet Necatigil'in de sözlüğünde adı yok, boşuna aradım. Hasan'la askerlikte, yedeksubay okulunda birlikteydik. Kaçıncı dönemdi şimdi bilemeyeceğim. Okulda, dinlenme zamanlarında akasyalar altında dolaşırken hep edebiyat konuşurduk. Bir yandan çavuş çıkacağız diye korkardık. Hasan çavuş çıkmadı. Bir gün bana, askerliğin kalabalık içinde yalmzlık olduğunu anlattı. Kalabalığın içindesin fakat yalnızsın. Bundan esinlenerek bir roman yazacağını söylerdi, adı da: Kalabalık İçinde Yalnız Adam. Başına askerlikten sonra öyle işler geldi ki, yazdı mı, yazamadı mı bilmiyorum. Fakat aklımda Hasan Tanrıkut'un roman adı kalmış, şimdi anımsadım, Attila Tokatlı dostumun 'Devrimcinin Ölümü' adlı karşı romanını okurken... Atilla Tokatlı usta bir roman çevirmeni olarak tanınır. Kendi dilini de, çevirdiği dili de çok iyi bildiğinden olacak, çevirileri hem ilgi ile okunur hem de bırkaç ödül kazanmıştır. Eskı dostuz, oturup konuştuğumuzda, "Yahu, bu kadar güzel çeviriler yapıyorsun, kendin de oturup bir roman yazsana" derdim. "Daha sırası var, sırası gelince..." Demek sırası gelmiş ki, 'Devrimcinin Ölümü' ortaya çıktı. Orda bir bölüm var. Kişinin yalnızlığını anlatıyor. Bana Hasan Tanrıkut'u, askerliğimi, askerlikteki yalnızlığımı hatırlattı: "Türkiye bir yalnızlıktır" diyor. Gerçekten de, büyük anlayışsızlıklar, kaba hoşgörüsüzlükler karşısında Türkiye bir yalnızlıktır. Attila Tokatlı, insanımızın yalnızlığını öyle güzel anlatıyor ki, bazen esınlenerek. bazen alıntılar yaparak bu korkunç yalnızlığı aktarmaya çalışacağım. Dünyaya yalnız gelir, yalnız gitmez miyiz? Ordan başlayayım. Sürdürelim: Ekmeğe, suya karşı yalnız. Gülerken, ağlarken, üşürken, öksürürken, terlerken, boşalırken, seni seviyorum derken, sevişirken yalnız... "Yalnızlıkların en amansızı" diyor Attila Tokatlı, "İnsanın kalabalık ortasındaki yalnızlığıdır. Birliktelik gibi görünen, dayanışma gibi bilinen, yaşanan yalmzlık. Bir mitinge katılan insanların yalnızlığını getırin gözlerinizin önüne; her an dağılmaya hazır ve sırf bunu unutabılmek için biraz daha fazla haykıran ve haykıra haykıra kendilerine yeni tanrılar yaratan insanların o sefil yalnızlığını..." En korkunç yalmzlıklardan birıne daha parmak basıyor, diyor ki: "Bir idam hükmünü imzaladıktan sonra, adalet adına kalemini kıran bir yargıcın yalnızlığı!.." Öyle bir yargıç hatırlarım, küçük illerden birinde, ömründe bir kez idam cezası vermişti. İdam hükmünü verdiği günün gecesi hüngür hüngür ağlamıştı. Hem ağlıyor hem de "İnşallah Yargıtay bozar" dıyordu. "Niye Yargıtay da, sen değil? Ağlayacağına idam vermesene!" diye sorduğumda da hüngür hüngür ağlıyordu. Attila, daha ulu katlara uzanarak, oradaki yalnızlığı da dile getirmek istiyor, "Ne bileyim, bir küçük kıza daha sahip olabilmek için gökyüzünden sesler indirenin yalnızlığı... Muhalefeti susturdum diyen diktatörün yalnızlığı... Bir sanatçının yalnızlığı... Gemicilerin açık denizlerdeki yalnızlığı... Sevdadaki yalmzlık... Bir kadını sevmenin yalnızlığı..." Bağlıyorum artık: Mezardaki yalnızlığımız... Herkesin çekilip gittiği, duaların bittiği, toprak altındaki yalnızlığımız. Ve onun ilk gecesinin yalnızlığı!.. Romanın tümü bir devrimcinin yaşamını ve çevresini anlatıyor. Elbette eleştirmenler, üstünde gereken önemle duracaklardır. Ben orada yalnızlığı yansıtan bir bölümü anlatmak istedim. Beni çok duygulandırdı, sizi bilmem!.. Gittikçe artıyor yalnızlığımız!.. Irkçılığın son kalesi Durban'da akşam karanlık. lbrahim Amod'un evini anyorum. Ibrahim Amod, Port Elizabeth'ten tanıdığım Yunus'un babası. Guney Afrika Muslüman Gençlik Konferansı Orgutü'nun ileri gelenlerinden. örgüt, Afrika kıtasının güney ülkelerinde siyahlar arasında Müslümanhğı tanıtma çahşmalan yapıyor. Amod'lann evı kalabalık. Hintli aıle, çocuklardan birinin lise mezuniyetini yemekle kutluyor. Evdeki eşyalara, renkli televizyona ve evin genişliğine bakılırsa, ekonomik duzeyleri oldukça iyi. Onlann Apartheid'dan nasıl etkilendiğini soruyorum. lbrahim Bey'in damatlarından 56 yaşındaki Yusuf Bey anlatıyor. "Yirmı yıldır lngiüz çokuluslu boya ve kimya şirketi ICI'da satış görevlısi olarak çalışıyorum. Hiç terfi etmedim. On yıllık hızmet beraatı olarak şirketin kıravatını hediye ettiler, hem de 8 yülık gecikmeyle. Bu yirmi yıl içinde fırmaya birçok beyaz yabancı göçmen geldi. Özellikle 1975'te Rodezya'dan gelenler. Hiçbir şey bilmiyorlardı, ben öğrettim işi. Kısa zamanda hepsi patronum olup, yukseldıler şirkette. Şırket kimilenne lojman, kimilerine araba verdi. Bana da at amblemli kıravat. At gibi çalıştıgun için onca yıl..." 40 yaşındaki Reşıt Bey supermarket sahibi. "Hıntlilerın ekonomik durumunun siyahlara oranla iyi olması, onlan apartheid'a karşı daha hoşgörulu kılmıyor" diyor \e anlatıyor: "Beyaz değilsen, ikinci sınıf vatandaş sayılıyorsun. Paran olsa bile, örneğin istediğın yerden ev alamıyorsun. Hintliler, en kötu ve sapa yerlerdeki evlere, beyaz semtlerdekınden çok daha fazla para ödemek zorundalar." Durban, Hint Okyanusu kıyısında, Guney Afrika'nın en önemli liman kentlerinden. Eski lngiliz somurgesi Natal'da bulunduğu için en çok konuşulan dil tngilizce. Yusufla buluştuktan sonra, ilk işimiz kızını Hintli olduğu için kabul etmeyen hastaneye gitmek oluyor. Kayıt bölümündeki sarışın hemşıreden kızjnın başvuru kaydını bulmasını istiyor. "Hintli oldugu için kabul edilmedigini bir kez de siz soyler misiniz, yanımdaki arkadaş gazctecidir. O da kulaklanyla duysun" diyor. Biraz tedirgin, çevreye bakıyorum. Hemşire hastanenın guvenlik görevlisini çağırsa, başımız derde girebilir. Heraşire kayıtlara baktıktan sonra, "Evel haklısınız. kmnız Hintli olduğu için kabul edilmemiş. Asyalı hastalan R.K. Kahns Hastanesi'ne sevk edivoruz" diyor. "tşle boyle" diyor Yusuf. "Doktorların ettigi Hipokrat yemini burada beyazlar için geçerii sadece. R.K. Kahn Hastanesi benim oturdugum yerden 70 kilometre uzakta olduğıı gibi, alerji servisi de >ok." Biraz eskimiş, kuçuk gökdelenlerden oluşan kent merkezinden denız kıyısına iniyoruz. Kıyıdakı geniş yolun ardı kumluk plaj. Oldukça kalabalık. Herkes beyaz plajda. Yusuf anlatıyor: "İşyerime yakın olduğu için sabahlan bazen buraya gelirdim. Bir gün Rodezyalı bir göçmen gorevliye şikâyel etmiş, burada denize giremeyeceğimi soylediler. BBC muhabiriyle goruşup aniattım. Guney Afrika hukumeti, 'Apartheid kalktı' diye dunyayı kandınyor. Gel de şu tabeiayı oka." Tabelada yazılanlar şöyle: "Durban kenti plaj yasasına gore bu plaj, beyaz ırk mensuplanna aynlnuştır." Arabaya binip kıyı yolunda iki kilometre kadar gidıyoruz. Orada plaj daha sakin. Kumsaldaki aynı tabelada, "...meiez ırk mensuplanna aynlmıştır" deniyor. tki kilometre ötede Hıntlilerın ve daha sonra da sıyahların plajına gıdiyoruz. Beyaz olmayanlar işlerinde olduklanndan, onlann plajları, beyazlarınki gibi kalabalık değil. Dönuşte Yusuf, kumda yatan beyaz kalabalığı gösterip, "Hem bizi sevmiyorlar, bem de güneşte yatıp bizim gibi koyu lenli olmak istiyorlar" diyor. Kenıin merkezinden sıkıp tek katlı bahçeli evlerin bulunduğu semtlerde dolaşıyoruz. Irkçı rejimin, insanları derı renklerine gore ayırıp, yerleşim bölgelerine ayırma merakı akıl alacak gibi değil. Sınırlar bazen bir yol, bazen de demiryolu olabüıyor. Yusuf da Guney Afrika'daki yuzbinlerce insan gibi, 1950'lerden sonra yo Sontto'nun siyahgençleri ve çocuklan birprotestogösterisinde. Güney Afrika'daki son günümde BBC'den duyduğum haber şuydu:"Ba a Thmsvaal bölgesinde polis kendisine taş atan çocuklan ates açtu Üç çocuk öldü..." netimm zoruyla doğup büyudüğu evden ve çevreden kopanlıp, deri rengine göre başka yerlere yerleşnrilmiş... Tepe üzerinde bir semtte Yusuf, sosyolog profesör Fatima Meer ıle konuşmamı öneriyor, profesörun evine gidiyonız. Fatima Meer Apartheid rejımine karşı 50'lerden bu yana savaşım vermiş, ulkedeki muhalefet çevrelerinde sayüan bir sosyolog. Durban Üniversitesi'nde öğretim uyesi. Profesör Meer, 27 yıldır Durban Üniversitesi'nde oğretim uyeliği yapıyor. Unıversite, beyaz olmayan ırklardan öğrencileri kabul etmeye uç yıl önce başlamış. Ama bunların sayıları % 10'u geçmiyor. Bir öğretim üyesi olarak Apartheid'dan nasıl etkilendiğini soruyorum, anlatıyor: Yusuf'la kentte pak ettiğım arabayı alıp, havaalanına gitmek üzere yola çıkıyoruz. Arabayı aldıktan sonra caddedeki cankurtaran ve çevresindeki kalabalık dıkkatimi çekiyor. Yerde yatan beyaz yaşlı kadına doktoriar suni solunum masajı uyguluyorlar. Dün gece çıseleyen yağmur altında tek başına can veren siyah adam geliyor gözumun onune. Durban'ı son bir günün iç karartıc\ izlenımleriyle terk ediyorum. Johannesburg'un kuzey semtleri, kent zengınJerinin oturduğu yer. Pat'ın anne ve babasının evine gidiyonız. Evler, asırlık, çınarlar, dev manolya ağaçlan, palmiyderin altında, güUderle bezenmiş bahçelerin içinde. Hepsinin yttzme havuzu, çoğunun tenis kortu var. Sokak kenarlanndaki çimenlerde, Noel zamanı ailelerinin yanına gitmelerine izin verilmemiş siyah bahçıvanlar, uşaklar oturmuş, sohbet ediyorlar. Philip, havuzun başında Pat'ın dayısına, "Apartbdd sömiirgerilik, empcryaUzm ve kapiulizmin dogal sonucu" diyor. Yaşü adam, "asıl sefalet TC baskı sosyalist ulkderde" diye karşılık veriyor. Günün gazetelerinde siyah ilçelerde ne olup bittiğuıe ilişkin haber yok artık. Tutuklulann serbest bırakılması için yttrtltülen kampanya da bastınlmış durumda. Philip'e "Yöneüm bir jest yapıp hiç oimazsa tntukla çocuklan Mİrvennez mi?" diye soruyorum. "Afrikaner yöaetiminin kafa yapıs buna tzin vermez" diyor, "Burası şoven, erkek topİumo. Dı? baslolara boyun etme ft zayıflık göriınümiı vennemrk için, yapmmdar boyle sey. ÜstcUk KaJvinistler eUerini Teririene kolUnnı kaybelmekten korkarlar." Güney Afrika'daki son günümde, ulkedeki durum haklonda duyduğum son haber BBC'den: "BaO Transvaal bolgesinde polis kendUiK Us aUn cocnklara ates açü. ü ç cocnk öldü." Havaalanı otobüslen, Johannesburg gannın yanından kalkıyor. Soweto dolmuslannın kalktıgı meydanda ınce yapısı ve tek gözündeki siyah bantla Sammy Dawis Jr.'a benzeyen bir siyah, elini mikrofon gibi tutup şov yapıyor. Şova karşılık olarak ısmarladığım votkayı yudumlarken sohbet ediyonız, otobüsün kalkışını beklerken. "Git, sesünizi doyur insanlanna" diyor. "Söyle onlara merak etmesinler bizi. Çok ezildik, ama arük zaman bizim yanımızda..." Blzl merak etmesinler: Güney Afrika'da son günüm. Johannesburg Havaalanı'na gitmeyi beklerken, tek gözündeki bant ve mikrofon gibi îuttuğu eliyle Sammy Davis Jr.'a benzeyen siyah genç şöyle diyor: Git, sesimizi duyur insanlarına. Söyle onlara merak etmesinler bizi. Çok ezildik, ama artık zaman bizim yanımızda... "Bana uzun yıllar ikinci. uçuncu sınıf ogretim uyesi muamelesi yapıldı. Yurtdışında araştırmalanmı yayımlayabiliyorum, burada bu olanaksız. Profesorluğum burada kabul edıldiginden çok once dunyada çesitli universitelerden davetler aldım. Bugun uiaşabildigim noktaya bile buyuk inatçı bir çabayla gelebildim. Beyazlar arasında onyargısı olmadıgını soyleyen liberal çevreler bile ayınmcılık uyguladılar. Yeterli özelliklerim olmadığı için jukselemediğimi iddia etti birçogu." Fatima Meer, 1952'de iki, 1976'da da yedi yıl olmak uzere toplam dokuz yıl, yönetim tarafından "yasaklı kişi" ilan edilmış. 6 ay da hapis yatmış. "Bir ara ortaya ilginç bir durum çıktı. Çunkiı aynı donemde evde kocam, oglum ve damadım olmak uzere dort 'yasaklı' bir aradaydık. Yasaklı kişileria başkalanyia konuşmaUn mümkun olmadıgından, yönetimden özei izin almak zorunda kaldık." BİTTİ Abartma haber ve dedîkodu cenneti 7 Güney Afrika'nın kaderini elbette jeopolitik ve "vızfeç&aıeyecek çıkartar" tayin edecekti. Peki ya insanlar? örneğin "Botha Sowciolo ögrendleri öldiirttükten sonra, cesetleri bulanınasın diye, kıyma nuüdnesinde çekdrtmiş" dedikodularıru yaratabilen insan unsuru bu coğrafyanın geleceginde hiç mi rol oynamayacaktı? Hem dünyanm en güzel sözlü masallarının anavatanı Afrika değil miydi? öyle olmasa, Johannesburg'a vardığımızın ilk günü Yvette V M Breda'mn The Star gazetesınde yayımlanan şu haberini okumak raümkün olur muydu? "Guguletu kabilesinden David Bozo, dun Athlone'de tencere içinde S dinamit lokumu kaynattığı sırada bir komşusunun ihban üzerine yakalandı. lfadesinde büyücünün mide ağnlannın geçmesi için dinamit suyu içmesini tavsiye ettiğini kaydeden Bozo*yu, yargıç Visagje nıhsatsız patlayia bulundurmaktan 800 rand para ve 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Yargıç karannı açıklarken Bozo'ya 'Dikkat et bir daha dinamit suyu içersen miden infilak eder' dedi." Bozo, örneğin bu olaydan iki gün önce ırkçüık hakkında yaa yazmak ttzere gelen bir gazeteciye "Jandarma on blnlerce siyah çocntn toplayıp kamplara kaparb" demiş olabilirdi. Hint Okyanusu'ndaki Durban kentinin Daily News gazetesınde Garry Brennan imzasıyla yayunlanan haber ise şöyle: "Amanzimtoti kabilcsiaden bir kadın, polisin verdifti bllgiye göre, karakola tdefon ederek tuvaleriDde bir Ümsah oMnguo bUdinU. Bir siyah ve bir beyaz poHs •ukaat yerine girti. Beyaz polis tabancasını çekcrek ywnş yara» ravaledn lupısını araladı. Ortalıkta bir şey görtamayordu, rahat nefes aklı. Ama emin olmak içia tüTaletin kapagını kaldırdıgı sırada, sonradan Legmaao (bir dns iri sürüngen) o)dn£u ögrenflen cancvar kesldn dişleriyle polisin suratına bir taamle yapü ve ştmşek hızıyla kuburdan fıriayarak saloaa girdi. Dısardan 'tekrar tuvalete geliyor' çıglıgı gdmesi âzerine tnvaletin üzerine çıkan polisin aymp, kapaguı kınlmasıyla kubura sıkışb. Bn arada olay yerine gelen Daily News foto mohabiri, 'Resim çekersen vurunım' tehdidiyle karsdasınca ay^gı knbnra sıkışnuş polisin fotografını çekemedi." Şimdi bu coğrafyada kimin hangi iddiasına inanılacaktı? Her şey öylesine abartıbyor, ölen 3 kişi 3000 yapdıyordu ki, bu da, dedikodu olarak başlayan bir olayın gerçeğe dönüşmesine yol açacak yeni kin ve nefret tohumlan ekiyordu. örneğin TVden seyrettiğimizle kalsak "Tamam Gttney Afrika'da devrim basladı" diye düşüneceğimiz 12 kişinin öldüğü SowetoMeadowlands olaylan, lngiliz gazetesi The Times'ın Johannesburg ekibinden Eric Marsden'in 6 Nisan 1986 tarihli haberine göre şöyle meydana gelmişti: Bir trafık kazası sonucunda gerginleşen hava nedeniyle toplanan mahalleli gençler sloganlar atarak siyah şoförün evine doğru yürüyüşe geçmiş, burada evi korumak isteyen kişilerle çatışma başlamış, ev yakılmış, sekiz kişi ölmüştü. Şoförün parayla tuttuğu gençler ertesi gün karşı taraftan dört genci arabanın bagajında egsoz ganyla zehirlemiş ve cesetlerini ortaya atmıştı. Ertesi gün Soweto'da "Kangunı Mahkemesr denilen halk mahkemeleri kuruJmuş, sağcı siyahlar solcu siyahlarla çatışmaya başlamış, olaylar ancak Ihtu'nun müdahalesi üzerine yatışrnışlı. * * * Demek ki insan unsuru en az jeopolitik ve güçler Güney Afrika, işte bu! dengesi kadar bu coğrafyanın kaderini belirleyici etken olacaktı. Bu insana baktığımızda ortaya çıkan manzara ise şöyleydi: Yıllann ırkçılığı siyah aydınları, ağzından yumuşak sözler, gözlerinden alevler çıkan insanlar haline getirmişti. Fakat aydınlardan ayrüıp sokaklara karışınca durum değişiyordu. örneğin ne zaman fotoğranannı çekmek üzere siyahlara yaklaşsak içimizi bir endişe kapbyordu. Sanki onlan, renkleri yüzünden konu olarak sectiğimizi hissedeceklerdi. Oysa makineyi görür görmez gülümsemeleri onların kendilerini siyah olarak düşünmediklerinin göstergesiydi. Demek ki fukarabğınrengiyoktu Eğer olsa, Lampedusa Adası'nın fukara beyazlan gibi kıkırdayıp poz vermezlerdi. Hemen hepsi güneş çarpmasın diye şapka takıyor, siyahlıklarını en pahalı giysiler, timsah derisi ayakkabılarıyla örtmeye çalışıyor, Carlton Oteli'ndeki "Meksika Gecesi"ne Meksikalı kıyafetiyle gitmekte tereddüt etmiyorlardı. En bayüdıklan şeyin başaşağı çevirince giyinen, dü UFUK GÜLDEMİR mek işine kafa yorduğundan dış basını pertavsızla okuyordu. Bu çerçevede ne zaman Amerikan Kongresi'nde G. Afrika'daki ırk aynmını eleştiren bir karar tasansı kabul edilse basın, "dost büdik düşman çıktı" diye Washington'a saldınyordu. Sağcı Vaderland gazetesinin, ABD bazı stratejik madenlere ithalat ambargosu koymasını "ahlaksızlar" manşetiyle yayımlaması hâlâ akıllardaydı. Aynı gazetenin başyazısında ise şu satırlar vardı: p iyi bir sözcük dcgil, ama Amertkai nın dış poliükasını en iyi bu sözcük anlabyor." Bu histeri, ülkeyi izlemeye gelen yabancı gazetecileri, "bizden", "bizden değil" diye ikiye ayırmalanna yol acmış, gazetecilerin böyle tasnif edildiği ülkelerde bu tasnifin sokaklara kaymamasmın mümkün olmayacağını gözden kaçırmışlardı. * * * Beyaz ile siyah adam arasında uçurum ilk bakışta öylesine büyük görünüyordu ki, ellerini arkasmda bağlamış yüzü dövmeU erkek gfizeli, dağ gibi bir Harranh'nın, sol kulağı tek taş pırlanta küpeli erkeklerin dans ettiği biı di skoteğe elinde tnırra cezvesiyle girip, bir onlara bir kendisine bakıp sonra "bunlar deli" diyerek kendisinin halihazırdaki durumunu açıklamasına benziyordu. Oysa uçurumun bu benzetmedeki kadar derin olmadığı beyazlann saçlannı kıvırcık yaptırmak, siyahların da düzleştirmek için berbere dünyarun parasım harcamalanndan belliydi. Beyazlara göre, siyahlann garip bir ten kokusu vardı ve hepsi birbirine benziyordu. Siyahlara göre de beyazlann garip bir kokusu vardı ve birbirlerine benziyorlardı. Siyah veya beyaz, akşam olunca TV'r<e haberleri dinliyor, sonra telefonun başına geçerek günün kulisini ahyorlardı. Siyasi rakiplerinden merhametsiz sözcuklerle bahsediyor; 'Iblis", "despot", "tiran" diyor, biraz sonra ekliyorlardı: Sansasyonel haberler vere vere basın bizi bu hale getirdi. Birer ataşe çantası taşıyor, bunun içine çeşitli dosyalar, kravat ve küçük bir hesap makinesi koyuyor, kravatı bazen takıyor, ama dosyaları hiç değiştirmiyorlardı. Küçükken okulda çantalannın kilidi bozuk olduğu için sapı tuttuklan elin işaret parmağı ile çantanın kapağını tutmaya alıştıklanndan, şimdi ataşe çantaiannı taşırken de sanki kapağı her an açılacakmış gibi işaret parmağı ile çantanın kapağını tutuyorlardı. **• Fakat özetle, Güney Afrika uyandırdığı izlenimlerden çok daha fazlasma layık bir ülkeydi. Döndükten sonra bu yazılan yazarken, ait katta bir fare görüldüğu haberi gazetenin altını üstüne getirmeye yetmişse, kimbilir Güney Afrika gibi bir ülke nasıl rüzgârlara kapılıp oradan oraya savruluyordu. Üstelik zulümün, günlük yaşamın parçası haline geldiği coğrafyalar, aynı zamanda en iyi kalpli insanların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıyor muydu? örneğin New York Times muhabiri Atan Cowell'i bir çatışma sırasında beyaz polisin elinden beyaz bir taksi şoförü kurtarmıştı; Alexandrialı siyah kolyecilerin elinden de siyahlar. Soralım Cengiz Çandar'a; her gün vahşi insan gaddarlığına sahne olan Beyrut, aynı zamanda tarihin en fedakârane dostluklarına tanık olmuyor muydu? ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞtPAL "Bu Soru: arü gösterge" zeltince soyunan kadınlann bir sıvı içinde hareket ettiği kalemler olmasına bakılırsa, en ufak çatışma dahi burada hayli kanü cereyan edebilirdi. Ama bu konudaki en çarpıcı sinyali ifadesiz yüzleri, düşük omuzlan, tspanyol paçalanyla cadde köşelerinde, gelmeyecek bir şeyi beklermiş izlenimi uyandıran halleri veriyordu. larih bize ayaklanmalaı sırasında hımbıl adamın dünyarun en acırnasız yaratığı haline geldiğini söyledigine göre, eğer burada bir şey olacaksa en çok kanı, şimdi zararsız görünen bu adam dökecekti. tran cephesinin en büyük kahramanı, göğsü açık makineli ateşine koşan hımbıl adam değil miydi? Onlar savaşa, savaş da onlara kişilik kazandınyordu. * • • Kara Afrika'nın kireç gibi beyaz adamına gelince, emniyet kemerinden nefret edip otoriteden korktuğu için kemeri takmış izlenimi vermek için omuzunun üstünden kucağına doğru çekiyor, ama kilitlemeden bırakıyordu. Ülkeyi değiştirmek yerine ülkenin imajıru değiştir İNSAN MANZARALARI Güney Afrika'da Devkt Başkau hmgiyttküeresahip? Meclisi toplantıya çağırmak, feshetmek, bakanlan atamak, stkıyönetim ilan etmek, savaş ve banş ilan etmek. Başkanı kim seçer? Üç kamaradan oluşan Güney Afrika Meclisi'nin belirlediği seçim konseyi. Üç kamarah mtcMste en çok kimin oy hakkı Evet Her $eye beyazlar karar vertyona o halde diğer iki tnecüse ne gerek var. "Genei konular" her üç mecltste "kendi işieri" denilen, kultür, eğiüm, itnar konulan o ırke ait mediste görüşulüyor. £#er mecüsler bir konuda atUaşamazsa ne oiur? Anlaşmazlık, beyaziarm 20, melezlerin 10, HintlUerin 5 üye venliği 25 üyeyi de başkanın atadığı başkanhk konseyine gider. Eğermectislerden blrikendisinifesnederse ne oiur? Eğerfesheden beyaz meclis değilse, hiçbir şey olmaz. ? Beyazlann 178, melezlerin 85. Hinllilerin 45 milletveküi var. O hatde bafkanı beyazlar seçer? Doğru. Her ırka ait mectis ayn binalarda mt çah ? ilan yayımlayan gazeteye baskın Dış Haberler Servisi Johannesburg'da yayımlanan The Star gazetesinin merkezine bir baskın yapan polisin, Guney Afrikalılan gözaltındakilerle dayanışmaya çağıran ilanın yayımlandığı nüshaya el koyma girişimi yuksek mahkeme tarafından onlendi. . Okuyucuları ağırlıkla beyaz olan The Star liberal, ırk aynmına karşı bir yayın politikası izlemekle tanınıyor. VVashington Post'un konuya ilişkin haberine gore polis, sozkonusu nushaya, gazete olağanüstü hal yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle el koymak istedi. Olağanüstü hal yasası gozaltındakilerin serbest bırakılması konusundaki istemlerin dile getirilmesini yasaklıyor. Aynı yasa polise şüphelileri süresiz gozaltına alma hakkı tanıyor. The Star'ın Genel Yayın Mudüriı Harvey Tyson, yuksek mahkemeye verdiği dilekçede gazetenin, ilanı, metindeki bazı sözcüklerin çıkarılması sonucunda yayımlamaya karar verdiğini ve yayımlanmış metnin yasalan ihlal etmediğinı söyledi. The Star, ilanla birlikte birinci sayfada yayımladığı başmakalede şu göruşleri dile getirdi. "Magna Larta'nın ilk kaleme alındığı 700 yıldan beri Batı u\garlığı insanlann mahkemesiz hapsedilemeyeceği ilkesini benimsemiştir. O>sa ülkemizde değil bu prensibi uygulamak, uygulanmasını savunmak bile suç haline gelmiştir." Yurutmeyi durdurmak amacıyla bölgesel yuksek mahkemeye başvuran The Star'ın istemi kabul edildi. BtTTİ Ben 1949 yıhnda göreve başladım. 657 sayüı Devlet Memurlan Yasası'na göre lise dengi (köy enstitüsü çıkışlı) meslek okulu mezunuyum. Halen çalışmaktayım. Ancak yakın zamanda emeldi dilekçemi vermeji düşüniiyorum. Hizmet siırem, emekliUğimi istedigimde 37 >ıl 8 ay hizmet süresi üzerinden emeldi olacağım. Şimdi çalışırken 2. derecenin 6. kademesinden, yani 1.340 gösterge üzerinden maaş aJıyorum. Buna 1987 mali yüında (ocak 1987) 900 artı gösterge eklenince 2.240 toplam gösterge X katsayı ve maaş tutanm ortaya çıkıyor. Ögrenmek istediğim: 1. Emeldi olursam emeldi ikramiyemi aynı göstergeden alabilir miyim? 2. Emeldi olunca çalışırken aldıgım 900 artı göstergem aynen kalır mı ve emeldi maaşun gene 2.240 gösterge ' den mi baglanır? 3. Artı göstergede bir düşürülme olarsa (ki sık sık bu konuda yakınmalara rastlamaktayız) kaç göstergeye dttşüriilür? 4. Bu artı gösterge kazanılmış bir hak sayümıyor mu? KnTanılınış haklann geri alınamayacagı hakkında bir idari karar oldugunu hatırlıyorum. 5. Emeldi olunca emekli maaşımı (37 yü 8 ay hizmete karşı) % kaç üzerinden almam gerekir? 6. Yukanda verdigim bilgiler ışıgında gerek ikramiyemin ve gerekse emekli maaşımın 66 katsayıya göre he .' saplanmasını bekliyonım. M.Ü.İÇEL YANIT: 1. Eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfmda 1987 yüı için 2. derecenin kademelerinden aylık alanlara + 900 ek gösterge uygulanmaktadır. Ancak "657 sayılı Devlet Memurlan Kanunu'nun 1897 sayılı kanunla değişik 36. maddesinin ortak hüküm leri kısmının (A) bendindeki tablo ile, devlet memurlarınm tesis edilen sınıflar itibariyle öğrenim durumlarına göre hizmete başlangıç ve yükselebilecekleri derece ve kademeler tespit edilmiş, iise dengi meslek okulu (öğretmen okulu) mezunlannda 12. derecenin ikinci kademesinden başlatılmak suretiyle 3. derece 8. kademeye kadar yükselebilecekleri hükmü getirilmiştir." Bu nedenle görev aylığınıza uygulanan + 900 ek gösterge, emekli olduğunuzda ne yazık ki 3. derecenin kademelerine uy . gulanan + 600 ek göstergeye düsecektir. 2. Görev aylığı aidığmız 2. derecenin 6. kademesinin ana göstergesi olan 1.340 aynen kalır, ancak bir çelişki oluşturan ek gös terge ise 2. dereceden değil, 3. dereceden ve + 600 olarak emekli aylığınıza yansır. Böylece size emekli aylığımz ve ikramiyeniz 2.240 toplam gösterge üzerinden değil 1.940 toplam gösterge üze • rinden ödenir. 3. Artı göstergeniz + 900'den, + 600'e düşürülür. 4. Kazanılmış haklann geri alındığına, günümüzde sık sık tanık olmak tayız. 5. Toplam hizmet süreniz olan 37 yıl 8 ay karşılığı size 37 yıl . için «7o 82 ve 8 ay için de °fo 0.67 olmak üzere toplam % 82.67 • '« oran üzerinden emekli aylığı baglanır. . * 6. T.C. Emekli Sandığı Yasası uyarınca "verilecek emekli ikramiyesinin hesabında, 30 fiili hizmet yılından fazla süreler nazara alınmaz." Bu nedenle ikramiyeniz 30 yıl ve 1.940 göstergeye ' göre 66 katsayı üzerinden 3 milyon 841 bin 200 TL. olarak ödenir. Bu tutardan yalnız binde 4 oranında ve 15.365 TL. damga vergisi kesilir. ' Emekli aylığımz ise gene 66 katsayıya göre 105.847 TL. aylık ^ ve 30.000 TL.de sosyal yardım zammı toplam 135.847 TL. olarak baglanır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle