21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ÇUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yakın ilçeierden ve köylerden karşüayıcı olarak gelenler de Ankarahlara katümış, yollan büyük bir kalabalık kaplamıştı. Şimdiki Cenelkurmay Başkanüğı binasımn bulunduğu yerden Ankara'nın Ulus alanma kadar bütün yol kıyılannı ve ovayı on binlerce kişi doldurmuştu. Yaya ve atlı Ankara seymenleri yerel giysileriyle dikkati çekiyor, bunlardan bir bölümü düzeni sağhyor, trafîk polisi görevini yapıyordu. Lise öğrencilerinin bulunduğu yerin hemen sol yamnda (birkaç gün sonra Ankara'dan kaçtıklannı öğreneceğimiz) iki Fransız işgal subayı, at üzerinde yer almış olarak karşılayıcılar arasında bulunuyordu. Yolun iki kıyısını dolduran kalabalıkta bir kıpırdama oldu, başlar öne uzandı, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları bizim bulunduğumuz yerdrfn epeyce uzakta otomobilden inmişler, yürüyerek geliyorlardı. O'nun yanındakilerden yalnız Hamidiye Kahramanı diye anılan Rauf Bey'i resimle'inden tanıyordum; Mustafa Kemal Paşa1 nın sağında yürüyordu. Solunda ve arkasında yürüyen kişilerin kim olduklarmı bilmiyordum. Zaten gözlerimi Mustafa Kemal Paşa'dan ve Rauf Bey'den ayırıp ötekilere bakmıyordum bile. "Yaşa, var ol" sesleri ve sürekli alkışlar yöreyi çınlatıyordu. Bir ara başımı sol yana çevirerek Fransız subaylanna hınçla baktım. Kılıçlannı omuzlarına kaldırmışlar, selam vaziyeti almışlardı. Mustafa Kemal Paşa, üç beş adımda bir sağına veya soluna bakıp sağ elini başına göturerek iki yandakileri selamlıyor ve böylece yol boyundaki halkın alkışlarım yanıthyordu. Başında kuzu derisinden gri renkte bir kalpak, sırtında açık boz renkli, belinden kemerli bir palto vardı. Rauf Bey basık kalıplı bir fes ve koyu gri uzun bir palto giymişti. Birinci Dünya Savaşı'nda Anafartalar Kahramanı, 1919 temmuzundan beri de Erzurum ve Sıvas kongrelerinin ve Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin Başkanı olan Mustafa Kemal Paşa işte önümüze doğru geliyordu. Onu yakından görüyorduk. Biz sekiz arkadaş, daha Yozgat'ta bulunduğumuz sırada bile gönlümüzde onu görmek özlemi uyanmıştı. Şimdi 1520 adım sonra tam yammıza gelecekti. Yüreğim sanki dışan fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Önümüzden geçerken bütün öğrenciler hep birlikte onu ne kadar yürekten alkışlamıştık. Bizlere doğru baktı, elini başına götüriip alkışımıza selamla karşılık verdi. Bu bakış sırasında onun olağanüstü etkili keskin mavi gözlerini görerek ürperdim. Bu dik yürüyüşlü, ince endamlı, sert denebilecek kertede ciddi bakışlı adamda insanı büyüleyen, insanın ruhunu sanki benliğinden söküp alarak kendisiyle birlikte götüren insanüstü bir görünüm vardı. Onlar geçtikten sonra halk da arkalanndan yürüyerek onlan izlemeye başladı. Başımızdaki müdür yardımcımız, biz öğrencileri, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlanru izleyen kalabalığa kanşürmadan iki sıra halinde ve serbest yürüyüşle okula getirdi. O akşam arkadaşlarla aramızdaki tek söyleşme konusu hep Mustafa Kemal Paşa oldu. • •• Şimdi şu satırlan yazarken 68 yıl önceki o içtenlikli, yapmacıksız coşkuyu düşünüyorum. Yalnız biz liselilerin coşkusunu değil, Mustafa Kemal Paşa'yı karşılayan bütün halkın coşkusunu!.. Bir de şunu düşünüyorum ki, o da: Kelleyi koltuğa alıp, padişah hükümetince çıkanlan ölüm fetvalanna ve fermanlanna karşın Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı sürdürerek başarıya ulaştıran bu büyük insanın, büyük liderin gerçekleştirdiği devrimi silip Türk halkına çağdaşlaşma yolunu kapamak isteyenlerin ulusal bayram günlerinde onun kabrini ziyaret etmekten kaçınrrıalanndaki nankörlüktür. Büyük Türk ulusunun içinde, sayıları az da olsa, böyle nankörlerin bulunması gerçekten utanç verici bir olaydır. Şunları da düşünüyorum: 12 Eylül 1980 darbesinden sonra devlet gücünü ellerine geçirenler ulusal Kurtuluş Savaşı'nı Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde başarıya uiaştıran Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin tarihsel yüceliğini niçin unuttular ve kunıiduğu 23 Nisan 1920 gününü bayram olarak kabul edenlerin iradesini göz ardı ederek o günü hangi nedenle bayramlıktan çıkardılar ve aradan bir süre geçince yine hangi nedenle yeniden bayram yaptılar? Atatürk'ün vasiyetini hedefınden saptırıp onun özel birer demek olarak kurduğu ve ikiz evlat gibi sevdiği Türk Dil ve Tarih kurumlannı niçin kapattılar ve onlara bıraktığı geliri hangi nedenle bir devlet dairesi durumuna getirilen kurumlara özgülediler? 12 Eylül'de bir darbe ile iktidara gelenlerin arzusu mademki Türkiye"de çağdaş demokrasiyi yeniden kurmak idi; ne nedenle Atatürk'ün kurmuş olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'ni kapatarak politika hayatından sildiler? Atatürk'Un kurduğu halkevleri ne için kapatıldı? Atatürk'ün gerçekleştirdiği öğretim birliği ilkesi hangi nedenle bozuldu? Türk tslam Sentezi kamuflajı altındaki ümmetçilerin sırtlan sıvazlanırken çağdaşlığı savunan gerçek Atatürkçüler, sağ veya sol militanlarla aynı potaya konularak niçin horlandı ve ezildi? Ve bütün bunlar neden hep "Atatürkçülük" diye diye ve onun adına yapıldı?.. Birkaç gün sonra yeni bir yıla gireceğiz. Bütün dileğim, "çağ atlama"nın teknik kopyalardan önce "çağdaş yolda düşünen kafalar yetiştirmek" ve Atatürk'ün açtığı aydmlık yola dönmek ile mümkün olacağının bir an önce anlaşılmasıdır. Yeni yüda vatanımızın esenliğini ve sevgili okurlarımız başta olmak üzere bütün halkımızın mutluluğunu yürekten dilemekteyim. 27 ARALIK 1987 Mustafa Kemal ve Aııkara Hıfa Veldet VELİDEDEOĞLU Bugünkü yazıda Mustafa Kemal ve Ankara bağlamını ele âlmamızın iki nedeni var: Bbindsi, Mustafa Kemal Paşa'nın Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti içinde ve yurt kapsamında örgütlendirdikten bir süre sonra Sıvas'tan Ankara'ya tam 68 yıl önce bugün, 27 Arahk 1919'da gelip savaş merkezini burada kurması; ikinci neden ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin geçen haftaki açılış töreninde Cumhurbaşkanının konuşması dolayısıyla siyasal çevrelerde ve gazetelerde çıkan tartışmadır. llkin bu tartışma konusunu ele almak, 27 Aralık 1919 gününün anılarını da y&amın sonuna bırakmak istiyorum. • •• Mustafa Kemal Paşa, Bağımsızlık Savaşı'nı kazanıp Cumhuriyeti kurduktan sonra her yıl TBMM Başkanlık Kürsüsü'nden açış konuşmasını yaparken, yalnız Cumhurbaşkanı kimliğiyle değil, aynı zamanda Ankara milletvekili kimliğiyle konuşurdu. ölünceye dek de hep Ankara'dan milletvekili seçildi. Bu nedenle her yılın 1 kasıın günü yaptığı açış konuşmalannda Yasama Meclisi'nin başkanlık kürsttsü ona yabancı bir kurumun kürsüsü değildi. Çünkü, az önce belirtmeye çalıştığım gibi, kendisi milletvekili olarak o Meclisin bir üyesi buluııuyor, ancak Cumhurbaşkanı olduğu sürece, yürütme erkinin başı olduğu için, yasama çahşmalarına katılmıyordu. Şimdiki Cumhurbaşkam Sayın Evren'in ise Yasama Meclisi'nin bir üyesi olmadığını herkes bilmektedir. Meclisin geçici başkanlık divamnın tutumuna gelince: Ben TBMM'deki yaklaşık sekiz yıllık memurluğum sırasında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (o tarihlerde henüz Soyadı Yasası çıkmadığmdan, Atatürk adını almamışü). Mecüs Başkanlığı kürsüsünden konuşurken o Meclisin başkanlık divamnın, O'nun arkasında hazır ol vaziyetinde ayakta beklediğini görmedim. Meclisin Atatürk'ten sonraki açılış törenlerinde böyle bir durum olmuşsa onu bilmiyorum. Kısacası, TBMM'de Başkanlık Divanı üyelerinin, Cumhurbaşkanı konuştuğu sürece onun ardında ayakta beklemesi diye bir gelenek yoktur. Böyle bir beklemenin, bu kez Başkanhk Divanı üyelerince doğnıdan doğruya istendiği anlaşılmaktadır. Gazetelerde okuduğuma göre, Cumhurbaşkanlığı Halkla tlişkiler Dairesi Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanının Meclis Başkanlık kürsüsünden değil "hitabet" kürsüsünden konuşmak istediği halde, Meclisin geçici başkanlığınca "riyaset" kürsüsünden konuşması gerektiği yolunda işaret verilmis ve konuşma öyle yapılmış. Oysa, anayasada Yasama Meclisi'nin, Cumhurbaşkanının konuşması ile açılacağına ilişkin bir kural olmadığına göre, açılış günü geçici başkanlık divanı üyeleri kendi yerlerine otunır, geçici başkan Yasama Meclisi başkanlık koltuğuna yerleşip toplantıyı açar, Cumhurbaşkanırun konuşma arzuları da milletvekillerinin "hitabet" kürsüsünden gerçekleşirdi. Böylece hem ulusal iradeyi temsil eden TBMM'nin otoritesine gölge düşürülmez hem de Cumhurbaşkanının konuşması bir polemik konusu olmazdı. Devlet Başkanının Meclis Başkanı kürsüsünden konuşması Yasama Meclisi'nin otoritesine niçin gölge düşürsün, diye düşünenler olabilir. O gün televizyonda Sayın Evren'in konuştuğu sürece TBMM Başkanı'nın onun az gerisinde dimdik ayakta beklediğini görünce, Yasama Meclisi otoritesinin zedelendiğim sade bir vatandaş olarak ben nasıl duyumsadımsa, daha sonra görüştüğüm aklı başında sade vatandaşlar da aynı biçimde duyumsamışlar. Bu duyguyu içlerinde duyumsamayıp (hissetmeyip) öylece ayakta duranlar bu gibi büyük mevkilere seçilmemelidirler. Her kademedeİci adalet kürsüsünden devletin yasama kürsüsüne kadar her kürsü, onun onur ve otoritesini koruma yeteneğine sahip kişilere yaraşır ve hep öyle olmalıdır. Bu düşüncelerimi, gelecek yıllarda bu gibi bir uygulamaya yer verilmemesi umuduyla aktardım buraya. Şunu da not edeyim ki, rahmetli Atatürk, TBMM'nin ilk toplandığı gün olan 23 Nisan 1920 gününden başlayarak bütün yaşamı boyunca bu Meclise en büyük saygıyı göstermiştir. • •• Şimdi 68 yıl önceye, Mustafa Kemal Paşa'nın Sıvas'tan Ankara'ya geldiği 27 Aralık 1919 gününe dönelim. O tarihte Ankara Lisesi'nin onuncu sınıfında yatılı öğrenci idim. Mustafa Kemal Paşa1 nın Sıvas'tan yola çıktığj ve yakında Ankara'ya geleceği haberi okulda yıldırım hızıyla yayıldı ve arkadaşlar arasında büyük sevinç ve coşku doğurdu. Bu haberi duyunca sanki Paşa doğrudan doğruya bize konuk geliyormuş gibi sevindik. Hemen müdür yardımcısma başvurup Mustafa Kemal Paşa geldiğinde onu karşılamaya gitmek için izin istedik. "Zaten okulca gidip karşılayacağız, tek tek izin olmaz" dedi. Birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa'nın 27 Aralık 1919 günü Ankara'da olacağı haberini aldık. O gün büyük bir telaş, sevinç ve coşku ile hazırlanıp okulun alt holünde toplanarak sıraya girdik. O'nun geçeceği yola kadar gidip arka arkaya iki sıra halinde yol kıyısına dizildik. Ben ön sıraya duştüğüm için duyduğum sevinci hiç unutamam. PENCERE AltyapıÜstyapı? İstanbul'da nice gökdelen yükseldi; ama Kadıköy'den Avrupayakasınabakan Haydarpaşa'nıngörkemi hiçbirindeyok. Açık nefti üefke taşlarıyla kaplanmış bu büyük yapı, yakın tarihimize lök gibi oturmuştur. Alman emperyalizminin Türkiye'de hızlandığı bir dönemde, iki yıl içinde bitirildi Haydarpaşa, her biri 21 metre uzunluğunda 1700 kazık üzerine oturtuldu, 1908'de açıldı. 1850'lerden beri İngiliz, Fransız, Rus ve Almanlar arasında çekişme konusu olan bir sorun çözüme bağlanıyordu. Anadolu demiryolunu Almanlar Bağdat'a kadar uzatacaklardı; oradan da ver elini Hindistan... Ne var ki ingilizler Almanları Basra körfezinde durdurmayı bilecek kadar ustaydılar. Birinci Dünya Savaşı'nın en kanlı yillannda Almanlar, Anadolu demiryolunu döşemeyi sürdürdüler. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa komutasındaki biriikler 1914'ün aralık ayında "Turan'ı fethetmek için" Haydarpaşa'dan yola çıktılar; ama tren ancak Pozantı'ya kadar gelmişti; daha sonra yaya ve atla yürüyüş sürdü. Savaş sonuna kadar, Alman emperyalizmi bugünkü sınıriarımız içinde kalan demiryolunu bitirmişti. • Japonlar, Fatih Köprüsü'nü 1988'de bitirip İstanbul Boğazına ikinci gerdanlığı takacaklarmış.. Birincisini ingilizler takmıstı. Majestelerinin Başbakanı Margaret Thatcher, ikinci gerdanlığın yapımını Japonlara kaptırdığı için çok üzulmüştü. Üçüncüsünü yine ingilizlerin yapacağına ilişkin söylentiler pek güçlu... Attyapı gelişiyor. Her dönemde attyapı gelişmıştir. Dünyanın her yöresinde savaşta, barışta, sömürge yönetiminde, bağımsızlık sürecinde, faşizmde, demokraside, kapitalizmde, sosyalizmde askeri veya srvil rejimlerde altyapı şarttır. Çünkü bir ülkeyi sömürmek için de altyapı gerekiyor; bir halkı gönendirmek için de altyapı gerekiyor. Bu bakımdan şu veya bu hükümet ya da yönetim arasında ayrım yoktur. Ne var ki 19'uncu yüzyıldan bu yana yaşanan süreçlerde, Osmanh'da ve Cumhuriyet'te gerçekleştirilen altyapı yatırımlarının toplamı yetersizdir. Türkiye'nin dün sömürge olan ülkelerden bu alanda daha geri kaldığı da bir gerçektir. Başbakan Turgut uzal, ikinci hükümetinin programını Meclis'te okudu. Sayın özal'a bakarsanız özal'dan önce.siyok, özal'dan sonrası var; 60 yülık Cumhuriyet tarihi yok, son dört yıllık ANAP tarihi var. 1983'te iktidara geçen Turgut Bey elinde sihirii bir değnekle her şeyi bir kalemde degistirmiş; Türkiye'nin bütün köyleri birdenbire elektrikle donanmış; ülke ihracatının yüzde 70'i sanayi ürününe dönüşmüş; çağ atlamışız... Demek ki son dört yılda bütün barajların projeleri çizilmiş, uluslararası kredileri bulunmuş, ihaleleri bağlanmış, yapımlarına başlanmış, betonlan dökülmüş, suları toplanmış, santralları kurulmuş, hepsi şakır şakır çalışmaya başlamış; sonra bu barajların ürettiği enerjiyi kullanan yeni fabrikalar açılmış; dört yılda Türkiye endüstri toplumuna dönüşmüş; sanayi ürünleri dışsatımın yüzde 70'ini kapsamış... Vay, vay, vay, vay... Gülersiniz deği< mi? Dünya tarihinde yeni bir mucize yaşanıyor. Bütün bu işlerin dört yıla sığmayacağını ilkokul çocuklan da bilir; ama ne yapalım ki bir Başbakan, Mecliste hükümet programında dile getiriyor; televizyon da kamuya yansıtıyor. • Bir ülke dörj yılda ne altyapısını oluşturabilir, ne de endüstrisini kurabilir. Sayın özal'ın sözlerini ciddiye almak olanaksız. Ne Var ki bu olayın ciddiye alınacak bir başka yanı önemli görünüyor; ANAP iktidarı, 60 yıllık Cumhuriyet tarihinde gerçekleştirilen attyapı üzerine öyle bir üstyapı oturtmak istiyor ki, bu yoldaki başarısı ülkenin karanlığa sürüklenmesiyle eşarv lamlıdır. OKT/SS AKBAL EVET/HAyiR Onarmak Değil, Yenisini Yapmak... Başbakan "İleride partiler bir araya gelip sadece insan temel hak ve hürriyetieriyte Hgili b&ümün yazılması lazım. Anayasanm diğer konulannın da TBMM'nin iradesine bırakılıp o iradenin çıkaracağı kanunlarle ı'şı'n göturutmesi lazım diye düşünüyorum" diyor... Cumhurbaşkanı, muhalefet liderlerine soruyor: "Anayasanm hangi maddelerinin değişmesini istiyorsanız bunları yazılı olarak bana verir misiniz?" Şunun şurasırvda kaç yıl geçti? Beş yıl ancak! 82 Anayasası hani halkımızın yüzde 90'dan çok oyu ile benimsenmişti, hani herkes bu anayasanm yanındaydı, hani Sayın Evren bu anayasaya kefildi? Beş yılda ne büyük bir değişme! Daha doğrusu olumlu bir aydınlanma mı demeli? Sonunda herkes gerçekleri gördü mü, görebildi mi? Bunu önce söyleyenler, yazanlar demek haklıymışlar diye düşünmenin artık sırası değil mi? "Sen anayasanm hayır diye oyianmasını istedin, bu konuda 'telkin'cte bulundun" diye kaç kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı? Şimdi bakıyorum Başbakan da, anayasanm kefili Evren de "değişecek yerteri saptayalım' demeye başladılar! Anayasanm neresi mi değişmeli? Bunun yanıtı açık: Hepsi... Baştan başa hepsi değişmeli... Partiler bir araya gelip, bu konunun uzmaniarına da danışıp yeni bir anayasa hazırlamak göreviyte karşı karşıyadır. Şu madde, bu madde azıcık değiştirilse boşuna emek harcanmış olur. 82 Anayasası, 21. yüzyılın eşiğindeki Türkiye'ye yakışmayan bir belgedir. En kısa sürede yeniden ele alınıp yazılması gerekmektedir. 61 Anayasası esas alınıp ortaya sağlam, kolay kolay değiştirilemeyecek, ulusumuzun özlemlerine yakışan, çağdaş sorunlara çözümler getiren, yeni bir metın ortaya çıkarılmalıdır. "Sakla samanı gelir zamanı" derter ya, ben de 82 Anayasası: nın hazırlanışı; halka sunuluşu, Sayın Evren ve MGK'ce savunulması, Danışma Meclisi'nde tartışılması (daha doğrusu hemencecik benimsenmesi) sırasında bu konuda yazılanları, soylenenleri toplamışım, açtım o dosyayı karıştırıyorum. Türkiye Barolar Birliği'nin 82 Anayasa taslağı üzerine yayımladığı rapordan bir parça: "Tasan yüzyıllardır uygar dünyaca benimsenmiş birçok özgürtuğü çok aşm bir biçimde sınırlamış, hatta kmi özgürlukleri buyuk kitteler için ortadan kaldırmıştr... Hak ve özgürlükler için öylesine smııiamalar getirilmiştir ki, hak ve özgürluğün özü ortadan kaldınlmıştır. Ûstelik bu sınıriama ve hatta durdurma yetkileri siyasal tfrtfdarın isteğine bırakılmıstr..." Anayasa Mahkemesi eski başkanlanndan Muhittin Taytan'ın gazetemizde çıkan yazısından bir parça: "Geriye göturülen ekonomik ve toplumsal hakian burada bir bir saymak, kıyaslamalar yapmak olanağı yoktur. Sınıriamanın en ağır oianı da kuşkusuz sendikal özgürlükter alanmdadır. özellikle yasa/ bir grevin belli bir evrede 'zorunlu tahkim'e dönüştürulmesi, grevin etkinliğini yok eden, hakkın özüne dokunan bir sınıriamadır... Suçu özgüriüklere yükleyen bir düşünce inandırıcı olamaz. Taslak bu niteliğiyle emeksermaye dengesiyle açılabilecek sosyal banş yollannı da tıkamaktadır... 61 Anayasası 20 yıl boyunca söylendiği ve yazıldığı gibi denge kuramamışsa, bu taslak olduğu gibi yasaiaşırsa, korkanm denge yine kurulamayacaktır." Ord. Prof Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da, yine gazetemizde çıkan bir yazısında bu konuda şunları söylemiş: "Biryazımda 'bugün devleti yönetenler 45 milyonluk Türk ulusunun uzun süre kapalı bir kışla disiplini içinde yönetilemeyeceklerini bildikleri için anarşi ortamının 1yok edilmesinden sonra demokrasiye geçileceğini açıklamışlardır demişOm. Aldanmışım. Çünkü, Danışma Meclisi'nden çıkan bu tasan ile kapalı bir kışla disiplini içinde yaşatılması öngörülüycr ve 'icrayt kuvvetlendirelim' derken, Devlet Başkanı'na 1876 Anayasası'ndan beri hiçbir anayasada görülmemiş olan yetkiler veriliyor. Bu yetkilerin ilerde ne gibi rejimlere dönüşeblleceğini düşünmek bile insanı ürpertiyor..." "Anayasa tasansı Danışma Meclisi'nden çıktığı gibi yasalaşır ve kesinlik kazanırsa, (ki yüzde doksan dokuz oranda kesinlik kazanmıştır O.A.) Atatürk ilkelehnin birer birer silinip yok edilmesine ve Atatürk Cumhuriyeti'nin büsbütün başka bir biçim alışına tanık olacağız demektir ki, bunun tarihsel sorumluluğu ve tehlikesi de en az 12 Eylül müdahalesinin yapıldığı günde yüklenilen sorumluluk ve göze alınan tehlike kadar büyük olacaktır." Eski Dışişleri ve Milli Savunma bakanlarından Hasan Esat Işık da bir demecinde, bu konuda şu düşünceleri belirtmiş: "Özgürtukleri kısarak bir dengeye varılmak isteniyorsa, bu rejimin adı başka bir şeydir. Şimdi anayasaya baktığımızda üzülerek suylüyorum, kendimizi özgüriüklerden daha çok otoriteye dayalı bir duzenle karşı karşıya bulunuyoruz." Bu kadan şimdilik yeter sanırım. 82 Anayasa taslağının kötülüğünü, yanlışlığını, temel özgüriüklere, Atatürk devrimine ters düşmesini pek çok aklı başında yazar, düşünür, politikacı belirtti o günlerde .. Gazetemizde bu konuda yayımlanan yazılar, özellikle köşe yazıları büyük bir toplam oluşturur. Ama yetkililer ve onlann Danışma Meclisi'ne atadıkları aldırmadılar bütün bu iyi niyetli uyarılara, eleştirilere! Sonunda bu noktaya geldik, Evren soruyor, "Hangi maddeleri değiştireceğinizi söyleyin..." özal, "Partiler birleşip anayasada değişiklik yapmalı" diye konuşuyor! TÜRK KADININI GÜÇLENDİRME \^E TANITMA VAKFI SANAT YARIŞMASI "YURDUMLIZU DİLE GETÎREN KADINLAR" Türk Kadınını Güçlendirme ve Tanıtma Vakfı, kadınımıztn kültür ve sanat dallarındaki engin yeteneğini tanıtmak amacıyla kuruluşunun ikinci yıldönümünde el sanatları ve görsel sanatlar alanında bir yarışma düzenlemiştir. Yarışma bütün amatör sanatçılara açıktır. Son başvaıaı tarihi 1 Mart 1988, saat 17.00'ye kadardır. Yarışma Konuları • RESİM • HEYKEL • SERAMİK • VİTRAY • AFİŞ • FOTOĞRAF m DINAR HALISI • KİÜM, HEYBE VE KOLAN # HAT • EBRU • MİNYATÜR YARIŞMA JÜRİSİ (Soyadı alfabetik sırasına göre) Edinebileceğiniz en büyük ansiklopedi MEYDAN LAROUSSE (Yeni basım) ŞİMDİ ZAMSIZ 31.12.1987 akşamına kadar , (KDV dahil) tam takım 14 cilt 110.000 TL bu fırsatı kayırmayın Prof. Kazım Ismail Gürkan Cad. 3/5 (Sağlık Md. yanı) Cağaloğluİstanbul Tel: 522 55 04 511 27 27 . Doç.Beril Anılanmert, Nezihe Araz, Prof.Dr.Nurhan Atasoy ' Münevver Ayaşlı, Perihan Balcı, Gülşen Bubikoğlu, Şükriye Dikmen Prof.Dr.Güler Hazarlı, Selim İleri, Refia Övüç Prof.Dr.Günsel Renda, İlhamiTuran, TRT Temsilcisi ve Vakıf Temsilcisi olarak 2 Kurucu Üye. Yarışmaya katılmak isteyenler yarışma yönetmeliğini aşağıdaki adreslerden temin edebilirler: Genel Merkez Ana Şube Atatürk Bulvarı No: 219 14 Yıldız Kültür ve Sanat Merkezi .\nkara Barbaros Bulvarı Beşiktaş tstanbul Tel: 168 0"1 99 Tel: 160 08 28 Diğer illerdeki Vakıf Şube ve Temsiltüikleri Pazarlama A.ş. CUMHURİYET KÎTAP KULÜBÜ MERKEZ SERGÎ SALONU'NDA ANMA 5 Arahk 1981 Ismet Taş Metris'te 7 Aralık 1979 Cavit Orhan Tütengil Silahlı Saldırı Sonucu 13 Aralık 1982 Erdal Eren Idam sehpasında 15 Aralık 1980 Ercan Koca OTCF'de öğrenciyken 22 Aralık 1982 Diyarbakır'da ölenlerimiz 24 Arahk 1982 Hakan MermeroğluŞeref Yazar Alemdağ cezaevinde yitirdiğimiz ve aralık ayında diğer yüreğimize gömdüklerimizi bilincimizde onurla yaşatıyoruz. kemal red türkülerı2 kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden YA HEP BERABER YA DA HtÇBİRİMÎZ Güner Plak ve Kasetçilik ;527 55 93526 10 49 I s t Yılbaşında çocuğunuza evimde bakarım. 162 36 57 YlLBAŞI # KİTAP SATIŞLARI HCT turden 10.000 çeşit kiıap Yeni çıkan kitaplann hepsi bir arada Üyelere her zamanki indirimler Sevdiklerinizi üye yapma olanağı Üyelere küçük. yılbaşı armağanları Yeni yıl için okuma listelerinizi, çocuklannıvn kilaplanm, dosltannıza kiıap ve üyelik armağanlanmv, hepsini sergi solonumuza yapacağınız kısa bir ziyaretle çözümleyebilininiz. Tiirkocagı Caddesi 3941 CAĞALOCLU NOT: Fiyat artışları l Ocak 198S'e kadar uygulanmayacaktır. Sergi salonumuz pazar giinü açıktır. if ^ TAYAD TUTUKLU VE HÜKÜMLÜ AİLELERt YARDIMLAŞMA DERNEĞİ TUM PLAKveKASETÇILERDE Gelin dostlar, HASAD'da bağlama öğrenelim. Tel.: 525 62 55
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle