17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER söz konusu ise başımızı veririz; ilkelerimizden özveride bulunmayız" deyişinden o kuruluş ve devrim yıllannda hiçbir şeyi oluruna ve rastlantıya bırakmadığın apaçık anlaşılmakladır. İşte sen devrimlerini yaparken, ilkelerine böylesine yürekli sarıldığın için başarıya ulaşmıştın. Senin tüm devrimlerin, uzun uzun düşünülmüş, ilerisi gerisi ölçülüp biçilmiş, kararh ve başarılı eylemlerdîr; asla rastgele değil... Yine söylev ve demeçlerinden anlıyoruz ki senin en kızdığın zamanlar gericiliğe değindiğin anlardır. Adana'daki bir toplanlıda hafta tatilini, "gavur geleneği" diye göstererek camide vaaz veren sarıklı milletvekilinin yobazlığından söz açılınca: "Jatil yapmak dine aykındır, demek kadar dinsizlik, imansızlık, küstahlık olamaz. Onlar, çağdaş ve uygar olmayı kâfir olmak sanıyorlar; asıl küfür on. iann böyle sanmalandır" deyişin, sonra da gürleye gürleye: "Ey halk, dinlemeyiniz, böyle akla ve mantığa sığmayan sözleri söyleyenlerin başlarında sank, üzerlerinde milletveküliği de olsa, hatta böyle sözleri size ben de söylesem dinlemeyiniz!" diye ekleyişin hiç çıkmıyor usumuzdan. Günümüzdeki kimi olaylar, çağdışı sözler, davranışlar karşısında kalsaydın nasıl gümbür gıimbür inerdin o örümcekli kafalar üzerine kimbilir, diye düşünüyoruz içimiz özleminle yanarak. Çünkü senin devlet adamlığında ve devrimciliğinde ulusal kurtuluşumuz için temel saydığın iki ana koşul vardı: Biri, din ve dünya işlerini birbirinden ayırmak, öbürü de Türk ulusunu uygarlıkta Batı toplumunun ön safına ulaştırmak... Yurdunu kurtarıp, devrimler yapmakla yetinmemiştin ki sen; o devrimlerin korunması için tüm duyarlığını göstererek dersler vermiştin hepimize. Her sözünde tükenmez dersler, her yaptığın işte ibretler vardı. Katıldığın son Cumhuriyet Bayramı balosunda konuştuğun Fransız Büyükelçisi'ne: "Ben toprak büyütme dileklisi değilim, barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak anlaşmaya dayanan haklarımızın isteyicisiyim. Onu, almasam edemem. Büyük Millet Meclisi kürsüsünden ulusuma söz verdim: 'Hatay'ı alacağım' dedim. Ulusum benim dediğime inanır. Sözümü yerir,e getirmezsem onun karşısına çıkamam" deyişin de gösteriyor ki, sen ulusuna nasıl güveniyorsan, ulusunun da sana öyle yürekten güvenip inandığmı bilmekteydin. Tüm yaptıkların da bu güven ve inanca dayanıyordu. Daha Ankara'nın başkent olarak yepyeni bir düzenleme içinde olduğu yıllarda, alanlara ath yontuların dikilirken yanında yakınında bulunanlara: "Arkamda kişisel iktidar gibi kötü bir örnek bırakarak ölmeyeceğim. Daha önce özgür bir parlamento cumhuriyeti kuracağım" deyip hep bu uğurda uğraş vermiş, bu amacını gerçekleştirmeye yaşamını adamış bir büyük devlet adamıydın sen... Bir başka gün de: "Herhangi bir kişinin yaşadıkça kıvançlı ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Akıllı bir adam, ancak bu türlü davranabilir. Yaşamda tam tat ve mutluluk, ancak gelecek kuşaklann onuru, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir" deyişinle hepimize nasıl bir düşünceyi benimsememiz gerektiğini öğreterek tutacağımız yolu göstermekteydin. Daha 1930 yılında seninle bir görüşme yapan Alman yazarı Emil Ludwig'in bir sorusuna karşı: "Tutkusuz hiçbir şey ortaya konamaz. Gerçek olan budur. Ama tutkunun ulus yolunda, halk için bir amaca yönelmesi şarttır" yanıtını vermiştin. İşte bu yanıt, sendtki tutkunun niteiiğini de belirttiği için bizlere bir derstir aynı zamanda. 14 KASIM 198: Afcıtürk'lü Çağ "Ulusumuzun siyasal, toplumsal yaşamında, ulusumuzun düşünsel eğitiminde de kılavuzumuz bilim vefen olacaktır. " İşte sen bu sözleri, ulusumuzun seçkin topluluğu öğretmenlere söylemekle kurtuluşumuzdan sonra neye önem verilmesi gereğini vurgulamakla kalmamış, kendindeki bilim sevgisinin nedenini de ortaya koymuş oluyordun. Senin bilime olan bu sevgin, bizim de yüreklerimizde yandıkça daha aydınhk olacaktır ülkemiz... PENCERE Kadınlar Nerede? 1792'de Mary VVollstonecraft ilginç bir kitap yayımladı. "Kadın Haklarının Korunması" adlı bu kitap Amerika'da büyük yankı yaptı. O dönernde kadın oy veremiyordu; yüksekögrenim yolları kapalıydı; evli kadın mülk sahibi olamıyordu. Amerika'da iç savaş sona erdikten sonra düzenlenen yeni anayasada renk ayırımı yapılmaksızın seçimlerde herkesin oy hakkı olduğu yazılıydı. Ne var ki işin içinde yine kadınlar yoktu. Bu alanda 1870 ve 1880'de Kongre'ye sunulan tasarıların hepsi geri çevrildi. Ingiltere'de ünlü John Stuart Mill, 1865'te parlamentoya ka dınların oy hakkı konusunda bir tasarı sundu. Bu tasarı geı. çevrildi. Demek ki 19'uncu yüzyılın sonuna dek Anglosakson dünyasında kadınlara seçimlerde oy hakkı tanınmıyordu. Bu alandaki tutuculuk çeşitli nedenlerden oluşuyordu. Amerika'da içki üreticileri büyük paralar harcayarak kadınların oy hakkı kampanyasına karşı çıkıyorlardı. Çünkü eve içkili gelen kocalara karşı kadınların içki yasağı kanununu destekleyeceklerinden korkuyoıiardı. Güney eyaletlerinde ise kaygı başka yerden kaynaklanıyor; çoğu kişi kadınların dayak korkusu ve koca baskısı altında oylarını özgürce kullanamayacaklarına inanıyordu. Ama kadınlar haklarını sağlamak için sert bir savaşımı yürütmekten geri kalmıyorlardı. ingiltere'de 1909 da Başbakanın evi kadınların eylemleriyle taşlanıyor; Avam kamarasının önünde gösteriler düzenleniyordu. Kadınlar tutuklanıp hapsediliyorlardı. Bunlardan biri, bayan VVallace Dunlop, hapishanede açlık grevine başlayarak hükümetin başına dert açtı. Grevciler salıverildiler; ama eylemler bitmiyordu. Bu kez açlık grevine giren kadınların zorla beslenmesi yöntemleri uygulandıysa da başarı kazanılamadı. O sırada Başbakan olan Asquith 1910 seçim kampanyasında kadınlara oy hakkını savundu. Mülk sahibi kadınların oy vermesi için bir tasarı hazırlandı; kanunlaşarnadı; bunun üzerine yeni gösteriler başladı. Amerikan ve İngiliz kadınlarının karşılıklı eylemleri birbirini izliyordu. İngiltere'de olayların alevlenmesi Amerika'yı da etkiledi; 19101913 yılları arasında bazı eyaletlerde kadınların oy hakları benimsendi. Bu kez İngiltere'de olaylar şiddetlendi; 1913 yılında Derby at yarışlarında bayan Emily Davison kendisini Kralın atı önüne atarak canına kıydı. Emily Davison'ın cenaze töreni büyük bir gösteri niteliğine dönüştü. Evler ateşe verildi; telgraf telleri kesildi; hapishanelerde açlık grevine giren kadınların sayısı çoğaldı. Bu kadınlar önce salıveriliyor; sonra iyileşince yine tutuklanryordu. Halk hükümete bu yetkiyi veren yasaya "kedi ve fare yasası" adını taktı. 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması kadınlar için bir devrim oldu. Çünkü gençler askere alınmışlardı, işçiye gerek vardı; fabrikalarda erkeklerin yanı sıra kadınlar da çalışmaya başladılar; bu durum onları güçlendirdi. Çalışan kadın toplumsal yaşama ağırlığını koyabiliyordu; nitekim 1918'de kadınların 30 yaşında oy vermesi (erkekler için seçme yaşı 21'di) yasalaştı. 1928'de kanun değiştirilerek kadınlar için oy verme yaşı erkeklerle eşit düzeye getirildi. Amerika'da kadınlar 1918'de oy hakkını kazandılar. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya ve Sovyetler Birliği'nde de kadınlara oy hakkı tanındı. • Türkiye'de kadınlara seçme ve seçilme hakları 8 Aralık 1934 günlü yasayla verildi. Atatürk devriminin demokratik özünü oluşturan temel yasalardan birisi de budur; ama ülkemizde kadın haklarını verenler erkeklerdir; yukardan aşağiya doğru emirle sağlanmıştır kadınların seçme ve seçilme hakları... Aradan yarım yüzyıl geçmiştir. 29 Kasım 1987 seçimlerine katılacak milletvekili adaylannın listeleri erkek kahvelerine benziyor. Kadınlar neredesiniz? Kıpırdayın biraz... SADİYE AKAY Emekli Yazın Öğretmeni Bir çağ yaşadık seninle Atatürküm! Tüm insanlann şaşkınlığmı, saygısını, hayranlığuu uyandıran bir altın çağdı o... Başımız yüksekte, sözümüzün, paramızın değerli olduğu, ele borçlu olmadığımız yıllardı o güzel, o aydınhk çağ. Yokluklar içinden yarattığın varlıkla kazandığın büyük utku sonucunda, dost düşman herkesin inanamayan bakışları karşısında kurduğun yeni devlet, ardından ulusunu en uygar, en ileri uluslar düzeyine değil, (asla unutulmasın!) o düzeyin de üstüne çıkarmak amacıyla yaptığın devrimler, saygı ve hayranlık uyandırmıştı tüm dünyada. Bize kendimize güveni, bize benliğimizi böylece yeniden sen öğretmiştin Atalürküm!.. Tüm yaptıklannı inceledikçe görüyoruz ki hiçbırinde, kötü maksatlı kimi kişilerin ileri sürdükleri gibi bir zorlama yoktur. Halkı inandırarak, abştırarak, topluma benimseterek kabul ettirme vardır. Çünkü sen, ulusunun ruhunu iyi biliyordun. Çünkü sen, halkınla kaynaşıp birleşmiştin. Bunu kanıtlayan örneklerle dolu hep seni anlatan kitaplar. 1925 ağustosunda Kastamonu'da: "Biz uygar insan olmalıyız. Düşüncemiz tepeden tırnağa değişmelidir. Bütün Türk ve Islam dünyasına bakın, düşünüşlerini uygarlığın buyurduğu değişikliğe ve yüksekliğe ulaştıramadıklan için üzüntü içindedirİer. Artık duramayız. Uygarhk öyle güçlü bir ateştir ki ona ilgisiz kalanlan yakar, yok eder" dedikten sonra, büyük sevgi gösterileri arasında gittiğin Inebolu'da çevTeni saran kalabalığa: "Uygarım diyen Türkiye halkı, dtş görünüşüyle de uygar insanlar olduğunu göstermek zorundadır" diyerek eklemiştin: "Çok cevherli olan bizim ulusumuza yaraşan giysi, uygar ve uluslararası giysidir. Öyle giyineceğiz." 27 Ağustos 1925'te İnebolu'da yaptığın konuşmanın sonunda da kadın giyiminden, kadının örtünmemesi gereğinden, kadınla erkek eşitliğinden söz etmiş ve haykırmıştın: "Korkmayınız! Bu gidiş zorunludur. Uygarlığın coşkun seli karşısında direniş boşunadır." İşte bu sözlerinde, o günlerden çok sonralara, günümüze dek uzanan bir gerçek vardır ve bizler bugün hâlâ senin o haklı haykırışına özlem duymaktayız yürekten... Kastamonu'ya döndüğün 30 ağustos günü yaptığın konuşmada: "Gerçek devrimciler onlardır ki ilerleme ve yenileşme devrimine yöneltmek istedikleri insanlann, ruh ve vicdanlanndaki gerçek istek ve eğilimi anlamasını bilirler" diyerek sanki kendi başarılarının gizini açıklamıştın. Bilim ve fen gerekli Bunlarla da bitmez senden öğrendiklerimiz. Daha Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından, 27 Ekim 1922 günü Bursa'da şunları söylemiştin: "Ulusu ulus yapan, ilerleten ve geliştiren güçler vardır: Düşünce güçleri ve toplumsal güçler. Düşünceler anlamsız, mantıksız, safsatalarla dolu olursa o düşünceler hastadır. Üstelik toplum akıl ve mantıktan uzak, zararlı birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa sakat olur." "Önce düşünce ve toplum güçlerinin kaynaklarını temizlemekle işe başlamak gerekir. Ülkeyi, ulusu kurtarmak isteyenler için yurtseverlik, iyi niyet, özveri en gerekli olan niteliklerdendir. Fakat bir toplumdaki hastalığı gönmek, onu iyileştirmek, toplumu çağın gereklerine göre ilerletebilmek için bu nitelikler yetmez. Bu niteliklerin yanmda bilim ve fen gerektir..." "Ulusumuzun siyasal, toplumsal, yaşamında, ulusumuzun düşünsel eğitiminde de kılavuzumuz bilim ve fen olacaktır." İşte sen bu sözleri, ulusumuzun seçkin topluluğu, öğretmenlere söylemekle, kurtuluşumuzdan sonra neye önem verilmesi gereğini vurgulamakla kalmamış, kendindeki bilim sevgisinin nedenini de ortaya koymuş oluyordun. Senin bilime olan bu sevgin, bizim de yüreklerimizde yandıkça daha aydınhk olacaktır ülkemiz... "İyi biliniz ki..." Halkının karşısına açık, ödünsüz ve yürekli çıkıp: "Baylar, Ey Ulus! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek yol, uygarlık yoludur" diyerek o halkı ardından süreklemesini bilmiştin. Çünkü çıktığın yolda yitirilecek zamanın yoktu. O devrim günlerinde, Büyük Millet Meclisi'ndeki çeşitliakımlar, tartışmalar üzerine, kilrsüye fırlayıyeripde, "Alacağımız kararlarda halkın eğilimini elbette göz önünde tutacağız. Mutlaka bu eğilimlere karşı durmayacağız; fakat eğer ilkelerimiz EVET/HAYIR AKBAL "Softa şu demektir Bir fikrin içinde, bir inanışın kabuğunda, kozasında ölen ipekböceği gibi can vermiş insan. Bir itikadın içine bir odaya girer gibi girdikten sonra onun bütün pencerelerini örtüp mücavir ve müteselsil inanışlarla alâkasını kesen, kafasını zindana çeviren ve artık dışarısını, güneşi, suyu ve hayatı inkâr eden insan." Softanın en güzel tanımı budur Bu tanımı yapanın kim olduğunu daha sonra açıklayacağım. Ne yazık ki softayı bu denfi iyi bilen, tanıyan ve kamuoyuna teşhir eden kişi, bu yazıyı yayımlamasından on beş yirmi yıl sonra 'bütün pencerelerini' örtüp 'bir inanışın kozasında can veren' bir insan olarak karşımıza çıkacaktır. 1933 yılında Ankara'nın "Hakimiyeti Milliye" gazetesinin "Zaviye" başlıklı sütununda çıkan "Softa" başlıklı bir yazıdan bir parça daha okuyalım: "Softanın en bahz vasfı kafasının sertliğidir. Arzın gitgide merkeze doğru kuçülen ateşi gibi, softada iman, vecit ve heyecan çekilmiş, hışır kabuk ve ceset kalmıştır. Softa, Fransızlann 'souplesse' dediği, ıslak çimentonun yapıştırma hassasına benzer yumuşaklıktan mahrumdur. Buna mukabil kâmil insan başı, birportakal diliminin zarı kadar ince ve içi bir barometre plağı kadar hassastır. Kâmil insan, ister bir kedi ayağı gibi hafif, ister bir fil çiftesi kadar sakil, zihnine yapılacak her teması kaydeder. Onu eritir, cevherini çıkanr, alacağım alır, geri kalanı emniyetle ret eder. Softanın reddedişiyse imanının kuvvetinden değil hassasiyetinin eksikliğindendir. Odunun elektrik cereyanını ret edişi gibi..." Bilmem ne dersiniz, 'softa'nın bugüne dek okuduğumuz en güzel tanımlaması değil mi yukarıdaki satırlar? Hele bu tanımlamayı 27 yaşında bir genç şairin yaptığını düşünürsek... 1933'te CHP'nin organı "Hakimiyeti Milliye"tie köşeyazısı yazan bu genç şairirf "Softa" başlıklı yazısından şu ilginç parçayı da okuyalım: "Zamanın akışını zorlayan ve bünyesinde kendi iddiasından başka hiçbir yenilik dmayan dalâletler müstesna, her yeni şey karşısında "eski'nin ısrarı softalıktır. İslamlık çıktıgı gün putperestler şoftaydı. Asıriardır ilmin ve cemiyetin terâkkisi karşısında da İslamlık softadıı?' Aynı genç şair, Kubilay olayından sonra devrimci bir atılımla şu satırları yazacaktır: "Düşman bir kılıçtır. Bu kılıç şakırtıyla çekilir, vızıltıyla savrulur, aydınlıkta saplanır. İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştınlan zehirdir. Kubilay'ın katili derviş Mehmet'in Menemen kapılarına sokuluşu gibi uykumuzu bekler ve ayaklarının ucuna basarak gelir." CHP'nin gündelik organında Kubilay olayını lanetleyen, irtica karşısında en ağır savaşı vermemizin gerektiğini yazan genç şair, o yazısını şu satırlarla bitiriyordu: "...Sinsi sinsi deliğine çekilen kara yılan şöyle ıslık çalıyor: Bana tabii ömrün ne kadarsa burada bitirip geber, diye bir delik gösterdin. Ben bu delikte duramıyorum. Beni taşla ezmedikçe, gazla yakmadıkça, külümü yele vermedikçe sana rahat haram olsun." Genç devrimci şairin son cümlesi de bir dilektir: "Onun bu son dileğini olsun yerine getirelim." 1933 yılında 'Hakimiyeti Milliye'nin "Zaviye" adlı köşesinde çıkan bu yazılar, aynı yıl Hakimiyeti Milliye Basımevi'nde kitap halinde de çıkmıştır. Kitabın adı, "Bir Kaç Hikâye Bir Kaç Tah///"dir. Yazarı da ünlü şair, ülkemizde dinsel yobazlığın şahlanışında en ön planda etkin olan, ölümünden sonra bile birtakım çevrelerce 'mürşit' olarak anılan Necip Fazıl Kısakürek'tir. Ben Necip Fazıl'ın yazın alanındaki önemli yerini yadsımıyorum. Şiirimizin güçlü adlarından biri olduğunu da, unutulmayacak şiirler yazdığını da... İnsanlar değişir. Kimi daha iyiye, olumluya doğru; kimi de çağdışı bir anlayışa, gericiliğe doğru... Necip Fazıl'ın bu yazılarını içeren kitap bir daha basılmadı. Oysa bu kitapta şairin o döneme göre ilginç ve başarılı öyküleri de yer almaktaydı. Belki bu öyküler başka bir kitaba sokulmuştur, ama "Softa" ve "Kubilay'ın Başı" adlı yazılarını şairin ölümünden sonra basılan bütün yapıtları dizisinde bulmak olanaksız... Oysa güçlü bir yazarın yayımladığı her şey hiçbir noktası değiştirilmeden yeni kuşaklara sunulmalı... Böyle bir şey o yazarın önemini azaltmaz, olsa olsa geleceğin kuşaklarının, tarihçilerinin, yorumcularının daha iyi, daha gerçekçi bir yargıya varmalarını kolaylaştırır. "Eskinin Israrı Softalıktır" Resmi Gazete'nin 19577 sayı ve 17 Eylül 1987 giinlii sayısında müze araştırmalannt yakından ilgilendiren bir kararname yayımlandı. Adı geçen kararla, üniversitelerin arkeoloji ve sanat tarihi bölümlerinin prehistorya, protohistorya, arkeoloji ana bilim dallanndan mezun olanlar teknik hizmetler sınıfına alındı. Bizler, T.C. Kültür ve Tiırizm Bakanlığı'mn Eski Eserler ve Müzeler Genel Müduriüğü'nün merkez ve taşra birimlerinde çalışan müze araştırmacılanyız. Bu kadro unvamyla kimler çalışır? Üniversitelerin ilgili bölümlerinden mezun olmuş antropolog, sanat tarihçi, etnolog arkeolog, prehistoryact, hititolog, sümerolog ve benzerleri Eşit işe eşit ücret insanlar. Yıllardır bu kadrolarda çalışan bizler, yukarıdaki kararı bekledik. Karar çıktı, ama kadük çıktı. Büyük çoğunluk bu karann dışında kaldı Teknik eleman sayılmanın koşulu üniversitede alman dersler ise, yukanda isimleri sayılı bilim dallarının hepsi asağı yukan aynı dersleri almaktadırlar. Kaldı ki 1983 yılına kadar prehistorya antropoloji bölümünün bir kürsüsü idi. Dolaytsıyla bunlann tüm dersleri ortaktı. Yani bugün müzelerde çalışan bir antropolog ile prehistoryenin aldığı dersler tamamen aynıdar. Hatta prehistoryacüarm almadığı birçok teknik dersi antropologlar almışlardı. Eğer teknik eleman obnanın kıstası müzede yapılan işler ise, müzelerdeki bütün işler müze araştırmacılarının istisnasız OKURLARDAN ortak yaptığı işlerdir. Örneğine envanter, teşhir tanzim, tescil, kazı çalışmalan, restorasyon ve konservasyon çalışmalan ve günlük rutin yapılan işlerde olduğuna göre, neden bir kısım insan teknik, diğeri değil? Mesleğimiz gereği yıllardır yabancı bilim adamlanyla arkeolojik kazılara katılmaktayız. Bu kazılarda gördük ki, arkeolojik araştırmalar bir bütündür. Ve de bütün bilim adam larının ortak çalışmasının ürünüdür. Kazı heyetlerinin bileşimine bakıldığında bu gerçek daha iyi anlaşılır. Çünkü kazılarda arkeologlardan daha çok başka bilim adamları çauşmaktadır. Teknik elaman statüsüne geçen arkadaşlanmızın haklanna saygüıyız. Ancak eşit işe eşit ücret ilkesinin korunması ve kollanmasını sayın yöneticilerden bekUyoruz, MÜZE ARAŞT1RMACILARI Otobüs Derdi Bostancı'dan Kabataşa 20 dakikada getiyorsunuz. Burada deniz otobüslerine özgülenmiş otobüslerden Taksim'e gidecek olanına biniyorsunuz, Otobüs • o denli doluyor ki, bir sarsılma ile yerinizden oynamanıza, düşmenize olanak yok! Bu "güvence" ile tnönü Ştadı'nın yanındaki yokuşu çıkmaya başlaymca, otobüs de mınldanmaya, homurdanmaya başlıyor ve az sonra, duruyor. Yolcular, yohın kalan bölümünü ağır ağır, söylene söylene çıkıyorlar: Her sabah aynı durum. Şuraya bir ek otobüs koymayı ne zaman akıl edecekler? Evet, bu önlemi almak için kaç otobüsün bozulması gerekecek? Rüştü Ergun AYDIN EROL Onurlu yaşamın bize önder olacak. Anılarımızda yaşıyorsun. ÇAĞDAŞ YAYINLARI SÂRÂ ERTUĞRUL KORLE .Antep Cezaevinden Arkadaşları adına T. Doğan Toker Azmi Kale T.C. ADANA 3. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ Esas No: 1987/225 Karar No: 1987/541 C.Sav. Es. No: 1987/2973 Hâkim: Özcan Bermek 14561 C. Şav. Yrd: T.Cemil Erkan 16032 Kâtip: Kutlay Arık Davacı: K.H. Sanık: MEHMET REŞİT ALPTEKİN: Turan ve Muhabbet'ten olma 1950 doğ. Horasan ilçesi Ağıllı köyü C: 015 S: 54 K: 27'de nüf. K. halen Bakımyurdu Cad. Tanoğlu Ekmek Fabrikası No: 52'de oturur. Evli, 5 çocuklu, okur yazar, sabıkasız, fırıncıhk yapar. Suç: Eksik vezinli ekmek imal etmek. Suç Tarihi: 28.3.1987. Yukarıda açık kimliği yazılı sanık hakkında mahkememizde yapılan açık duruşma sonunda alınan karar gereğince; G.D.: Olay tarihinde sanık Mehmet Reşit Alptekin'in fırınında noksan gramajlı ekmek imal ettiği, sanığın tevilli ikran, zabıtaca düzenlenen tutanak ve dosya muhtevasından anlaşılmakta sanığın eylemine uyan TCK'nun 363/1 mad. gereğince 6 ay hapis 10.000 lira APC ile tecziyesine. TCKInun 59/1 Mad. gereğince cezadan 1/6 oranında indirme yapılarak 5 ay hapis, 8.333 lira APC ile tecziyesine. 647 S.KInın 4. Mad. gereğince hapis cezası paraya çevrilerek her gün için 300 lira hesabı ile sanığın neticeten ve içtimaen 53.333 lira APC ile tecziyesine. TCK'nun 402/2 mad. gereğince karar özetinin karar kesinleştiğinde mahkemece C. Savcılığına bildirerek masrafı bilahare hükümlüden alınmak üzere İstanbul veya Ankara'da yayımlanan, tirajı 100.000'nin üzerinde bulunan bir gazetede, ayrıca Adana'da münteşir bir gazetede ilan edilmesine, (1800) lira mahkeme masrafının sanıktan tahsiline; Sanığın geçmişteki hali ve ahlaki temayüllerine göre cezasının ertelenmesi halinde bir daha suç işlemeyeceği kanaatı hasıl olduğundan 647 S.KInun 6. mad. gereğince cezasının TECÎLİNE. Talep veçhile ve temyizi kabil olmak üzere C.Sav. Yrd. T. Cemil Erkan huzuru ile sanığın yüzüne karşı verilen karar açık olarak okunup anlatıldı. 13.10.1987 Dhan Selçuk gecmis ^şman olurKj... Prenses Mevhibe Celalettin'in Anılan • Sârâ Ertuğrul Korle, teyzesi Mevhibe Sultan'ın, dayısı Abdülhamit dönemı ve sonrasında yakından tanık olduğu saray yaşamının acıtatlı nice anılarını yazdı. • Mevhibe Sultan, Abdülmecid'ın kızı Cemile Sultan (Abdülhamid'in kardeşidir) ile eşi damat Mahmut Celalettin Paşa'nın (Mithat Paşa'yla birlikte Taif'te boğduruldu) torunudur. • Fındıklı Sarayından Kandilti Sarayı'na göç, yaşanmış mutluluklar, aşklar, acılar, ölümler.sürgünler, Kıbrıslı Yalısf ndakı siyasal olaylar, aramataramalar, baskınlar. Avrupa'ya kaçışlar. Mustafa Kemal Paşa'nın verdiği görev, Yahya Kemal'in vefasızlığı, Muhsin Ertuğrul'la tiyatro yaşamı ve sonunda telefon memureiiği... Meraklı bir romanı obur gibi okuyacaksınız. ZIVERBEY KÖŞKÜ 7200 lira (KDV içinde) 2000 lira (KDV i Çağdaş Yayınları, Türkocağı Cad. 39/41 Cağaloğlulstanbul DUYURU ENO TURİZM İNŞAAT TAAHHÜT BESİCİLİK VE TARIM ÜRÜNLERİ SANAYİ VE TİCARET LTD ŞİRKETİ Mithatpaşa Caddesi 27/A Tel: 1340850 KIZILAY/ANKARA Tarafımızdan 20.8.1987 tarihinde mal variığ» ile birlikte satınalınmıştır. 8.9.1987 tarihinde Tıcaret Sicil gazetesinde ilan olunmuştur. Eski ortaklar; ve sahipleri ile yetkili olan kişilerin şirket üzerinde hiçbir yetkisi ve alakası kalmamıştır. Bu sebeple 3. şahıslara ve ilgililere önemle duyurulur. Çağdaş Yayınları Türkocağı Cad. 3941 CağaloğluİSTANBUL MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESt REKTÖRLÜĞÜ'NDEN Üniversitemize bağlı birimlerde görevlendirilmek üzere 2547 sayılı kanunun 32. maddesi uyarınca aşağıda belirtilen kadrolara 2 adet İngilizce, 2 adet Fransızca okutmanı almacaktır. 657 sayılı kanunun 48. maddesinde belirtilen genel ve özel şartlara haiz adaylann müracaal edecekleri dilde yüksekögrenim lisans mezunu olmaları ve istenilen belgelerle birlikte en son 30.11.1987 pazartesi günü mesai bitimine (17.30'a) kadar; Belirtilen kadrolara basvuracaklann; yabancı dil ile ilgili yüksekögrenim lisans dipiomalannın aslı veya noterden tasdikli suretini, nüfus cüzdan surelleri, erkek adaylann askerlik yapmış olduğuna dair belgelerini özgeçmişlerini ve sınavına girecekleri yabancı dili belirten dilekçelerine ekleyerek Personel Dairesi Başkanlığı'na şahsen veya posta ile müracaat etmeleri gerekmektedir. (Postadaki vaki gecikmeler dikkate alınmayacaktır.) Adaylardan 2914 sayılı kanunun 3. maddesinde belirtilen giriş derecesinden daha yüksek dereceli kadroya müracaat edeceklerin yelerlik hizmet süresinin olduğunu, yabancı ülkelerden alınan diplomalann üniversitelerarası kurulca denkliğinin onaylanmış olması, ayrıca erkek adaylann askerlik hizmetini yapmış olmaları gerekmektedir. Sınav larihleri ve diğer tamamlayıcı bilgiler Personel Dairesi Başkanlığı'nca adaylara ayrıca bildirilecektir. İlan olunur. Kadro unvanı Derece Adet Okutman 6 Okutman 7 Basın: 34350 ŞİRKET SAHİPLERİ Cafer KOÇ, Ahmet ŞAHİN, Mukadder ŞAHİN ÎBRAHM ESKİ Şerefli ve onurlu insan Seni Unutmadık ANKARA'DAN ARKADAŞLARI ADINA ALİŞAN ATAY • 1727 yaşlarında bayanlar tngillere'de çocuğa bak karşıhğında İngilizce öğren 158 53 42 ıkalı oğıcımenden özel 1raıısı/ca dersleri Tel: 163 48 77 K Ş E I N ı D I » L S E E 8 S ' l N V D E ı " . £ MelihCevdet Anday Maliye \e GUmrıik Bakanlıjı Gelırler Genel Müdürlügü'nce 9.10.11 Aralık 1987 larihlerinde saat 9.00'da başlamak üzere Ankara, Isıanbul ve Izmir'de Sıajyer Gelirler KontrolOrlilgü giriş sınavı açılacaktır Sınavı kazananlar. Uç yillık staj dönemı sonunda yapılacak "yeıerlik sınavı"nı da kazandıklan takdirde gelirler konırolörU olarak göreve devam edeceklerdir. Smava kaıılabümek için a) Devlet Memurları Kanunu'nun 48'inci maddesindeki niıeliklere sahip olmak; b) 1.1.1987 tarihi itibarıyla 30 yaşını doldurmamış olmak; c) Siyasal bilgiler, iklısat. isletme, hukuk, iklısadi ve idarı bilimler fakulıelerini (YÖK Teskilaıı hakkındaki 41 sayılı kanun hukmündekı kararname ile fakillıeye ddnılşıurülen iklısadi ve licari ılimler akademiierinden mezun olan T.C. MALİYE VE GÜMRÜK BAKANLIĞI STAJYER GELİRLER GELİRLER GENEL MÜDÜRLÜCÜ KONTROLÖRLÜGÜ GÎRİŞ SINAVI lar dahil) veya yukanda isimleri sayılanların benzerleri ile bunlara YÖK BaşkanlıgYnca denkligi kabul edilen ülkemızdeki ve yabancı ulkelerdeki fakultc vc yuksek okullann birini bitirmiş olmak; gerekir. Islekliler, sınav için gerekli belgeler ile sınav konularını belirten "sınav broşürü"nO Gelirler Genel Mtldürlugü Gelirler Kontrolörlerı, Sanayi Cad. Alsancak Ishanı Kat: 5 Ulus/ANKARA adresinden veya Gelirler Konırolörlerı Ankara. İstanbul, Izmir ve Adana Grup Başkanlıkları ile Ankara'daki Gelirler Kontrolorleri Egitim Grup Başkanlıgı'ndan saglayabiluier. Başvuruların. en gec 20 Kasım 1987 cuma gunü mesai bitimine kadar yukanda belirtilen adrese gerekli belgeler ile birlikte yapılması veya posta ile gönderilmesı (postadakı gecikmeler kabul edilmez) gerekmektedir. Basm: 32408 tanıdık dünya VAP1M: YENİ D0NYA PLAK * YAYINLARI 0 * C m H IST MELODI I İ U 11 » I • ANK . »DA • KunlcTımi! 0»< Kuıu Uiıukdif • Fl)«c ! :0C TL • PTT Gükn EkkıU' • O d « « l lwklt>: Y m M a » PK »I Skkcciln
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle