22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 EYLÜL 1986 CUMHURİYET/n Stockhohn'den BrükseVden Isveçlîler gelîyor İskandinav turistleri için Türkiye hâlâ uzak daldaki bir meyve. Bu yıl Norveçliler turistik akında birinci sıradaydı. 1987'de ise İsveçliler patlama yapacağa benziyor. Norveçli bir turizm muhabirinin makalesindeki en önemli uyarı ise şu: Türkiye'de kamyon ve otobüsleri, hele kadınsanız, sakın sollamayın... YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Türkiye Ue İskandinav ulkeleri arasındaki mesafe, bu turizm sezonunda da pek kısalmadı. Türkiye, 34 saatlik bir uçak yolculuğuyla ulaşılabilecek coğrafi konumuna rağmen, organizasyon yetersizliği gibi pratik nedenlerden ötürü Isveçli, Finli, Danimarkah ve Norveçlilere hâlâ uzak geliyor: Kitle iletişiminin ve alışkanlığın etkisiyle hâlâ kuşku yaratıyor. Kısacası, "Türkiye" denince dudak bükenlerin sayısında hâlâ önemli bir değişiklik yok. Dört İskandinav ulkesi içinde en yuksek turist potansiyeline sahip olan, buna karşılık en az ilgi göstereni, İsveç. Her yaz îspanya, Portekiz, Yunanistan ve İtalya'ya "charter" turları ile akın eden İsveçliler, sağlıkh bir "charter" hava bağlantısının yıllardır kurulamayışı nedeniyle, Turkiye'yi t a t ü ifin P ^ hesaba katmıyorlar. Hesaba katsalar bile, normal uçak biletlerinin pahalı olması ya da kara yolunun yoruculuğu cesaretlerinin kırılması için yeterli. Birçokları için Türkiye, "Ağacın tepesinde incecik bir dalın ucunda ulaşılamayan bir meyve." Ama bu şimdilik böyle. İlgi gelecek yıldan itibaren artacak, çünku İskandinavya'nın en büyük seyahat acentelerinden "Vingresör" 1987 baharından itibaren öncelikle İzmir'e " c h a r t e r " turları düzenlemeyi programına almış durumda. İzmir'le Antalya arasında uzanan sahil şeridi önümüzdeki yaz çok sayıda İsveçli turistin tatil seçeneği olacak. Tabii her şey yolunda gider ve organizasyonda bir purüz doğmazsa. Bu yaz İskandinavya'dan Türkiye'ye turist akımmın en belirgin biçimde arttığı ülke, İsveç'in Batı komşusu Norveç. Oslo'dan İzmir'e "charter" turları düzenleyen " V i n g " ve " P a r k " seyahat acentelerinden gelen bilgiler, ilginin geçen yıllara oranla "olağanıistü" boyutlara vardıiını gösteriyor. Bunda, Türkiye'nin gerek acenteler tarafından yayımlanan broşürlerde, gerekse basında "başka yerlere benzemeyen bir •urist beldesi" sıfatıyla tanıtılmasının da payı var kuşkusuz. Norveç'in en yüksek tirajlı gazetelerinden Aftenposten'de geçenlerde tam sayfa yayımlanan Türkiye'yle ilgili yazı da bu turden: "Küçuk AsyaDeğişik Bir Güzergâh" başhğını taşıyor. Gazetenin turizm muhabiri Dag Pedersen'in kaleme aldığı yazıda, Türkiye'yi öteki ülkelerden farklı kılan ozelliklere geniş biçimde yer veriliyor. Tarihsel ve kulturel zenginlikler vurgulanıyor, Anadolu'nun gezi duşkünü İskandinavhlar için hâlâ "terra incognito" (bilinmeyen ülke) olduğu belirtiliyor. Coğrafi bilgilerle süren yazıda şu gorüşlere yer veriliyor: "Tarihin ilk kültür ve dinlerinin kalıntılannı üstünde banndıran bu alımlı ülke, tskandinavyalıların kendisini keşfetmesini bekliyor. Yenilik arayanlar, guneş banyosu ile geçmişin derinliklerine yolculuğu bir arada gerçekleştirmek isteyenler için eşi bulunmaz bir yer burası. Kıyılardan içeri doğru yükselen yaylalarla dev bir plato oluşturan bu topraklar, aslında duvarları olmayan uçsuz bucaksız bir müzeden başka bir şey değil. Kalıntılar ilk Hıristiyanların yeraltı köyleri, Roma tapınaklan, tiyatrolar, Bizans kaleleri ortada, öylece sizleri bekliyor". Yazısında Türk mutfağı konusundaki gözlemlerine de yer veren Norveçli muhabir Pedersen, tütün gibi ilginç bir konudaki gözlemlerini trafik uyanları ile sürdurerek yazısmı noktalıyor. "Tütün üreticisi ülkeler arasında ilk sıralarda yer alan Türkiye, sigara tiryakileri için tam bir cennet. Her yerde, her zaman sigara içiliyor. Yani, alerjisi olanlar için pek elverişli bir yer değil. Sigara içimine ara verilen tek yer, benzin istasyonları.. Trafiğe gelince: Yollarda kamyon ve otobüsleri sollamaktan mümkun olduğu kadar kaçmın. Sürücülerin pek hoşuna gitmiyor. Hele kendilerini sollayan bir de kadınsa.. Bu, erkekliklerine dokunuyor. Yitirdikleri onurlarını geri almak için sizi yokuş aşağı sollamaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de hayatlarını ortaya koymaktan çekinmiyorlar". YASEMtN TEZGÂHLARI Tunus'ta, sokak satıcılanmn yani sıra her köşe başında bir yasemin tezgâhı görmek mümkun. lpe dizilip gerdanhk haline getirilmiş, ya da cicili bicili tüllere, dantellere sarılıp demet yapılmış yaseminlerin mis gibi kokusundan geçiimiyor. (Fotoğraflar: LEYLA TAVŞANOĞLUJ Afrika şarkısı HADİ ULUENGtN BRÜKSEL Şimdilerde Afrika moda. "Mügtemlekeler Soksgı'adaki" o ünlü "KomsaT magazasından TcenaTne lcıyâfet düüenleyenlerin haddi hesabı yok. Oscarları silip süpüren "OBC of Afrka" hâlâ sinema afişlerinde. Partüerde, kokteyllerin içine illa o adı sanı bilinmeyen mcyvelcrin suyunu katıp, "savan kokusu" ya da "tropik gineşi" diye sunmak âdet. AIDS korkusundan dolayı, habeşi sevgililer edinme dönemi biraz gerilerde kaldıysa da, cumartesi dansingleriyle sınırlı masum flörtler mubah. Kolonyal mobilyalar evlerin baş köşesinde. Siyahi şarkıcılann söylediği plaklar listelerde birinci. Yani, şimdilerdeki moda, yüzyüın" ba;ında negroid şekilleri keşfeden ve plastik sanatların öncülüğüyle yayılan modaya benzemiyor. Bugünküsü daha çok sosyolojik bir olay. Nostalji ve egzotizm kavramlarıyla yakından ilgili. Geçen hafta kendimi biraz Afrika'da buldum. Modaya uyduğumdan falan değil. Genelde, modaların zaruriyetine inanırsam da, nedense kara kıta beni hiç cezbetmemiştir. Mekong deltasına ya da Hindikuş dağlanna ilişkin çok hayaller kurmuş olsam bile, ne Senegal nehri üzerinden aşağıya inmeyi düşünmüş, ne de Kılimanjaro'nun tepesine çıkmaya sevdalanmışımdır. Biraz Afrika'ya gitmiş olmamın nedeni tamamen tesadüf. Yani yolumun 'matonge"ye düşmüş olması. "Matooge", " N u n o r kapııuıd u " başlayıp "Vbmn foscd" güzergihını tâkip eden mahallenin adı. Aslında adı "Matoage" degil "M«to«ge", Zaire'nin başkenti Kinşasa'daki en uygunsuz semtkrden biri. Ne var ki, sözünü ettiğün mahallede Zaireliler yoğun olarak yaşadığı için, BrüksePin bu bölgesi de son on yılda gayri resim olarak "Matonge" adını almış oluyor. Buraya 2^airelilerin yerleşmesi de, şehir sosyolojisi açısından kayda değer bir olgu. Cizvit papazları, Kongo'nun daha bağımsız olmadıgı dönemlerde, sömürgeden öğrencileri barındırmak için burada bir "Afrika yurdu" açmışlar. Zamanla, yurdun çevresine başta Kongolular olmak üzere Brüksel'deki Afrika cemaatının önemli bir bölümü yerlev miş ve "Matonge" de giderek Zaire'nin uzantısı haline gelmiş. Bugün "Matonge" bir merkez. Zaire"deki bütün siyasi ve kültürel gelişmeler bir ölçüde Brüksel'deki "Matonge"den yönlendiriliyor. Mobutu'ya muhalefet buraya yerleşmiş olduğu gibi, bizzat Kinşasa yönetimine en yakın unsurlar da b u r a d a yaşıyor. "Matooge" Zaire'nin ikinci bir başkentini oluşturuyor. Üstelik, çekim alanı yalnız eski Belçika sömürgesi ve Belçika'da yaşayan Afrikalılarla anırlı değil. Her cumartesi akşamı, Paris'ten, Almanya'dan, Hollanda'dan siyah kıtanın çocukları buraya akıyor. Mao'nun ceketlerini andıran Mobutu'nun giydiği elbiselerin bu yıl kaç duğme ile ilikleneceği, "Bubu" adını taşıyan ve Afrikalı kadınlara pek yaraşan kumaşların hangi desen ve tonlara kayacağı, "Afro" saçların nasıl kesileceği, Afrikalı aydınların önümüzdeki dönemde hangi konularla ilgileneceği hep "matonge" de tayin ediliyor. "Matonger>ye gittiğimde henüz gece ınmemişti.Merkez hariç, sehrin dığer semtleri tenhalığı ve duraganlıgını yaşarken, "Matomgtr ana baba gunu gibiydi. önce, pasajın içindeki plakçıda oyalandım. Kinşasa gecelerini, dans ettiren şarkılardan dinledim. En modası, "siyah Bebek"in söylediği "Ömct arzu, sonra haz, sonra aa". Plakçıdan çıktım. Pasajda, Afrika volta atıyordu. Beyaz takım elbiseler giyinmiş, ayakkabılan parlatılmış, kravatlan albenili zenci delikanülar, Afrikalı kızlann etrafında fır dönüyordu. Kızlann, vitrinlerinde, "B'sanga DUberi" ya da "Siyah Aotilop" yazan berber dükkânlarından çıktığı belliydi. Onlar da, bir yandan, teni beyazlaştıran krem markalarının reklam edildiğı kozmetik mağazalanna bakıyor, bir yandan delikanlıları gözlerine kestiriyorlardı. Kahvelerde, altın saatli ve altın yüzüklü siyah erkekler, Zaire'den ithal edilmiş biraları içiyor ve "Kiwu Postası" gazetesini okuyorlardı. "Wtwre şosesine" çıktım. Sağa saptım. Hepsi Afrikalılar için satış yapan dükkânlar açıktı. Kuçümen bir marketin tezgâhları sokağa taşmıştı. Hevenkli yeşil muzlar, hindistancevizleri, ananaslar, avokadolar, kurutulmuş balıklar, acı baharatlar tezgâha yığılmıştı. En güzeli de, kalaba JUnus'tan Banker faciası STELYO BERBERAKİS ATİNA Türkiye'de bir sure önce vatandaşların ceplerini boşaltan ve acı deneyimlere yol açan bazı bankerlerin sendromu Yunanistan'da da başgösterdi. Yunan ekonomi sahnesinde " b a n k e r " adı altında işadamlanna rastlamak pek olağan değil.. Ya da, bankerler var ise kendılerini reklam etmeden yasa dışı yollardan bankercilik yapıyor. Kısacası, Yunanistan'da bankalar dururken, bankercilik yapraak yasak... Ancak, Kuzey Batı Yunanistan'daki Yanya (Yanenna) kentinde Yeorgios Yukos adlı bir Yunan vatandaşı, senelerdir bu işi yapmış ve bu işin erbabı olmuş.. Yanenna kentı, Yunanistan'ın ileri gelen ticari kentlerinden biri sayılır. Bu kentte ticaret gelişmiştir. Ünıversiteleri, hastaneleri, lüks otelleriyle tanınan, 1900 yıllarında Osmanlı yönetimine halkın ayaklanmasıyla isyan edip özgürluğünu kazanmış bir kent. Osmanü yönetirainde ise ünlü Tepedelenli Ali Paşa tarafından yönetilen Yanenna ya da Turkçe adıyla Yanya kentinde Anadolu motifleri halen canhlığını koruyor... Gel gelelim, banker Yeorgios Yukos, Yanyalıları o denli " i k n a " etmiş ki, doktorundan, işadamına, emeklisinden banka memurlanna kadar herkesi kendisine müşteri edinmiş.. Yukos, kendisine 500 bin drahmi (yaklaşık 2.5 milyon lira) verene, her ay 25 drahmi (yaklaşık 125 bin Ura) faiz veriyordu. Bu faizler, kendisine "tesüm" edilen meblağa göıe değişiyordu. Bir milyondan yukan olan " e m « B « " paraya daha yüksek faiz veriyordu. Dolayısıyla Yunan makamlarının şu anda yaptıklan araştırmalarda da, banka memurlarının (müdür, yönetici vs.) banker Y'ukos'a para eraanet edip etmedikleri yönü.ıde bulunuyor.. Banker Yukos, bir gun (geçen hafta içinde) bir bakmış... Kesesinde tam 7 milyar drahmi (yani yaklaşık 35 milyar lira) birikmiş.. Bu arada Yanya'nın halkı ile yapmış olduğu "alışverislerden" sağladığı kârlarla. kendisine villalar yaptırmış, bınalar, hanlar satın Atina'dan Yasemin gerdanlıklar bütün kadıniann boynunda. Çöl gülleri gerçek güle benziyor. Kumdan oluşma gül biçimi cisimler. Güzellikleri ticaret metaı haline getirilmiş. Tunus aynı zamanda böcek ve sürüngenler iilkesi. Otelin lobisinde akrep sokmasma karşı afişi görünce dehşetle irkilebilirsiniz. LEYLA TAVŞANOĞLU TUNUS Tunus yasemınler ulkesı. Sokaklar yasemin kokuyor... Guneş batıp da alacakaranlık hızla çokme>e başlayınca, bu mis gibi kokan, bembeyaz nazlı çiçeklerden yapılmış gerdanlıklar hemen butun kadınların boynunda... Erkekler ise kulaklarının arkasına bir yasemin demeti iliştırıveriyor. Bu, Tunuslu erkeklerin "çekici erkeklik" gösterısi... Tunus yaseminler ulkesi, şarap ulkesi, guzel kadmlar. ama çirkin erkekler ulkesi... Tunus çelişkiler ülkesi de... Buyuk kentlerin luks mahallelerinde dıkkat çeken zenginlik vc luklanmasından sonra kardeşi Hasdrubal'in ağabeyini kurtarmaya giderken Romalı komutanlann eline geçişı.. Kafasının kesilişi ve ağabeyinin onune atılışı... Hasdrubal'in başı özellıkle Kartaca yoresi ve kıyı kenti Sousse1 da suslemelerde, kartpostallarda >avgın biçimde kullanıliyor. Sousse'un yat limanı bölgesi Port El Kantaou i'deki iki bu>uk lurıstık otelin adı da bu ikı kardesten esınlenme. Hannibal Palace \e Hasdrubal otelleri... Çöl gulleri... Gerçek gule benziyorlar.. Kumdan oluşma, gül biçimi cisimler... Güzellikleri ticaret metaı haline getirilmiş. Işponadaki tezgâhlardan tutun da çarşılardaki dükkânlara kadar her yerde bini bir paraya... Ifaseminler iilkesi ruz. Duvarda bir afış. Uzerinde "Akrep sokmasma karşı alınacak önlemler" yazılı. Çizgı resimler de var. Akrep sokarsa hastaneye nasıl bir cankurtaran arabasıyla taşınabileceğinizi bu resimlerde goruyorsunuz. Başkent Tunus'un kıyıdakı sayfiyelerinden Sidi Bou Said'in yat limanı nda geziniyoruz. Gece bastırmış. Sokak lambaları iyi yanmadığı için onumuzu iyi görme olanağı yok. Bir akreple tanışıp da başımıza ış açmayalım diye dikkatle yere bakıp yuruypruz. O anda gerçek bir akreple karşnaştığımızı sanıyoruz. Çunku yerde bir elin yarısı buyukluğunde kara bir şeyler geziniyor. Korkuyla zıpladığımızda çevredekı Tunuslular halımize kahkahalarla guluyor. Bunlar meğer halk arasında "kakaraç" dediğimiz hamamböcekleriymıs Ama ne hamamböcekleri... Mubarekler sanki birer larantula.. Tunus aynı zamanda ilginç yemekler ulkesi de. En özellıkli yemeklerı kuskus. Ama bizim babadan kalma kuskusla uzaktan yakından bir akrabalığı yok. Kuskus pişirmek ve yemek Tunus'ta bir ayin. Domatesli irmik pılavınm uzerine yerleştirilmiş kuzu eti parçaları, katı yumurta, kızanılmış çarliston biberlerı ve patates. Üstune nohutlu, bol yağlı salçasını gezdirdiniz mı kaşıklamaya hazırsınız Ama yerken dikkat. Yoksa aksam kâbuslar gorebilirsıniz. 5 eylul, Hicri takvime göre Islam yılbaşısı. Yılbaşı aile içinde kutlanıyor. Baş yemeklerı de "Mloukhia". Bu frenk uzumu yapraklarından yapılan bir yemek. Yapraklar kurululduktan sonra ut'alanıyor. Etle pışirılıyor. Yemyeşil gorunumlu, kekremsi bir yemek. Butun yıl yeşil, bereketli geçsın dıye pişiriliyor. Tunus, güzellikleri huzunlu olan bir ulke... Butun doğuda olduğu gıbı şarkılar türkulerde yaygın tema kahır... Kuzey bolgesındeki kıyı kentlerinde şipşirin sokak kahvelerı yan yanya bile dolu değil. Akşam bastırdığında buralarda pek az insan var Tunus ınsanları yaşam keyfini yitirdi mi? Yoksa yaşam keyfî onlarda hıç mı yoktu? Yaseminler ulkesi. . Alacakaranlığın morluğunda burun deliklerinı oksayan yasemin kokuları... Elimde ıpe dizümiş yasemınlerden yapılmış gerdanlığımla havaalanındayım. Birkaç dakika sonra gumrukten geçeceğiz. İlk geldiğımiz gun dönuşte yasemınlerden yapılmış bir gerdanhk takmak ıstedığımizı hatırlayan Tunuslu arkadaşımız bu guzel çiçeklerden bir dizıyi armağaıı edıyor bize. Yolculuk bekleyişının buruk, heyecan duygusu... Yasemin kokulan gerdanlığımızdan yukseliyor. Afrika modaa, egzotik çafnsmlara götüren bir yol gibi. lık yığılmıştı. Bu şehirden olmayan, yüksek sesle konuşan, rengârenk giyinen, kasiyerlerle pazarlık eden bir kalabahk vardı. Yürüdüm. Evlerin sokak kapıları açıktı. Eşiklerde kapkara çocuklar oynuyordu. İçerden, televizyon sesleri, muzik sesleri, bağırma sesleri birbirine kanşmış geliyordu. Bir de, tavada kızartılan yemeklerin kokusu geliyordu Evlerden, buraların alışık olmarlığı mutluluklar geliyordu. Yüriidüm. Yan sokağa saptım. Vitrininde, "Sömiirgecüik ve Afrika'da direnis" ya da "Lumumba'nın oldüriilmesinin ardındaki gerçek" turünden kitapların bulunduğu kitapçının köşesinde bir "dealer" haşhaş satıyordu. Yakışıklıydı, başında Borsalino bir şapka vardı, elbisesi kusursuz kesilmişti ve New York "black'Man n a benzemek istediği aşikârdı. Erketecisi öbür köşede bekliyordu. "Matonge"ye eylul gecesi indi. Işıklar, önce hafiften sonra birden yandı. "Mavi Tropik" bannın mavi palmiyesi yamp sönmeye başladı. Pasajdaki oğlanlar, pasajdaki kızlarla "Mavi Tropik" barına girdiler. "Mavi Tropik" bannın kapısmdan bir Karaip şarkısı dışarı kaçtı. Ben şarkıyı yakalamaya çahştım ama, şarkı benden de kaçtı. "Matonge"ye eylül gecesi indi. Yunanlı banker Yukos, Yanya halkından topladığı 7 milyar drahmi (yaklaşık 35 milyar TL.) ile Brezilya'ya kaçınca, geride kalan bankerzedeler arasında peş peşe intihar olaylan görülmeye başlandı, Yunanistan kamuoyu günlerce çalkalandı. almış.. Bir de özel uçak edinmiş.. Banker Yukos (37), sahibı olduğu bütun mal ve mülku, yavaş yavaş satarak Yanya ve yöresinde yaşayan "bir an önce zengin olma" heveslilerinden topladığı " e m a n e t " paraları, yatırdığı bankalardan yine yavaş yavaş çekükten sonra, eşini ve iki çocuğunu aldığı gibi, kendisini Güney Amerika'nın (büyuk bir olasılıkla Brezilya'nın) kucağına atmış. Bankalardan "kaldırdıgı" 7 milyar drahmiyı de yurtdışına bir kalemde gonderivermiş.. Yukos'un marifetleri, basına sızınca, Yunanistan'da yer yerinden oynadı. Yunan gazeteleri olayı birinci sayfalarında ve manşet uzerinden " a s n n komplosu" olarak duyurdular.. Aynı gun varını yoJunu banker Yukos'a "emanet" eden iki Yanyalı intihar «ti.. Birçok kışi intihara teşebbüs etti.. Emekliler, işadamlan saçlannı başlannı yolmaya başladı.. Ama nafıle,. Kendi yapmış olduklan "yasadışı" kabul edildiğinden, kimse gidıp şikâyetçi bile olamadı.. Ama kendilerinde cesaret bulup Yukos'u şikâyet edenlerin arasında doktorların, avukatların, işadamlarmın, emeklilerin, hatta zar zor para biriktiren dar gelirlılerin olduğu anlaşıldı.. Bunlardan biri de, Yanya'daki BM\V otolarının temsilcisi 34 yaşındaki Veorgios tfandisti.. Ifandis, banker Yukos ile "kurban adaylan" arasında arabuluculuk yaptığı gibi, tüm temsilciliğin parasını da Yukos'a emanet etmişti.. Yukos'un Yunanistan'ı terk ettiğini duyar duymaz, arabuluculuğunu ettıği kurbanlar, Ifandis'in evine doldu.. Şikâyetler.. tehditler ve kufurlere dayanamayan Ifandis, kendisini 5. katın boşluğuna bırakarak, yaşamına son verdi.. Başka bir olay ise Yanya'nın yöresindeki Metsovoskasabasındameydanageldi.. Yine intihar olayı.. "Banker" Yukos, şimdi Güney Amerika'da ailesiyle birlikte kral gibi yaşanunı sürdürurken, geride bıraktığı Yanya kentinde kurbanlan kan ağlıyor.. Ama "biiyıik trensoygununu" anımsayanlar bilir, Guney Amerika'ya "yeterince bol para" ile gidenlerin kaderi onceden bellidir.. Buraya varabilenler yaşamlannın sonuna dek "süuntı" diye bir şey tanımaz... ÇÖL GÜLLERİ ÇölgüUeri Tunus'ta hemen hemen her dükkânda yada sokak tetgâhlannda satılıyor. Çölde, kumlann sıkısıp gül biçiminde adeta taşlasmasıyla olusuyor. Renkleri pembemsi bej. Turistler için çok ilginç bir görünüm oluşturuyorlar. sun yanında, ;.oksul yorelerdcki sefalet, kelimenin tam anlamıyla iç sızlatıcı. Bir yanda oyalı boyalı. Avrııpalı gorunume ozenen Tunuslu kadınlar, diğer yanda "vual" denilen onuyle yuzunu, gozunu kapatan kadınlar... Bir yanda luks oteller ve lokantalarda su gib\ içilen şaraplar, diğer yanda duğünlerde tek içecek olarak ikram edilen lımonata... Şarap ivtığinizde, "Sen Muslüman değil misin?" sorusunun size ok gibi hedeflenışi... Tunus, Kuzey Afrika tarıhının bir parçası. Hamilcar Barca'nın oğulları Hannibal ve Hasdrubal'in anavatam... Kartaca komuıanı unlu Hannıbal ın kumalııar laraıuıuan yakaTunusludan farklı bir tıpteysenız sokakta hemen dikkatleri çekiyorsunuz. Önce, Fransız mısın, sorusuna hedef oluyorsunuz. Sonra başlıyorlar ulke tahmini oyununa. On kadar ulke adı sıralayıp başaramadıklannda meraklarına yeniliyor, "Söyk nerelisin?" dıye üsteliyorlar. Türk olduğunuzu sormak ise hiç akıllanna gelmiyor. Çunkü Tunus'a Turkiye'den pek az turist gidiyor. Bu yıl turistik amaçla bizden bu ulkeye gidenlerin sayısı 500'u geçmiyor. Tunus aynı zamanda bocekler ve surungenler ülkesi de. Dini geçmişi buyuk, tarihı Kerouan kentinde Contınenıal Hotel'deyiz. Tam lobide çevremize bakınırken dehşelle irkiliyo Paris'ten Yabancı gözüyle IstanbuVun dinamiği SABETAY VAROL PARİS Daha birçok yerin ve sokağın adı değiştirilmiş, uzaktan algılanan Türk tütününün kokusu duyulmaz olmuştu, kentin her tarafı bitmeztükenmez bir şantiyeyi andırıyordu. Bir yüdır gelmediğim İstanbul'da ilk günden elime tutuşturulan TL banknotlanyla sanki İtalya'ya gelmiş gibiydim. Onbin liraljklan, binliklerle kanştırmamak için, para hesabmı doğru yapabilmek için, bir turist gibi işi yavaştan almak, satıcıyı bekletmemek içinse büyük paraları verip ustünü beklemek daha kolayıma geliyordu. Kısa surede Istanbul hallaç pamuğu gibi atılmış, tüm ülke, varacağı nokta belirsiz bir dinamiğin içine sokulmuştu. Benim gibi "sınırsız" uyum yeteneği olan birini bile, bir anda uzaklardan gelmiş bir turiste benz«en, önunde durulması imkânsız bir devinim... Oturup haytrlıyı hayırsızdan, iyiyi kötuden, güzeli çirkinden ayırmak fayiasız. Türkiye kimliğini mi yitiriyor, yoksa yenüeşiyor mu, geriye mi gidiyor yoksa buyüyor mu, Istanbul guzelleşiyor mu yoksa çirkin dev bir kasabaya mı benzetiliyor? Çağınm sorunlarına açıklama getirmeye çalışan han?i babayiğit aydın, bu sorulara doğru dünıst yamt verebilir? Daha düşunmeye, düşundüğumüzü belli bir sistematiğe oturtmaya zaman DUİamadan problematik değişiveriyor. Esen rüzgâr, yeni mi eski mi? Mini3üs şoförunun teybinde çalan arabesk mi, oyun havası mı, yoksa rock müdği mi? Ülke ahlaki değerlerini mi yitiriyor, yoksa geleneksel değerlere dölüş mü var? On yıl sonra zengin Batılıların eğlence merkezi mi olacağız, yoksa Körfez jetrolcülerinin sayfıye yeri mi? Camiler de dolup taşıyor, içkili yerler de. îatılılar, Turkiye'de Islam devrimi olacağından endişe edıyorlar. Laikliğe jağlı aydınlarınuz bu endişeyi paylaşıyor. Solculanmızın inatçı olanlan, lüm jlumsuz koşullara karşın, "mesih"in geleceği gunu bekliyorlar. Belirsizlikler listesini daha da uzatabilirim. Bir ay boyunca sağdansoldan, aıkandanaşağıdan, kenttenköyden çok sayıda insanla konuştum. Ikiüç cişiden birbirine benzer değerlendirmeler alsam, demek ki Türkiye'de inanlar böyle duşunüyormuş diyeceğim. Ne gezer? Her bir birey ayn kafala. Kim demiş bizde bıreysel duşunce gelişmemiş diye? Çağdaşlaşma surecini yeterince yaşamadan. 20. yüzyılın buyuk ıdeolojierini yeterince tartışamadan sanki "postmodera" bir toplum olmuşuz. Biraz laha zorlasam "gerçekjistü" toplum diyeceğim. Anadolu'da yiızyıllardır giyiien şalvarı, biraz daraltıp, Paris vitrinlerinde Istanbul yeni devinimler surecinde. egemen moda, şalvaı, pantolon donüşturmuş gıbıyız. Şalvanatıp pantolona geçmeden, şalvar modasına uygun giyıniyorum dıye gezınenlerimiz var. Bu moda bilemediniz bir yıl daha sürer. Roma'nın. Paris'in ve de Tokyo'nun moda yaratıcıları şimdiden 1988 kış kreasyonlarını tasarhyorlar. Başka biçimlere geçilecek. Buna ayak uyduracak mıyız? Yoksa pantolon giyenlerimiz pantolon, şalvar giyenlerimiz şalvara mı donecek? * • * Bir aylık aradan sonra gene Paris'teyim. Geçen nisan başında iktidar olan Fransız sağı, kısa surede sosyalistlerin icraatini hallaç pamuğu gibi atacağını öne surüyordu. Nefes kesen bir suratle hazırlanan ve adeta Başbakan Özal'dan esinlendiği imgesi yaratan yasa tasarıları, kanun kuvvetinde kararnameler. Aradan dört ay geçti. Ortada bir değişiklik yok.. Türkiye'deyken Fransız basınım hiç izlemedim. Paris'e dönünce acaba hangi yeni değişiklik olmuş dıye araştırdım. Keıorm nazırııKlan yerınde sayıyor Oysa 16 martla sağa oy veren Fransız seçmeni fıkrini değiştirmiş bile. Sanki oy veren başkasıymış gibi. Son anketlere bakılacak olursa yeni cumhurbaşkanı seçimı yapılsa Mitterrand yüzde 5455'le kazanacak. Seçim otobusünde izlediğimiz Özal, "Bizden önce kimsenin cesaret edemediği yeni ekonomik önlemler aldık" diyordu. Chirac, Özal kadar cesur gözukmuyor. Çağdaş Batılı toplum bizımkinden daha dırençli. Yenilıklerini ise eylul, ekim aylarında, tuketim urunu olarak piyasaya çıkarıyor. Duzenli aralıklarla. duzenlı biçimde ve programlı... İspanyol paça, dar paça. tek duğme ceket, çift yırtmaçlı ceket, kimono modası, şalvar modası. uzun favori, kısa saç, punk modası, punk sonrasi, Katrnandu yokuşu gençlik, devrimcı gençlik ve sonuç olarak baba evinde oturmayı yeğleyen gençlik... Yaşadığı çağı açıklamaya çalışan Baıılı aydın diğer olanaklar yanında, düşunecek zamana da sahip. Değışimler bellı bir mantık ızliyor çünku... Bizim aydınımız ise roıasız gemide seyahat eden yolcu gibi, belkı de " f a d a l ı k " gibi gorunmesi de bundan... 'Sevgilim Istanbul' deyince... ATHANASİA ANAGNASTOPOULOU Yunanlı Turkolog İSTANBLL Bu kenıe uçuncıı gelijimde Nedim Gürsel'in "Sevgilim Istanbul" adlı oykusunu anımsadım. Yine "Sevgilim Istanbul" an lam.na gelen Yunanca başlıklı bir bajkaoykusundedeyazar, Bizansııı ocunu almak isteyen bir Yunanlı kadına bu eşsiz kentin büyusunü ya>alıyordu. Istanbul"a uçuncu gelişimde ilk duyduğum heyecan suruyordu. Yine aynı coşku, aynı keder ve ağlayıp gulme isteğı. Bana aıt olduğunu sandığım bıı tarihın derinlıklerine dalmışıım sanki. Ama ote yandan Istanbul. benı kendi gerçeğine, yani buaune doğru çekiyordu. Jstanbul, benim ıçın yedi tepelı ve uc denı/li bir kenttir. Biz Yunanlr lar. knaca "polis" yani " k e n t " derız ona. llkokuldan ben bizlere "kenl"in tarih boyunca gorkemlı ve uygar bir yerleşım merkezi olduğu. ımparatorlarla patrıklenn yuzyıllar bovıı burada Hırıstiyan uygarlığını vurdurdukleri anlalılır Bana bu kenıle gurur duymam oğretıldi. çunku koklerim oradaydı. Istanbul'uıı Sultan Mehmet tarafından nasıl ele geçinldiği, atalarımın nasıl kılıçtan geçırıldiklerı, kentin Türkler tarafından nasıl yakılıp yıkıldığını da oğrendım hocalarımdan Ne var kı, ılkokulda oğrendıklerımden bu yana epeyce zaman ge v tı. Buyudum. bazı kıtaplar okudum. Özellıkle de yabancı Turkologların yazdıkları tarih kitaplannı. Ve Sultan Mehmet'in gerçekte kenti yakıp yıkmak şöyle dursun, Bizans uygarlığını yeni katkılarla surdurduğunu, geliştirıp yucelttiğini anladım. Osmanlıların yonetıminde tstanbul kentınin yeni bir kultür sentezinin merkezi olduğunu, Bizans uygarlığının bu yeni sentezde başka bir biçimde boy atıp yeşerdiğini kavradım. Doğrusu çok şaşırmıştım. Gerçeklerin neden bu denli çarpıtıldığım hâlâ anlayabilmiş değilim. Bir Yunanlı olarak Istanbul'a geldiğimde, beUeğim, bana öğretilenlerle doluydu. Bazı çelişkiler. Bizans'a rum. Yanımdakı Turk arkadaşıma İmparator Konstantin'in sarayının oturduğumuz kahveye gore nerede bulunduğunu soruyorum. Arkadaşım bir kâgıda kentin planını çızerek. bana gerekli bilgileri \eriyor. O anda Turkleri sevip sevmediğim konusunda karmaşık duygulara kapılıyorum. Hem seviyorum arkadaşımı, hem de ondan nefret edryorum. Birlikte karşı kıyıya, Rumeli yakasına geçiyoruz. Kentin modern caddelerinde dolaşırken, özellikle de Sultanahmet'te kendimi ulkemdeymiş. kendi evimdevmış gibi duyumsuyocami mi bu uyumlu yapı, bilmiyorum, ama kesinlikle Osmanlı rnimarisinin özelliklerını taşıyor. Çeşitli uygarlıkları bir sentezde toplayan Osmanlı estetiğine hayran kalıyorum. Ve işte bu anda tarih dediğimiz surecın bir sureklilik oluşturduğunun, barbar yada uygar sıfatlarının çok fazla bir anlam taşımadığırun bılincine varıyorum. Arkadaşımla İstanbul'da dolaşıyoruz. Fener, Pera, Pangaltı gibi dilime aşina sozcükler duyuyorum. Ezan sesi, bu sözcukleri surükleyip goturuyor sonra. Fener'de uğradığım düşkırıklığını da belirtmeliyim bu arada. Eski Fener, Rum zenginlerinin oturdukları evler nerede şimdı? Onadoks Hıristiyanlığın beşiği Fener nerede? Kitaplarda okuduğum Fener, patrikhanesi. evleri, kiliselerıyle düşlerimde, imgelemimde yaşayacak artık. Gece Türk arkadaşlarla Boğaz'da bir meyhaneye gidıyoruz. Masada Turkçe konuşuluyor. Işıklar içinde panldayan Boğaz Koprusü'ne bakıyorum. Muıluyum. Yunan müziği dinlemek istediğımi söyluyorum arkadaşlanma. Az sonra istediğim yerine getiriliyor. tki dil, iki ülke arasında eskilere, çok gerilere, çocukluk günlerimegidiyorum. Buyukannemin benimle Turkçe konuştuğu gunlere. lstanbul'da, Turk arkadaşlarımın ve rakı bardaklannın arasında, bana Türkçeyı ve Türkiye'yi sevdiren ilk insanın Anadolu bozgununda evinı bırakıp Yunanistan'a göç etmek zorunda kalan büyiıkannem olduğunu anlıyorum. Turk halkının bana kendi halkım kadar yakın oluşunun sırrı çözülüyor birden. Bir Yunanlı olarak Istanbul'a geldiğimde belleğim bana öğretilenierle doluydu. Bizans'a duyduğum özlem, tarihe değgin anılar peşimi bırakmıyordu. Ama çevreme bakınca günümüzün çağdaş kentlerinden birinde olduğumu anladım. Sultanahmet'te sanki evimde gibiydim. Ve Boğaziçi'nde rakı içerken büyükannemi anımsadım... duyulan ozlem, tarihe değin anılar peşimi bırakmıyordu Ama çevreme bakınca gunumuzun çağdaş kentierinden birinde olduğumu, köprulerı. sokakları. yuksek yapıları ve genış caddelerıyle bir Batı kentinde dolaştığımı anladım. Barları ve diskoteklerıyle buyuk bir Batı kentıydı Istanbul, ama geçmişten, binlerce yıllık tarihinden de izler taşıyordu. Boğaz'ın Anadolu yakasında bir kahvedeoturuyorum. Karşımda Rumelihisarı, yanıbaşımda Anadoluhısarı var. Kenti Sultan Mehmel'ın hangi stratejiyle kuşattığını. nasıl ele geçirebildiğini anlamaya çalışiyorum. Çünkü Ayasofya'mn bulunduğu mahalledeyim. İçeri girdiğimizde bakışlanmı gorkemli kubbeye yoneltıp Tanrı figürunun hâlâ orada olup olmadığını gormek istiyorum. Kulağıma Bizans psalmodileri geliyor. Imparatorun kent halkıyla birlikte kuşatmanın başarıya ulaşmaması ıçın dua ettığını gorur gibi oluyorum. Sakalına ak duşmüş patriğin sesınde tarifsız bir keder var. Top sesleri geliyor surlardan. Ayasofya'dan çıkıp Sultanahmet Camii'ne doğru yuruyoruz. Kubbelerle mınareler arasındaki uyum beni buyuluyor. Bir kılıse mi yoksa bir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle