16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER rekli önlemleri alarak parasını yatırım dışı verimli alanlara plase etmiş, mal varlığının mülkiyetini yakınlarına devretmiştir. ö z sermayesi olmayan, olanı da kullanmayan özel girişimcinin gereksindiği scrmayeyi sağlama görevi kapitalizmdc iki kuruma verilmiştir. Bunlar, yatırımcıya en ucuz maliyetle finansman ve fon sağlayarı "sermaye piyasası" ile kısa vadeli işletme kredilerinin alınabildiği "bankalar"dır. Kapitalizmin tarihsel gelişme trenine yetişememiş, dolayısıyla liberalizm adı altında uydurma kurallarla derme çatma bir sistem uygulayan Türkiye gibi ülkelerde özel girişimcide kısmen henüz feodal ağa zihniyeti gecerliliğini koruduğu, kısmen de gerekli sermaye göreli bir kolaylıkla (asıl fonksiyonunun dışına çıkmış) bankalardan sağlanabildiği için, kişi ve aile şirketleri çoğunluktadır. Bu nedenle sermaye piyasası gelişememektedir. "Menkul kıymetler borsaları" genelde göstermelik ve basit spekülasyonlara aracılık etmek dışında yetersizdir. Bunun sonucunda bankalar, gerçek işlevlerinin dışında girişimcilere sermaye sağlayan kuruluşlara dönüşmuşlerdir. SIR GİBİ SAKLANAN GERÇEK Türkiye'de 1950'li yıllarda mevduat toplamak için ikramiyeler dağıtan banka sıstemi, günümüzde halkın tasarruflarını kolayca toplayabilmekte ve tam bir emmebasma tulumba gibi çalışmaktadır. Halkın birikimleri, yani toplumsal kaynakların önemli bir bölümü bankalar aracılığı ile sermaye arayan özel girişimcilere aktarılmaktadır. Başka bir deyişle bankalar aracılığıyla toplumsal kaynaklardan yararlanan girişimcinin riski gene bankalar aracılığıyla parasını bankalara yatıran halkln kendisine taşıtılmakiadır. Özel girişimcinin batması önce bankanın, sonra da halkın tasarruflarının batması sonucunu doğurabilmektedir. Kapitalist düzende hiç sözu edilmeyen, sır gibi saklanan bu gerçek, Türkiye'de, kendisini son günlerde açıkça iktisatçı ilan eden Başbakan özal'ın 24 Ocak uygulamaları ile gün ışığına çıkmış, en öğretici biçimiyle yaşanmıştır. İktisatçı özal'ın seçeneksiz modeli ile bankerlerin ardından beş özel banka iflas etmiştir. Gerçi bankalar, kredilerini tehlikeye atmamak için ülkemizde genelde ticaret kesimini ve bu kesim içinde yer alan aracıları, alsatçıları, büyük tüccarları, ithalat ve ihracatçıları yeğlemektedirler. Özel girişimcilerin ticaret kesiminde bulunanları da çoğunlukla bu alanlarda çalışmanın kendileri için kârlı olduğunun bilinciyle daha çok ticari kredi talep etmektedirler. Bunun nedeni riskli ve zor olan üretmek yerine, üretilmiş olanı alıp satanlann daha büyük kârlar elde etmesi, enflasyondan, karaborsadan yararlanabilmeleri, hayali ihracat, döviz k'açakçılığı, prefinansman gibi, iş yaşantısının yeni ve verimli dallarında daha kolay başarı sağlayabilmeleridir. Ana borç ve faizin ticaret kesiminde daha rahat geri döneceği düşüncesi geçerlidir. SONUÇ Kuşkusuz, 24 Ocak uygulamalarının faizleri ve kredi maliyetlerini yükseltmesi, yatırımcıya verilen kredilerin (üretim projesi doğru seçilmiş, verimli sektörler dahil) geri dönüşünü zorlaştırmış, bankalarımızda zaten var olan ticari kredileri yeğleme eğilimini daha da güçlendirmiştir. Nitekim özal adını iktisat tarihimize geçirecek bauker ve banka faciası döneminin faili olan bankaların çoğu, sallantıdaki holdinglerine kredi bulabilmek amacı ile özel girişimcilerin kıırdukları veya satın aldıkları kurumlardır. Sonuçta özal'ın "istikrar modeli" batan şirketleri kurtarma ve batmak üzere olan bankaları destekleme operasyonları ile yükü gene dolaylı biçimde halkın sırtına yıkmıştır. özetle halk, kendisinin olsun veya olmasın batan tüm paraları kendi parası ile kurtarmak zorunda bırakılmıştır. 28 TEMMUZ 1986 Sol tçin Bîr Seeenek: Devletleştirilmış Bankalar özal'ın "istikrar modeli", batan şirketleh kurtarma ve batmak üzere olan bankaları destekleme operasyonları ile yükü gene dolaylı biçimde halkın sırtına yıkmıştır. özetle halk, kendisinin olsun veya olmasın batan tüm paraları kendi parası ile kurtarmak zorunda bırakılmıştır. CUMHURİYETTEV OKURLARA... OKAY CÖISENSİN Prof .Dr. ONUR KUMBARACIBAŞI Kapitalist düzenin ekonomik kurumlan özel girişimciyi korutnaya ve kollamaya yöneliktir. Sistemin siyasal ve hukuksal yaklaşımları da özel girişimciden yanadır. Çünkü özel girişimci, sermaye sınıfının dinamik unsuru, dolayısıyla üretimin planlayıcısı ve düzenleyicisi olarak kabul edilmiştir. Piyasaıun (gerçek ihtiyaçlan yansıtamayan) belirleyiciliğinde, özel girişimci yatırımları gerçekleştirecektir. Gerçi bu önemli toplumsal işlevinde özel girişimciyi yönlendiren tek etken kendi özel çıkarı ve kârıdır. Ancak liberalizmde yatırım başarılı, yani özel girişimcinin özel kârı açısından verimliyse, bunun sonuçta zorunlu olarak ülke ekonomisine ve topluma yarar sağladığı (kaderci bir iyi niyetle) varsayılır. Kısacası kapitalizmde ekonomik kalkınma ve gelişmenin yazgısı (kaderi) özel girişimcinin kjşisel çıkarına bâğlanmıştır. KAPtTALİZMİN DE BtLMEDİCİ 1ÜŞKİ Fazla uzağa gitmeden Türkiye örneğine bakılırsa, kapitalist uygulamunın kendi kuramı ile çelıştiği hemen görülür. özel girişimci kesime bağlanmış tıim umutlara karşın genç cumhuriyetin ekonomik kalkınmasında tek yolun devlet girişimciliği olduğu daha 1930'larda anlaşılmıştı. Türkiye'nin dünyada ikinci ülke olarak plaıı uygulaması, bu gerçeğin o dönemde görülebilmesinden kaynaklanmıştı. Ülkede ne yeterli niıelikte özel girişimci, ne de toplumun gcrcksindiği külfetli yatırımlarda özel kesimi harekete geçirecek kâr ve çıkar vardı. Bugun bu durum pek değismemiştir. Türk özel kesimi batırdığı şirketlerinin devlet tarafından kurtarılmasını isterken, devletin işlettiği kârlı kuruluşların mülkiyetini (tabii kredileıle) satın almaya hazırlanmaktadır. Kârsızı topluma geri verip, kârlıyı toplumdan istediğine göre, anlaşılan Türkiye'de özel kesimin cıkarı ile toplumsal yarar arasında kapitalizmin de bilmediği bir ilişki gelişmiştir. Liberal felsefenin bir başka öğcsi, özel girişimcinin yatırım riskini kendisinin taşımasıdır. Oysa kendisinden bunca önemli etkenlik beklenen özel girişimci planladığı yatırımlan kendi sermayesi ile değil, toplumun kendisine tahsis edilen kaynaklan ile gerçekleştirir. Ya öz sermayesi yoktur ya da öz sermayenin kullanılması, gerçekten girişimci için riskli (tehlikeli) olacağından, bu ünlu özveri öyküsünün gerçeklcşmemesi amacıyla girişimci ge B Mesleğimiz Nedir? OKTAY AKBAL EVET/HAYIR Bursa Olayının Içyüzü... OKURLARDAN Afrika'daki insanlar aç uzatmamız hangi mantıkla bağdasır? Islamda, bir de "insan kardeşliği" olduğunu unuttuk mu yoksa? OKA Y SEVtNÇ BAKIRKÖY/tSTANBUL olduğunu, Türkiye için önemli bir gelir kaynağı olduğunu düşündüm. Ancak yaptığım araştırmalarda ormanlanmızın gereği gibi korunmadığı ve iyi değerlendirilemediklerini anladım. Ormanlarımız için bir vatandaş olarak şu tedbirlerin ahnmasmın yararlı olacağı görüşündeyim: 1. Ormanlanmızın korunması ve onlara sahip çıkılması için önce yol yapılması gerekir. Yapılması gereken yol güzergâhında ağaçların kullanılacakları alanların tespiti ve altyapının tamamlanmam. 2. Ormanlık yörelerimize tüm orman sanayi tesislerini kurmak ve bu hazineyi evvela o yörenin insamna tanıtmak. Ormanlanmızın bir bölümünü orada yasayan hayvanların neslinin tükenmemesi için milli park ilan etmeliyiz. İnsan sağlığı bakımından aym yöreye dlnlenme tesisleri kurulmalıdır. 3. Ormanlanmızın iyi korunması ve değerlendirilmesi için konuyla ilgili okullar açılmalı, uzmanlar yetiştirümelidir. Ormanlanmızın yakacak sorununu halletmek için katledilmesini önleyerek tedbirler geliştirilmeli, orman yangmlanna bir an önce acil önlemler alınmalıdır. ALİ tHSAN DEM/R İSTANBUL Temmuzun geçen haftasmda TV'de Afrika'daki aç insanlar konusunda bir program "Günlerce konu oldu, lehte aleyhte denmedik kalmadı. Basında, TRT radyosunda, TVde... Biz sustuk. Bursa'dakl 'Hukuk Açısından Ulusal izledik. Bu program ayrıca "I Dakika" adı altında da devam Barış" konferansının Iptaliydi herkesi konuşturan, ortalığı tozdan dumanediyor. dan geçilmez kılan. Bizi kınıyorlar, açıklamalara zorluyorlardı. Şaşılacak şey, hukuk açısından ulusal barış üzerine bilim adamı, düşünür ve Ancak Afrika'daki aç slyasacıların belirteceğl görüşler, daha kimin ne diyeceği belli değilken insanları Müslüman, konu bizim iyi niyetimizin, yurtseverce değerlendirmemizin dışına taşıHıristiyan veya putperest diye rılmış siyasal fırtınalara dönüştürülmüştü" ayırmada ne amaç Balıkesir Barosu dergisinin son sayısında en önemli yer Bursa olagüdüldüğünü anlayamadım. yına ayrılmış. Nedir Bursa olayı? Balıkesir, Bursa, Eskışehır, ÇanakEloğlu, din, dll ve ırk ayırımı kale, Bolu, Kocaeli, Kütahya, Sakarya ve Zonguldak baroları 5 Nisan gözetmeden Afrika 'daki aç Avukatlar Gününü kutlamak amacıyla Bursa'da bir toplantı düzenleinsanlar için dünya çapında mişlerdi. Dünya Barış Yılı nedeniyle 'Hukuk Açısından Ulusal Barış' konserler, koşular düzenleyip konusunda bir açıkoturum yapılacaktı. Bu toplantıya ünlü hukuk adamyardıma koşarken, bizim ları, düşünürler ve yazarlar çağrılıydı. Bu toplantı anlaşılmaz nedenyalnızca aç Müslümanlara el lerden ötürü yapılamadı. Kendi açımdan bildiklerim şunlar, toplantıdan bir süre önce Bursa Barosundan telefon edilip konuşmamın metni istendi, nedenini sorunca da savcılığa verileceği bildirildi. Ben de Bursa'ya gitmekten vazgeçtim. Daha sonra da başka konuşmacılar da Bursa'ya gelmekten caydılar. Başbakan Özal'ın şu sözleri anlamlıdır: "Toplantıyı tertip eden baro başkanının sola yakın olduğuna dair bilgiler var elimizde, bunlar güzel bir tertip yapıp onu konuşturacağız bunu konuşturacağız deyip sonra da iptal edecek; alâkayı arttıracak, sonra iptal ettim. Bunu iptal edenlerin kendileri ortaya çıkıp erkekçe biz bu sebepten iptal ettik demeleri lâzım". Yani barolar bile bile bu toplantıyı düzenlemiş, sonra da kendiliklerinden dağıtmışlar! Bir sorun çıksın, ortalık karışsın, hükümet zor durumda kalsın diye! Acaba gerçek böyle mi? Cumhurbaşkanı da Trabzon'da bakın ne diyordu: "İnanın, haberim yoktu, bunu da benim üzerime yıktılar, kabahat toplantıyı niçin iptal ettiklerini bildirmeyen barodadır. Hemen bir açıklama yapsalardı bunlar olmayacaktı. Ancak sustular. Bu iptal meselesinin bir kısmı hükümete, bir kısmı da bana yüklendi." Bursa Valisi de "Biz toplantıya izin verdik. iptal ile bir ilgimiz yok, iptal sebebini açıklamak bize ait bir konu olmayıp, tamamiyle bu kararı alana aittir. Baskımız olmadı. Konferansın iptaltnde idarenin rolü yok" demekteydi. Kimse suçlu değil! Kimse ışe karışmış değil. Kimse baskı yapmış değill Ama konuşmacılar birer ikişer Bursa'ya gelemeyeceklerini bildiriyorlar, türlü söylentiler yaygınlaşıyor. Barolar da toplantının yapılmayacağını bildirmek zorunda kalıyorlar. O gün bu gün konu tam bir karanlıkta. Kimse işin gerçeğini ortaya çıkaramıyor. Suç baroların üstünde kalıyor Balıkesir Barosu dergisi bu olayı ayrıntıları ile anlattıktan sonra baroların bu toplantıyı iptal etmemeleri, yüreklilikle işin sonunu getirmeleri gerektiğini ileri sürenlere karşı şöyle yazıyor: Ormanlarımısı korııyalım Firmamızda çalışan iki montör arkadaş beni Kastamonu'nun tğdir nahiyesine bağlı Alakaya kö'yüne davel etmişlerdi. Yolculuğum sırasında 40 kilometre boyunca devam eden ormanlar karşısında hayranlığımı gizleyemedim. Bu ormanların birer servet T r asın ve gazetecilik mesleği 12 Eylül'den bu yana geçirdiği zor dönemle birlikte gündemden inmiyor. Son günlerin yoğun tartışmaları içinde bir yanda Basın Konseyi, Basın Meslek ilkeleri Tasarısı ile birlikte basının kendi kendini denetimi geniş biçimde tartışılırken, çeşitli göruşlerin savunucuları amaçlarını açık seçik ortaya koyuyorlar: Basın özgürlüğünü geliştirmek. Bu tartışma kamuoyunun gözü önünde sürerken, Milliyet Gazetesı başyazan Sayın Mehmet Barlas'ın basınla ilgili yeni tezleri çeşitli yankılar uyandırdt. Mehmet Barlas'ın Başbakan'la yaptığı uzjn görüşmenin ardından yazdığı yazıda, Karaköy Rotary Kulübü'nün *\ toplantısında yaptığı konuşmada ve önceki günkü "En Zor Meslek" başlıklı yazısında getirdiği öneriier ve tezler özetle şöyle: Gazete yöneticileri ve yazarları mal beyanında bulunmalıdır. Sorumlu gazeteci topluma barış ve huzur getirme ilkesini benimsemelidir. Gazetecilikte ülkeye zarar verecek olaylar görmezlikten gelinebilir. (örnek: Bir süre önce eline geçen ve ülkenin önde gelen birçok işadamı hakkında soruşturma açılmasına neden olabilecek bir belgeyi Mehmet Barlas bu nedenle basına yansıtmadığını açıklar.) Türkiye'de demokrasi kesilirse bunda basıntn büyük sorumluluğu olacaktır. Gazeteci, yazacağı yazılarda ülke istikrarına zarar veren olaylara yol açmamaya dlkkat etmelidir. Gazeteci, ülkenin gelenek ve kurallarından etkilenmelidir. Toplumda geçerli çeşitli kurumlan saplantılı kavga konusu yapmamalı, bunları bazen meşru, bazen de gayrimeşru gösterecek iddialara sözcü olmamaya çalışmalıdır. Sorumluluk ve saygı kurallarına bağlılık gazeteciliği zorlaştırır. 8 u son teze kimse bir şey diyemez, ayrıca Başbakan ve ailesiyle ilgili haberler konusunda Mehmet Barlas'ın görüşleri de konumuz dışında, ama bunlar dışındaki diğer tezlerini, mesleği üstüne düşünmüş, işlevinin bilincinde olan hiçbir gazetecinin kolaylıkla kabullenebileceğini sanmıyoruz. Çeşitli siyasiler hakkında çeşitli söylentilerin mahalle kahvelerinde konuşulduğu, eleştirilen belediye başkanlarının gazeteci dövdürdüğü ülkemizde gazete yönetici ve yazarlarını mal beyanında bulunmaya çağırmanın anlamı bir yana, Mehmet Barlas'ın diğer tezlerinin içerdiği önyargıları da tehlikeleri de fazla tartışmaya gerek yok. Biz bunun yerine Sayın Barlas'ın 28 Ocak 1983'te köşesinde yayımlanan bir yazısını aynen aktarıyoruz. Yazının başlığı "MESLEĞİMİZ BUDUR!.." "Gazetecilik de bir meslektir... Diğer meslekler gibi kendi kuralları vardır... Yaşanılan deneyler, mesleki bilgiler, zorluklar, kolaylıklar ve insanlar oluşturur basını... 1960 yılındaydı... 'Son Havadis' gazetesi için üniversite haberlerini izliyorduk. Aynı zamanda Hukuk Fakültesi öğrencisiydik. istanbul Üniversitesi yeni döneme başlarken yapılan törene, binlerce öğrenci gelmişti. Biz ise, kürsünün arkasındaki gazetecilerin arasındaydık. Salona o dönemin Milli Birlik Komitesi üyeleri girdi... 27 Mayıs'ın heyecanı henüz dinmemişti. Öğrenciler ayağa kalkıp alkışlamaya başladılar. Bu satırların yazarı gazetecilik yapıyordu ama, 1960'ta 18 yaşında bir üniversite öğrencisiydi de... Elimizde olmadan biz de katılmıştık alkışa. Birden arkamızdaki bir elin, omuzumuzu dürttüğünü hissettik. Döndük, yaşlı bir gazeteci: Oğlum, gazeteci alkışlamaz, dedi. 1964 yılıydı. Bir trafik kazası haberı geldi Düzce'den... "Babanız devlet hastanesinde" deniliyordu gelen haberde. Nasıl, ne zaman gittiğimizi zor hatırlıyoruz... Hastanenin kapısından girdik ve ölüm haberini o anda öğrendik. Aynı dakikada bir hademe geldi, telefona çağrıldığımızı söyledı. istanbul'dan, çalıştığımız "Cumhuriyet" gazetesınden bir arkadaş arıyordu. Ağabey, başın sağ olsun... Kaza haberini hemen yazdırır mısın, dedi. Yüreğimizin yangınını bastırmaya çalışırken, "Cumhuriyef'e yazdırmıştık haberi. Bir gün, hocamız ve genel yayın müdürümüz rahmetli Ecvet Güresın'in odasına girmiştik: Ecvet bey, harika bir haber buldum. Manşetlik bir haber. Versene haberi, demıştı. Vereyim ama yayımlarsak, acaba devlet açısından zararlı olur mu? Ecvet Güresin, ayağa kalkıp, bağırmıştı: Oğlum sen gazeteci misin, devlet adamı mı? Ver çabuk o haberi bana!.. Bu çeşit yüzlerce anı ve deney, bir mozaik tablo gibi, bizim mesleğin üyelerinin kişiliklerini oluşturur. Gazeteci alkışlamaz... Gazeteci, babasının ölümünü duyduğu an, onun haberini de yazdırmak durumunda kalır... Gazeteci devleti yönetmez, mesleğini icra eder. Gazeteciyı ve gazeteciliği koruyup, ona özgürlük tanıyan toplumlarda, basın, demokrasinin temel dayanağı olmuştur. Türkiye'nin bu çizgiden ayrılmaması şarttır." Evet, Mehmet Barlas'a yürekten katılmamak mümkün mü: Gazeteci alkışlamaz, gazeteci babasının ölüm haberini de yazdırmak durumundadır, gazeteci devleti yönetmez mesleğini icra eder... Yoksa ne basın özgürlüğü kalır ne gazetecilik onuru kalır, kimi siyasilerin pek özledikleri resmi gazeteler, "resmi" gazeteciler kalır... Nitekim Mehmet Barlas da 1983 mayısmda Amsterdam'da yapılan Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) toplantısı sırasında yazdığı yazıda (19 Mayıs 1983 tarihli Milliyet) bu temel ksvramları çok net vurguluyor. işte yazısının son bölümü: "Bir Batı Avrupalı gazeteci ile aramızda şöyle bir konuşma geçti. Bize bazı sorular yöneltti bu meslektaş: Mr. Barlas... Siz basının baskı altında bulunduğu rejimlerden gelen gazetecilerle konuşurken, her seferinde, Türkiye'de durumun bunlara göre daha iyi olduğunu belırtiyorsunuz. Neden böyle davranıyorsunuz? Çünkü gerçekten Türk basını, yeryüzündeki pek çok ülkenin basınından daha fazla özgürlüğe sahip. Ama Mr. Barlas, kendinizi kötü örneklerle değil de, iyi örneklerle mukayese etseniz daha doğru olmaz mı? Bu Batılı meslektaş, doğru bir yol gösteriyordu bize. Gerçekten Türkiye'de basın, Filipinler'den, Arjantin'den ya da Bangladeş'ten daha özgür diye, neden kendimizi tatmin etmeye çalışıyorduk sanki? Madem amacımız çağdaş uygarlık düzeyidir, Türk basını da Ingiliz, Amerikan ya da Hollanda basını kadar özgür olmaya çalışmalıdır. Devlet de bunu sağlamakla yükümlü olmalıdır. Kanımızca, sorumlu basın isteyen yönetimlerin, basına karşı sorumluluğu, özgürlük ortamını sağlamaktır. Çünkü bilinçli sorumluluklar, ancak özgür ortamlarda yerleşebiliyor. Aksi halde, 'Resmi Gazete'ler, basın kurumunu oluşturmaya yeterdi." Türk basını zor bir dönemden geçmişken, özlediğimiz Batı demokrasilerinde dehşetle karşılanan özel basın yasaları, muzır vasaları ile kuşatılmışken, Basın Konseyi ve Basın (ArkasıU. Suyjadu) Yapı Kredi Şubelerinde satışa sunuluyor. Önemli bir gelir kaynagı olan Gelir Ortaklıgı Senetlerine sahip olmayı şimdiden garantiye alın. Satış gününden önce ayırtın. Bunun için bir Yapı Kredi Şubesine ugramanız yeterlidir. \cirın "Bu konferans hangi koşullar altında yapılırsa yapılsın, yapan ve katılan baroların, dinleyicileri dahi taklbata uğradıktan, konleransı yapan barolar feshedilip, yöneticlleri açığa alındıktan ve hatta mesleklerinın yapılmalarını önleyecek ve hatta tutuklanma olayının elle tutulur gözle görülür bir hale getirildiği bir ortamda, elde hiç cephanesi kalmamış bir asker gibi hâlâ inatla mermi yağmuruna doğru koşmanın hangi mantıki izahı vardı?" Bursa Valisi'nin daha önceki davranışları anımsanmalıdır. Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün sergısınde yazarlarla okurların arasına polisler girmedı mi? Bu yüzden de imza günleri iptal edilmedi mı? Bursa Valisi'nin bu türlü davranışları bir değil iki değil... Toplantı öncesinde bir konuşmacı olarak niye konuşmamın metni istendi? Savcılık niye böyle bir istek ileri sürdü? Bunun gibi daha ne tür gizli açık baskılar yapıldı ki, barolar bu toplantıdan vazgeçmek zorunda kaldı? "önemli olan toplantıyı iptal edenlerin cesaretllliği veya korkaklığı mıdır, yoksa iptal olayını doğuran, yaratanların baskıları mıdır? Bir ülkede böyle bir toplantı rahatça yapılabiliyorsa, demokrasi o ülkede tartışmasız olarak yürümektedir. işte barolarımızın iptal kararı bu olayı bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur" diyor Vadesi süresince sağlayacagı gelir ortalaması yıllık net % 50 olarak tahmin edilen Gelir Ortaklıgı Senetleri halkımızın büyük ilgisini çekmektedir. Bu yüzden. senetlerin satışa sunulduğu gün tükenebildigi bundan önceki satışlarda görülmüştür. Balıkesir Barosu dergisi. Londra'da bir gazete matbaasına makinist aranıyor. MÜR: 512 37 54 (İST) KIRAÇBEY YAPI KREDİ "hizmette sınır yoktur f
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle