23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER doğurur. Işte Fethi Naci'nin en çok uğraştığı konu bu olmuştur. Roman kişilerinin canh olması ne demektir ve bu nasıl başarılır? Başka bir deyişle toplumsal yasalar romanda nasıl bir rol oynar? Burada bir soru takılıyor akhma: Fethi Naci'yi edebiyat turleri içinde en çok romana iten, romanımızın genellikle toplumsal içerikli olma duşkunlüğu mu, yoksa dupedüz Naci'nin toplum konulanna olan güçlü eğilimi mi? Belki bunlann ikisini bir arada görmek, bize daha yol gösterici olacaktır. Çünkü her roman bir toplumsal içeriği saklar, açık ya da kapalı. Ama bizim romanımızdaki toplumsal içerik romanı nerdeyse bir sosyoloji çalışması durumuna getirmiştir ve bu yuzden Fethi Naci'nin eleştirisi (özellikle eskiden) sosyolojik bir eleştiri olmuştur, ama diyalektik bir gelişim ile, buna ilk kendisi karşı çıkmıştır. tşte son zamanlarda Fethi Naci'nin roman yasalanna ağırlık vermesi bundandır.Roman yasaları derken, roman olaylannı ve kişilerini yöneten özgü! mantığı soz konusu etmek istiyonım. Evet, Balzac'ın diyelim Goriot Babası elbette sosyolojik bir oluşumun yarattığı bir kişiliktir, ama onu unutulroaz kılan gene de romanın özgül yasalarıdır. Bizde gerçekçilik adına karıştırılan işte budur. Bizde romanın tarihsel bir gerçek olarak sunulması eğilimleri de bu yanuşın süregitmesinden başka bir şey değil. Tolstoy'un "Savaş ve Banş" adlı romanı, bu bakımdan çok yanlış yorumlandı ve bu örneğe uyularak ne tarih, ne de roman olabilen bir yığın roman çıktı ortaya. tşte Fethi Naci'yi sosyolojiden asıl romana getiren başlıca etmen budur sanıyorum. Öyle ki, Naci, "Bizde roman var mı" sorusuna kadar getirip dayadı işi. Bu da elbet büyuk tepkiler doğurdu, ama sanıyorum kı, yeni arayışlara da neden oldu ve Fethi Naci, bır Orhan Pamuk'u bulmakla erince erdi. Gerçekten de romancılanmız şimdiki zamanı irdelemekte, hem de kaba gerçekçi yöntemle ve kişi yaratmadan, sosyolojik açıdan irdelemekte fazla direnç göstermişlerdi. Fethi Naci, kitabında yer alan "Şimdiki Zamanın Sörgünü" başhklı yazısında, Jakobson'dan alarak şunları söylüyor: "Şairin düşmanıdır bu yaşam, çünkü şiir, hem günlük yaşamdan aynlamaz, hem de günlük yaşamla uyumsuzluk halindedir... Şair şimdiki zamanın sürgunü olmaya mahkumdur." Şimdiki zaman şair için bir sürgünse, romana için batakür. Çünku durmuş oturmuş, yorumlanmış değildir. Tolstoy ise tarihi, artık incelenmiş, ayıklanmış bir büyük savaş olayını, romanına sadece fon olarak almıştı. Onun asıl amacı Rusya'nın ulusaliaşması idi ve bunu tarihsel gerçekle değil, roman kişileri ile anlattı. Çehov, Vanya Dsyı'da soyle diyor "Şimdiki zaman, saçmalıgı ile korkunç." Ünleri değerlerinden büyük yazarlar yaratan da o değil mi? Onlar eleştirinin nesnel olamayacağından guç almışlar ve özneline ise boş vermişlerdir. Fethi Naci'nin yazılannı, kitaplannı okuyun, elinden geldiğince nesnel olmaya çalıştığını, fakat ikide bir öznelliğine sığındığını görürsünüz. Hangı gerçek eleştirmen bu durumda değildir ki! Nurullah Ataç, sevmediğini, beğenmediğini söylediği ozanlara, "Bu yuzden bana kızmayın. benim anlavışım bu, belki başka eleştirmenler sizi beğenir" derdi. Ama o ozanlar gene de peşini bırakmazlardı onun bir övgu koparabilmek için. Bir gun Sabahattin Eyuboğlu'ya o zaman genç olan bir ozan gelmiş, kendinden yaşlı bir ozanın adını vererek, "sen onu övüyorsun, beni övmüyorsun" demiş, "oysa ben büyük ozanım." fyi ama, neden evine kadar gitmiş Eyuboğlu 1 nun? Fethi Naci'nin de, arada bir böyle baskılar altına duştüğunü biliyonım. Ne yaparsınız, eleştirmenliğin yazgısmda var bu. Çunkü unlüler değerlerini anyorlar. Şu konuya da değinerek bitireyim yazunı, romanımızı titizce, hatta kendini harcayarak (çunkü okuduğu kötü romanlardan çoğun elaman çekmektedir) inceleyen Fethi Naci'nin Ahmet Hamdi Tanpınar'a hayran olduğunu biliyoruz. Tanpınar'ı nicedir sadece iyi bir romancı değil, ilerici bir romana olarak da gören solcu eleştiri, nedense onun şiirlerini bu anlayış içinde değerlendirmekten uzak durmaktadır. Naci de öyle söylüyor, "şiirleri bir yana" diyor. Tanpınar'da mı var bu ikilik, yoksa sol eleştiri, aradığı içeriği ancak romanda mı daha kolay bulabiliyor? Tartışma götürür bir konu. 23 MA YIS 1986 Bîr Eleştirmen MELtH CEVDET ANDAY "Ünleri deferlerinden büyük biitiin yazariann...'" demiş Fethi Naci, yeni çıkan "Eleştiri Günlügü" adlı kitabının (Özgür Yayın) "Tiirk Romanında Ölçiit Sorunu" başlıklı yazısında. Durdurdu beni bu tümce, düşundurdü. Gerçekte un değerden doğmuş olmalı değil midir? Sağduyu böyle olması gerektiğini söyluyor. Fakat buraya gelindiğinde, ister istemez bır soru çıkmaktadır karşımıza: Değeri kım biçecek, kim saptayacak? Konumuz edebiyat olduğuna göre, elbette eleştiridir bu görevi üstlenen, diyeceğiz, eleştirmendir. Nurullah Ataç diyor ki: "Bir eseri degerce yargılamaktan çekinraeyen eleşiinneci, yargüannın nesnel olduğnnu Ueri sürünce ko'rtulacak bir kişidir." Anladığıma ve Ataç'ın kişıligjnî de bildığime göre rahmetli eleştirmenimiz bu sözü ile "nesnel eleştiri" olamayacağını dile getirmek istemiştir. Gerçekten de, sanat güzelliğini kesenkes saptayacak nesnel ölçütü bulmak olanaksızdır. Işte bu yuzden sanatçı, kendi kendinin eleştirmeni olarak, demek kendini beğenerek ortaya çıkabilmektedir. Ya ün? Onu kim sağlayacak? Bu soruya "Halkın begenisi" yanıtını verebiliriz. Ama kolay rradır halkın i>i bir sanatçıyı seçmesi? Bunca kitap çıkıyor, bunca sergi açdıyor, bunca konser verüiyor; okur, seyirci, dinleyici nasıl çıksın bu işin içinden! Onun da eleştirmene gereksemesı yok mudur? îşte gene geldik eleştirmen konusuna. Demek, Fethi Naci'nin söylediğinden çıkarabileceğırruze göre, eleştirmene değerim kabul ettirmeden de bir sanatçı üne kavuşabilmektedir. Ben derim ki, gerçek eleştirmeıun çok az olduğu topIumumuzda bir "ad", sık sık görülür duyulursa üne erebilmektedir ve bu adın sahibi mutlu olabilmektedir. Eleştirmene ne gerek var! îşte söz buraya geldiğinde eleştirmen "Ünleri değerlerinden büyük yazartar" diyecektir. Eleştirmenin nesnelliği ne denli güç kabul edilir olursa olsun, sanatçının ona gereksemesi hiçbir zaman yadsınamaz. Çünkü kendi yargısı ile başbaşa kalmış bir sanatçı, eski deyişle, "tecelli" edemez, olanağını bulamaz bunun. Ama sanatçı eleştiriye razı olsa da, ondan kendi övgüsunu bekler sadece, yeren eleştirmeni yok sayar, kızar ona, söver sayar. Ne güç bir uğraşı imiş eleştiri meğer! Işte bu yazımda kitabından söz ettiğim Fethi Naci, butün bu guçlükleri yenerek, kendini saygın kılmayı başarmış pek az eleştirmenimizden biridir. "Eleştiri Günlügü" nü bir solukta okudum. Onun başansırun bır nedeni, sanatı, edebiyatı gerçekten sevmesi ise, öteki nedeni, eleştirinin bir yaratma işi olduğunu bilmesidir, diyeceğim. Bunlarsız eleştiri, olmasına belki olur, ama sönük ve etkisiz kalır, kimseye yol gösteremez, bir yapıtı sevdiremez. Gerçek bir eleştirmeni ben, muzığin yorumculanna benzetmekten yanayımdır, çalan ve yöneten olarak; çunku onlarsız müzik, dinleyiciye, demek insana varamaz.tfiotah bir kâğıtta kalır. Fethi Naci'nin bir romanı, bir şiir kitabını okumayı son kerte ciddi bir iş olarak gördüğüne hep dikkat etmişimdır. Hatta kendisi buna "çalışmak" der; notlar alır okurken, okuduğu ile ilişkili başka kitaplara bakar, kimi kaynakları elden gecirir ve en önemlisi, yaün, açıksecik bir kamya varmadan duşüncelerini kaleme almaz, alınca da onlan bize, kısa ve özlu olarak verir. Fethi Naci'nin bu yanı beni çok etkilemiştir, gereksiz uzatmalar, kendini gösterme çabaları görmeyeceğimi bilirim onun yazılannı okurken. Eleştinsini bilimsel kılığa sokmaya kalkmaz Fethi Naci, nesnellikle öznellik onda yetkin bir uyumluluğa kavuşmuştur; eleştirisinde bilimselliğe dayanmaya kalküğı konular, sosyal savları içeren konulardır. Bu tur savlar ise, bilindiği gibi, bizi romanın dışına çıkanrlar. Oysa roman olaylan, günlük olaylann yasalanna değil, kendi yasalanna bağlıdırlar. Burada tarih ile roman karşı karşıya gelmiş olur ve bunların kanştınlması, içinden kolay çıkılamaz guçlükler PENCERE ARADA BIR Dr. HAYDAR DUME\ SUDİYE AKSOY (TOP) ıle Arkadaşımu İMZA GÜNÜ 24 Mayıs Cumartesi Muzır Baltalar Çocukluğum Orta Anadolu'nun bir köyünde geçti. Her olayın, tanrısal ve mistik nedenlerle yorumlandığı o dönemlerde, ego ıdeallerimızi süsleyen kişıler, hep Arap kökenlı dın büyükleriydi Hazretı Ali'nın, kılıcını sağa salladığında altmış, sola salladığında yetmiş düşman kellesini uçurduğunu, beşaltt yaşlarında öğrenmiştik. Bize göre müthiş bir kahramandı o. Hazreti umer'in adaleti konusunda da bilgilerimız vardı. Hazreti Eyüb'ün sabrı, Veysel Karani'nin doğruluğu bizleri pek ilgilendirmezdi, ama Hazreti İbrahim'in Mekke'de putları balta ile bir bir kırmasını, her keresinde coşkuyla dinlerdik. Ego ideallerimizde, hiçbir Turk model yoktu. Karacaoğlan'ı ad olarak duymamıştık bile. Bu nedenle de olsa gerek, aşk ve sevgiye karşı duygularımız kapalıydı. Battal Gazi'yi biliyorduk, bir de Köroglu'nu. Hepsi bu. Atatürk'ün: "Ne mutlu Türküm diyene" sloganı, henüz köyiere girmemişti. Üstelik "Al turpu vur Türke, gene yazıktır turpa" özdeyimi kullanılıyordu. Arapislam küttürünün, Türklük kavramını silip süpürdüğü bir ortamda, yirmi yıllık cumhuriyeti yaşıyorduk. Ne var ki, cumhuriyetın altmış üçüncü yılında, Hazreti İbrahim'in balta ile Mekke'dekı putları kırması gibi, bir yontunun buldozerle kırılabilecegini düşünemiyorduk. Her türiü yıkımın, kültürümüzün kokenindeki bu izlerle ilgisi olduğunu görüyor, bir psikiyatr olarak bunu soylüyorum. Yüzlerce yıl, resim ve yontuya yabancı, yani düşman bir ümmetin, çağdaş kültürü özümleyememış yönetıcılerinin, resim karşısmdakı şaşkınlık ve panikleri de, bu kültür kökeniyle ilgilidir. Her yontunun, putu anımsatması nedeniyle yasaklandığı, yontu ya da resim yapınca, tannyla zrtlaşmak gibi bir anlam içermesı, "O ki çizdin, canını da ver bakalım" gibilerden yorumlanması, nice sanatçı ve sanata yatkın kişilerin, düşüncelerinın, yeteneklerinin kurumasına neden olmuştur. Bu kadan bile, Türk ulusuna, insanlığa yapılabilecek en büyük kalleşlik, en büyük zarardır. Bir insan resmi çizmek demek, insanı daha yakından tanımak demektir. Gözü, kaşı, eli yüzü bir yana, yüzündeki anlam ve mımiklerle, o insanın iç dünyasını keşfetmeye çalışmak, buradan ınsan ruhuna yaklaşmak, insanı insan yapan ögelerden biridir. Çünkü insanı tanıdıkça, doğayı, onun gücünü' daha iyi kavranz. Böyiece dogaya duyduğumuz saygı, insana duyduğumuz saygıyla özdeşleşir. Bu saygının ıkinci ılmığı ise sevgidir. Bununla da kalınmaz, bir resim, salt figürleriyle değil, renkleriyle de beynimizi okşar, zevklerimızi kaliteleştırir. İçeriği, toplumsal mesajlarıyla da, düşünce ufkumuzu genişletir. Bu yoldan insanlar, dünya ve evrene daha sağlıklı yaklaşır. Sanattan yoksun bir toplumun geleceğe bırakacağı mıraslar; "Viyana kapılarına dayanmak" gibi, şoven gözboyamacılığından başka bır şey değildir. Kaldı ki Viyana kapılarına giderken, şurada burada yıkılan nice yontularda, sanat yapıtlannda, Hazreti İbrahim'in baltasının yankılannı duyar gibiyiz. Böyle bir ortamın bireyleri, böyle bir kültürün ürünleri olarak, davranış ve tavırlarımızda, incelmemiş pek çok yozluklar, sanattan yeterince payımızı almamış olmamızla açıklanabilir Soyut desen üzerinde harikalar yaratan Türk köylüsü, kentlisi, yaratıcı gucünün organize bilincine bile erişemeden tarih olmuştur. Kendiliğinden (spontan) yaratıcılığının bireyselliğinde, kâh bir çobanın kavalında, kâh bir aşığın sazında, müzik olup uçup giden nağmeler, dizelere dökülüp toplumsal yapıya d o kunduğunda, pek çok cana (Arkası 15. Sayfada) İSKENDER AKSOY Evlendiler Mutluluklar dileriz İLHAN SELÇUK Broy Kitap Çarşısı'nda "GÖRÜLMÜŞTÜR" "DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VURUN" ve diğer kitaplannı imzalıyor, kitapseverlerle söyleşiyor. CUMHURİYET ÇAUŞANLAR1 22.5 1986 ÜSKÜDARİSTANBUL Lozan Korrferansı'nda ABD, taraf değil gözlemciydi. 1922 sonbaharında İngiltere, Fransa ve İtalya, Amerika'yı taraf ol•nak kan Lozan'a çağırdılar; ama Washington böyle bir konu•na gtrnekten kaçındı. Her devletin dış sıyasetini kendi çıkarlarına >g5re ayarlaması doğal olduğundan, bu uzaklığa şaşılmaz. Ne >var ki, Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra ABD'nin T urkiy9!ye karşı tutumu düşmanca bir çizgi izledi. Osmanlı topraklarndan göç ederek Amerika'da lobiler oluşturan Ermeni ve Rumlann, bu tutumun biçimlenmesinde büyük etkileri yadsırtarraz. 1923 /ılının 24 Temmuzunda Lozan Antlaşması imzalandı. Aradai iki hafta geçmeden ABO'nin konferanstaki gözlemcisi Josepı Grew ile Ismet Paşa bir "ikili antlaşma"ya imza attılar. (6 Ağxstos 1923) Bu "ikili antlaşma"nın ayrıntılannı bilemiyoruz, atcak kimi konularda Amerikalının Avrupalılardan daha katı davrandığını tarihçiler belirtiyortar. Lozan Antlaşması'nı dışlayan VVashington, 6 Ağustos 1923 i<ili arliaşmasını onaylayacak mrydı? Bu soru, Amerika'da büyük b r sorura dönüştü. Rum, Yunanlı ve Ermeniler (bugünkü gibi) o?vTeye gırdiler. Sıyasal tartışmanın boyutlan büyüdü.Beyaz Ssray "ikili antlaşma"yı Kongre'ye getırmekten uzun süre sakınuı Sonunda Lozan'dan dört yıl sonra "ikili antlaşma", Kongre'de gen çevnldi. ABD, Atatürk'ün kurduğu yeni Türkiye Cumhunyeti'ni içine sindiremiyordu. * 6 A f jstos 1923'te İsmet Paşa ile Amerikan gözlemcisi Grewun düısnledıkleri "ikili antlaşma"nın bir eşi, ancak 1934 yılında Arrerikan Kongresi'nden geçebildi. Denek ki Uızan'dan 11 yıl sonra. Sorujçta ABO'nin Lozan Antlaşması'nı dışladığı anlaşılıyor. ABD ile Türkiye arasındaki antlaşmanın içeriğini ve ayrıntılannı incetemek ikjınç olabilir Amerika, Boğazlar rejimini Türki«e'nin ulusal çıkarlarına göre yeniden düzenleyen Montrö Boğazlar Sözleşmesı'ne de uzak durmuş, gözlemci bile göndermeye jsrek duymamıştır. VVashıngton'un (Lozan gibi), Mont•ö'dek olumsuz tutumu da bugüne değın aydınlanmış değildir. * Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti Devieti'nin hukuk temelidıi". Birinci Dünya Savaşı ertesinde yapılan bütün antlaşmalar ikincı Dünya Savaşı'yla yıkılmış, yalnız Lozan ayakta kalmıştır Bu durum bizim için onur kaynağıdır. Ne «ar ki Lozan'ı yıkmak ve Sevr'i hortlatmak isteyen sinsi giHŞirrterin, 1970'lerden bu yana somut istek ve eylemlere dönüştuğü izJenryor. Türkiye'nin İslam Konferansı örgütü'ne girmesi p*ç Kıbrıs çıkarmasından sonra bu döneme gırilmiştir. Errrenılenn Amerikan Kongresi'ndeki etkinlikleri hüzün verickjir. Sevr özleminin çıkış üslerinın ABD'de kurulması raslantı değil, a'ihsel nedensellığin ürünüdür. Limni'de Lozan'ı delmek için bağdaşai Yunan Amerikan işbirliği de raslantı sayılamaz. Turkiye'nın ulusal tarihini iyi bilen ve bilinçle değeriendiren bir deviet adamı neyın ne olduğunu anlayabilecektir. Lımni Adası'nda ozana karşı ortak eylem, VVashington'un tarihsel siyasetıne uygun düşmektedir. NATO'nun Türkiye'yi kuzeyden gelecek bir saldırıya ne kadar kcruduğu sorusu da boşluktadır. Bır savaş patladığında uygulanacak planların ayrıntılan elbette g zlkjir; ama saklanamayan bir gerçek var: NATO sava(Arkaa 13. Sayfada) Lozan, Amerika, Türkiye... ŞUKRAN KURDAKUL BURSA, HAŞET KİTABEVİ (24 Mayıs cumartesi, 1518) Kitaplarını imzalıyor. SAAT: 15.00 18.00 Bakırkoy Santral Mağazası, Kat: 2, lncirli Cad. 27 Giysi, kumasıyla seçiür, kumasıyla yasar. / • f Euması Altınyıiclız olan giysiler, seckin giyimevlerinde WfflflJ!ff!I?nf& etiketleriyle sunulur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle