17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 •2Bursa Cezaevı'nde yattığı dönemden önceki tutuklanmalannda da kendini saklamak gibı bence içinde tehlikeler taşıyan zayıfhklara duşmedi Nazım Hıkmet. Insanın evrenin bir parçası olduğunu bilerek gerçeğini ne kendisinden gizledı, ne de bizlerden. "Burası benden başka kaç insanut evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden baskasıyia konuşmak yasak Ben de kendimle konuşuyorum. Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi şarkı söylüyorum kancığım Hem ne dersin, O bozuk, o ayarsız sesim öyle bir dokunuyor ki içime yureğim parçalamyor. Ve tıpkı o eski acıklı hikâyelerdeki yahn ayak, karlı yollara duşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yurek mavi gözleri ıslak kırmızı kuçuk burnunu çekerek senin bağrına sokulmak istiyor Yuzumu kızartmıyor benim onun bu an boyle zaytf böyle hodbin böyle sadece insan oluşu." 14 NİSAN 1986 Nazım'ın Bilinmeyen Mektupları (Adalet Cimcoz'a Mektuplar / 194550) Hazırlayan: ŞÜKRAN KURDAKUL Ben bildiğin gibiyim: Çalışıyorum, yani tercüme yapıyorum, manzaraları işliyorum, sevgililerimi düşünüyorum, tepeden tırnağa hasret, tepeden tırnağa ümitten ibaret bir halde, kâh öfkeden köpürüp, kâh keyiften ağzım kulaklarımda. Kâh kuşlardan hür, kâh « ağaçlardan esir, kâh yirmi dört saati bir dakikada, kâh bir dakikayı yirmi dört sdatte yaşayıp günlerimi geçiriyorum. Hakkım olan, benim olan şeyleri bekleyen, ayak seslerine kulak vermiş, dehşetli seven, korkunç derecede nefret eden bir halim var. "Adalet, mektubumu sabırstzükla bekttyorum. Ah, kendtn de geiebilseydin. Seni jöyU bir görsem, sesini duysaydtm..." 'Gerçekleşmesi zor şeye hasret güzeldir' Hele bu dizelen okuduktan sonra, göruşmeye gelen in gidişiyle kapanan pencerenin gerisindeki karanlıkta kalan adam hangi deryalara duşmüştur, gorebilir miyiz? Göstenyor Nazım. "Adalet, Sana ikinci gunun raporunu vereyim, Mehmet Ali dun geldi, yaaında genç bir de arkada;ı vardı. Şirin bir adam, hoşuma gitti. Belki de delikanlı dinlemesini, hem de buyuk bir ciddiyetle ve sabııia dinlemesini çok iyi bildıginden uzerimde bu kadar hoş bir tesir bıraktı. Çunku dun bendeniz, gece uyumamış bayram sabahını beklemenin sevinci gibi bir hale duşmuş olmama rağmen evet dun bendeniz boyuna konuştum, kurtlanmı doktum, meğerse konuşmağa ne kadar ihtiyacım varmış. Dahası var. sohbetimizin sonunda, şu canıtn kardeşim şiiri için bizim genç şairlere bir de sitemde bulundum, kendimi bir göklere çıkardım, oglanların hamiyet hislerinin zavıflığına, mesiek tesanudu filan gostermemelerine bir atıp tuttum, şaşarsın. Mehmet Ali gidip de sesim in uğultusu hâlâ kulaklanmda çınlarken, bir gulesim geldi, sonra kafamın kimbilir nerelerinde gizli batıp çıkan bu şuuraltı izahları da biraz komik ya ihtiyar kız ofkesini ortaya vurduğuma bir utandım, utandım demiyonım şaştım. Çunku işin doğrusu, dinlendiğinden emin ve bu emniyetin rahatlığı içindeki adamın kendisini munazaramn diyalektiğine kaptınp ne şuuraltı, ne şuur ustu sadece sozun akışında ve zemin ve zamanın tesiriyle ağzına geleni sovlemesinden ibaretti. Mehmet Ali bugun gene gelecek. Benim bayram da bu suretle bitecek. Acısı şimdiden yureğime duştıi." "Benim bayram da bu suretle bitecek. Acısı şimdiden yüreğime düştü..." Bu yedi sekiz sözcuğun yarattığı dunyayı, Sokrates'ten Dostoyevski'ye.. Sibiryalardan Sultanahmetlere, Mamaklara kadar uzanan kuşatmada nice insan nasıl sırtlarında taşıdı. . Hele geceleri... Duyuyor muyuz? Duyuru>or Nazım. "Adalet, Bu sana şu üç gun içinde uçuncu mektubum. Tuhaf bir nıya gordum. Daha doğrusu dinleyenler için, eğer bu başkalanna anlatmak mümkiın olsaydı tuhaf, ama benim için değil. lerine kulak vermiş. gözleri uzakian, yakınlan, dört bir yanı araştıran, dehşetli seven, korkunç derecede nefret eden bir halim var. Bazan yuregimde, gozlerini bile gormediğim milvonlarca insanın acısı, umidi, bazen bir tek kadının yumuşak sıcak dudaklan var. Hasılı sana kendimi larif edeyim diye bir yığın şey yazdım, >ine de tarif edemedim, megerse bendeniz ne komplike bir mahluk imişim. Bu pazar gece 11.25'te Ankara radyosunda çingene musikisini dinleyecegim. Lakin bir yanlışlık olmasın, benim bildigim Bizim Radyo 11'de işi paydos ediyor. Çingene musikisini pek severim. Nazım: Günlerimi kâh 15 yaşındaki delikanlı gibi içli ve lirik, kâh 60 yaşındaki bakkal gibi realist geçiriyorum... Sana perde ve abajur gönderecegim Annem geldi. Sevinçliyim. Gönderdiğin parayı aldım. teşekkur ederim. Sana yakınlarda perde yollavacağım, pencerelerine takarsın ve dışarm onların renkleri arasından gorursun. Sonra şimdi ben abajur da vapıvonım, sana bir tane de abajur gondereceğim. Yahu, Ihsan filan galiba. hep beraber fotoğraf çıkarttığınızı, senin bun lere uğrayarak gelir ve oradaki "sivri siyah külahhlar"ın kafasındaki umut ışıklarını canlandırmaya başlar. Tek partı döneminde, cumhurıyet bayramlarından önce.. Çok partıli yaşama geçilınce, seçımierden sonra.. Somut, gerçekte yerı olan bir coşkudur bu. Çunku 22 Ekim 1933 tanhini taşıyan bu dızelenn yazılışından, dışardakılere gore yedı gun, ıçeridekılere göre yedi ay, yedi yıl, yedı bin yıl sonra, Cumhurıyet'ın 10. yıldönumü dolayısıyla genel af yasası çıkarılmıştır. 1946'larda da demokrasiye geçış donemıdır yaşanan. Ve yenı kurulan Demokrat Parti'nin ileri gelen yoneticılerı, Celal Bayarlar, Adnan Menderesler, meydanlarda içerdeki adamın bağışlanma umuduna yeşil ışık yakmışlardır. Nazım'm mektuplarından secmeler thtiyarlayacağımız günler henüz uzak... Adalet, Bak bu mektubun içinde sana küçücük birfotoğrafımı gönderiyorum, lakin kuçukluğüne bakma dehşetli hagaragort ' tur. Ruyalarına girip seni korkutabilır. Şımdı o resme baktıkıan sonra sana bir de "felsefı" rubai söyleyeyim. Aramızda sadece bir derece farkı var, işte böyle kanaryam, sen kanatlan olan, düşünemiyen kuşsun, ben, elleri olan, düşünebüen adam... O hagaragort herifle şirin kanaryactğımm Memo'mun arasında sadece böyle bır fark olmasına insanın ınanacağı gelmıyor ama, doğrusu bu. îbrahim 'in işiyle uğraşmana çok seviniyorum. Hele çocukcağız ışe yerleştiğı zaman sevincim bir kat daha artacak. Senin makalelen okuyorum. Oyüzden Tasvir ceridesini elime ahyorum. Bu öyle bir fedakârlıktır kı, bunu bana ancak sen yaptırabilirsin. Gölgeler pıyesıf*) hakkındaki tenkıdim de okudum. Emin ol kı, okuduğum pıyes tenkıtlen arasmda tenkit denılmeğe layık bıricık yazıydı. Sende meğer ne cevherler varmış da biz bilmez ımişizlhsan'ın ıstedıği ikişııri Allah mustahakını versin ben ısmarlama şiır yazdım mı kepaze olur mümkün mertebe kepaze olmamağa çalışarak yazıp kendisine yolladım. Bana V'incı Henry diye birfılmin titrlerini de manzum tercıime etmek için yollamışlar. Onu da yaptım. Fakat bunda kepazelikten pek kurtulamadım. Sonra dehşetli deyordu beni. Adeta bır hafta cıvtk c, vık pis bir şeyle uğraşır gibı bır halim vardı. Fikret'e teşekkürlerimi söyle. Galiba o iş de olacak. Piraye geldi, bir hafta kaldı, gitti. Bahtiyar oldum, ve ayrılığın acısını duydum. Memet Ali ne âlemde? Ona da ferade ferade selamlarımı söyle. Ve şuna inan kı Adalet ıhtıyarlamıyoruz. Bunu ıhtıyarlıktan korktuğum için söylemıyorum, bır vakıa olduğu ıçm yazıyorum. Gtin gelecek ihtiyarlayacağız, fakat henüz o gün uzak. Hasretle canımın içi... (*) Gölgeler, Ahmet Muhip'in oyunu, 194546 mevsimi oynadı. Sivri Bİyah ktilahlılar Af dalgası ardı arkası kesilmeden ayakta tutar hapıshaneyi. Ve Nazım"ın, daha önceki tutuklanmalarından birinde, gene Bursa Hapishanesı'ndeyken yazdığı dizelere yansıdığı gibi "sivri siyah kulah Nazım'uı rttyası Çok aydınlık ve çok karanlık bir yerdeymişim. tnsan seslerinin aletlerine kanştığı bir yerde. tçimde tuhaf bir keder var. Yorgunum. Birdenbire iki goz goruyorum. Birisi kadına, bir çiftte erkeğe ait. Kadınınkileri de erkeginkileri de tanıyorum. Bana ikisi de bir tuhaf bakıyortar. Biraz utanarak, hele kadının ulanan gözleri beni kahrediyor. tçimden aglamak geliyor, haykırmak geliyor, erkek gözleri oymak geliyor. Sonra her şey karışıyor. Bir kapının onundeyim, o kadın gözleri de orada. Ben bir daha onları gormeyeceğim, bu kapı beni ondan ebediyen ayıracak, diye duşunüyorum. Sonra kapı açılıyor, merdiveıderden çıkıyorum sonsuz, sayıstz ve boyuna yukselen merdivenler. Sonra bir odanın içinde goruyorum kendimi, bahtiyarım, yandaki odadan bir terzinin elbiselere ait bir şey anlattıgını duy uyomm,sonra birdenbire çalgılı bir yerde goruyorum kendimi. Ve o gozler artık, benim dışımda değilmişler de kendi gözlerimin altına saklanmışlarmış, etrafımı artık kendi gozlerimle değil onlarla göruy ormuşum. Derken uyandım. Belki inanmayacaksın, ama butun bunları boylece gordum. Hem luzumundan fazla mantıklı, hem luzumundan fazla basit, hem luzumundan fazla tuhaf bir hatıralar karışıklığı... ADALET CtMCOZ Mektupiardan duygu köpriuü. lardan bir tanesini bana gonderme işini ustune aldığını vazmıştı. Fotografı merakla beklivonım. İşte boyle iki gozum. Işte boyle sultanım. Yurekte sesler dolu, ama yazılanlar kâada geçirilince, sepete konmuş yemişler gibi oluveriyorlar. AUabaısmarladık. Kimbilir belki yarın, belki yanndan da yakın. Şu 'yarın' sozu ne tuhaf şeydir, her zaman 'ertesi gunu' ifade etmez, bazen 'yarın' sekiz vıl da uzayabilir. On yılda, ama ne de olsa yarın yarındır... Ellerinden operim." Zamanlar boyunca, "yann", af umudu ile birlikte yaşar mahpusun kafasında. At" duşlemedır, yatılması gereken yılların yarattığı baskıdan, gerilimden, çıkmazlardan kurtulma umarıdır. Hapisliğinın sekizincı yılında bu konu ilk kez şoyle yansır Nazım'm mektupları na: O n c e Alman fat»u>»ları. s o n r a d o l a n d ı n c ü a r , s o n r a . . . "Tbrana ırkçtlarunızııı, alasal Nazilerimizin serbest bınüukhtmı bdki gazetelerde okumn~Mdıır. Bu belki aeoi o kadar Ugttedlrmez, ama beni çok UgUedirdi. Şimdi Alman casularua a n geMi, bapisoanekriminte birkaç tane var. Omlar tahüjc edflecekler. Soara sıra dolandıncüara falan gelir. O u n peşuden muhtekirter çjkanhr ve böyleükle bizim de çıkanlınamıza biraz geç de olsa elbet aöbet alaşır. Biraz Nasrettin Hoca hikâyesi gibi, ama ne de oba ba demokrarik dünyada yine de kalbe knvvettir." Zaman olur, hapıshanemn bır koğuşunda çıkarılan bir soylenti, ötekı koğuşları gezıp dolandıktan sonra ilk kaynağa nice değişme Adalet, tuhaf bir rüya gördüm. Daha doğrusu dinleyenler için, eğer bu başkalanna anlatmak mümkün olsaydı tuhaf, ama benim için değil. Çok aydınlık ve çok karanlık bir yerdeymişim. insan seslerinin aletlerine karıştığı bir yerde. İçimde tuhaf bir keder var. Yorgunum. Birdenbire iki göz goruyorum. Birisi kadına, bir çift de erkeğe ait. Kadınınkileri de erkeğindekileri de tanıyorum. Bana ikisi de bir tuhaf bakıyorlar. Biraz utanarak, hele kadının utanan gözleri beni kahrediyor. Içimden ağlamak geliyor, haykırmak geliyor, erkek gözleri oymak geliyor. Sonra her şey karışıyor. Bir kapının önündeyim, o kadın gözleri de orada. Ben bir daha onları görmeyeceğim, bu kapı beni ondan ebediyen ayıracak, diye düşünüyorum. Sonra kapı açılıyor, merdivenlerden çıkıyorum sonsuz, sayısız ve boyuna yükselen merdivenler. Sonra bir odanın içinde goruyorum kendimi, bahtiyarım, yandaki odadan bir terzinin elbiselere ait bir şey anlattığını duyuyorum, sonra birdenbire çalgılı bir yerde goruyorum kendimi. Ve o gözler artık, benim dışımda değilmişler de kendi gözlerimin altına saklanmışlarmış, etrafımı artık kendi gozlerimle değil, onlarla görüyormuşum. Derken uyandım. Belki inanmayacaksın, ama bütün bunları böylece gördüm. lılar"ı heyecan dalgası sarar: "Çıkacağız Şapkayt yana Yıkacağız. Toprak Gtineş Kadın, hava Yapura bin, trene bin Bin tramvaya Kelepçesiz Jandarmasız... Tek başına Yapayalnız Cezin Dolaş Ormanda yat, dağlan aş Dolaş dolaşabildiğin kadar. Heyecanda sivri siyah kulahlılar." Gözlerinden saygı ve öfkeyle operim Sana bir çevre yolluyorum. Âdet, kadınlar erkeklere çevre verirler, ama zarar yok, ben sana bir çevre gönJeriyonım. Mektubunu sabırsızlıkla bekliyorum. Ah, kendin de bir gelebilseydin. Seni şoyle bir görsem, sesini duysaydım. Her ne hal ise, insanoğlunun buyuk hususiyetlerinden bin de gerçekleşmesi çok zor olan şeylerin hasretini çekmesidir. Fakat guzel bir hasret. Gözlerinden saygıyla ve öfkeyle operim. Nazım." Orhan VeWnin boynuna sarüan kadınlar.. 15 yaşında delikanlı, 60 yaşında bakkal Duşlere, hastalanmalara, ozleme karşın 1946'lann Bursa Hapısanesı'nde de yaşam devam ediyordu. Sevmenin, beklemenm ve sabnn ustası olmaya da hukum giyen şaır, sekiz yıldır kurduğu dunyanın özelliklerini bir mektubunda şöyle çiziyor Adalet Cimcoz'a: "Ben bildiğin gibiyim: Çalışıyonım, yani tercüme yapıyorum, Manzaraları işliyorum, sevgililerimi düşunuyonım, tepeden tırnağa hasret, tepeden tırnağa umitten ibaret bir halde, kâh ofkeden kopiırup, kâh keyiften ağzım kulaklanmda, kâh 15 yaşında bir delikanlı gibi içli ve lirik, kâh 60 yaşında bir bakkal gibi realist, kâh mâruf tabiriyle, kuşlardan hur. kâh ağaçlardan esir, kâh yinni dort saati bir dakikada, kâh bir dakikayı yirmi dort saatte yaşayıp günlerimi geçiriyorum. Hakkım olan, benim olan şeyleri bekkyen, ayak ses Af dalgasının yörtingesine girnıek istenıiyordu Nazım Hikmet, hem ıçındeydi bu umudun hem dışında.. Etkılenıyor, aldırmamaya çalışıyor, soruiar sorarak, yanıtlar arayarak, kendi deyişiyle "af dalgası"nın yorungesıne gırmemek istiyordu. Zaten tutuklanması, suçlanıp >argılanması ve aldığı 28 yıl 4 ay ceza ıle kendine ozguydu durumu onun. Bu nedenle ilk alındığı gunden itibaren surekli olarak yılmadan, usanmadan anlatmak zorunda kaldı Nazım. Savcıya, yargıçlarına, temyız uyelerıne ve de olumunden birkaç ay önce Ataturk'e başvurulannda aynı ısrarı yınele\erek sesini duyurmaya çahştı: "Orduvu isyana teşvik etmedim." Bu aşamada tarihe başvuruyordu artık. "Beni ne diye affedecekler, ben bir kusur, bir kabahat işleraiş değilim ki, af kelimesinin manasına giren bir duyguyla, bir fiille affa mazhar olayım. af dilemek gerekirse, beni kanunsuz, haksız yere on yıl hapiste yatıranların benden dilemesi lazım. Her ne hal ise. Zaten ben Meclise buııdan dort beş ay evvel muracaat ettiğim zaman, baoa karşı yapıiaa adli hatarun (*) tashihi yoluyla tabJiyemi istedim. Bak bu bahis de yılan hikâyesi gibi bir kere açıldı mı bıtmek bilmez." Nazım Hıkmet'in Bursa'da hapıs yatarken yazdığı kımi şiırler, Mazhar Lurfi, İbrahim Sabri. Nuretlin Eşfak takma adlarıyla Yeni Edebiyat (193840), Ses (1938 aralıklarla 1946), Yürüyıiş (194344). Söz (Ankara, 1946), Yıgın (1946), Baştan, Yeni Bastaı (194648) dergilerınde ve Havadis gazetesınde (Izmir, 1946) yayımlanıyordu. Aynı yıllar, Tolstoy'un Harp ve Sulh adlı yapıtını dilimize çevirdi. Oyunlar, senaryolar yazdı. Memleketimden İnsan Manzaralan'na başladı, bitirdı. Bu uzun sureyı edebiyat yaşamının içindeymiş gibi geçirdı Nazım. Hemen tum edebiyat dergilerini izlıyor, ozellikle kendisinden sonra gelen kuşağın yaratılarını değerlendırerek goruşlerini mektuplarında yazıyordu. (•) Ihını ben çudnn (Ş.K) Adalet, Elbette kı, tepeden tırnağa kadar haklısın, insanlar arasındakı çeşıtli münasebetlerde, insanlar birbirlerinin çeşitti taraflarıyla ilgılenırler. Beni tıraş eden berberın çok usta olması yetmez, ağzının kokmaması da şarttır. Sesini plaktan dinledığım müddetçefalanca şarkıcı bayanın bedenıyle ılgılenmem, fakat sahnede seyredeceksem, biraz yakışıklı olması ıcabeder. Yok, mezkur bayanla, platoniğınden tut da gerçeğıne kadar sevda münasebetme gırişeceksem, elbette kı, ılkönce bedenen sonra meselenin devamına göre, bir günluğune yahul beş yıllığına ruhen de hoşuma gitmesı lazım. Lafı uzattım, yani demek istediğım, kocalannın yanında Orhan Veli'nin boynuna sanlan sayın bayanlar herhalde onun erkeklığini de beğenıyorlardır. Bu bahıste mesele değişir, bız erkeklerin çirkin saydığımız nice erkekler tanıdım ki, kadmlan kmp geçirmişlerdır. Bunun akside, bayanlar için vanddir. Anlaşılan Veli'nin yazılarıyla eksite olan bayanlar Onun senin tarifine göre komik çırkinlığiyle de kelbı hasta bir sureksitasyona düşıiyorlar. Hasılı aferın delıkanlıya... Orhan VeU"Aferin deUkanhya!" Turancı ırkçılarımızın, ulusal Nazilerimizin serbest bırakıldığmı belki gazetelerde okumuşsundur. Bu belki seni o kadar ilgilendirmez, ama beni çok ilgilendirdi. Şimdi Alman casuslarına sıra geldi, hapishanelerimizde birkaç tane var. Onlar tahliye edilecekler. Sonra sıra dolandırıcılara falan gelir. Onların peşinden muhtekirler çıkarılır ve böylelikle bizim de çıkanlmamıza biraz geç de olsa elbet nöbet ulaşır. Biraz Nasrettin Hoca hikâyesi gibi. Orhan Veü ve şeytan uçurtmalan... Orhan Veli'nin yeni çtkardığı şiir kitabmdan kabını bir prenses yapmış, Bedri Rahmi de resimlemiş, ilan maaleseföyle yavyor, bütün bunları radyolin ilanı gibi yayımlamak bir tuhaf kaçıyor evet, ne diyordum, o kıtaptan iki tiç şııri yine gazetelerden okudum. Hoşuma gitti Neyaptığını neyapmak istediğini gayet iyi anlıyorum. Istidatlı çocuk. Bizim edebiyatta yeri var ve olacak. Ama gelgelelim ve kendisi için ne garip tezat, yeni bir şey yapmıyor ve söylemiyor. Oğlan için fiir, sanat, bir çeşit manfet göstermek, hoşça vakit geçirmek, tatlı bir keder vermek, zeki bir gülümsemeye sebep olmak vasıtasL Hoşa gidiyor. Bir sanat eseri için hoşa gitmek ve bununla iktifa etmek kâfiyse mesele yok. Ah şu, gerçekten çok istidatlı delikanlılarla şöyle birsaaiçik baş başa verip konuşabilseydim. Kabiliyetlerini, zekâlannı, nasıl yaramaz ve müsrif çocuklar gibi avuç avuç harcadıklannı, şeytan uçurtmalan yapmakla vakit geçirdiklerini söyleyebilseydim. Bak Bedri Rahmı, Orhan Veli'ye nazaran çok daha zahmete değer iş yapıyor. Bizim edebiyat tarihinde Orhan Veli, Cenab Şahabettin ve Ahmet Haşim'den geliyor. Daha doğrusu, belki hiç aklına getirmediği vefarkına varsa küplere bineceği halde, onların yaptıklan işi yapıyor. Halbuki Bedrı'de bu kötü miras yok. Bu işte sosyal durumlar bir yana bırakılırsa kültür ayrılığmm rolü ortaya çıkıyor. StRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle