18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
IURÎYET/6 18MART 1986 Gözümü siyah bantla bağladılar 3 Eylül'den 7 ay sonra mayıs ayında bir gün Rıgaz'ın Cide'deki evine, başlarında bir astsubay avi bereliler gelir. Evdeki tüm dergı ve gazetelerıca Rıfat Ilgaz'ın yeni yazdığı romanı tutanakla f ettikten sonra "Hazırlan Albay'a gideceğiz" Rıfat Ilgaz Jandarma Komutanhğına götürülür. şmdakı yazar "çok kısa"1 bir sağlık muayenesm'eçirildıkten sonra "sağlam" bulunur. Ve bir Jana eri eşlığinde odadan çıkarılır. Jandarma eri ya"yurii" der. trüdüm. Açtığı kapıdan girdim. Bir asker koğuu. Alaca karanlıkta ilk tanıdığım; öğretmen Raın Tuğtepe oldu. Sonra emekli başöğretmen Mu1er Karayel... Gözleri siyah bir bantla bağhydı rıin de... smek benim de gözlerim bağlanacak, onlar gibi im duvarda, ya da jandarmalann ranzalannda lerce ayakta dikilecektim. lşte buna durumum mezdi. Damaı sertliğinden ayaklanm da, bacakn da şişerdi. Kısık Ali'nin damadı bana ne kasağlıklı derse desin, onun sağlık raporuna uyiçin çaba göstermek zorunda değildim. Rıfat Ilgaz 12 EylüVden 7 ay sonra gözaltına alınışını anlatıyor: Kırk Yü Önce Kırk Yü Sonra RIFAT ILGAZ anlatıyor "Evinde Rıfat Dgaz'm kitaplanm bulmuşlar. Kim verdi onlan sana? Kiraden aldın?" "Gürsoylar'dan! Kitapçıdan!" "Başka okuyacak kitap bulamadın mı?" "Başka yazarlar da var okuduğum. O bizim yazarımız, Rıfat Amca... Cideli o!.!' Soran kişi soruyu değiştirmek zorunda kalıyor: "Ne işiniz var evinde?" "öğretmenimiz gönderdi! Bize ödev vermişti de... Sormaya gittik... Laiklik..!' "Başka soracak adam bulamadın» mı?" Herhalde bulamamış olacaklardı ki evime gelmişlerdi. "Sen söyle Semre! Ne işiniz vardı?" "Rıfat Amca... Babamın arkadaşı... Babamla da gideriz evine." Suç önder Bey'de olmalıydı. Bu çocukları neden gönderiyordu boyle bir adamın evine. Onun hocalı Postalları ile tekmeliyordu: Gözlerimi bağlayan er "Kaldır kollannı" dedi. Omuzlarımdan bastınp durdurunca, dediğini yaptım. "Aç ayaklanm. " tstediği ölçüde açmamış olacaktım, postalları ile tekmeliyordu. Başpapazları yakalandı: Kapı kapanmıştı. thbarcılar uğurlandıktan sonra içerden dik bir ses beni tanıtıyor olmalıydı bilmeyenlere: "Başpapazları da yakalandı gençlerin. Dışarda bekliyor." B a ş k a k i t a p y o k mn: Sorgu odasmdan sesler geliyordu: "Evinde Rıfat Ilgaz'ın kitapları bulunmuş. Kim verdi onları sana?" "Gürsoylar'dan. Kitapçıdan." "Başka okuyacak kitap bulamadın mı?" çelimsiz vücudu, ilerlemiş yaşına göre daha çoook çilelere de hazır görünüyordu. Yanımdan geçerken "Geçmiş olsun!" dedim. Henüz gözleri karanlığa alışmamıştı. Apartmanda oturduğum dördüncü katın bir altında otururlardı, sesimin yabancısı değildi: "Sağol hocam!" dedi. Dip köşeye kadar iteledi onu jandarma: "Dur!" dedi, "Kaldır ellerini!" Cebinden çıkardığı bezi bağladı gözlerine: "Konuşmak yok!" dedi. öğretmenlerin en sessizi, en az konuşanıydı, ama en çalışkanı. Gölköy Enstitüsü'nün duvarlarını çekip harcını karanlardandı. Emekliliğine son günlerde kavuşmuş, isteğime uyarak bir kitapcı dükkâru açmıştı sonunda. Bu da gelecekti başına demek... Bütün dostlar, meslektaşlar buradaydı. Herkesle gelen düğün bayramdı... Cumhuriyet Okulu'nun Müdürü kiliyordu, boş arabaların karşısında. Sağ yanında Belediye Başkanı, sol yanında da Parti Başkanı olarak tanınmaktan hoşlanan bir ağa... Üç beş kişi de arkada kaldığından kimler oldugunu seçemiyordum. Onlara yakm olan arabalardan biri doimak uzereydi. Önceden kimin hangi arabaya bineceği belliydi demek... Beni o arabadaki boş yere bindirmiyorlar, bekletiyorlardı. Ayrı yerlere götürulebılir miydik? Kimimiz Ankara'ya, kimimiz Kastamonu'ya Ineboluda da bırakabilirlerdi, Ağır Ceza Mahkemesi'nde. Ama niçin ? Ağır Cezalık ne suç işlemişlerdi bu öğretmenler, bu öğrencüer, Halkevi gençleri? Minibüs büyüklüğunde bir asker arabası az ilerde durdu, kapısı açılınca hemen bindirdiler. Ramazan Tuğtepe"yle, Mustafa Yılmazer de içerdeydi. Geri kalan boş yerlere de jandarmalar binmişti. Eİerim baglanıyor ir er gözlerimı bağhyordu. lşini bitirince beni ite a bir yere götürüyordu. Kaldır kollannı!" dedi, omuzlarımdan bastınp iurunca dediğinı yaptım. \ç ayaklanm!" itediği ölçude açmamış olacaktım. Postalları ile nelıyordu. Biraz da ben çaba göstererek açtım. lanmı istediği düzeyde kaldırmamış olacağım ki: Kaldır!" diye bağırdı, "kollannı kaldır!" lu emirler, vücuduma bir biçim vermektcn çok, r vermek hevesinden ileri geliyordu. Ben kollarıkaldırmaya çahşırken açık duran ayaklanm birne yaklaşmış olmalıydı ki: Aç ayaklanm! Biraz daha aç!" diye bağırdı. fepem atmaya başlıyordu: 'Yavaş ol hemşerim!" dedim. 'Ne!" dedi, "karşı mı gellyorsun!" jözlerimin bağını sıyırdım. Gittim.ranzalardan bieoturdum. Bır de sorgu odasında Rıfat Amcasını savunan Fatoş'lar var... Bir ara şöyle bir konuşma da geliyor kulağımıza koğuşta: "Onun iyi bir yazar oldugunu öğretmenimiz de söyledi derste." Fatoş sonra ne mi oldu? Liseyi bitirdi. Cide çapında da olsa bir iki sergide resimleri ödüllendirildi. Üniversite sınavlanna girmedi bile. Kazansa da okuyamazdı. Annesinin temizlikçi olarak çalıştığı otelin geniş salonunda düğünu yapıldı. Kendi köyunden bir Almanya işçisiyle evlendi. Şöyle bir kart yazdı oralardan 1984'te: "Sayın Rıfaz Ilgaz.. Motel Uzunkum Cıde/Kastamonu... Türkiye... Değerli Hocam, Bayramımzı en içten dileklerımle kutlar daha nıce bayramlarla olmamzı temennı ederim. Kızınız FATOŞ KOŞ Geçmiş olsun hocam Şoforun yanında oturan uzatmalı bir çavuş vardı. Bu arabanın komutanı ondan başkası olamazdı. Hemen yanımda bir onbaşı. Daha şimdiden G3'üne dayanmış yorgunluk gidermeye çahşıyordu. Butün gece uyumamışa benziyordu. Uzatmalı çavuş, hiç beklemediğim bir zamanda: "Geçmiş olsun Hocam!" dedi. "Sağ ol çavuşum!" dedim. Direksiyondaki asker de yüzunun anlamıyla katıldı bu içten dileğe. Arabadaki jandarmalar koğuştakı görevlüerden değildi. Tum arabalar yükunü almıştı. Yola girmeleri için emir bekliyorlardı. Gorebildiğim kadanyla hava albayı ile jandarma binbaşısını kuşatmış olan Ağa'lara, Bey'lere bakıyordum. Tümü buralıydı. Aralannda dışarhklı ne bır memur vardı, ne de bir müdur.. Bayram namazından çıkmış kadar keyifliydiler. Ya da bir duğün şölenindelermiş gibi... Ister suçlu olsunlar, ister suçsuz... Çocuklannı şu kadar yıldır okutan yirmi otuz öğretmeni almışlar, götürülüyordu işte! Belki kendi öğretmenleri, kendi yakınları da vardı aralarında. Bu ne umursamayış, ne vurdumduymazlıktı. Gozüme çarpanlardan biri okumuşluğuyla, öbüru de okumadan Ağa duzeyine yükselmesi ile şişinirdi. Şu yukardan bakışlar, gidenleri küçümsemeler de ne oluyordu? Her gün yüzyüze baktıkları I »ik. dikii: 'Kalk! D i k i l ! " 'Ne kalkanm arkadaş, ne dikilirim! Canın ne isorsa yapabilirsin!" Şaşüacak şey, üzerime yürüyecek yerde sağına sota bakarak birini anyordu. Herhalde aradığı onşı olacaktı. Koğuşun kapısındaki onbaşı ölçulu ngeli adımlarla geldi: "Kalk!" dedi, "herkes gibi sen de dikil!" "Bak onbaşım!" dedim, "Ben herkes gibi dikile:m! Onlardan kendimi ayırmak istemem ama, on• benden çok genç! Komutanına soyle! Kusura bakasın!.." Onbaşı geldiği gibi ölçulu adımlarla uzaklaştı yamdan. Aradan ne kadar süre geçmişti, bilmiyorum. Üç at... beş saat... Oturduğum ranza jandarma erleıin olduğu halde kimse yerimden kaldıramıyordu mi. Yorgundum, uyusam dikilen arkadaşlanma saysızlık olmaz mıydı? Bu tutumum nöbetçileri de kızrabilirdi. Ayak sesleri sürüp gidiyordu, koğuşun önünde. er ayağın, her ayakkabmın kendine özgu bir sesi ırdı. Şu sesler erkeklerin ayak sesleri olamaz diyorıım, uykumun arasında... Verdikleri bilgiden ötü1 teşekkur alan değerli hemşerilerim bizim koğuşa ı yakın odadan çıkmış olacaklardı. Bu odanın kaısı durmadan hâlâ açılıp kapanıyordu. Soruşturma u odada sürüp gidiyordu herhalde... Şu kalın ses »ğretmen Hüseyin'in, şu ses Mehmet Yıldınm'ın... u da Zekeriya Kaya'nın... Ya bu delikanh sesine beneyen genç kız sesi?.. Fatoş'tan başkasının olamazdı u güvenli ses... Konuşmak yok: Öğretmen Yılmazer'i getirdiler. Henüz gözleri karanlığa alışmamıştı. Ama sesimin yabancısı değildi. "Sağ ol Hocam" dedi. Dip köşeye iteledi onu jandarma: "Dur" dedi. "Kaldır ellerini.'' Cebinden çıkardığı bezle gözlerini bağladı: "Konuşmak yok" Geçmiş olsun: Şoförün yanında oturan bir uzatmalı çavuş vardı. Bütün gece uyumamışa benziyordu. Hiç beklemediğim bir anda konuştu: "Geçmiş olsun hocam!" FA TOŞ SORGVYA ÇEKİLDt Rıfat Ilgaz gözaltındayken Cide 'de Ilgaz 'ın arkadaşları da sorguya çekildiler. Sorguya çekilenler arasında Rıfaı Ilgaz'm ilkokuldan beri resim ve edebiyat derslerine yardımcı olduğu Fatoş adlı bir kız da vardır. flgaz onun sesinisorguda tamr. Fatoş, "Rıfat Ilgaz'ın kitaplanm niçin okuduğu sorusunu", "Rıfat Amca babamın arkadaşı, babamla birlikte evine de gideriz, ne olmuş okudumsa?" diye yamtlar. Sorgulamadan "Bir şey çıkmaz." Hepsi serbest kahr. Fotoğrafta Rıfat Ilgaz, yanında Fatoş'un babası ve Fatoş Koş (arkada masanın başında, ortada). ğı sökmezdi ariık. 1944 yılında hocalığına son verilmişti. Şiir yazmak, kitap cıkarmak da ne oluyordu! Millet... Pardon devlet şiir yazsın diye mi okutmuştu muallim mekteplerinde... Onu şöyle bir kararla tuttuğu gibi atardı devlet... Hayır, Turk ulusu adına adalet dağıtmaya mezun mahkeme... Yani millet... Liseli çocuklardan sonra sorgu strası elbet bana da gelecekti. Yetkisı elınden alınan eski bir öğretmen nasıl olurdu da bu çağın çocuklanna laikliği anlatırdı. Bugünün laikliği Mustafa Kemal, yani Atatürk zamanının laikliği miydi? Ya çocukları yanılttımsa? Çünkü ben Atatürk'un sağlığında öğretmen olmuş, ilkokulda, ortaokulda ve lisede hocalık yapma hakkını kazanmışnm. 1yi ama ne yapmıştım da atılmıştım bu meslekten? Şiir yazmış, kitap çıkarmıştım. Bunlar laikliğe aykın mıydı? Ya da öğretmenlik yasalarına... Hesabını vermeliydim yeniden mahkemelerde. Gece yarıları genç kızlar gibi ben de sorguya çekilmeliydim. Eski bir karardan Ne diyordu kararda: Mahkemenin tayın etııği ehlivukuf raporunda esasen etraflı bir tedkik ve munakaşa dermeyan edilmemıs olduğundan mahkememizce bu rapor kanaatbahş görulmemiş ve heyetımızin bu basit ıfadeli kitabı ledkiki netıcesinde yukarıda izah edildıği veçhile memlekeiımizdeki zenginler aleyhinde ve bu zumreyi ortadan kaldırmaya matuf bir propaganda gayesıyle yazıldığı kanaatına eksenyetle varıldığından dolayı maznun Rıfat Ilgaztn hareketme uyan TCK'nun 142. maddesinın I. fıkrası mucibince 6 ay hapsine..." Ben bu satırlan, hukuk doktoru Çetın Yetkin'in "Siyasal Iktıdar Sanata Karşı" adlı kitabından aldım. Kitabın yazarı bu karann altına şöyle bir açıklama yapmayı gerekli görmuş: "Hükümetın (yurütme orgamnm) bir kitabı zararlı gormüs olması hatta zararlı gormüş olması varsayımı, bir aydının hapsedilmesi için yeterli olabiliyor. Unutmamak gerek: O tarihlerde Turk Ceza Kanunu'nun 141 ve 142. maddelerinın ongörduğü cezalar daha sonraki yıllarda olduğu gibi ağır değildu Şu halde bu yargıtama 67 yıl sonra olsaydı, şair yıllar yılı mahpushanede kalacaktı." Ne dıyelim, açıkgözlülük edip cezalar ucuzken işledik bu 142. madde suçunu diye ovunelim mi? Ben gene de suçu Mussolini'ye buluyorum. 1930'larda bu. 142. maddeyi bulup faşist ltalyan Ceza Kanunu'na koydurmasıydı bu zengin sınıf avukatlığı hiçbir hukukçunun aklına gelmeyecekti. Zengınlere arka çıkmaya hevesli kımler yokmuş yeryuzunde! Hâlâ hali vakti yerinde burjuva eleştirmen ve şairlerinden bir tek candan dostumuz yok... Onlar da ev köy, köle kopek sahibi olalı bızden soğudular... Sağ olsunlar da soğusunlar... Soğumasalar bız kimlere öfkelenir, kimlere takılırdık!... Başpapaz dendigine göre suçlu bendim Gene de akhm almıyordu bu operasyonları, bu hesap sormalan. Soruşturma odasındaki yetkili kişi 'Başpapazlarını da getirdik' dediğine göre baş suçlu ben olmalıydım. Gençleri ayartan, iaikliği öğreten, kimbilir kendi çağının kulturüyle, anlayışıyla lıselileri şasırtan, yoldan çıkaran... Bir ara gözüme lisenin mudurü de ilişmişti. Kısa kollu bir gömlek vardı uzerinde... Ne ceket, ne palto... Gün ortasında tutuklamış olacaklardı. Hava çok soğuktu. Evinden bir ceket, bir kazak getirtmesine bile izin verilmemişti. Kimbilir neler sormuşlardı ona... öğrencilerini gece yarıları evlerinden alıp getirdiklerine bakıhrsa... İşi çok zordu Zekeriya'nın. Kimbilir, Cide Lisesi'nin Kastamonu çıkarmasının hesabı da somlacaktı ondan... Belki de benden... Gecemiz nasıl geçmişti? Uyumuş muyduk... Ben sorguya çekilmemiştim ama koğuştan alınıp göturülenler oluyordu. Bir iki tanıdığım kişinin dışardan, sorgu odasmdan gelen sesini duydumsa da koğuşta kendilerini görememiştim. Ev sahibim de bunlar arasındaydı. Apartmarumızın 3. katındaki öğretmen Yılmazer'in adresini soruyorlardı. Hasan Sözen de buradaydı işte. Atalürk okulunun eski Mudurü Muammer Karayel... Mehmet Bayram... daha niceleri.. Bağlı gözlerle sağına soluna bakınıyor, damadı Yavuz Kumral'ı anyordu herhalde. Yavuz'la iş bitmiyordu, ya kızını da getirirlerse... Suçları mı?.. Ben bile yakıştırabilirdim suçu onlara. Bu iki genç, Halkevi'nin sahneye koyduğu bir piyeste oynamışlardı! Şili'de Av... Neyine gerek senin Şili'ler, Allende'ler!.. Balıkçı tekneni at suya! Yak lükus lambanı! Köselialu'nda zargan avınaçık!.. lşığa uşüşen zarganları kepçe kepçe at sandala! Yesin dostlar! Asçı Şeref mısır ununa bulanmış zarganları dizsin tavaya! Yesin Kastamonu'dan gelen konuklar! Senin neyine Şili'de av!.. Sen kendi avına bak. lşte uçsuz bucaksız Karadeniz! Rıfat Ilgaz 12 Eylül'den 7 ay sonra gözaltına ahnır ve gözleri bağlanarak sorgulamr. Hababam Sımfı'nın unlu yazanna sorulan sorulardan biri de "Cide'ye niçin geldin?" sorusudur... şu seçkin kişiler, suçluluk olasılığıyla mahkemeye göturuluyorlardı. Sanık bile değildilerdi henuz... Niçin gotüruldüğümuzü, bır gazeteci olarak ben bile bulup çıkaramıyordum. Tek soru sorulmamıştı henüz savcılıkça. Tümümuzu yakalayıp postalayan sanki onlardı. Bu başarı onlarındı. Kim bilir, verdikleri bilgiden, aldıkları teşekkürden yureklenmiş de olabilirlerdi. 'atoş diye bir kız Oturduğum ranzanın beylik battaniyelerinden alı yedi yıl gerilere gitmiştim. Fatoş ükokuldaydı. Masnavi gözleri, alyanaklarıyla sağhklı bir taşbebekti. vnnesi otelin çarsaflannı yıkarken o da defterlerini ıçar, yazı yazmazsa eğer resim yapardı. Odamda enkli kalemler vardı. Bir gün odama çıkardım, canın önüne oturttum. Hemen pencerenin önündeki lefneleri göstererek: "Haydi bu ağaçların resmini yap!" Ağaçlardan bir iki tanesini seçip sayfanın onasııaoturtmuştu. önce kaba taslak çizmişti. Sonra başadı tek tek yapraklarını çizmeye. Tükenmez bir saMrla işini surdurüyordu. "Oldu!" dedim, "çok güzel yaptın!" "Daha bitmedi. Şu daldaki yapraklar kaldı!" llkokulu bitirdiği yıl, annesine: "Yazdır ortaokula Fatoş'u!" dedim. "Babası da issiz! Nasd okuUyım!" "Ben yazdırayım öyleyse!" dedim. Fatoş'u herkes seviyordu okulda. Orman Haftası için yaptığı resimler birincilikler kazanıyordu. öğretmenı çok beğeniyordu resimlerini. Liseli arkadaşlarıyla evime Fatoş da gelmiş, önce bize cay hazırlamıştı. Otelden sonra ilk kez göruyordum. Sorgu odasmdan sesler geliyordu: Yürü gidiyoruzl Arada bir koğuşun kapısı açılıyor, ya sorguya biri götüruluyor ya da sorgudan birini getirip salıveriyorlardı içeriye. Yerini akşamdan beri bellediği için gelip dikilıyor, kimseden bir emir almadan ellerini ya duvara ya da ranzaya dayayıp dikiliyordu. Bu gözlerin bağlanması da ne oluyordu. Herkes birbirini tanımıyor muydu? Nerde oldugunu gözleri kapalı olsa da bilirdi insan, gözleri açık olsa da. Ayrıca bilip bilmemesi neden önemli olsundu? Ortalık ağanrken yol hazırhkları başlamıştı. Jandarmalarla mavi bereliler koğuşun arkasına kadar açılan kapısında birikmişlerdı. Tuvalete ızinsiz gıdip geleb.ihyorlardı tutuklular. Bu izinden benim de yararlanmam gerekirdi. Tam tuvaletten çıkarken bir jandarma: "Yuriı!" dedi, "Gidiyoruz!" Boş bulunup sordum: "Nereye?" "Yani yola giriyoruz!" dedi. Bu bır yanıt değildi. Bunun böyle oldugunu jandarma eri de bilıyordu ki açıklamak gereğıni duymuştu, askerce: "Bunu komutan bilir!" Merdivenleri gösteriyordu bana. Omuzundaki G3'ü indirmiş, kucağına almıştı. Dış kapıdan bahçeye cıktık. Az ilerde boz renkli arabalar duruyordu. Gozlerim bağlıydı ama, çevremi rahatça görebiliyordum. İşte ilerde hava albayı di JJygarhga karşı çıkan tutucular Albay arabalara hareket emrini vermişti. Uğurlayıcıların ağızları kulaklanndaydı. Çok mutluydular. Istedikleri olmuştu demek... Memleketlerinden, okumuşlarla okutanlan alıp götüruyorlardı işte. Hiçbir şeyın değışmesini istemiyorlardı. Ne yol istiyorlardı, ne de liman... Seksen beş imzalı dilekçelerin öyküsıınu işte bu goturülenler sergilemişlerdi, Halkevi Tiyatrosunda! lç yuzlerini güldüru turünden bir piyesle geriden gelen kuşaklara göstermeye çalışmışlardı. Gerici olmasalar bile en azdan tutucuydular. Hem de uygarlığa karşı çıkan tutuculardan! Aynca tutuculuk nasıl suç değilse tutuculardan yana olmak da suç sayılmamalı diyemiyorlardı! Bindiğimiz arabalardakilerin çoluğu çocuğu şu yol boyunca bizi uğurlayanların içinde olmalıydılar. Gel gelelim arabalara yaklaşamıyorlardı bile. Gözleri bağlı olsa da, yakınlarını sağ salim görmeleri endışelerıni dağıtmaya yetmiş de olabilirdi. Kim bilir neler soylenmişti lutuklananlar için... Dur, kaidır ellerini! Koğuşumuzun kısa sürelı konuğu, benim Çatalzeytin Festivali'ndeki başarıh arkadaşım bu Yılmazer olmuştu. Koğu&a girmesiyle yeni yolculuklara çıkmamız bir olmuştu. Koğuş kapısından girişini izliyordum oturduğum ranzadan. Butün köy enstitülu öğretmenler gibi bu tur olaylara yatkındı. Kavruk, SCRECEK »TOMOBİL, OTOBÜS, MİNİBÜS, KAMYON, KAMYONET, MOTORSİKLET, RAKTÖR, SKUTER, AKSESUARLAR, OTOMOTİV YAN SANAYİİ ÜRÜNLERİ, )TOMOTİV ENDÜSTRİSİ İLE İLGİÜ HİZMETLER, KONUYLA İLGİLİ YAYINLAR. Otomotiir ve Sanayii Fu İSTANBUL SANAYİ ODASI SOKAKTA SİYASET (19801983) YALÇIN DOCAN Bütün kitapçılarda Tekın Yayınevıı DARSOKAKIA Hergün 11.0019.00 arası üaefszgeateöı//f. • 5.BASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle