18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ninde yok, ama yedinci sayfada "dini" sözcüğünün karşılığı olarak gösterilmiş. İlginc, değil mi? Bu türlü tutarsızlıklar pek çok bu "İmla Kılavuzu"nda. Hepsini göstermeye hem yer yok, hem gereklik yok. TRT'nin yasakladığı sözcüklerden 100 kadarının alınmış olması ise yeni TDK için umut verici bir gelişme. "Giriş" ten anladığımıza göre, bu sözcükleri TRT'nin yasaklamasına önayak olan iki kişi de "İmla KıIavuzu"nu inceleyerek onaylayanlar arasında. Bunu onlar için olumlu bir gelişme saymalı. Yeni TDK'nin bir sözlük hazırlamakta olduğu söyleniyor. "İmla Kılavuzu" buna bir ön hazırlık olmalı. Eski TDK dil, sözcük ve sözlük alanında ortaya koyduklanyla aşılamaz bir yerdedir. Eski TDK, dilimizin yazım sorunlannın çözümünde de büyük çabaIar harcamış, bu yolda oldukca tutarlı kurallar saptamıştı. Yeni TDK'nin "İmla Kılavuzu" bunlann büyük bir bölümünü korumak zorunda kalmış olmakla birlikte, kimilerini değiştirmiş. Bu değişikliklerin sürekli olacağı da belirtiliyor. Dilde yaratılan kargaşa, yazımda da yaratılacak ve sürdürülecek, demek ki. Yeni TDK'nin "İmla Kılavuzu" üzerinde, işin uzmanları aynntılı olarak duracaklardır elbette. Kılavuzda, şöyle bir göz atışta bile görülebilen pek çok tutarsızlık var. Ben, sadece"yer adlarının yazılışı"ndaki tutarsızlıktan birkacına değinmekle yetineceğim. Kılavuz, "yer adlarının yazılışı"nda şu kuralı koyuyor: "İki veya daha çok kelimeden yapılmış Türkçe yer adları (il, şehir, köy vb.) bitişik yazüır." (S.21) Aynı sayfada şu kural da var: "İki veya daha çok kelimeden yapılmış mahalle veya semt adları da bitişik yazılır" Bu kural ışığında, kılavuzun sözcükler bölümüne bakıyoruz ve kurala uyulmadığını görüyoruz: "Gazi Osmanpaşa", "Kahraman Maraş", "Mustafa Kemalpaşa", "Şarki Karaağaç", "Şebin Karahisar", "Şerefli Koçhisar" yazılmış, bu adlar böyle ayn gösterilmiş. Ama "Gaziantep", "Akdağmadeni", "Gümüşhacıköy", "Şanlıurfa" kurala uyularak, bitişik yazılmış. Oysa, eski TDK'nin kuralı böyle bir tutarsızlığa düşülmesini önleyecek nitelikteydi: Yer adlanrun yazılışında, Içişleri Bakanlığı ve türlü devlet kuruluşlanmn benimsemiş olduğu yazım biçimlerini yeğliyordu. Yer adlan konusunda, adı geçen kılavuzda şu kural da var: "Yer adlarında kullanılan... Eski, Yeni, lç (Bu sözcükler böyle büyük harfle başlatılmıŞrA.P.) gibi kelimeler ayn yanlır!' (s. 22) Bu kurala uyarsak "Eskişehir"i, "Yenişehir"L, kuralda geçmiyor,' ama "Nevşehir"i "Eski Şehir", "Yeni Şehir", "Nev Şehir" biçiminde yazacağız demektir. Oysa, kılavuzun sözcük dizininde bu kentlerin adlan bitişik yazılmış. Yer adlannın yazılışındaki tutarsızlıklar bu kadar değil, ama geçiyorum. Bileşik sözcüklerde oldukca kanşıklık doğuracak bu kılavuz, uygulamrsa: Nerdeyse bütün bileşik sözcüklerin ayn yaalacağını söylüyor. lleriden beri bitişik yazılmış ve alışılmış bütün sözcükler, "bugün", "basımevi", "akciğer", "karaciğer", "hastabakıcı", "ilkokul", "ortaokul", önsöz", "pufböreği", "Rumelihisan", "Anadolukavağı", "soyadı" ve daha niceleri ayn yazılacak. (Bırakalım ötekileri, "soyadı" sözcüğünün "soy adı" biçiminde yazılmasıyla hepirnizin nüfus cüzdanları birdenbire yanlış yazımh hale gelecektir.) Dilimizin en güzel sözcüklerinden biri olan "arkadaş" bile yok bu kılavuzda; demek bundan sonra onu da ayn yazacağız: "Arka daş"!, "arka daşlık"! (Ne güzel yazım, değil mi?) "KOLAY GELE" DİYECEK DEĞİLİZ TRT'nin de, yeni TDK'nin de işleri Türkçeyle. Osmanlıca oldu mu baş tacı, Türkçe oldu mu, tu kaka. Yazımda bile bu tutumdalar. "Ev" Türkçe "hane" yabana ya, böyle bir kural getirmiş bu kılavuz: "Ev ...ilekurulan birleşik kelimeler ayn yazüır... hane kelimesiyle kunılan birleşik kelimeler bitişik yazıhr!' (s.19) ("Birleşik kelimeler bitişik yanlır" anlatımındaki çarpıklığa diyeceğimiz yok.) Neden? Gerekçesi yok. "Dikimhane" yaalacak, "dikimevi" yazarsanız yanlış olacak; "basımevi", "doğumevi", "orduevi" yazarsanız yanlış olacak. Dedim ya, işleri Türkçeyle bunlann. Dilimizi, yaamımızı iyice bir kargaşaya sürüklemek ereğindeler. "Kolay gele!" diyecek değiliz elbette. Bugün ülkemizin gündeminde demokrasi var. Anayasa, yasalar değişecektir. Tüzedışılıklar düzeltilecektir. TDK eski sahiplerine geri verilecektir. Ve Atatürk devrimleri, Atatürk'ün Dil Devrimi yürüyecektir. TRT ve Yeni TDK'nın Işleri Dilimiz, Ataîürk'ün bizi "ulııs olma bilincine" ulaştırmasıyla birlikte ulusallaşmaya başlamıştır. Bunun bilinen adı "Dil Devrimi"dir. Eski Türk Dil Kurumu elli yılı aşan bir süre, Atatürk'ün "ulusal dil" ülküsüne emek vermiştir; dilimizin ulusallaşmasında alınan yol, eski TDK'nin yıllar süren çabasımn, emeğinin ürünüdür. PENCERE Devlet Partisi? 30 OCAK 1986 ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU Cumhuriyet'in yazdığına göre, TRT yine sözcük yasağına yöneliyor. (Cumhuriyet, 9.1.1986) Bilindiği üzere TRT daha önce 200'ü aşkm Türkçe sözcüğe kullanma yasağı koymuştu. Şimdi de 2000 Türkçe sözcüğün kullanılmasını yasaklayacakmış, onun hazırlığı içindeymiş... Yasaklayacaklan bu sözcükler (şimdilik hangüeri olduğunu bilmiyoruz, açıklandığında ayrıca üzerinde düşünürüz) yerine, Prof. Eren ile Doç. Zülfikar'ın hazırladığı ve TDK'ce yayımlanan "Anayasa Sözlüğü"nde verilen karşıhklar kullarulacakmış... Bir dilin yalnızca anayasada bulunan sözcüklerden oluşmadığı, üstelik anayasada kullanılan sözcük sayısının 1500'ü bile bulmadığı, yalnızca anayasa dilinin bir ölçü olamayacağı üzerinde durmayı gereksiz buluyoruz. TRT, sözcük yasağı ile ne yapmak istiyor? Bu açık: Sayın Eren ile Zülfikar'ın hazırladıkları sözlükte Türkçe sözcüklere Osmanlıca karşüıklar verildiğini düşünürsek, TRT'nin Osmanlıcaya iyice yöneleceği anlaşılıyor. TRT, "lpek Yolu" ve benzeri dizilerle bir yandan Orta Asya, kültür adı altında sunduğu izlencelerle bir yandan Osmanlı, Mevlana törenlerini, içinde Mevlana adı geçen şarkıları sunarak da bir yandan Mevlevilik (bir anlamda "tarikat") yandaşhğı yapıp duruyor... Bunlar bir yana, TRT'nin "dil" ile olan durumu, dil tutumu çok önemlidir. Biliyoruz, dil ile düşünce arasında çok sıkı bir bağ vardır. Atatürk, dil ile duyuş arasındaki bağın güçlülüğünden söz eder. Dilin ulusal olmasının, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etken olduğunu söyler. Bu, böyledir. Ama yazık ki, bugünkü TRT'nin yönetiminde söz sahibi olanlann bu düşüncede olduklarını söyleyemiyonız. Açıkça dile getirmeseler bile tutumlanyla bunu ortaya koyuyorlar. Onlar için ulusal dil, sevdikleri sözcüklerle söyleyelim "milli lisan" Osmanhcadır. Osmanlıcanın "ulusal bir dil" olmadığını, "gayri milli" bir dil olduğunu herkes biliyor. Onlar ne derse desin, bu böyledir. Dilimiz, Atatürk'ün bizi "ulus olma bilincine" ulaştırmasıyla birlikte ulusallaşmaya başlamıştır. Bunun bilinen adı "Dil Devrimi"dir. Eski Türk Dil Kurumu elli yılı aşan bir süre, Atatürk'ün "ulusal dil" ülküsüne emek venniştir; dilimizin ulusallaşmasında alınan yol eski TDK'nin yıllar süren çabasımn, emeğinin ürünüdür. Eski TDK'nin bu emeğf yadsınmış ve kurum, başka ellere verümiştir. Bugünkü TDK'nin Atatürk'ün ulusal dil ülküsü yolunda olduğunu söylemek çok güç. Yeni TDK, Atatürk'ün dil ülküsü yolunda olsa. TRT'nin sözcük yasaklanna tepki göstermez mi? ÇARPIK ANLAYIŞLARININ ÜRÜNLERİ Bu bir yana, TRT'nin yasakladığı sözcükleri belirleyenler, yeni TDK'nin Yönetim Kurulu'nda. TRT'nin yeni sözcük yasağının da bu kişilerden kaynaklandığıru düşünebiliriz. Nitekim, yeni TDK bir "İmla Kılavuzu" yayımladı (Haz. Prof. Dr. Hasan Eren, TDK Yayınları, Ankara 1985); ocak ayı başlannda elimize geçen bu kılavuza baktığımızda, TRT'nin bir süre önce yasakladığı 200'ü aşkm sözcükten 100 kadannın alınmamış olduğunu görüyonız. Birkaç örnek verelim: "Aymaz", "bağlaşmak", "budunbilim", "dinsel", "düşsel" vb. yok. Oysa "aymak", "bağlaşık", "budun", "düşlemek" vb. var. "Dinsel" sözcüğü sözcük dizi Osmanlı Devleti'nin son günlerinde ülkede birbirine düşman iki büyük parti vardı: İttihat ve Terakki... Hürriyet ve İtilaf. Birbirleriyle didişe didişe, bu iki büyük parti, imparatorluğun batışında boğuldular. İttihat ve Terakki Almancrydı; Hürriyet ve İtilaf ingilizci. Birinci Dünya Savaşı'nda ülkeyi İttihatçı lideıier harbe sürüklediler; yenilgiden sonra yurt dışına kaçtılar; meydan Hürriyet ve İtilaf politikacılarına kaldı. Bunlar yıkıntının üzerine kurdular Babıâii Hükümetlerini ve Düvöli Muazzama'ya sığınarak bir şeyler kurtarmaya çalıştılar. Ne var ki ülke düşman çizmeleri altında inlerken bile, İttihatçılaria İtilafçıların çatışması durmamıştır. İttihatçı düşmanlığı çoğu politikacıyı, gazeteciyi, yazarı körleştirmiş; vatan ihanetine kadar sürüklemiştir. İşte bu kan davasına kendisini kaptırmamış bir adam vardı: Mustafa Kemal'di adı; partizanlığın dışında gelişen ulusal direniş hareketini örgütlü bağımsızlık savaşına dönüştürmek istiyordu. Hürriyet ve İtilaf kadroları İstanbul'da düşmanla biriikteydiler; padişaha sadakat aymazlıgında emperyalizme boyun egmişlerdi. Anadolu'da ise Müdafaai Hukuk Cemiyetleri kuruluyordu. Hakçasını söylemek gerekirse, bu girişimlerin başını çekenler eski İttihatçılardı. Nerede partinin bir şubesi varsa, kapısına Müdafaai Hukuk Cemıyeti levhası asılıyordu. • Mustafa Kemal Paşa, yine de İttihat ve Terakki'ye karşı "mesafeli" durmuş; iki büyük parti arasındaki çekişmenin halk katlarındaki birikimlerinden ulusal bağımsızlık hareketini yalıtmak için çok dikkat etmiştir. Yenik İttihatçılar, eski koşulların aşıldığını anlamışlar, yurtseverlik bilincinde Müdafaai Hukuk örgütlerinin hamurunu yoğurmuşlardır. Hürriyet ve İtilafçılann önderleri ise Babıâli'deki işbirlikçilik siyasetlerinde direnmişlerdir. Müdafaai Hukuk, önce Halk Fırkası'na, sonra Cumhuriyet Halk Partisi'ne dönüşmüştür. Devleti kuran ve devrimleri gerçekleştiren bu örgüt; halkın bütününü kapsamayı amaçlamıştır. Ne var ki bu amaca ulaşmak kolay değildi. Cumhuriyet devietinin kuruluşundan sonra, bir yandan eski İttihatçılardan kimilerinin "Atatürk'e suikast" girişimleri ortaya çıkarıldı; öte yandan Serbest Fırka denemesinde, Hürriyet ve İtilaf'ın toplumsal temellerinin ne denli güçlü olduğu görüldu. Doğaldı bütün bunlar; yine de Cumhuriyet Halk Partisi, devlet partisi kimliğindeydi. Partinin programındaki "altı ok", Anayasamızın da temel ilkeleriydi. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra (dış baskıların da zorlamasıyla) çok partili rejime geçilince, Hürriyet ve İtilaf kökeninden gelen ve Serbest Fırka denemesinde ağıriıklanm duyuran kadrolar, Demokrat Parti'nin itici gücünü oluşturdular; iktidara da geçtiler. Oysa 1950'lerde devletin anayasasında CHP'nin altı okiu ilkeleri yer alıyordu. Demokrat Parti ise, bu anayasaya karşı bir program oluşturmuş, eyleme geçmişti. Garip bir çelişki ve bir hukuk boşluğu söz konusuydu. Anayasa değiştirilmeden çok partili rejime geçmenin kargaşası yaşamyor; CHP ister istemez devlet partisi kimliğıni koruyordu. Ülke yaşamında siyaset yine ikiye çatlamış ve "Husumet Andı" içilmişti; bir uzlaşmaya gidilmesı olanaksızdı. Ordu, kendisini Atatürk'ün Anayasa'ya koyduğu ilkelerin koruyucusu sayıyordu. Nitekim 27 Mayıs'a Türkiye bu eğik düzeyde sürüklendi. O günden bugüne köprülerin altından çok su akmıştır; artık bir başka Türkiye var. Çok partili rejim görüntüsü altında, sola kapalı ve sağa açık bir siyasal düzen söz konusudur. Atatürk döneminin altı okunu programına koyan parti, artık "devlet partisi" değil; bugünkü devlet anlayışının sakıncalı saydığı görüşlerin örgütü olarak dışlanmaktadır. Peki, bugün "devlet partisi" kim? Bu iş için 12 Eylül'de MDP hazırlanmıştı, olmadı; talih ANAP : ın yüzüne güldü. Ne var ki ANAP da devleti şirket gibi yönetmektedir. Nereden nereye geldi Türkiye Cumhuriyeti? EVET/HAYIR OKTflY AKBAL 'Tek tip elbise giymediğimiz için hemen bütün giysilerimiz toplandı. Havalandırma, ziyaret, avukatla görüşme ve mahkemeye çıkma haklanmız engellendi. Mahkemeye gidiş gelişlerimizde soyunarak arandık. Kış ayazında açık havalandırmalarda saatlerce bekletildik. Mahkeme bizleri eşofmanla ve benzeri giysilerle duruşmaya alacağını bikjirmesine karşın, güvenlik gerekçesiyle, buna izin verilmiyor; yargılamalar biz olmadan sürüp gidiyor. Yine de koğuşlardan alınıp don atlet soğuk altnda bekletiliyoruz. Şifa dağıtan hekimlerin yüzünü ise pek gördüğümüz yok. Zamanında hastaneye götürülmediği için ölenlerin acıları içimizde. Sağiık koşullan berbat, karaciğer yetmezligi, diş çürümeleri... Bay Akarcalı'nın köşenizde çıkan mektubuna ne demeli? Gerçekler ortadayken bize neden verip veriştiriyor? Ona göre, normal koşullarda yaşıyormuşuz! Oysa biz insanca bir yaşamdan başka bir şey istemiyoruz, otelde yaşamadığımızı çok iyi biliyoruz." Bu cezaevınde yatan bir gencin seslenişi... • İşte ikinci bir sesleniş: "27 aralık tarihli yazınızı her zaman olduğu gibi ilgiyle okudum. ANAP Milletvekili Akarcalı'nın mektubunu yayımlamışsınız. Ben size, dolayısıyta Bay Akarcalı'ya E. cezaevindeki uygulamaları anlatmak istiyorum. Ozgürlüğünden yoksun insanlara yaşamın en gerekli maddesi olan su bile bir baskı aracı olarak kullanılırsa ne denir bu duruma? Yaşamak için bir başka gereksinim temiz hava almaktır. Bir ayda 24 saat havalandırma yetebilir mi? Tuvalet içerde, masa bile yok, yemekler yerde yeniyor. Su olmadığı için tuvalete gitmek bir işkence. Bulaşık yıkamak için içme suyumuzdan kısıntı yapmak zorundayız. Koğuşlarda çeşitli hastalıklar başgöstermektedir, buna rağmen hastalar için süt ve benzeri şeyleri getirtebilmek bir mucize." SHP Genel Başkanlığı'na, tutuklu ve hükümlü ailelerin gönderdikleri bir yazıda da şöyle deniljyor: "Kısıtlı ve şartlı Af Yasa Önerisi toplumumuzun beklentilerine cevap vermeyecek kadar dardır. Toplumumuzun beklentisi idamların . kaldırılması ve koşulsuz genel • affın bir an önce çıkarılması yclundadır. Bu beklenti sadece toplumumuzun değil SHP'yi destekJeyen tüm aydın, demokrat, ilerici, yurtsever ve demokrasiden yana kişi ve kurum ve kuruluşların da talebidir." Ceza ve tutukevlerindeki gençlerden, onların yakınlarından gazetelere, partilere, milletvekillerine nice rrtekiup geliyor. SHP'nin İstanbul II Merkezi'nde bu sorunla ilgili insan Hakları ve Af Komisyonu'nun çalışmalannı sürdürdüğünu, Ankara'da da af konusunun önemle ele alındığını biliyoruz. Bay Akarcalı'nın başkanı olduğu Soruşturma Kurulu bilmem neleri, nereleri gördü, kimlerle görüştü, konuştu? Bütün bunlar yanlış mı, uydurma mı, yoksa yalan mı? Tutukevlerindeki uygulamaların pek küçük bir bölümüne tanık olan bir yazar olarak bu acı durumların gerçek olduğunu biliyorum. Hem bilmeyen kaldı mı ki! Bay Akarcalı da biliyordur elbet. Gerçekleri örtbas etmeye calışmak neyi değişttrir, neyi çözümler? DİŞ TABİBİ OKURLARDAN Ankara'nın hava kirliliği Gazetenizde Çevre Genel Müdürü Muzaffer EvirgenHn, Enjurum, Kayseri, Denizli gibi kentlere haksızhk olmasın diye Ankara'da hava kirliliğinin diğer ytrUrle birlikte ele abnacağını söylediğine dair haberi okudum. Bu görüşe kanlmadığımı söylemek isterim. 1) Denizli'den söz edilmis. Orarun iklimi daha yumuşak olduğu için hava kirlüiği sorunu ytlın daha kısa bir bölümü için söz konusu olsa gerektir. 2) Ankara'nm nü'fusu diğer kentlerden kat kat fazla olduğu için Ankara'nm kiru'lik sorununa aynca eğilmekte demokrasi ve eşitlik açısından sakınca olmaz. 3) Kaldı ki, başkentlerin imtiyazh olması her yerde, her zaman kural olmuştur. Bunun böyle olmasmı gerektiren pek çok sebep vardır. Kayseri de opera yoktur. Erzurum'da senfoni orkestrası yoktur ve bugünün koşullannda bu doğaldır. Ankara'nm hava kirliliği her bakımdan yüz karasıdır. Lütfen bunu tevile kalkısmayaam. Doç. Dr. SİNA AKŞİN ANKARA yaşayan Hıristiyan azmbğuı göz zevkini okşamak için Ayasofya da geceleri ısıklandınlsın. İstanbul "un doğal mirası olan bu binanın bakımsızuğa terkedibnemesi gerekir. LOGAN WHİTESPRİNG 57 BARLEYLANDS ESSEX ÎNGİLTERE yeniden belirtiyorum. Gençlik Yüı'nda, yukandaki anlam, ülkemizde maalesef "unlanamamıştı"... Yani ne gençu'ğin sorunlanna, açmazlanna yeni çözüm yoUan bulunabilmis; ne de onlara kolayuklar getirilebilmişti. Ve, bu bence ülkemiz açısından en büyük eksikti... 19851 şöyle bir anımsadtm. Üzerinde düsündüm. Böyle nitetikli bir yılda yapüması gereken yapümamıştı. Ya da, yapüamamıştu Bu, Türkiye için üzüntü verici bir olaydu Tüm dünya ülkeleri 1985 te gençliği için bir şeyler yapıyordu. Ancak biz, gerek ekonomik, gerekse siyasi durumumuz yüzünden adeta "elimiz kolumuz bağlı" oturuyorduk. Bu ne acı bir şeydL. Ülkemiz çapında acı bir "hatırai. Nice nitelikli ydlarda, yapüması gerekenin tam anlamı ile gerçekleşmesi umuduyla.. TOLGA AKGÜN KARTAL/İSTANBUL Cezaevleri, Tutuklular ve Af... Yurt dışından bir mektup İstanbul hayranlanndanım. Özellikle Boğaz'ın, kentin eski kesimindeki ısıklandınUm camiler ve harikulade minarelerin büyüleyici guzelliği aklımdan çıkmıyor. Ancak Ayasofya gibi eşsiz güzellikteki bav binalann geceleri tamamiyle karanlığa terkedilmesi nedenini de anlayamıyorum. Bunun nedeni acaba bu binalann başka bir dinin simgesi olmalan mı? Eğer öyleyse söz konusu binayı yıkmak ve Huistiyanhğm bu simgesini de yok etmek daha yerinde bir davranıs olur. Ancak eğer modern Türkiye'nin anayasasuun İaik olduğu doğruysa benim gibi turistlerin ve Türkiye'de Gençlik Yıh'nı geride bırakırken Her geçen yti geride acıtath hatıralar bırakıyor. Ülkemizde de böyle, acı yanı ağır basan hatıralar kaldı 1986'ya girdiğimiz şu gunlerde. 1985'ten geri kalan bu hatıralar neler? 1985 yıh öncelikle "nitelikti" bir yıldu Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de "Gençlik Yıh" idi Bu ne demekti biliyor musumız? Bu, 1985 te gençlere öncelik tamnacak, onlann sorunlanna yeni akılcı ve banşçı çözümler sağlanacak demekti Bu köşede bir kez daha betirtmiştim. Şimdi üzüntüyle canavar herkesi ştırıyor! en kötüsü apartman ANMA SİNANSUNER ölümünün 6. yılında sensizliğin acısı her geçen gün yüreğimizde büyüyor. Onurlu yaşamını özlemle anıyoruz. ANNESt, KARDEŞLERİ İLAN ERZURUM ASLİYE 2. HUKUK HÂKİMLİGİ'NDEN Dosy» No: 971/5*4 Davacılar Ahmet Nedim Türbedaroğlu ve arkadaşlan vekili Av. Burhan Akıncı ve Av. Sadrettin Söğütlügi! tarafmdan davaJılar Kemal Alper ve arkadaşları aleyhlerine açılan men'i muaraza ve gayrimenkul malikının tescili davasının yapılan açık duruşması sırasında venlen ara kararı geregince: Davalılardan İstanbul Kadıköy Kızıltoprak Kalamış Fener Caddesi Bayramoğlu Apt. No: 9/8 adresinde ikamet ettikleri bildirilen Ahmet llhan, Rukiye llkin ve Murat öztok adlarma çıkanılan tebligatlar davahlann adreste tanınmadığı ve bulunmadığı cihetle tebliğ edilememiş ve zabıta marifetiyle yapüan tahkikat sonucunda teblığe elverişli adresleri bulunamayan davalılara gazete ile davetiye yerine kaim olmak üzere ilan yapılmasına karar verilmekle davahlann duruşmanın bırakıldığı 13.2.1986 gunu saat 9.00'daki duruşmaya bizzat gelmeleri veya kendilerini bir vekille terasil ettirmeleri, aksi lakdirde gazete ile gıyap kararı yerine kaim olmak üzere ilan yapılacagı davetiye yerine kaim olmak uzere tLAN OLUNUR. 8.1.1986 Ba«.ın: 11152 ORHAN TÜZÜN Levent, Guvercin Durağı, Gazeteciler Yapı Kooperatifı C/3 Blok, Daire 7. Saal: 913 Tel.: 164 57 25 Randevu almması rica olunur. Banka hesap cüzdanı ile emeklilik cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. HAVVA KOÇAKOĞLU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle