18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER şı'nı zaferlerın en güzeli ve kutsalıyla taçlandıran büyük Mustafa Kemal'in bu görkemli basansını Millet Meclisi'ne duyduğu soylu inançla gerçekleştirme deneyimine rağmen söz konusu edilmemiştir. Sonın, özellikle "sınırlandırma yolu"yla KHK'lerin zararlanndan anndırümasıdır. Zira, aşırüık (ya da, aşınlıklar), olumlu veya olumsuz olsunlar, değişraez yarar sağlamaz; çok kez umdurduğu yaran da silip süpürere.k salt zarar aracı olur." Bu konuda alınacak ilk önlem, yanhş görüntülere son vermek için KHK sayısuun azaltılması ve kesin gerek bulnmnadıkça KHK yoluna başvurulmamasıdır. KHK çıkanlrriası gereği söz konusu olunca da, düzenlenmelerinde, anayasanın BAŞLANGlÇ'ındaki anılan esasın oelirlediği sınırlara duyarhkla dikkat edilerek, anayasanın hem açık sörü, hem özü anlamında dobiyh sözü gözönünde bulundurulmalıdır. Bunun "mahkemelerin bagımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslan"na kök salan nedenleri açıktır. Anayasa, m.7 gerefince devredilemez ve TBMM dışında başka hiçbir güç tarafından kullanılamaz olan yasa yapma yetkisinin belirlediği alan dahi anayasa, m.91'in uygulanma alam dışındadır, yani, "KHK çıkarma yetldsi venne"yi düzenleyen 91'in açıkça anmadığı sınırlardandır. Bu yönden, anayasaca, düzenlemenin yasa ile yapılacağı belirtilmiş alanlarda KHK'lere baş\~urulunamaz. KHK'ler, kanun hükmünde dahi olsalar, kanun değildir; belirgin bir biçimde, bir "kanua ikâmesi"dir. Nasıl ki Yargıtay îçtihadı Birleştirrne Kararlan, en üst düzeydeki yargı kararlarıyla da vurgulandığı üzere ameli bakımdan kanun etki ve gücünü taşımakla beraber "kanun" değildirler. Bundan ötürü, yargıya ait maü haklann kanun yerine 241 ve 243 sayılı KHK'ler ile düzerdenmiş olmalan, bir yamlgı sonucudur. 241 ve 243 sayılı KHK'ler, düzenlenme biçimleri yönünden de, en azından özü anlamında anayasanın dolaylı sözüne açık bir uyumsuzluğu vurgulamaktadır. Zira, bu KHK'ler, yargının mali haklannı iyüeştinne amaana yönelirken, anayasal "Yargıda eşitlik ve denklik" ilkesini bozmuş; yürütmenin hâkimleri derecelendirme ve yargıya etkinlik katkılarını değerlendirme gücüne dayalı yeni bir düzen öngörmüştür. Burada, şu soru kaçınılmazdır: YÜRÜTME, eğer, anayasal "Yargıda eşitlik ve denklik ilkesi"ni bozabiliyor ve hâkimleri derecelendirip yargıya etkinlik katkılannı değerlendirebiliyorsa. bu durumda artık anayasa, m.l40/III'te öngöriilen mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına uyulmuş buIunulduğundan söz edilebilinir mi? EVRENSEL BİR KTJRAL Soruna bu açıdan yaklasıldığmda, TBMM, YBGK'nun anlatımıyla temel haklann bekçisi ve konıyucusu olan YARGP nın düzenlenme işini BAKANLAR KURULU'na devredemez; etmişse, bu yetki devri geçersizdir. Zira koruyucu olanın dunımu bakanlar kurulunun iradesine bırakıhnca, koruyucu olan YARGI, bu anayasal koruyucu ödevini nasıl olur da yerine getirebilir? Kaldı ki bakanlar kurulunun KHK çıkanna gücü, yasaların dahi ötesinde olan "yetki alan, verilen yetkinin dışına çıkamaz" yollu evrensel nitelikteki kural gereğince, kendisine bahşedilmiş yetki ile smırlıdır. Anılan KHK'lerin kaynaklandıklan 24.4.1984 kabul tarihi ve 2999 sayılı Yetki Kanunu'nun 1 inci maddesinde bakanlar kurulunun yetki alam, "memurlann ve diğer kamu görevh'lerinin çalısmalannda etkinliği artırmak ve mali ve sosyal haklannda iyileştirmeler yapmak" şeklinde çerçevelenmiştir. Bu durumda, KHK'ler ile YARGI'nın yeniden düzenlenemiyeceği açık seçiktir. SONUÇ Kısacası, kanun hükmündeki kararnameler sonınu, yeniden ele alınmalı; uygulaması, Türkiyemizin gerçekleri ve insammızın çağına yaraşır ülküleri doğrultusunda kuşkusuz, kazanılmış haklara saygı çevresinde düzeltilmelidir. Kısacası, kanun hükmündeki kararnameler sorunu, yeniden ele ahnmalı; uygulaması, Türkiyemizin gerçekleri ve insanımızm çağına yaraşır ülküleri doğrultusunda kuşkusuz, kazanılmış haklara saygı çevresinde düzeltilmelidir. MUSTAFA ÇENBERCİ Yargıtay 10. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Sayın Necmettin KARADUMAN, "Partamentonun başta geicn görevi yasama işlerini siirdnnnektir" gerçeğini vurguladıktan sonra adeta çarpıcı bir çelişkiyi ortaya korcasına, o yasama döneminde çıkartılmış kanun hükmünde kararname (kısaltıl' mış adıyla, KHK) sayısınm 171'e uUşüğını belirtmiştir. ("StYASET 85" 16 Haziran) Evet, evet, tamı tamına 171! ni gizleyemez. Oluşan çelişki ve bu çelişkinin göruntülediği anayasaya aykınlıgı tehlikesi buradadır. TEHLtKELt GÖRÜNTÜ 241 ve 243 sayılı KHK'ler ile YARGI'yı yeniden düzenleme eğilimine girdiği izletümini veren YÜRÜTME (Bu konuda, Bkz.: Mustafa ÇENBERCİ, Yargı Doruğunda Huzursuzluk, Milliyet Gazetesi, T/30 Ağustos 1984, sh: Ozelhukukun "Deneme süresi 2 Mustafa ÇENBERCİ, KHK ile kaydiyle yapdnuş sözleşme" tü yargının yeniden düzenlenmesi, runü çağnştıran KHK'ler, bir ya Cumhuriyet Gazetesi, T/28 Masama lasarrufu olan "yetki ka yıs 1985, sh: 2) KHK'lerin bu baş döndürücü yaygınlaşmasıyla da, nunlan"ndan kaynaklanmış dahi olsalar, TBMM'nin onama ta YASAMA'ya adını veren işlevin sarrufuna degğin bir YÜRÜT en önemli bir kesimini yüklendiME tasarnıfuduriar. Bu, en azın ği görüntüsünü oluşrurmaktadır. dan organik açıdan böyledir. Bir Sade yurttaşın bu anlamh çedeneme aşamasından geçmiş ol lişki karşısmda söyle düşünmemanın dogal olarak kazandıracasi, baskın olasılıktır: "Madem ki ğı sağlamlık ve olağan yasaların KHK'ler ile de pekâlâ yasama isoluşma sürecinde karşılaşılan ka levi gerçekleştirilebümiyor, o halçınümaz engellerden annmış bu de, yasalara ne gerek var? Yasalunmanın sagladığı çabukluk, bu lara gerek yoksa, acaba, tümden tür kararnamelerin yalnız kabul yasama işlerini YÜRÜTME'nin nedenleri değildir; aynı zamaneliyle gerçekleştirmek daha doğda, bir düzenleme aracı olarak, ru olmaz mı?" başlıca erdenüeridir. Ne var ki, Benzerleriyle daha da çoğaltühiç bir şey, KHK'lerin olağan kaması mümkün ve geleneksel denunlar yerine bir "kanun mokrasi ilkeleriyle bağdasmazlıikamesi" oluşturdukları gerçeği ğı belirgin olan kuşku verici so Kanıın Hökmündeki Kararnameler! PENCERE "Mandacılar"!... 28 OCAK 1986 rular zincirini bir düşünce f antarisi saysak bile, herhalde, KHK'lerin şimdiki yaygınlaşma durumunun, özellikle de düzenlenme biçiminin, YÜRÜTME'ye YASAMA ve YARGI karşısmda bir "iistünlük görünömü kazandırdığı gerçeği gözardı edilemez. O zaman da, anayasanın baglayıcıüğı ve üstünlüğü esasını öngören 1982 Anayasası'nın metni içerisinde bulunduğunu bizzat belirttiği (m.176/1) BAŞLANGlÇ'ındaki şu esasın anımsanması yerinde olacaktır: "Kuvvetler aynmmın, devlet organlan UYGULAMA •rasında östttnlük sıralamas» an YANLIŞLARINDAN lamına gelmevip, belli devlet yet ÖRNEKLER küerinin kuUarulmasından ibaret KHK'lerin oluşturmuş bulunve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üs duğu bugünkü düzen, ömeğin, tünlogbıı ancak anayasa ve ka YARGI açısından anayasal kaynanlarda buiundugu; ...Türk mil gı ve düşünceleri davet ,edici niteliktedir: Gerçekten anayasanın leti tarafından, demokrasiye aşık 140/lII'üncü maddesine göre, Türk evlatlanrun vatan ve millet "Hâkim ve Savcılann nitelikleri, sevgisine emanet ve tevdi olunur!' atanmaları, haklan ve ödevleri, Hiç şüphesiz, bu söylenenler, aylık ve ödenekleri,... mahkemeKHK'lerin yaygmlasmasma ve lerin bağımsıziıgı ve hâkimlik teminatı esaslanna göre" kanunla düzenlenme biçimine yöneliktir; giderek, burada, KHK olgusu düzenlenir. Bu hüküm, belirgin nun ardmdaki niyet dahi yargı olarak, hâkimlere ilişkin mali lanmamaktadır; belli zorunluk haklann ancak ve ancak kanun ların doğurdugu KHK'lerin yad ile düzenlenebileceğini öngörür, sınması ıse, Türk Kurtuluş Sava ve bir başka tasarrufu reddeder. HESAPLASMA Meinecke Olayı BUBHAN ARPAD BAŞSAĞLIĞI Değerli arkadaşımız Türk tiyatrosunun ilk topluluğu olan İstanbul Şehir Tiyatrosu Darül Bedayi'nin yetmiş yıllık geçmişinde değişik dönemler vardır. 1917 yılında Tepebaşı Tiyatrosu'nda "Çürük Temel" le başlayan topluluk, ilk on yılında, zorla ayakta kalmıştır. Aynlmalar, çözülmeler ve yeniden toparlamalar birbirini izlemiştir. Sürekli ve olumlu çalışmalar, Ertuğrul Muhsinr\n (sonraları Muhsin Ertuğrul) topluluğun başına geçmesiyle başlar. (1927). Muhsin Ertuğrul, kuruluşu toparlamış, kadın ve erkek genç yeteneklerle dinçleştirmiş, Komedi ve Dram diye iki ayn sahnede ilginç oyunlar sunmuşiur. Yirmi yıl süren bu parlak dönem, Türk sahnesinin dünya tiyatrosuna açıldığı kadar, genç Türk yazarlannı kazandırmak açıstndan da ilginçtir. TürkiyT. Cumhuriyeti'nin bilinçli ilk seyircileri de bu dönemde oluşmuştur. Fakat bu parlak dönem, Muhsin Ertuğrul'un Ankara Devlet Tiyatrosu'nun genel müduıiüğüne atanmasıyia kararmaya başlamıştır. Muhsin Ertuğrul'un bir süre sonra genel müdüriükten aynltp İstanbul'da yeni kurulan Küçük Sahne'nin başına geçmesi, Şehir Tiyatrosu'nun durumunu olumsuz etkiler. Avusturyalı tiyatro adamı Max Meinecke'nin topluluğun başına getirilmesi bu doneme rastlar. Ûzetle şoyle olmuştur: 1951 sonbaharında istanbul'da toplanmış olan Milletlerarası Türkoloji Kongresi'ne katılan Prof. Herbert Duda, Muhsin Ertuğrul'un eskı bir tanışıdır. Tiyatronun yayın organı TürkTiyatrosu Dergisi'nin de fikir babasıdır. Tokatlıyan Oteli'nde tanıştığım Prof. Duda: "Dostum Muhsin Ertuğrul'u nasıl görebilirim?" diye sorunca: "Şimdi görüşebileceğinizi sanıyorum!" dedikten sonra, otelin tam karşısında olan Küçük Sahne'ye götürmüştüm. Mutlu rastlantı, Muhsin Ertuğrul provadan çıkıyordu. Eski tanışla başbaşa bıraktım. Şehir Tiyatrosu'nun o günlerde oynadığı Otelto'yu, Prof. Duda ile birlikte izledik. Sayın Duda, 1927'den beri yakınlık duyduğu istanbul Şehir Tiyatro'sunun 1951'de sunduğu Otello'yu görünce müthiş üzüldü. Konuya yakınlık duymuştu. Vali ve Belediye Başkanı Prof. Gökay'ın güçlü bir sanat yöneticisi aradığını soyleyince ilgilendi. Bir rastlantıyla başlayan olaylar kısa sürede gelişti. Prof. Duda, Viyana'ya dönünce tiyatro çevreleri ve Küttür Bakanlığı'yla görüşmüş ve sonuç almıştı. Max Meinecke'yi öneriyordu. Max Meinecke, öncü tiyatrotarda genç yazarian sahneye koymuş bir rejisör, Avusturya Devlet Tiyatrosu'nda klasik oyunlann dekor eskizlerini yapmış bir ressam, ilginç bir sanat dergisi olan "Die Kommodie"yi yayımlayan bir kültür adamıydı. Ord. Prof. Dr. Herbert Duda'nın bu konuda mart 1952'de yazdığı mektupta ilginç satırlar vardır "öyle bir rejisor bulmak gerekiyordu ki, Avusturya'da büyük bir yeri olsun, sonra Mitli Eğitim Bakanlığı'nın onayını kazanmış bulunsun, ayrıca istanbul'a gitmeye istekli çıksın. Herr Meinecke, Viyana Üniversrtesi Tiyatro Bilimi Enştitüsü'nde lektör olup rejisor, uzman dekor ressamı olarak tiyatro tarihi, modern sahne tekniği ve bunlarla ilgili, uygulamalı konularda kurslar vermektedir. Kendisi örgütçülük açısından basarılı çalışmalar yapmıştır. Tiyatro öğrenimi ve asistanlık yıllarını Almanya'da geçirmiş bulunan Meinecke, Düsseldorf Yüksek Sanat Okulunu bitirmiştir. Açıkhava temsillerinde de büyük deneyleri vardır. Berlin Olimpiyat Stadyumu'nda, sonraları Berlin Orman Sahnesi'nde açıkhava temsilleri alanında başanlı çalışmalar yapmıştır. Ünlü Salzburg Festıvali programında Helbrunn Parkı Kaya Tiyatrosu'nda Grillparzer'in Sappho piyesini basarıyla yönetmiştir." Max Meinecke 1952 bahannda istanbul'a geldi. istanbul belediyesiyle imzaladığı anlaşma gereği hemen çalışmalara başladı. Kadronun bütun sanatçılanyla teker teker ve uzun süre konuştu. O günlerde Türk Tiyatrosu dergisini yönetiyordum. Meinecke'nin asistan olarak seçtiği Ercüment Behzat ve Refik Kemal Arduman'ın bulunmadığı günlerde tercümanlığı ben yapardım. İlk oyun, Muhsin Ertuğrul'un Şekspir geleneğini sürdürmek için, Fırtına seçilmişti. Cemal Reşid Rey müzikleri hazırlamıştı. Yöneten Meinecke dekorlan çizmişti. 1 Ekim 1952'de açılan perde, Şehir Tiyatrosu'na yeni bir hava getirmişti. Basında, başta Tunç Yalman olmak üzere, övgü dolu yazılar çıktı. Meinecke'nin başartsı Molnar'ın Liliom, Jean Anouihl'ın kimi oyunları, sonraları Molier ve daha başka oyunlarla altı yıl sürdü. Meinecke'nin kısa sürede Türkçe öğrendiğini ve Almancaya aktardığı bir Adnan Saygun yapıtının Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayımlandığını söylemek isterim. Prof. Max Meinecke, istanbul Şehir Tiyatrosu'nun yetmiş yıllık geçmişinde ilk ve son yabancı rejisor olabilmek özelliğini taşır, belirtmeden geçemedim. ŞULE SÖlNMEZ'in vefatını büyük üzüntüyle öğrendik. Bütün yakınlarının ve onu sevenlerin acısını paylaşırız. Nadir Nadi MARKOM REKLAM HİZMETLERt A.Ş. Dostum, meslektaşım ŞULE SÖNMEZ artık aramızda değil. Acımız çok büyük. Hepimizin başı sağolsun. Kısa sürede tükenen bu kitabın çıktı Türkocağı Cad. 39/41 Cağaloğlu İstanbul Ederi: 700 Ura (KDV dahil), Çağdaş Yayınları EMRE SENAN Bir süreden beri Cumhuriyet okuyan dostlar tatlı tatlı yakınıyorlar: Oku oku, bitmiyor. Gerçekten de öyle; ama, gazeteyi bastan sona okumak kanun zoru değil ki!.. Batı Avrupa veya Amerika'da bir dergi veya gazete kimi zaman iki okka çeker. Okur, ancak kendisini ilgilendiren konulara eğilebilir. Cumhuriyet'i her gün bastan sona satır satır ben de okumam; her yanına göz atmakla birlikte; gazetemde atladığım yazılar da vardır; kimi gün zaman bulamam, kimi gün tembellik basar. Pazar günü (26 Ocak 1986) "Ekonomide Diyalog" k^şesine ilk bakışta DYP'den Nazif Kocayusufpaşaoğlu'nun, adına taş çıkartacak uzunlukta konuşmasını küçük puntoiaıia dizilmiş gorünce, içimi bir sıkıntı kapladı; arkadaşımız Osman Ulagay soruyor, Sayın Kocayusufpaşaoğlu yanıtlıyor. Konu ne? 24 Ocak Karartarı... önce dedim ki: Adam sen de! Sonra içim elvermedi, satıriar arasında hızla dolaşmaya başladım; vay vay vay... • Devletin çok önemli görevierinde bulunmuş Nazif Kocayusufpaşaoğlu'nun altını çizdiğim düşüncelerini koşeme aktarmak istiyorum; birlikte okuyalım: Bugün Türkiye'de bazı şeylerin tabu olmaktan çıkanlması, açıkça konuşulması lazım. Bunlann başında NATOgeiir. (...) Evvela NATO nedir? (...) Türkiye'de NATO'ya uye otduktan sonra üç defa askeri müdahate olmuştur. Şimdi bir de NATO'nun bize getirdiği yük var ekonomik açıdan. Eğer biz NATO'nun üyesı olmasaydık, bu silah yapısına ve bu silah gücune mi sahip olmalıydık ulusal savunmamız açısından? (...) Acaba daha değişik bir savunma anlayışıyla, daha az bir yükle kendi nispi savunmamızı sağlayabilir m/'ycMc? (...) Bir üçüncü nokta, ikisini birteştir&rek söyiüyorum şimdi. Bu bence hepsinden daha önemli. Acaba rejimde bu derece kayıtsız olma yanında Türkiye toprakları bir tecavüze uğrarsa, askeri müdahalede de aynı duyarsızlıkla karsılaşacak mıyız, karsıiaşmayacak mıyız? O vakrt yaptığımız bütün bu fedakdriıMar NATO standartlarına göre eğitilmeye çalışılan ordu, onun silah yapısı niçindir? Suali gelecektir. Ben isterim ki, Türk halkı bu konuyu açık şekilde tartışarak salim karara varsın." Sayın Kocayusufpaşaoğlu, ulusal savunma tartışmasında tabuların kalkmasını; aklın gereğinin yerine getirilmesini istiyor. * Ve sözünü sürdürüyor: " Bugünkü iktidar, IstiM&l HarbTnin mandacılannı, biz de Kuvayı Milliyecllerini temsil ediyoruz. Biz diyoruz ki, Türk halkının gelişmesini sağlayalım. Onun için de uluslararası munasebetlerinı bu menfaatleh koruyacak şekilde yürütelim. Ama bugün karşılaştığımız zihniyet, ha/fc ucuz emek olsun, gelsin dışardan istediklerini kursunlar. İşte bizde ucuz emek var burda..." • Öyle görünuyor kt, 12 Eylül 1980'den sonra yaşananıar ve ANAP'ın konumu. DYP'lileri bir yeni muhalefet aranışına zorlamaktadır Şımdilık DYP'liler celıskıler içindedirler. Nitekim Sayın Kocayusufpasaoğlu, bugunku ıktıdan "mandacı". kendilerını "Kuvayı Milliyeci" olarak nıteliyor; ama, konuşmasının bir yerinde de şunları söylüyor: Ben tam bağımsızlığı (...) karşılıklı bağımlılıkiçinde bağtmsızlık olarak mütaiaa ediyorum." Bir Kuvayı Milliyeci böyle mi düşünür? Yine de toplumun ve insanın değişimini temel kural bildiğinden DYP'nin aranışını doğal sayıyorum. İnsan, doğruları zamanla görebilir. bmet Paşa da 1960'lann tam ortasında herkesi şaşırtan bir çıkış yapmıştı: ' Sen kırk yıllık solcuyum." Bir gerçeği dile getirirken bir "tabu"yu da yıkıyordu Inönü; partisinin muhalefetini sosyal bir tabana oturtmak istiyor; toplumsal değişimle birlikte yeni siyasetini belirliyordu. Sayın Nazif Kocayusufpaşaoğlu'nun konuşmasının altını özellikle çizdim. Çünkü Türkiye'de demokrasi ne çekmişse mandacılardan çekmiştir; bugün "vesayet demo*crasıs/"ni benimseyenier de bu göreneği sürdürenlerdir. Çalışma arkadaşımız kardeşimiz, canımız ŞULE'mizi kaybettik. Acımız büyüktür. tllüstratör, Grafik Sanatçısı Arkadaşımız ŞULE SÖNMEZ 25 Ocak Cumartesi aramızdan a\Tildı. Cenazesi 28 Ocak Sah (bugürî) öğle namazından sonra Erenköy Galippaşa Camii'nden kaldırılacaktır. O'nu bilen herkesin başısağolsun REKLAMEVİ ve OFSET YAPIMEVİ çalışanları REKLAMEVİ Değerli grafik sanatçısı, illustratör Değerli Arkadaşımız ŞULE SÖNMEZ'i yitirdik. Dostlarının, tüm sevenlerinin acısını paylaşırız. ŞULE SÖNMEZ'le bugün öğle namazmda Erenköy Galippaşa Camii'nde buluşuyor, O'nu Karacaahmet Mezarlığı'nda uğurluyoruz. CENGİZ ÇANDAR ŞULE SÖNMEZ aramızdan ayrıldı. Tüm meslektaşlarır^a, sevenlerine, kederli ailesine başsağlığı dileriz Grafik Sanatı Dergisi GRAFİKERLER MESLEK KURULUŞU DERNEĞİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle