Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 30 EYLÜL 1985 YOK usulü disiplinin doğal sonucu ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKg Atatürk, sofrada fıkra anlatmayı çok severmiş. Bunlardan Türk dili ile ilgili olan birini, Prof. Şerafettin Turan, Mülkiyeliler Bırliği salonunda, Dil Bayramı kutlanırken anlattı. Fıkrayı Atatürk'ün ağzından dinleyen Mehmet Ali Ağakay, "Atatürk'ten 20 Anı" başlığı altında topladıkları arasına bu fıkrayı da almış, bunlar da TDK yayınları arasında çıkmıştı. Fıkranın başlığı, yaprtta, "Köy Ağasının Silahlığı"yö\. Mehmet Ali Ağakay, şöyle diyordu yapıtında: "Arabınkini Araba, Aceminkini Aceme verirsek, bize uzun kollu bir Buhara hırkasından başka bir şey kalmaz." Buhara hırkasını nedense hor gösteren bu söz, Meşrutiyet devrinde sayılı birkaç ülkücünün dilimizde denemek istedikteri "tasfiye" işini bir yıkım sayan ünlü bir yazarımızın sözüdür. Dil Devrimi başladığı sıralarda da aydınlarımızın çoğu bu kuruntuda idi. Türkün, anayurttan ayrıldığı zaman, dil varlığını uzun kollu bir hırkaya benzetenlerin bu mantık zavallılığına Atatürk acırdı. O, Türkün her seyine inandığı gibi dilinin de yeterliliğine, enginliğine, sonsuz bir inanç beslerdi. "Tarihin akışını oradan oraya çevirmiş, yer yer bunca uygarlık ocaklan kurmuş bir ulusun dili bu denli yoksul olabilir mi idi ?"diye soruyor ve sözünü aşağı yukarı şöyle tamamlıyordu:'M/ap/arfa tanışıncaya dek Türkün, devlet, hükümet, hukuk, adalet gibi uygar kavramlara şeref, namus, insaf, vicdan gibi yüksek duygulara bir ad vermemiş olması düşünülebilir mi? Belli ki her ulusta görüldüğü üzere Türkün de tarihte gaflet anları olmuş, birçok varhklarına ve bu arada diline de bakamaz olmuştur. Biz şimdi ulusal benliğimize kavuştuğumuz gibi öz dilimize de kavusacağız." Atatürk, bir ulusun, dil varlığı bakımından, aslında bu denli yoksul olamayacağını bir örnekle belirtmek için şu öyküyü de sık sık anlatırdı: "Vaktiyte zengin bir köy ağası sehirde hamama gftmiş, yıkanmış... Kurulanmış... Giyinmek için bohçasına el attığı zaman bir de bakmış ki silahlığından başka her şeyi çalınmış. Başlamış hamamcılardan hesap sormaya. Hamamcılar ağanın şantaj yaptığını, yoksa çalınan, çırpılan bir şey olmadığını ileh sürmüşler. Bunun üzerine o da silahlığını çıplak beline geçirerek ortaya çıkmış ve şöyle haykırmış: "Görenler Allah için söylesin. Ben buraya bu kılıkta gelebilir mi idim?" Ata, öyküsüne şunu da katardı: Ağanın hamama çıplak gelmediğine herkesin afdı yatb, ama Türkün yurdundan dilsiz çıkmadığına hâlâ akıl erdiremeyen gafiller vardır. Prof. Şerafettin Turan, bu fıkrayı istanbul'da dille ilgili bilimsel bir toplantıda anlatır. Toplantıda Mehmet Kaplan da vardır. Mehmet Kaplan, Atatürk'ün fıkrasını dinleyince toplantıdan çıkar gider. Atatürk'e, Atatürkçülüğe karşı konuşmalarıyla, yazılarıyla tanıdığım, şimdi Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun üst düzeyinde bir yerde olan Mehmet Kaplan, elbette Atatürk'ün anlattığı fıkradan hoşlanamazdı. Mehmet Kaplan, Romanya göçmenlerindenmiş. Ailesi Eskişehir dolaylarına Sivrihisar'a gelip yerleşmiş. TDK'da sabah düzenlenen beylik bayram kutlamasına, işim olduğundan gidemedim. Akşamüstü Mülkiyeliler Birliği'nde düzenlenen toplantıya, açıkoturuma gittim. İlk kez bu yıl iki toplantı düzenleniyordu. İçimden, beylik toplantıda bulunan, Atatürk'e, Atatürkçülüğe karşı konuşmaları, yazılarıyla tanıdığım Mehmet Kaplan'ın, onun elinden tuttuğu asistanlan Zeynep Kerman'\n, İnci Engünün'ün, Atatürk'ün kalıtından ne kadar para aldıklarını düşünüyordum. Bunlar, bir açıklansa da öğrensem. "Ankara Notlan"na da açıklama gönderilebilir. Seve seve yayımlanm. "Hakkı huzur"\ax ne kadar arttınldı? Yazı paraları kaça çıktı? "Devrim" sözcüğünü sözlüğe koyan, sonra Tercüman'ın "V&sayan Türkçe" kervanına katılan Hasan Eren ne alıyor? Bunlann hesabı bir verilsin bakalım... Mülkiyeliler Birliği'ndeki toplantıyı Cevat Geray yönetmişti. Konuşmalar bahçede oturanlara da verildi. İstanbul'dan gelen Sami Karaören, Mehmet Deligönül, birlikte dinledik. Toplantıda, Şerafettin Turan, Cahit Külebi ile Oktay Akbal konuştular. Salon tıklım tıklımdı. Akşam da, yine Mülkiyeliler Birliği'nde herkes kendi kesesinden yemek yendi. Ruhi Su'nun banttan sesini dinledik. Mülkiyeliler Birliği'ndeki toplantıyı, açıkoturumu, beş kişi düşünmüşler, gerçekleştirmişlerdi. Bunlar TDK kapanmazdan önce görev yapanlardan Ali Püsküllüoğju, Güneş Müftüoğlu, Ahmet Beyaz ile Sevgi Özel, Haldun Ozen'di. Toplantıda, Ömer Asım Aksoy ile Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Ahmet Boyacıoğlu da vardı. Omer Asım Aksoy, salona geldiği zaman salonu dolduranlarca uzun uzun alkışlandı. Burada, 1402 ile görevlerinden uzaklaştırılanlar, öğrenciler, eski tabii senatörler, eski Dil Kurumu üyeleri toplantıyı izliyorlardı. Kavakhdere1 deki beylik toplantıyı izleyen gazetecilere sordum. Çoğunu tanımadıklarını söylediler. Orası da kalabalıkmış. Gelenlerin çoğu YÖK'çüler, öğretim üyeleriymiş. Akşam yemekte, Hürgün'den Haluk Gerger de vardı. Ona, "Analı babalı büyüsün. Başarılar dilerim" dedim. Haluk, bir olayı anlattı: Hürgün ilk sayısında bir başyazıda ilkelerini açıklamış. Şöyle yapacağız, böyle edeceğiz. Yansız haber yazacağız... filan. Bu arada "solda biriik..." diyormuş. Bir okur mektubu gelmiş: "Solda biriik" diyorsunuz. "Aman, Ekmekçi'nin sütununa dönmesin!" Gülüştük. Dil Bayramı gerçekten canlı kutlandı. "Hocalar can derdinde, bilimi düşünen kim?.!' bi davranacaktır. Bu, şimdiden böyle olmaya başlaımştır. Sonınlara çözüm getirmek iddiasıyla korulan YÖK için harcanan maddi kaynaklara yazık degil midir? YÖK'ün getirdiği olumlu unsurlardan belki biri de, oluşturulan araştırma fonlan. Ne var ki, fonlardan bugüne kadar pek az yararlanılabildi. Zira öğretim üyeleri kendi kişisel sorunlarıy la o kadar ilgili ki, kimse araştırma yapmayla ilgilenmiyor. Atanmalan yenilenecek mi, yeniienmeyecek mi?.. Başka üniversiteye gönderilecek mi, gönderflmeyecek mi? lnsanlar can derdinde." dırdığı gibi, bilimsel özerkliği de lafta bırakması. Bilimsel özerkliğin vazgeçilmez koşullanndan olan, akademik işlerin (öğretim ve araştırma) kimin tarafından ve nasıl yapılacağına akademik kurullann karar vermesi ilkeleri, tümüyle terk edilmiş durumda. Akademik personelin atanmaları ve terfileriyle ilgili tüm kararlarda ağırlık idari organlara verilmiş bulunuyor. Eski Gazi Üniversitesi öğretim üyesi ve ana muhalefet partisi Halkçı Parti'nin Genel Başkanı Prof. Dr. Aydın Giiven Gürkan, bu konudaki eleştirileri şu şekilde ifade ediyor: "Bu yasaya temel bir itirazımız akademik yiiksdtmelerin idari kademeler tarafından yapılması. Yasada bir çarpıklık vardır. Sayın Doğramacı, şu veya bu ülkede rektörlerin dışandan, mütevelli heyetlerce atandığını söy lemektedir. Doğrudur. Ama söylemediği, dışandan atanan rektör ya da dekanlann akademik yetkilerinin olmaması. yalnızca idare yetkileriyle donatılmış oluşlarıdır. Yalnızca idari yetkileri olan rektörlerin atanmayla mı seçimle mi gelmelerinin daha doğru olacağı elbette ki tartışılabilir. Ama YÖK'ün rektörleri öğretim üyelerinin işlerine son veriyor; akademik terfilerine, nerede görev yapıp yapamayacaklanna karar veriyorlar. Bu nok Türklerin Dili Yok muydu? 2 Üniversitelerimizde YÖK düzeninin tepkilere neden olan özelliklerinin başında getirmiş olduğu yoğun merkeziyetçi ve müdahaleci yapı geliyor. Yükseköğretimle ilgili idari ve bilimsel hemen her alan ve konuyu en ince aynntılanna kadar düzenleme yetkisinin, büyük çoğunluğu üniversite dışından atanmış üyelerden oluşan Yüksek öğretim Kurulu'nun elinde toplanması ve kurulun yüksek öğretim kurumlannı bir emirkomuta düzeni içinde yönetmesi, bilim hayatıyla bağdaşmaz görülüyor. Kendisiyle yaptığımız uzun söyleşiyi, dizimizin yannki bölümünde okuyacağınız, eski Boğaziçi Üniversitesi Rektörü ve halen aynı üniversi • tede öğretim üyesi olan Prof. Dr. Abdullah Kunın'a göre, "YOK bugün bürokrasisi ağırlaşmış, genişlemiş bir Yüksekögretim Bakanlıgı'na dönüşmüstiir." YÖK üniversiteyi bir emirkomuta zinciri içinde yönetmek istemektedir. Oysa, "Nasıl emirkomuta zinciri olmadan askeri teşkilatlanrna olamazsa; doğrunun araştınlmadığı, farklı fikirierin ortaya atılraadığı bir ortama da iiniversite denemez." Prof. Dr. Özdemir fiter de, Yeni Gündem'de (Sayı 18) yayımlanan bir açıkoturumda YÖK'ün merkeziyetçiliği konusunda şu gözlemde bulunuyor: "Universite bir emirkumanda zinciri içersinde yürüyecektir, diye diişünülüyor herhalde. Bu emirkumanda zinciri belirii kuruluşlar için kaçuulmazdır. Örnegin polisler ve askerler için. Orada verilen hizmetin niteliği böyledir; tartışma olmaz. Ama iiniversite gerek uğraş alanı, gerek ugraş yöntemleri bakımından bunun tam aksinin ujgulanması gereken bir yerdir... Şüpbeciliği, hayır demeyi, reddetmeyi bir öğretim üyesi hiçbir zaman kaybetmeraelidir. Eğer kaybetti ise o zaten artık bilim adanu degildir." "Despotlaşan" yöneticiler Sıkça' dile getirilen bir gözlem de atanma yoluyla gelen universite ve fakülte yöneticilerinin takındıklan "despotça" tavırlar. Daha önce yönetici görevler de üstlenmiş olan bir ODTÜ öğretim üyesi şöyle diyor: "Seçimle ya da atamayla gelmiş olms, aynı kisiyi bile etkiliyor. Eskiden seçilmiş yönetici olarak gayet demokratik davranan bir yönetici, atamayla gelince birdendespotlasıyor... Öte yandan yöneticileri kimin atadığınm da beoce hiç önemi yok. İsler İhsan Doğramacı atasm, islerse Erdal Inönü..." nı Prof. Dr. Erdal Inönü, üniversitelerimizde bilimsel özerklik konusunda şunlan söyiüyor: " Üniversitelerin bilimsel özerkliğini ortadan kaldırarak, tehlikeli sayılan fikirierin orada konuşulmamasını sağlama gibi yaniış bir yaklaşım işin içine kanştığı içindir ki, üniversiteler arasuda koordinasyon ve dengeli bir öğretim üyesi dağılımı sağlamak gibi bugün de geçerli olan araaçlan gerçekleştirmek amacıyla başlatılan bir girişim; üniversiter hayatı, bilim hayatını akamete uğratan, üniversiteleri tam bir umutsuzluğa götüren bir sonuç verdi. Bugünkü durum maalesef ki, budur. Oysa bilimsel özerkiik anayasada yer alan bir kavramdır. Anayasa yapıcılan da bunun üniversitenin, bilim hayatının aynlmaz bir parçası olduğunu kabul etmişlerdir. Ne var ki, bazı ortamlarda bilimsel özerkliğin sağlanabilmesi için, yönetsel özerklik de gereklidir. Türkiye bunlardan biridir. Bilimsel özerklik, bilim adamının çalışmalannı yaparken bilimsel ölçütler dışında hiçbir koşulla, sınırlamayla karşılaşmamasıdır. Yani, bilimsel alanda özgürce çalışabilmesi. düşüncelerini ortaya koyabilmesi, bu yüzden cezalandınlmaması, işine son verilememesidir. Türkiye'de maalesef bunun tersi olmuştur. 1402 sayıh yasayla ve başka şekillerde y üzlerce öğretim üyesi son yıllarda üniversitelerden uzaklaştınldı. Ayrılanlar üniversiteye dönmedikçe, bilimsel özerklik saglanamaz. Çünkü bilimsel özgürlük örneklerle ortaya çıkar. Çıkarılan öğretim üyelerinin başına gelenler ortada oldukça, o hata düzeltilmedikçe, bilimsel özerklik var diye kimseyi inandıramazlar." Sert disiplin düzeni YÖK düzeninin biiim hayatının gerekleriyle bağdaşmaz bulunan bir diğer özelliği de, öğretim üyeleri üzerinde kurmuş olduğu sert disiplin düzeni. Disiplin yönetmeliği YÖK'ün otoriter mantığım ortaya koymakta. Yüksekögretim kurumlannın akademik personeli ile diğer personelini aynı statüde ele alan bu yönetmelik çok genel şekillerde tanımlanmış, keyfi bir şekilde yorumlanmaya açık çok sayıda suçu kapsamakta ve bunlara suçun niteliği ile bağdaşmayan ağırlıkta cezalar getirmekte. YÖK'ün öğretim üyelerinin atanması, akademik unvan alması, yükseltilmesi, kadro yenilenmesi ve rotasyona gönderihnesi gibi konularda sahip olduğu yetkiler de dikkate alındığında; öğretim üyeleri universite yöneticileri karşısında çok güçsüz bir durumda bulunuyor. Böylelikle yöneticilerle öğretim üyeleri arasındaki ilişkilerin amirmemur ilişkilerine indirgenmesinin, bugün üniv.rsitelerimizdeki en büyük huzursuzluk kaynak Tam bir kopokluk Merkeziyetçimüdahaleci YÖK sistemi, bütün universite hayatını bir merkezden düzenleme uğraşının yarattığı sorunlar açısından da eleştiriliyor. Merkeziyetçiliğin beraberinde getirdiği, işlerin verimli ve rasyonel bir şekilde yürütülmesini engelleyen bütün hastahklann YÖK düzeninde de olduğu gözleniyor. Yönetici görevler de üstlenmiş olan bir öğretim üyesi, YÖK'ü "kendi yarattığı sorunlan çözmekle ugraşan bir kuruluş" olarak tarumhyor. Aynı öğretim üyesi YÖK'ün işleyisini şu sözlerle anlatıyor: "Üniversiteleri anarşi yuvası olmaktan çıkarmak gerekçesiyle getirilen aşın merkeziyetçi diizen, öğretim iiyeleriyle yönetim arasında tam bir kopukluk getirdi. YÖK, öğretim üyelerine etraflı damşmaksızın, belki merkezdeki birkaç kişiye danışarak bazı kararlar alıyor ve bunlann iilke çapında uygulanmasını istiyor. Uygulanması mümkün olmayınca, bu defa karar değişiyor. Bu siire zarfında gerek öğretim üyelerinin, gerekse ögrencüerin zamanı israf edilmiş oluyor. Tepeden inme kararlar uygulanamaz olunca, bu defa kanuna, yönetmeliklere karşı hile yapüıyor. Örneğin, kanun, aynı dersten iist ttste iki kez başarısız olan öğrencinin üniversiteyle ilişiği kesilir diyor. Bu kural, bölümle ilişkisi kesilir' şekünde yonımlanarak uygulanıyor. Örneğjn, kanun, bir doçentin aynı üniversitede profesör olamayacafını öngörüyor. Bu kurala karşı da hile yapıiıyor. Başka bir üniversUenin kadrosuna profesör olarak atanıp, tekrar kendi iiniversitesinde görevlendiriliyor. Örneğin, yabancı dil hazırlık okullan bir yıldır denmesine rağmen, çeşitli baslular karşısında dil destek birimleri adı altında, bir tür Bizans oyunuyla. süre iki yıla çıkarüıyor. Dil destek birimindeki öğrenci, üniversite ögrendsi midir, değil midir? Hangi kurallara tabidir? Belli olmuyor. YÖK, Meclise giderek kanunda değişiklik yapmaya cesarel edemiyor. Yukanda örnekJerini verdiğim hilelerle çözüm bulmaya çalışıyor. YÖK kanunu çözdüğü sorundan fazla sonın yaratmıştır. Böyle giderse, işler arapsaçına dönecek ve kimse kuraüan uygulamayacak, berkes bildiği gi 1402 sayıh Sıkıyönetim Yasası'yla üniyersitedeki görevine son verilen, eski İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gencay Gürsoy da bu konuda şunları söyiüyor: "Öğretim üyelerinin en geniş çerçevede üniversitenin yönetimine katılmasının yaranna inanıyonım. Kurumlann biraz hantal işlemesi pahasına. Bunu dekan rektör YÖK egemenliğine tercih ediyorum. Bizim insanlanmızda ele geçirdikleri yetkileri varılabilecek en son noktay a kadar TALİMA T YÖK'e Başbakanlık 'tan gönderüçn bir talimat, atanmalannda ve akademik unvan kazanmalanndaki her kademede akademik personel hakkında güvenlik tahkikatı yapılmasını emrediyor. Yukandaki kupür Yeni Gündem 'in 25. sayısında yayımlandı. genişleterek, kişiliklerinin eksik kalan yanlarını tamamlama eğilimi oldukça baskındır. YÖK'ten önce seçimle rektör olup, sonradan YÖK rektörü haline gelen bazı meslektaşlann makamlannı nasıl feodal beyliklere dönüştürdüklerine tanık oldukça, katılımın önemini daba iyi kavrıyonım." YÖK düzenine yöneltilen temel eleştirilerden biri de, YÖK yasasının ve uygulamalarının üniversitelerin idari özerkliğini tümüyle ortadan kal tada akademik özerklik kalmamaktadır." Bilim adamlarına göre, Yüksekögretim Kanunu'nun akademik unvanlann kazanılmasında ilgililerin "sicillerinin esas alınmasını" öngören 63. maddesinin, akademik özerkliğin akademik terfılerde akademik ölçütlerden başka hiçbir ölçüte başvunılmamas) ilkesiyle bağdaşması mümkün değil. Görüştüğümüz öğretim üyeleri bu bağlamda, Başbakan Bülend Uiusu imzasıyla YÖK Başkanlığı'na gönderilmiş olan bir talimata da dikkat çekiyorlar. Bu talimatta aynen şöyle denmekte: "Bir krsım öğretim üyelerinin geçmişte suç delili bırakmadan çeşitli olaylara karıştıklan, bu şahıslarla ilgili bir suç unsunı bulunamadığından haklannda adli takibat yapılamadığı, ancak menfi tutum ve davranışlarına rağmen bu personele kurum içinde üst yöneticilik veya unvanlar verildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle, geçmişte suç işleyenlerin ilmi ve idari kademelerde yükselmelerini önlemek amacıyla üniversitelere asistan alırken, doçeni veya profesör olmadan her kademede ayn ayn olmak üzere haklannda... Başbakanlık kanalıyla güvenlik tahkikalı yaplırılması uygun göriilmüştür." (Bkz. Yeni Gündem, Sayı 25. s. 1213). Öte yanda, bütün demokratik ülkelerde bilimsel özerkliğin özünü oluşturan, bilim adamlarının diledikleri konuları, diledikleri teori ve yöntemleri uygulayarak incelemek ve araştırmak, ulaştıkları sonuçlan serbestçe açıklamak ve yayımlamak haklannın ciddi bir şekilde kısıtlanmış oluşu; üniversitenin doğal ortamı olan özgür tartışmaya olanak bırakılmadığı, YÖK düzenine yöneltilen temel eleştirilerden biri. ıtim gorevüsi ve ıruMer fişlenecel r MFT ÇTTİSKAYA 'SERBESTLİK YÖK'ün 1984 ydı sonunda rektörlere gönderdiği bir talimat uyannca akademik personel ve öğrenciler sürekli bir gözetim ve denetim altında. Yukanda Cumhuriyet'in 18.12.1984 tarihli kupürü görülüyor. lanndan biri olduğu gözleniyor. Kararlara katılma olanağı asgariye indirilen %e sürekli bir cezalandırılma tehdidiyle karşı karşıya bırakılan öğretim üyelerinin akademik hayata ve üniversitenin sorunlarına karşı büyük bir kayıtsızlık ve yabancüaşma içine sürüklendiği, konuştuğumuz pekçok ilgilinin ortak gözlemi. "Tam bir umntsnzlnk" Eski ODTÜ rektörlerinden, eski Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi ve SODEP Genel Başka Yarın: Tek tipe doğru. YOK ne diyor? Üniversitedeki serbestlik Türk demokrasisindeki kadar "Üniversitelerimize yeni getirilen düzen, özerkliği kaldırmıştır demek doğru degildir... Tabii burada ilk akla gelen soru, üniversitelerimizde her şey serbest mi? Türk üniversitelerinde alabildiğine serbest bilimsel çalışma yapılabilir mi? Eğer siz bir açıdan ele alırsanız, bilim açısından ele alırsamz, serbest bilimsel araştırma, çalışma ve yayın yapılmaması söz konusu değil. Bakıyorsunuz bir Fransız üniversitesinde sol tandanslı bir universite öğretim üyesinin yayınlan kendi doktrinini savunur tarzda olabiliyor. Bu serbestlik o ülkede universite özerkliğinin tescil edilmesinden dolayı değil; o ülkenin hürriyet anlayışından dolayı, hürriyete müsamahasından dolayıdır. Chicago 'da şehrin merkezinde Bahaî tekkesi ayin yapıyor. Türkiye 'de dini ayin yapıyor diye insanı içeri tıkıyorlar. Demek ki, bizim anayasamızda öngörülen Türk demokrasisi, sınır şartları olan bir demokrasidir. Aşın sola ve aşın sağa kapalı bir demokrasidir. Siz memlekette böyle bir demokrasi anlayışını kabul ettikten sonra, universite ortamını bunun dısmda, daha serbest düşünemezsiniz. Yani, halka çok gördüğünüz serbestliği, universite öğretim üyesine bir imtiyaz olarak sağlamak yoluna gittiğiniz zaman, bu sürtüşme yaratır. Nitekim bundan önceki dönemde yaratılan sürtüşmeler, buradan kaynaklanmıştır. Herhangi bir Batı ülkesinde böyle bir şeyle karşılaşılmıyorsa, sade vatandaşm da bu haklara sahip olmasındandır. Batıda sade vatandaş da komünist partisine girebiliyor. Sade vatandaş da istediği dini propagandayı yapabiliyor. Türkiye'de sade vatandaşa bu haklar kısıtlandığına göre, siz üniversitede hürriyet ortamı sağlamaya çalışırsanız, bu memleketin anlayışına ters düşen bir tutum o/ur." (YÖK Basın Sözcüsü Prof. Dr. Kemal Karhan.) YÖK'ün gözetimdenetim merdiveni YÖK ile üniversitelere getirilen merkeziyetçi ve bürokratik yapı; aşın otoriter, denetimci ve disiplinci bir zihniyetle pekiştiriliyor. Yüksek Öğretim Kurulu'nun sahip olduğu olağanüstü genişlikte idari yetkilere ilaveten gerek kanunda gerekse daha sonra çıkarılan yönetmeliklerde getirilen önlemler universite mensuplarını katı disiplin kurallarıyla bağlıyor. Kim, neye yetkili? Aşağıda sıralanıyor: uygunluğunu YÖK adına denetler. • YÖK Başkanının istediği disiplin<eza soruşturmalarını yapar. Rektörler: • Universite birimleri ve her düzeydeki personeli üzerinde genel gözetim ve denetim görevi yapar. • Gerekli gördüğünde universite mensuplarının görev yerlerini değiştirip, bunlara yeni görevler verebilir. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANLIĞI YAPI İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN tstanbul Çamlıca Dinlenme ve Rekreasyon Merkezi Mimari Proje Yarışması 12.9.1985 tarihinde sonuçlanmıştır. 1. Ödülü Kazanan Nafiz AKÖZ Ismail ERDOĞMUŞ 2. Ödülü Kazanan Cüneyt PEKEL Besim Ömer DARTAN 3. Ödülü Kazanan Burhanettin HaJdun ERDOĞAN 1. Mansiyonu Kazanan Emine EKEN H.Serdar GÜROL Başol TOSUN 2. Mansiyonu Kazanan Nuran KARAASLAN Merih KARAASLAN 3. Mansiyonu Kazanan Çiçek TUNCER Söz konusu yarışmaya ait projeler 23 Eylül 1985 3 Ekim 1985 tarihleri arasında Ankara Bayındırhk ve İskân Müdürlüğü (Eskişehir yolu ODTÜ karşısı) zemin kat toplantı salonunda sergilenecektir. Basın: 24312 Kimin eli kimin cebinde? • Gerektiğinde güvenlik önlemlerinin alınmasında, bilimsel ve idari gözetim ve denetimin yapılmasında, takip ve denetiminde "birinci derecede yetkili ve sorumludur." • Bölümlerden gelen faaliyet raporlarını değerlendirir. "gerekli tedbirleri" alır. • Kamu yaranna ofanlar dışında herhangi bir derneğe üye olmak isteyen universite mensuplarına, isterse bu izni verir. Dekanlar: • Fakülte birimleri ve tüm personeli üzerinde genel gözetim ve denetim görevi yapar. • Gerektiğinde güvenlik önlemlerinin alınmasında, bütün faaliyetierin gözetim ve denetiminin yapılmasında, takip ve kontrolunda rektöre karşı "birinci derecede sorumludur." Enstitü ve Yüksekokul Müdürleri: Genel gözetim ve denetim görevleri aynen dekanlarınki gibidir. Özerklikdisiplin dengesi 2547 sayıh Yüksek Öğretim Kanunu metninde küçük bir gezinti yaparak bazı sözcükleri taramak, ortaya ilginç sonuçlar koyuyor. Metinde geçen bazı kelimelerin sayısı aşağıda yer alıyor: Denetim ve Gözetim 20 Kovuşturma ve Soruşturma 20 Disiplin 14 Suç ve Ceza 13 Görev ve Hizmet (çokluğundan sayısı saptanamadı) Bilimsel Özerklik 1 Özerklik 1 (YÖK'ün kendi özerkliği) Serbestçe Araştırma 0 Serbest Düşünce 0 YÖK Paşkanı: • YÖK üyeleri, rektörler, Yüksekögretim Denetleme Kurulu (YDK) üyeleri vb. için disiplin işlemlerini yürütür. • Gereğinde rektörler vb. hakkında soruşturma yapılmasını Yüksek Denetleme Kurulu'ndan ister. Yüksek Öğretim Kurulu: • Rektörlerin disiplin işlemlerini kovuşturur, karara bağlar. • Öğretim elemanlarından 'yetersizliği görülenler' ile yüksekögretim amaç ve düzenine 'aykırı harekette bulunanlar'ın universite ile ilişkilerini keser. • Fakülte dekanlarını, gerektiğinde', sürelerı dolmadan görevlerinden alabilir. Yüksekögretim Denetleme KurulujyOK): • YÖK adına üniversiteleri, öğretim elemanlarını ye bunlann faaliyetlerini gözetim ve denetim altında bulundurur. • Yüksekögretim kurumlarında tüm faaliyetierin Y.Ö. Kanununun amaç ve ilkelerine YOK Başkanlığı Tek kişilik 'süper organ' 3) ÖSYM Başkanını ve YÖK'e bağlı öteki birimlerin tümünün başkanlarını, müşavirve uzmanları vb. atamak. 4) Universite memur ve görevlilerini başka kamu kuruluşlarına atamak veya yüksekögretim kurumları içinde bunlara yer değiştirmek. 5) Üniversitede profesörlerin atanmasında son merci olmak. (Törkiye'de tüm profesörlerin atanma işlemlerini tek bir kişinin onayına bağlayan bu yönetmelik hükmü (m. 43), bugüne kadar herhangi bir kanunda yer almış değil.) YÖK Başkanı resmi protokol hiyerarşisinde de hızlı bir yükseliş gösterdi. Yapılan çeşitli değişikliklerden sonra YÖK Başkanı, "Kuvvet komutanlannın hemen ardında ve fakat tüm orgeneral ve oramirallehn önünde" yer alıyor. TBMM Başkanı'nın resmi kabul töreninde YÖK Başkanı, "Siyasi partilerin genel başkanları, Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili ile Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı'nın dahi önünde." (Bkz. Nokta, 15.9.1985). 2547 sayılı kanun, Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı konusunda şunları öngörüyordu: "Devlet Başkanı, kurui üyeleri arasından dört yıl süreyle bir başkan; Kurul Başkanı da kurui üyeleri arasından 2 yıl süreyle 2 başkan vekili seçer." Kanunun kabulünden 3.5 ay sonra çıkarılan bir yönetmelik (YÖK Teşkilatı ve Çalışma Usulleri Yönetmeliği), YÖK Başkanı'nı birçok yetkiyle donatıyordu. Bu yönetmelikle, YÖK'ten ayn ve onun üstünde yeni bir organ meydana gelirilmiş oldu. YÖK Başkanına verilen yetkilerin bazıları şunlar: 1) YÖK'ü tek başına temsil etmek ve YÖK'ün tüm kararlarının uygulanmasım sağlamak. 2) Seçimi YÖK tarafından yapılan tüm personelin (akademik ve diğer) atamalarını yapmak. [İlk iki yetki, iki yıl sonra yapılan bir değişiklikle Yüksek Öğretim Kanunu'na eklenecektir.] >I1 KSİKA AIJMJ K İ( İM>i: Yon Ser^eı Bondarchuk FRANKO NERO URSULA ANDRESS ,.^A y Seanslar12°°15oo Tgoo.2100 ,MMI.\ l ü l 1) 1'AMIIO V İ I J J I 23.KARLCVY VMIY JCRtSTALKÜRE'Odulü YALIMIZ DÜNYA SİNEMASINDA STEINWAY HALL Steinway & Sons'ın gerçekleştireceği "Konstrüksüyon Showw ile açılıyor. 30 Eylül Pazartesi Saat 15.00 20.00 Dedeman Ticaret Merkezi. Yıldızposta Cad. 52/19 Esentepe İstanbul Tel. 172 41 03 167 41 46 Tlx. 27 383 SSIS tr.