15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 11 EYLÜL 1985 inlilerle başlayan büyük temidik sabahımın gölgeleri ortasmda şimdi de başlarında kürk. ten kukuletalanyla hayvan postları içindeki Eskimolar dolaşmaya başladı. Daha ilk adımda son romarurun müsveddelerini büyük bir zarfa yerleştirirken çevreme Eskimolar bile üşüşecekse, seçilecekleri nasıl seçeceğim? Atılacaklan nereye atacağım Fatma inayet? Bu kere Fatma tnayet'i harekete geciren benim. ona başvurdum bir kez. Fatma İnayet? O, benim eski korkunç adım. Yeni adım da eskisinden daha az korkunç değil ya, neyse... Nüfus kâğıdındaki adımla hayattaki adım, ben Ç 3 GÖÇ TEMİZLİGÎ ADALET AGAOGLU Ş atonun ana kapısına uzanan taş köprünün üstünden kolkola girmiş iki kişi geçiyordu. Lord Byron ve Kont akşam gezisinden dönüyorlardı. Az daha yaklaştıklarında, Kont'un yanındakinin Lord Byron değil, Yahya Kemal Beyatlı olduğunu anlamıştım. Yıl da 1931 ler falan olmalı... MUSTAFA EKMEKÇİ ANKARA NOTLARI Gülen Atatürk... Fatma İnayet, benim eski korkunç adım faküJte ikinci sınıfa gelene dek ayrı kalmıştı. Erkek kardeşlerim, nüfus kâğıdımdaki adımı keşfettikleri zaman ben, ortaokul ikinci sınıfta idim. Her zaman çağırdıklan 'Adalet' adım ansızın unutuvermişlerdi sanki. "Ganaydıa, Fatma tnayet?" "Naalsın Fatma tnayet?" Zaman içinde, benimle alay edecek herkese karşı böyle hınzır, muzip, sozümona külyutmaz bir kimlik geliştirdim galiba. Lizbon'da rastladığın köpekli ve çocuklu adamı anımsıyor musun, Adalet? Kaldınma boylu boyunca yatmıştı. Soluğu kesilmişti. Cançekişir gibiydi. Düpedüz cançekişiyordu! Yaa?.. Biraz sonra Filipinli iki kızla buluşacaktın. Gece çökmek üzereydi. Filipinli kızlarla Portekiz'in yerel şarkıcılannı dinlemeye gidecektiniz... Çok öfkeliydik. Orhan Peker'in evinde, masanın başını tutmuş bu at yüzünden kavga etmişük. Şimdi hemen koşup baksam! Orhan'ın 'Devrimci atı', acaba hâlâ bitişik balkonda, gözlerinden akmış boyalarıyla bakıp duruyor mu? Haydi, sen gidip bir bakıver Fatma İnayet! Git. Başımı çeviriyorum, gözlerimi yumuyorum. Onun gidip gitmediğini bilmiyorum. Henüz oradayız. Orhan Peker'in evindeyfc. Beni oraya tlhan çagırmıştı. "Orhan senin de gelmeni istiyor," demişti. ismet inönü, Pembe Köşk'ün bahçesinde yürüyüş yaparken, Şeref Bakşık'a eski bir anıyı anlatır. Şöyle der: "Ben Başbakanken. bir gün Milli Savunma Bakanı Abdulhalik Renda bana geldi. Askeri ihalelerde başgösteren yolsuzluklardan duyduğu üzüntüyü naklederek, bunda olumsuz rol oynayan bazı milletvekillerinin adlarını verdi ve özellikle Atatürk'e yakın olanından özel şikâyette bulundu. Ve bu kişinin Atatürk'e yakınlığını kullanarak ihalelerin yönünü değiştirdiğini ilave etti. Renda,dürüst bir bakandı. Ve hatta bir aralık kendisine ben başkanlık teklif etmiştim. Kabul etmişti. Bakana üzüntüsünde haklı olduğunu, gerekli ilgiyi göstereceğimi ve Atatürk'le de bu konuyu görüşeceğimi söyledim. Konuyu Atatürk'e açtım. Kendisine yakınlığını ihalelerde kullanan kişinin adım da verdim. Atatürk öfkelendi: Ben ona gösteririm! dedi. Gerçekten Atatürk ertesi günü, milletvekilinin evine gidiyor ve orada onu: Sen nasıl asker ihalelerine karışırsın ve benim de adımı kanştırırsın? diye paylıyor. Sonradan Atatürk bana o ev ziyaretini anlattı: Bilemezsin, ne ağır şeyler söyledim kendisine... dedi ve yakın arkadaşının yüzüne karşı kullandığı gerçekten ağır sözleri bana nakletti. Atatürk anlatması bittikten sonra ilk tepkimi farketmiş, bana: Neden gülüyorsun? diye sordu. Ben de: Canım şimdi de.yakın arkadaşın evinde kendisini ziyaret etmeni kullanıyor. Önüne gelene, "Atatürk gece evime geldi, birlikte içkiler içtik, gece alemı yaptık!" diyor, şimdi bu hikâye ile, ihalelerde kendisini daha nüfuzlu yapmaya çalışacak..." Şeref Bakşık'tan dinlediğim, İnönü'nün anlattıklan bu. Abdülhalik Renda'yı, yurt bilgisi kitaplanndan Meclis Başkanı resimlerinden anımsardım. Milli Savunma Bakanlığı yaptığını bilmezdim. Kaynaklarabaktım, İsmet Paşanın dördüncü kabinesinde, 192930'lu yıllarda Milli Savunma Bakanlığı yapmış. O zaman soyadı da yok. Kaynaklarda: "Müdafaai Milliye Vekili ve Bahriye Vekaleti Vekili M. Abdülhalik" diye geçiyor... Birkaç gün önce adalet yılının açılışında konuşan Yargıtay Başkanı Nihat Renda, Abdülhalik Renda'nın oğlu. Nihat Renda 42 yıllık hukukçu, yüksek yargıç. Nihat Renda, orada güzel bir konuşma yaptı. "Yargı bağımsızlığının tam olarak gerçekleştiği söylenemez" dedi. Daha sonra, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Teoman Evren konuştu. Açılış konuşmasını ise, Cumhurbaşkanı Evren yaptı. Kenan Evren'in konuşması bilimsel biçimde hazırlanmıştı. Teoman Evren'in konuşması ise eleştirel yonleri ağır olan bir konuşmaydı. Barolar Birliği Başkanı Teoman Evren, özetle şöyle diyordu: ".. Vargı alantnda huzursuzluk giderek artmaktadır. Büyük boyutlara vardığı yetkılıierce ifade edılen yargıç açığı toplu ayrılmaJar şeklıne dönüşen istifalarla alabildiğine çoğalmaktadır. Fevkalade sakıncalı bu olumsuz gelişmenin yargı bağımsızlığını ve yargıç güvencesini tartışılır kîlan ortamdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Anayasamıztn 140. maddesi "Hâkim ve savcıların özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimiyet teminatı esaslarına giren kanunla düzenlenir" şeklindedir. Bu anayasal kumla rağmen kanun gücünde kararnamelerle yargıçlann özlük işleri düzenlenmekte, esitsizlik yaratılarak haklar gerı alınmaktadır. İsmi ne olursa olsun, kanun gücünde karamame bir hükümet tasarrufudur. Böyle bir tasarrufla yargıçların özlük işlehnin düzenlenmesi anayasaya aykırıdır..." Sözü "savunma"ya getiren Teoman Evren, bu konuda da özetle şöyle dedi: "Ülkemizde adaletten çok adaletsizlikten söz editmesinde savunmanın yerinin ve yetkilerinin hizmetin gerektirdiği oranda düzenlenmemış olmasının payı büyüktür. Hukuk ve ceza alanın. da savunmanın yeri ve yetkileri bakımından yasalarda büyük boşluklar bulunmaktadır. Adaletsızliğın önlenmesınde en etkin çare savunmanın görevinı eksiksiz yapabilmesidir. Türitiye'mtzde "savunma makamı", yasalaria düzenlenmiş gizlilikten şikâyetçidir. İdari davalarda, taraf kamu kurumunun dosyaya sunduğu belgelerin gizli olduğunun belirtılmemesi gibi bir düzenleme söz konusudur. Hazırlık soruşturması güvenlik görevlilerince yürütülmektedir. Bu aşamada Cumhuriyet Savcılarının sahıp olduklan yetkilerin koHuk gücüne devredilmiş bulunduğu görüntüsündeki uygulama sürmektedir. Sanık her türlü savunma olanağından yoksun bir halde ıtham edilmekte ve aleyhınde delıller toplanmaktadır... İtham ile savunmanın aynı anda başlaması ılkesi artık ulkemizde uygulamaya konulmalıdır..." Açılış töreninde, Yargıtay Başkanı Nihat Renda'nın, Cumhurbaşkanı Kenan Evren e "Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının teminatı olan Cumhurbaşkanımıza, Yargıtay'ın şükran duygulannı sunuyoruz" diyerek plaket vermesi, eleştirilere neden oldu. İlk tepki, Anayasa Mahkemesi üyelerinden >Çkta GüngörÖzden'den geldi. Özden, bu konuşmayı "yadırgadığını" belirterek, şöyle diyordu: ".. Cumhurbaşkanı devletimizin başkantdtr Saygmlığı, makanılannın yüceliği başka biçimde vurgulanabiKr. Yargı gerçekten bağımsız ise, güvenceye gereksinimi yoktur. Bağımsız yargının güvencesi kendisidir. Anayasadır. Demokrasiye işık büyük Tün\ ulusudur." Kendisiyle konuştuğum Nihat Renda, olayın nezaket kuralları içinde geçtiğini belirtti, "Birpolemiğe girmekistemiyorum" dedi. Renda'ya göre eleştiriler haklı değildi... Burada, Anayasa Mahkemesi üyelıklerine seçılenlerin üyelik andı törenlerı sırasında göze çarpan bir şeyi de vurgulamadan gecmek istemiyorum. Ant içen üyeler, mahkemeye ve başkana doğru ant içecek yerde, yasa gereği töreni ızlemeye gelen Cumhurbaşkanına dönerek ant içmektedirler. Bu eskiden böyle olmuyordu. Örneğin, Korutürk döneminde izlediğim bir ant içme töreninde, yeni üyeler, mahkemeye dönerek ant içmişlerdi. Doğrusu da buydu. *•• Gazeteci arkadaşım Kenan Mortan, nereden buldu bilmiyorum, bana bir gülen Atatürk fotoğrafı armağan etti. Büroda odama yerteştirdim. Görenler, Atatürk'ün bu fotoğrafını hiç görmediklerini söylediler. Niye gülüyor, nasıl bir şey olmuş da öyle gülmüş? Bilmiyorum... Ba atı yurt dışına nasıl çıkaracagım? en, epeyce geç gidebilmiştim. Masanın çevresinde beş altı kişi oturuyordu. Başköşede, onur konuğu yerinde, iri, kızıla boyalı kartondan bir at başı duruyordu. Ortalıkta gergin bir hava esiyordu. llkin, bunu yadırgamadım. Çoktandır hepimiz gergindik, alışrmştım. Orada, andıklanmdan başka, hoş, sessiz bir hanım, bir genç, bir de yine genç bir fotoğrafçı vardı. Fotoğrafçı, somurtup duran, düşünceli düşünceli 12 Martı oflayıp poflayan bizlerin resmini çekti. Yan gözle hep ata bakıyordum. Orfaan, yakında gideceğini, îspanya'da, evet tspanya'da, Madrid'de bir sergisinin açılacağını anlattı sonunda. Kimse, ne şaştı, ne şaşmadı; ne sevindi, ne sevinmedi. Orhan Peker, evde ekmek olmadığını söyledi. Yine sessizlik. Bu kez Orhan, birden masadaki atı kaptığı gibi, getirip benim önüme koydu: "Soylesene Adaiet, ben bu atı yurt dışına nasıl çıkaracagım?" Pek bir şey anlamamıştım. İlhan, sırtını dönmüştü. Ahmet, daha sonra yoldaki homurdanmalarımızdan daha basık bir sesle homurdanmıştı: "Al işte, hâlâ!.." gibi bir şey. Demek, daha önce bu konu tartışılmış, atın dışarı nasıl götürüleceği ustüne tam bir anlaşmaya vanlamamıştı. Ben de, herhalde, Fatma tnayet'in benden çekilip gittiği zamanlarımdan birindeydim. Ciddi ciddi, at başımn taşınabilmesine bir yol duşünüyordum. Sonunda çaresini bulmuştum da: "Bak ne yaparsın Orhan", demiştim, "başın arkasına diiz bir lahta tuttunırsun, iki de kayış takarsın, şöyle askılı sırt çantalan gibi yani; atını böylece sırtına alırsın, öyle gidersin..." Kıyamet asıl o zaman kopmuştu. Daha önce kopmuş olana taş çıkartacak bir kıyamet! Bir dagın tepesine çıkarmışlardı nlarla Pena Palas Şatosu'nu gezerken tamşmıştım. Bizi, daracık asfalt bir yoldan döne done bir dağın tepesine çıkarmışlardı. Zirveye kartal gibi tünemiş şatodaydık artık. Elimdeki broşürde, "Büyük İngiliz Şairi Lord Byron, kontun konuğu olarak sık sık Pena Palas'a gelirdi. Şiirlerinin çofano buradaki özel dairesinde yazdı " diye bir açıklama vardı. Kaldınma yatmış cançekişen adama, yanındaki oğlana ve iri, sarı köpeğe bakıyordum. Oğlan, beş altı yaşlannda idi. Köpeğin alrunda, kulaklarında kara lekeler vardı. Akşam, işlerinden, alışverişlerinden dönen Lizbonlular, yerde yatan adamın çevresini sarmışlardı. Köpek, ağzını cançekişen efendisinin ağzına dayamış, sürekli nefes veriyordu ona. Çocuk, ikisinin yanına diz çökmüş, sakin sakin, köpeğe duyduğu güvenle babasının herhalde babasıydı cançekişen adam yüzune bakıyordu. Köpek, soluğunu sürekli adamın ağzuia veriyordu. Akşam, bu tablo, tabloydu evet, ona uzaktan bakıyorduk, içimi eziyordu. Aynı anda, "hık" deyip gülmüşüm!. Pena Palas'ta "Lord Byron şiirlerinin çogunu burada yazmışür," bilgisini aldığım ân'daki kendime gülüyordum. Çok gülünçtü: Lord Byroa'ın toplumsal konumu adının içindeyken, üstelik bize okulda ozarun soyluluğu o kadar ezberletilmiş, ozanlığından çok Lordluğu öğretilmişken, şatoda kendisine aynlmış özel bölüme, penceresinden görünen ormanlık tepelere, eşsiz doğaya hayran hayran bakmış, bir yandan da içimden, " O zamanlar ne kontlar vannış! Kaç iklim öteden ozanlan şatolanna çağınp, onlan buralarda konuk ediyoriarmış!" deyip durmuştum. Öyle ya, ozan dedığin mutlak yoksul, hattâ paramparça giysileriyle sokak ortasmda yatmış şu adam kadar yoksunluklar içinde yaşayan, bir gün bir yere düşüp orada ölen kimse demekti. Sonradan edindiğim hiçbir bilgj, bu çökmüş, oturmuş büginin ustünü örtememişti demek? Uğradığım şu kafa körlüğü... Taşlaşmış bir çökelek... B O DEVRlMCtAT Orhan Peker'in evinden kovtdmammn biraz öncai. (Soldan) Orhan Peker, Ahmet Oktay, baş köfede iri, kızüa boyab kartondan at bap, fihtm Berk, sesaU hantm ve ben. Yahya KemaPle Kont, akşam gezintisinden şatoya dönüyordu rhan haykınyordu: 'Bu at başıyla alay edemezsiniz! Defolun, çabuk gidin buradan!. Benim başkaldırmış atımı nasıl olur da bir eşya, bir çanta yerine koyarsın,. Çıkın, çabuk çıkın evimden»' Orhan Feker, tlhan Berk, Ahmet Oktay ve beni evinden kovuyordu. O Git, resimlerini yap rhan haykınyordu: "Bu at başıyla alay edemezsiniz! Defolun, çabuk çıkın gidin buradan! Benim başkaldırmış atımı nasıl olur da bir eşya, bir çanta yerine koyarsm? Ben sana bunu nasıl taşıyacagımı mı soruyorum? Nası) geçireceğim, diye soruyorum. ,'Eveeet, biliyonım, bunlar kulağına fısıldadılar, degil mi? At, devrimci falan degil, dediler! Orhan'ın devrimle mevrimle Uişkisi yok, dediler, degil mi? Çıkın, çabuk çıkın evimden!.. " Bir yandan da altımdan iskemleyi çekmiş, beni kapıya doğru itiyordu. Ahmet, yiğitçe ortaya atılmıştı: "Gitmiyoruz, çıkmıyoruz işte!." İlhan, kıyıya çekilmişti. Ben de, "Çagnlı bulunduğum yerden, ancak kendi istegimle giderim," diye tutturmuştum. Yine de üçümüz, ilhan bile dahil, kendimizi kapı önünde bulmuştuk. Ahmet, dışardan bağınyordu: "Sen de militan devrimci olmayıver!. Git, resimlerini yap!" Sorunu temelden anlar anlamaz ben de bağırdım: "Demek bu at, bakışlannda çakan başkaldın boyasından ötürii miı içerde tutuklanacak?" Ne desek boş. Kapı yüzümüze çoktan kapanmıştı. Birkaç hafta sonra Paris'ten genişçe bir zarf almıştım. Içinden büyücek bir fotoğraf çıktı. Bir masanın onur köşesinde Orhan'ın at başı, öte yakalarda kendisi, ben, Ahmet, İlhan Berk, o hoş hanım, o ağırbaşlı genç... Hepimiz, durgun, düşünceli. Fotoğrafı çevirdim. Arkasında Orhan'ın elyazısı: "Dünyamn en güzel ablasına," diye yazmış. Altında onun ve Güner'in imzaları vardı. Orhan'ı bir daha hiç göremedim. Ama duvarımda, işte orada, karanlık geceye çıkan bir çift kumru. Bitişik balkonda bir de at başı. Geçen yıl, bir sabah balkona çıktığımda gözlerime inanamamıştım. Orhan'ın devTİmci atının bir metre öteden bana baktığını görmüştüm. Kızılı biraz islen mişti. Gozlerindeki alev, aşağı doğru akmıştı. Sönmuş bir lav gibi. Sınır çizgisini geçememişti. "At aglıyor." Defterlerimi kanştınyorum. Bütün eski defterleri: "Orhan'ın atı bana bakıyor. O geceden ise, bende yalnız dostluklar kalmış." Ayrıea, bu ozan da ölntemişti .ık," deyip gülmüştum. Herkes, köpeğin yaşatmaya çahştığı adamı bırakıp bana dönmüştü. Bakışlarda duyarsızlığıma bir tepkiyi okumuştum. Onlara, yerde yatan adamı bir ozana benzettiğimi, ama artık bunun Lord Byron olmadığını ya da Lord Byron'ın bu adam olmadığını anlatabilmeyi isterdim. Ayrıca, bu ozan da ölmemişti. Seviçliydim. tşte köpek, ağzını adamın ağzından yavaşca çekiyor; yerde yatan usul usul soluk alıp veriyor. Yaşıyor! Yaşıyor! Oğlan çocuk, iki dizinin ustüne oturup, dilini dışarı sarkıtarak yorgun soluklaralıp veren köpeğin boynunu okşuyordu. Köpek, gözlerini efendisinin yüzünden ayırmıyordu. En küçük bir soluk kesilişte, hemen ağzını yine onun ağzına dayamaya hazır bekliyordu. Derken adam, yattığı yerde usulca kımıldadı. Sonra elini uzattı. Çocuk ve köpek, uzanan ele yaklaştılar. Adam, onlara dokundu; gözlerini araladı. Kıyrya çekildik. Çunkü köpek şimdi önümüzden geçiyordu; kalabahğı yarıp, hastaya yol açıyordu. Kaldınma bir ambülans yanaşmıştı. Köpek, geri döndü, adamla çocuğa baktı. Hiçbirimiz artık yerimizden kunıldamıyorduk. Donup kalmıştık. Çocuk, adamı tuttu. Ambülansa kadar sürüklendiler. Ambülanstan iki adam indi sonunda, onlan bindirdiler. Köpek de sıçradı ambülansa; gittiler. Neden sonra, adamın kalktığı yerde çalgısının kaldığını gördük. Trafik polisi, küçük bir laterna biçimindeki kutuya elkoydu. Motosikletine atlayıp ambülansı izledi. H Filipinli kızlarla o turistik kahveye gitmekten caydım. Bütün gece eski kentin dar sokaklannda dolaştun. Dik yokuşlar tırmandım. Çalgıa, çocuk, köpek... Sonra, hep birlikte Pena Palas'a gittik. Şatoda, Lord Byron'ın özel dairesinin pencerelerinden karşıki ormanın üstünde batan güneşe bakıyorduk. Şatonun ana kapısına uzanan taş köprünün üstünden kolkola girmiş iki kişi geçiyordu. Lord Byron ve Kont, akşam gezintisinden dönüyorlardı. Az daha yaklaştıklarında, Kontun yanındakinin Lord Byron değil, Yahya Kemal Beyatlı olduğunu anlamıştım. Yıl da 1931'ler falan olmah. Şato sahibinin, Yahya Kemal'i Türkiye Büyukelçiliğinden aldırdığı araba, taş köprünün öteki ucunda duruyordu. Atlar soluk soluğa idi. Yahya Kemal'in redingotu biraz tozlanmıştı. Şosonları gümüş rengindeydi. Baktım hüzünle her birinin rengi sapsan Sezdim ki, gövdesizdi, hayâldi boylan. Bir başka semte dognı dönerken bu gezmeden Bir Us ziyâ alıp içiyorlar o çeşmeden... 'Onun sokak çocuklan sahiden, tablolarında göriindiıkleri kadar guzel miydiler acaba?' Sokak çalgıcısının sesi çok etkileyici idi. Müziğini işitiyorum. Tınlamalarında kendi özel tarihime güluşüm bile yankıyor. Gün yükseldi. O Kartondan bir at "Morte i Fascissimo" ena Palas, bir dağın tepesine nasıl tünemişse, Albergaria Senhora Do Monte de eski kentin bir tepesine, kalenin böğrüne öyle tünemişti. Benim yedi günlük şatom... Küçücük odamın penceresinden aşağıda, uzakta Haliç'in ışıklannı görüyordum. Gün doğuyordu. Adam, çocuk, köpek, otelin altındaki dar sokaktan aşağı iniyorlardı. Adam, çalgısım çalıyor, şarkı söylüyordu. Pencereler, kapılar açıhyor, uyuyanlar uyanıyor... Birkaç yoksul çocuk, Ustünde iri harflerle "Morte i Fascissimo" yazılı duvarlann dibine diz çökmuş, gazoz kapaklan topluyorlardı. Çalgıcının oğlu da yanlanna gelmişti. Köpek onun biraz gerisinde oturuyordu. Günün ilk ışınları, hepsinin ustüne biraz yandan vuruyordu. Madrid'deydim. Prado'da MuriHo'yu gördüm. p . şınlar çalışma odamın cammdan içeri yatay vuruyor. Ellerim, açık gözlerden birindeki eski defterlerime uzanmış. Onlan yerlerinden çekip çıkarıyorum. Aklımda Madrid. Prado. Muıillo. GözJerim buğulu. Oysa, bir yandan da kendi kendime gülüp duruyorum. Masanın yanındaki açık gözlerden biri benim Dert Dökme Defterlerimle dolu. Üslerine 'Lise Defteri' basılı defterler. Sayfaları, san ya da ak, hep çizgisizdir. Her zaman yanımda bir tanesini gezdiririm. Sanki, boş götürdüğüm her yerden dolu getireceğim! Günce bile tutmadığıma göre, onlara ayaküstü neyi yazabilirdim ki? Salt ufak tefek notlar: Sokak Çalgıcısının Dirilişi. Yahya Kemal Pena Palas'da. Bir soru: İnsan zihni, on saniyede kaç farklı şey düşünebilir acaba? Sonra, nasılsa tek bir tümce: "Ölü ustüne kaldı işte!" Birkaç yıl sonra, böyle bir tumceyle başlayan bir hikâye yazacağımı hiç düşünmeden: "Hadi GideUm." Geçen yıl, hikâyemi okuyan Ahmet Oktay dostumdan bir kart almıştım. "Gidelim ya, nereye?" diye soruyordu. Biz üçümüz, o, İlhan Berk ve ben, az önce Orhan Peker'in evinden kovulmuştuk. Kennedi Caddesi'nden aşağı, Tunalı Hilmi'ye doğru inip duruyorduk. O zaman daha duvanmda ressamın karanlık gecedeki bir çift mor kumrusu asıh değildi. Ikisi de hayattaydılar. Güner ve Orhan... Fakat, 12 Mart döneminin karanlık bir gecesiydi. Sokaklar kapkaraydı. tlhan susuyor, Ahmet'ie ben, homurdanıp duruyorduk: "Kartondan bir at, devrimci olsa ne çıkar, olmasa ne çıkar?" I StRECEK Esas No: 1984/250 Karar No: 1985/141 Zonguldak ili Karabük kazası Kayaak köyü cilt no: 045/02 sayfa no 45 kütük sıra no: 48 numaralarda nüfusa kayıtlı davacı Zekiye Gülec ile davalı Niyazi Gülec arasında ceryan eden şiddetli geçünsizlik nedeniyle boşanma davasının kabulüne ve taraflann boşanmalanna, müşterek çocuklan Aydın, Mehmet ve Nazife Gülec'in velayetlerinin davacı anaya verilmesine, senenin her ayının ilk haftasının pazar günü ile son haftasının pazar günü olmak üzere ayda 2 gün, dini bayramlannda 2.nci gün, milli bayramlann da ilk gün, okul tatili sırasında senenin temmuz ayında 1 temmuz tarihi ile 30 temmuz tarihleri arasında bir ay müddetle yol masrafları davalı tarafından karşılanmak suretiyle davacı anne tarafından davalı babaya gönderilerek davalı baba ile çocukiarı arasında şahsi münasebetin tesisine ve davahmn M.K. nunun 142.nci maddesi gereğince bir sene müddetle evlenememesine, 20.880 lira mahkeme masraflan ile birlikte avukatlık ücreti tarifesine binaen takdir olunan 6500 lira maktu ücreti vekaletin davalıdan tahsiline dair verilen 3.7.1985 gün ve 1984/250 esas ve 1985/141 sayılı ilam adresi mechul davalı Niyazi Gülec'e tebligat yerine kaim olmak üzere tebliğ olunur. 13.8.1985 Basın: 23398 T.C. KARABUK ASLİYE 1. HUKUK MAHKEMESİ Dosya No: 1985/504 Es. Temlik alacakbsı Hasan Keser vekili Av. M. Durrauş Kahvecioğlu'na 300.000 TLIsı ve masrafları ödemeye borçlu Manavgat Antalya yolu üzerinde mukim YapSan Koll. Şü. sahibi Cafer CANİKOĞLU adına gönderilen 49 orcek nolu ödeme emri adresi bulunamadığından bila tebliğ dosyamıza iade edilmış olup zabıtaca yaptınlan tahkikat neticesinde de borçlu Cafer CANtKOĞLU'nun tebligata sarih adresi tespit edilemediğinden gerekli tebligatın gazete ile ilanen yapılmasına karar verilmiştir. Bu ılanın gazete neşrinden itibaren kanunı surelere 15 gün ilavesi ile 22 gün içinde borcu ödemeniz, borcun tamamını veya bir kısraını veya alacaklının takibat icrası hakkma dair bir itirazınız varsa, senet altındaki imza sıze ait degilse, yine bu 22 gün içinde ayrıca ve açıkça bildirmeniz, aksi halde icra takibinden ve bu senedin sizden sadır olmuş sayılacağı, imzayı reddettiginiz takdirde raercii önünde yapılacak duruşmada hazır bulunmanız, buna uymazsanu vaki itirazınızın muvakkaten kaldırılacağı, senet v«ya borca itirazınızı yazılı veya sözlü olarak icra dairesine 22 gun içinde bildirmeniz, aynı müddet içinde ÜK'nun 74'ncu maddesi gereğince mal beyanında bulunmanız, aksi halde hapisle tazyık olunacağınız, hiç mal beyanında bulunmaz ve>a hakikate aykırı beyanda bulunursanız hapisle cezalandırılacağınız, borç odenmez veya itiraz edilmezse cebri icraya devam edileceği, lakibe itiraz ettiğiniz takdirde ıtirazla birlikte tebliğ giderlerini ödemeniz, aksi halde itiraz eımemış sayılacağınu hususları tarafınıza ilanen tebliğ olunur. 49 ORNEK NOLU ODEME EMRİNİN İLANEN TEBLİĞİ MANAVGAT İCRA MEMURLUĞU 58 ÖRNEK NOLU DAVET KÂĞIDININ İLANEN TEBLİGİ MANAVGAT İCRA MEMURLUĞU'NDAN Alacaklı Vekili Borçlu Borç Miktarı Haciz Tarihi Dosya No: !985 / 505 Es. : Temlik alacaklısı Hasan KeserManavgat : Av. M. Durmuş Kahvecioğlu : YapSan Koll. Şti. sahibi Cafer CA NİKOĞLU ManavgatAntalya yolu üzerinde mukim. : 300.000 TUsı masraflar hariç. : 24.7.1985 BİLİRKİŞİ RAPORUNUN İLANEN TEBLİĞİ BURSA BİRİNCİ İCRA MEMURLUĞU'NDAN Dosya No: 984/2347 Borçlu: Osman Nuri Dinçer Pelin Han Kat 3 No: 97 Bakırköylstanbul Bursa İki No'lu Tapu Mudurlüğu'nde kayıtlı 1318 ada, 23 parselde kayıtlı 3 nolu dairenin 1/3 hissesinin bılirkışı tarafından takdiri kıymeti yapılmış, bilirkişi raporunda hissenizin beş mılyon lira eder olduğu hususu takdir edilmiş olup iş bu ilanın gazetede neşir tarihinden itibaren yirmi iki gün içinde bir itirazıruz varsa bunu sebepleri ile birlikte İcra Tetkik Mercii Hâkimliği'ne yapmanız hususu tarafınıza ilanen tebliğ olunur. Basın: 23543 Yukarıda yazılı tarihlerde Manavgat Antalya yolu üzerinde bulunan iş yerinizde yapılan ihtiyati haciz sırasında mahallinde hazır bulunmadığınız ve adresinize çıkarılan davet kâğıdı tebliği ise bila tebliğ iade edilmiş olduğundan, zabıtaca da adresiniz tespit edilemediğinden leblıgatın ilanen yapılmasına karar verilmiş olup, tİK'nun 103'ncü maddesi gereğince işbu ilanın gazetede yayımı taribinden itibaren kanuni surelere 15 gün ilavesi suretiyle 18 gün içinde ihtiyati haciz tulanaklannı tetkik ve bir dıyeceğiniz varsa memuriyetimize bildirmeniz ilanen tebliğ olunur. Basın: 2884 ANKARAYENİMAHALLE 2. İCRA MEMURLUĞU'NDAN MENKUL MAL SATIŞ İLANI Dosya No. 1985/1069 T. 7.500.000 TL. muhammen bedelli bir adet O6/VS/885 plakalı 1982 model Man marka 3 dingilli kamyonun 1. artırması 26.9.1985 gunü saat 10.00'da Ankaralstanbul yolu, Mahmut Macit benzin istasyonu yanındaki Ankara TIR parkmda yapılacak ve o gunü kıymetinin V» 75'ine talip çıkmadığı takdirde 2. artırması 27.9.1985 günu aynı yer ve saatte yapılarak "!* 50 fiyat verene satılacağı, belediye tellaliye, damga resmi ve "?t 10 K.D.V. alıcıya ait olduğu ilan olunur. 5.9.1985 Basın: 23549
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle