Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 HAZİRAN SAKIZ'dan 1985 bir gemisi, Yunanistan'ın da Türkiye'nin her bir gemisi hakkında aynnblı bügisi bulunduğnna göre, beceriksiz bir elden çıkan bir Sakız panoramasının içinde gözükecek bir hücumbot nasü oiur da önemli askeri sır sayüabilirdi? Hem bu ne biçim casusluktu ki, fotoğraf alenen, dakikaiarca ışık ayan yapdarak göstere göstere çekiliyordu?" Ama mevzuat orada da mevzuattı ki, esnekliğe pek yer bırakmıyordu. Kitaplar açıldı, "fiilimizin hangi maddeye girdigi" araştınldı. Ama yine, orada mevzuattan da daha etkili faktörler vardı ki, Atina'ya telefonlar edildi, teleksler çekildi ve oradan gelen talimatla olsa gerek, liman başkanlığı binasından özgürce çıkmamız ve motorun da Sakız Limanı'nı Çeşme'ye dönmek için terketmesi mümkun oldu. Özgür insanlar haline dönüşünce, sorgulamanın zorunluluğunun tatsızlığı da ortadan kalkıyor ve Türk ile Yunanlı kişiliği gerçek boyutları ile kendilerini sergileyiveriyorlardı. Karşıhklı takılmalar, şakalaşma ve konukseverce hamleler. Bu yüzden, Sakız'ı aklımıza getirdiğimizde belleğimizde kalacak olan, herhalde, nhtıma yanaşmış o sevimsiz demir yığını hücumbot olmayacak. Ama, sabah 5.30'da Karfas'ın ince kumları üzerınden karşıda, Alaçatı'nın üzerinden güneşin doğuşunu seyretmek kadar zevkle hatırlanabilecek kaç adet güzellik olabilir? HABERLERIN DEVAMI NEW YORK'tan Eğer güneş, önünüzde kıpırtısız bir sakinlikte renk cümbüşü içinde uyuyan Ege'nin üzerine ışmlannı saçmaya başlamışsa, arkamzda arabanın açık teybinde Nana Mouskouri, Hacıdakis'in sihirli besteleri ve buğulu sesiyle kulaklarınızı okşuyorsa, sabahın o sessizliğinde dünyanın bu köşesinin insanı olmak mutluluğunu duymak hangi duyguyla kıyaslanabilir? Hücumbotlar dün yoktu. Belki yarın da olmayacak. Ama Karfas'ın kumları dün de inceydi, bugün de ince, yarın da ince olacak. Ege, yine baştan çıkancı bir güzel olarak iki kıyı arasında salınmaya devam edecek. Ve, güneş dün olduğu gibi, yann da, her zaman Doğu'dan; Küçük Asya'mn üzerinden doğacak. (Baştarafı 1. Sayfada) olarak deniz kıyısındaf yalnız riizgâr ve okyanus dalgalarının sesiyle başbasa kalmamn insan için çok daha dinlendirici olduğu ileri sürüldü. Yöneticiler, "Yine de müzik dinlemek isteyenlerin bu hakJarun tümiiyle dlerinden almadık" diyorlar. "İsteyen radyosunun kulakhgını takıp kimseyi rahatsız etmeden yalnız başına müziğini dinleyebilir" ama, "müziksiz plaj obnaz" diyenler bunu yeterli bulmuyor.. Onlann da iddiası şu: "Kumsala örtiinü serip, üstünde. transistorlu radyoyu açıp giinıin şarkılannı insan ve su sesinin kanşımında dinlemedikten sonra nasıl yazın tadını çıkarıyonız deriz" Plajlarda gümbür gümbür radyo sesinden yoksun kalmaktan yakınanların dışında şu günlerde New York telefon idaresi de bayağı dertli.. Nedeni, Frank Sinatra.. Yaşı yetmişe gelen ünlü şarkıcının bu eylülde Carnegie Hall'de vereceği konserin biletleri şimdiden satışa çıkarıldı. Şu anda sokak köşelerinde günboyu uzayan bilet kuyruklan gözleniyor.. Ama asıl kuyruk telefonda.. Carnegie Hall binasının bulunduğu blokun telefon hatlan bir sürü insanı çıldırtacak ölçüde meşgul sinyali veriyor.. Binlerce insan durmadan Carnegie Hall'in telefonunu çevirerek Sinatra'nın konserine yer ayırttıklanndan, a>nı kanaldan başka numaraları arayanlar kolay kolay hat düşüremiyor.. Tabii işin ucu telefon idaresine dokunuyor. New York telefon şirketinin şikâyet servisi bugünlerde iyice bunalmış durumda.. Yöneticiler "Birtakım güçlendirici önlemlerle durumu denetim altına aldık ama son derece dikkatliyiz. Her an yeni bir yiiklenme olabilir batlara" diyorlar... Bu arada gundelik dertler yalnızca kent sınırlan içinde kaknıyor, dış politikaya da bulaşıyor.. New York'un göçmen mahallesine dönüşen Flushing adb semtinde bir kadının başına gelenler gibi.. Kadıncağız evinin önüne musallat olan köpeklerden yakınmakta.. Bir lokma yemek bi]t vermediği halde üç köpek gönüllü olarak evini koruyor, kimseyi yaklaştırmıyorlarmış.. Kadın "Benden en ufak bir ilgi gönnedikleri halde kendiliklerinden bana sahip çıktılar. Bana ve otomobilime hiç havlamıyorlar.. Ama bir yabancı evimin öniinden geçmeye kalksın ya da bir araba park etsin, hemen yeri gogü inletiyor, dişlerini göstererek insanlan kaçırüyorlar.. Hadi buna pek aldırış etmiyorum. Der CUMHURlYET/ll dim, adresime gelen mektuplan alamamak.. Köpeklerin korkusundan postacı da evime uğramaz oldu.. Postacıya bir şey söyleyemiyorum. Adamcağız bu köpekler oldukça sizin evin kapısını çalamam diyor. Haklı... Ben de olsam yapmam" şeklinde konuşuyor.. Kadının köpeklerden kurtulmak için başvurmadığı makam kalmamış.. polisten başlayıp belediye başkanına, o bölgenin milletvekillerine kadar şikâyet dilekçesi vermiş.. Ama bir sonuç alamamış.. Kadıncağız "Bundan sonra başvurabileceğim, bir tek Başkan Reagan kaldı. ama o da şu anda Nikaragua ile meşgnl.. Benim köpek sorunumla ilgilenme7 ki" diyor... (Baştarafı 1. Sayfada) karasularma bir mil kala bir Yunan hücumbotunun "tutuklusu" olarak tekrar Sakız Adası'na geri döndükten ve üç saat boyunca ağır bir suçlamayla sorgumuz yapıldıktan sonra, tek amacımız karşıda ışıklarıyla sanki bizi davet eden Çeşme'ye bir an önce ulaşmaktı. Dayanılmaz bir özlemle. Randevumuzu bilinmez bir geleceğe erteleyip, Savcı'ya "Arük adresiıniz de elinizde, bir gün tstanbul'a yolunuz diişsün, bizi bulun; biz sizi Boğaz'da yemege götiirelim" dedik. Bu karşı öneri, "kızımla birtikte getirim" cümlesiyle prensipte kabul edildi. Küçük Asya'dan kendisini ayıran 9 millik Ege'nin, karşıda Çeşme'ye bakarken bir nehir gibi göründüğü Sakız Adası'nda son birkaç saatimiz adeta TürkYunan ilişkilerinin bir özetiydi. Yani, bir yandan kuşku, tedirginlik; bir yandan iş tatlıya bağlanınca hemen kendisini ortaya çıkanveren Ege'nin iki yakasındaki insanlara özgü şakacılık, sıcakkanlılık ve sevecenlik. Zaten bizi gevşeten de, bir ay boyunca yabancı bir diyarda bulunduğumuzun farkına vardırmayan bu sıcakkanhlık değil miydi? Böylesine gevşemesek, Sakız limanından ayrılırken anı fotoğrafı çekmek merakı uğnına küçük kameramızı Ada'ya çevirip deklanşöre basar mıydık? Davranışımız bizce o kadar doğal, her şey o kadar doğaldı ki, rıhtıma demirlemiş bir Yunan hücumbotunun bulunması hiç ' garip görünmemişti. lşte o kuşku ve bizim haberdar olmadığ>mız bir giin önceki Deniz Kurdu Tatbikatı sırasında • Türk ve Yunan gemileri arasındaki "cilveleşme" besbelli ki, adalardaki Yunan yetkililerini iyiden iyiye tedirgin hale getirtnişti. Ve bizim Çeşme'ye doğru yol alan motorumuzun peşine sulan yararak hızla deniz üzerinde yürüyen o Yunan hücumbotu geldi ve gerisin geriye Ada'ya bizi geri çevirdi. Casusluk kuşkusu altındaydık. Bizim, yaptıgınuz işi çok doğal sanmamızdan gelen saflıkla verdiğimiz yanıtlar, sorgulayanlan daha da kuşkulandırıyordu. Belki de, "Bir gazeteci, üstelik Yuaanistaa'a bu kadar çok kez gelmiş biri nasıl bu kadar durumdan habersiz, andavallı oiabflir. BelU ki, kurt biri. Rol vapıyor" diye düşünüyorlardı. Bizim de aklırruzın almadığı husus ve nitekim kendilerine ilettiğimiz soru şuydu: "Yahu, bizler Törldye ve Yunanistan olarak iki mnttefik üJke degil miyiz? TürUye'nin Yunanistan'ın her PARIS'ten (Baştarafı 1. Sayfada) nın lokantısında tanışıp sohbet ettiğimiz genç yargıçlar... Selam vere vere Ağır Ceza Mahkemesi Salonu'ndan içeri girdik. Sanık sandalyesinde poh'slerin arasında oturan Soner Nayır'la Ohannes Semerci, Vanıjan Garbicyan yok sadece, bir de avukat Verges eksik. Bu filmi daha önce gördüm diyorum içimden. Sanki gecmiş zamanda yaşıyor gibiyim. Bu dava sonuçlanmamış mıydı ki? Gerçekte, bu tür davalar kolay kolay bitmiyor. tşte Orly kurbanları. Mağdur tarafa ayrılan locada 20 kadar yurttaşımız. Creteil Ağır Ceza Mahkemesi mağdurlara ödenecek tazminat konusunda bir kez daha toplanmış. tyileşmeyen yaralar, geri gelmeyen canlar, yitirilen iş günleri, manevi acılar. Hepsi, günümüzün tek değer birimi paraya tahvil edilip, hesaplanmaya çalışıhyor. Savunmanın tazminatla ilişkisi çok az. Herkes üç ASALA militanının tazminatı falan ödemeyeceğini biliyor. Fransız devleti ilke olarak bu tazminatı ödemeyi kabul ediyor, ama devletin görevlileri, bunu geciktirmek, daha az para vermek için görevlerini yapıyorlar. Akkma konsolosluk baskınında yaralanan, ölümden kılpayı dönen ve bu arada dalağını yitiren eski Paris Başkonsolos Muavinimiz Kaya Inal geldi. Orly davasından önce görülen konsolosluk baskını davasını düşündüm. Tanık mevkiinde Meline Manukyan Nazi işgaline karşı direnmenin kahramanı, ünlü "Kınl Afiş" ile terörist olarak ilan edildikten sonra kurşuna dizilen Manukyan'ın kansı, "Burada yargılanan 4 genci sadece görmeye geldira" demek için nastane yatağından kaldırüarak getirilmişti. Aralannda Meline Manukyan'ın da bulunduğu 2. Dünya Savaşı'ndan kalan bazı canlı tanıklar, geçenlerde Fransız televizyonunun 2. kanalı için yapılan bir televizyon filminde, Manukyan grubunun henüz aydınlanmayan yönlerine ışık tutmak üzere bir araya geldiler. FUmden çıkan gerçek, hepsi yabancılardan oluşan ve Fransız Komünist Partisi tarafından örgütlenen bu grubun savaşm ilk yıllannda Paris'teki tek direnme örgütü olduğu, ağır yaralar aldıktan sonra bir sure dinlenmek ve toparlanmak için Güney Fransa'ya geri çekilme talebinde bulunduğu idi. Manukyan'la arkadaşlarının ısrarlanna rağmen, parti, gruba Paris'te kalma emri vermiş, üyeleri Almanlar tarafından yakalanarak kurşuna dizilmişlerdi. Sağ kalanlann çoğunluğu şimdi grubun ezilmesinden FKP'yi sorumlu görüyor. Film, uzun süre televizyonda gösterilmedi. Yapımcısı Mosco'nun isteği üzerine "Audoiovisuel Yiiksek Kunımu" 5 kişiden oluşan birbilirkişi kuruluna başvurdu. Kurul, Fransız direnmesini kötülediği gerekçesiyle önce fılmin gösterilmemesine karar verdi. Bu karan sansür olarak niteleyen, aralannda Simone Signoret'nin de bulunduğu bir grup aydın, bu kez filmin gösterilmesi için kampanya başlattılar. Sonuç: Film 2 temmuzda televizyon programına alındı. Fransız Komünist Partisi, karara ateş püskuruyor, "kurşuna dizilenlerin partisinin kötüleme kampanyasına ugradigını, filmin gosterilmemesi gerektigini" öne sürüyor. Manukyan olayının yankılan devam ederken, bu kadar eski yaralar kapanmamışken, Orly davasının kısa sürede bitmemesi çok daha iyi anlaşılıyor. Safa Giray: (Baştarafı 1. Sayfada) taş Şirketi sahibi Kemal Horzum'un Emlak Kredi Bankası'ndan kredi aldığını, fakat bankaya olan borcunu ödemediğinin anlaşüdığını behVterek şöyle dedi: "Emlak Kredi Bankası'ndan kredi aiınmış, bunun karşüığında şirketin bir işletmesi ipotek gösterilmiştir. Banka yöneticilerinin bir ihmali olup olmadığı benüz açıklık kazanmamışbr. Bu olaya yolsuzluk demek dogru degildir. Her bankada bu tip olaylar olabilir. Eğer banka yönetimi, kredi karşüıgında gösterilen ipotek konusunda yanlış bilgi edinip ona gore işlem yaptıysa muhakkakki sorumludur. Benim olaylardan bilgim var. Bankanın müfettişleri konnyu inceliyor, hazırlanacak raporiara göre banka yoneriminin olayda ihmali bulunup bulunmadığı veya şirketin hataiı olup olmadıgı anlaşılacaktır. Krediyi alan Hortaş şirketi iflas etmiş ya da herhangi bir nedenle borcunu ödememiş oiabilir. Bunlar soruşturma sonucu anlaşılacakür. Ortaya çıkacak rapora göre gerekli işlem yapılır. Eğer banka yönetimi bu kredi verme olayında bir hatası yoksa, parayı nasd kurtaracağı üzerinde çalısılır." Kemal Horzum. bankadan aldığı kredi karşılığında Kızılay"dan 20 yıllığına satın aldığı maden suyu işletmelerindeki kendi arazisini ipotek göstermişti. Hortaş şirketi yöneticileri, Kemal Horzum'un "ihracal bağlantısı" yapmak üzere yurt dışında olduğunu söylediler. Bu sırada, Horzum'un kredi işlemleri nedeniyle Emlak Kredi Bankası Kızılay Şubesi Müdürii Fikret Ongen görevden alındı. Kemal Horzum'un ise, uzun bir sureden beri tsviçre'de olduğu öğrenildi. BRUKSEL'den (Baştarafı 1. Sayfada) ğu gibi, Brüksel'de de umumi helalar önemli yerlerdir. Hatta, kendilerine verilmiş doğal işlevlerin yanı sıra, birtakım ek faaliyetler de buralarda icra edildiğinden ve şehirlilerin bazı kültürel özellikJeri bu mekânlara yansıdığından, bir "umumi heia sosyolojisi"nden söz etmek de mümkündur. Ben henüz prostattan mustarip olmamama rağmen, yolum BrUksel tuvaletlerine bazen düştüğünden, buralar hakkında az çok bilgi sahibiyimdir. Önce, her yerde olduğu gibi, bu şehirde de bir "tnvalet edebiyatı" mevcuttur. Kuburla kapı arasındaki mahremlik, insanların da mahrem duygulannı dışa vurma eğilimlerini kamçıladığından, kapılann kubura bakan yönleri, bizzat kuburda tünemiş insanların aynasıdır. Sürekli kubura yakın mevkilerden söz eden ve bunları görüntüleyen sanat eserlerini bir yana bırakırsak, kapıların ve duvarlann üstünde önemli şeyler de vardır. örneğin, bir defasında, Ortak Pazar merkezinin bulunduğu Schumann metro istasyonundaki tuvalette, AET'nin balıkçılık politikasını çok ciddi bir şekilde eleştiren bir yazı okumuştum. Zaten bu hanedeki yazı ve resimlerin düzeyi de diğerlerine oranla daha "entelektüeldir". Üstelik, yazılar Avrupa Topluluğu'nda konuşulan bütün dillerdendir. Bir de ytiksek seviyedeki AET memurları hakkında çok önemli şeyleri ifşa eden ve başka yerlerde edinemeyeceğiniz bügiler burada bulunabilir. "50'nci Yıl Parkf'nın oradaki tuvaletler ise, eşcinsellerin buluşma merkezlerinden biridir. Her ne kadar bu konuda önyargılardan uzaksam da gerçekten çok sıkışık durumda olmadıkça buraya pek gitmek istemem. Edebiyatını, Toarnier ve Genet'den okumak yeterlidir. Umumi helaların en renkli siması ise "Madam Pipi" denilen ve buraya işi düşenlerden para kesen hatunlardır. Yaşlan 60 ile 70 arasında değişen bu kadıncağızlar, hep ya örgü örer, ya da bedava dağıtılan reklam gazetelerini okur gözukürler. Fakat bunlara dalmış olduklaruu düşünüp ayak bastı parasını vermeden sıvışmaya kalkışmak nafıledir. Hemen, "bayım" diye çevirir ve üzerinde "Küçük 6 BF, bttyttk 10 BF, lavabo 10 BF" yazan levhayı gösterirler. Işiniz küçük bile olsa, bir beş bir de bir frankük bozuğunuz hiç olmadığından, hep on frank bırakırsınız. Kadın da bu cömertlikten duygulanıp kolonya şişesine yapışır. Oysa, bu kolonya, "opera kahvesi"ndeki gibi halis lavanta kolonyası olmadığından, pek sürmeye gelmez. Ama "opera kahvesi"ndeki "Madam Pipi"nin hep dantelaJı önlükler giydiği, önündeki tabakta yalnız kâğıt paraların durduğu ve aynı zamanda hafıf içimli sigaralar da sattığı goz önune alınırsa, kolonyalar arasındaki kalite farkını doğal karşılamak gerekir. Her uçağa binişimden önce, kendimi gitmek zorunda hissettiğim havaalanının tuvaletlerı de bayağı temizdır. Bu temizlik, bir tek Charter seferlerinin yoğun olduğu günlerde bozulur. Yine aynı tuvalette, "SB 511 seferiyle Malaga'ya gidiyorum. JUçagım diişerse tsa'ya benim için de dua edin. Franz Keym" yazısına da rastlayabılirsiniz. Brüksel şehrinin "sosyokültiirel" yapısını irdelemek, umumi helaların incelenmesinden de geçer. Kapıların kubura dönük yuzleri, şehirlilerin aynası, kubur çevrelerinin ıslaklık derecesi de aynı şehirlilerin uygarhk barometresidir. Umumi helalar belirli ihtiyaçlara cevap verirler. Belirli ihtiyaçlar, bütün şehirlerde aynıdırlar. LONDRA'dan (Baştarafı 1. Sayfada) anılar, kırlaşan saçlar, irileşen göbekler, hanımlar, çoluk çocuk...Sonra biraz şimdiki zaman ve gelecek konuşulur, ardından da pilav!.. Sultanlann mektebi Galatasaray'ın eskimeyen dostluklar ve nitelikli kadro yetiştirdiği, Batıya acılan bir pencere olduğu söylenrniştir hep. Son yıllarda, neden bilmiyorum, devlet erkâm özel olarak ilgilenmeye başladı liseyle. Vakıf kuruldu, okulun yerini ve dilini değiştirmek isteyenler çıktı.."lmtiyazlı lise olmaz" demeye getirdi kimileri. Her neysc.Hiç olmazsa bu sorunlar ciddi olarak tartışılıp inceleniyor Türkiye'de. Bu pazar ise Paris'te 300 kadar Galatasarayh toplanıp pilav yiyeceğiz. Pilav geleneği yurt dışında öylesine ilgi gördü ki, bu yıl ilk kez isteyenler tüm pilavlara katılabilsin diye Istanbul'dan sonra Lausanne, Paris, Frankfurt, Londra ve New York pilavları ayn tarihlerde yapılıyor. Galatasarayh olmayanın kolayca anlayıp kabul edebileceği bir olgu değil: Şimdi, dış görünüşe göre, geçmişte ve değişik dönemlerde aynı okulda okumuş olmaktan başka ortak yanı olmayan genç yaşlı birtakım insanlar, Istanbul'dan üç bin ya da on bin kilometre uzakta bir araya gelip, saygılı bir samimiyet ve hoşgörülü bir güldürü ortamı içinde, ağabeykardeş ilişkisi çerçevesinde sohbet ediyor, dostluk yeniliyor, okulunun sorunlarını tartışıyor. Bizim Paris'teki "Galatasaraylılar Dernegi" işi sohbetin de üstüne cıkardı: Üç aylık Fransızca bir bülten yayımhyor, okula nitelikli öğretmenlerin gönderilmesini sağlamak amacıyla Fransız Eğitim Bakanhğı nezdinde girişimlerde bulunuyor. Okulun kitaphgına katkılar gerçekleştiriyor. Eski hocalarla ilgilenip, öğretmen adaylarına Türkiye ve Galatasaray konusunda bilgi veriyor. Lise mezunlarını Fransa'da ağırlıyor. Dahası Ankara Paris ilişkilerindeki olumsuzlukları hafifletebilecek çapta, bağımsız olarak temaslar sürdürüyor. Tabii, bu durumda "hamasi Galatasaraylıhk" nutukları buhar olurken, seçkin bir eğitim kurumunun her zaman en iyi olabilmesi amacıyla somut adımlar atılıyor. Ben, Türkiye'nin en değerli şairlerinden birinin yanı sıra bir Arap ülkesinden mali yardım alarak sahibi olduğu gazetede îslamiyet propagandası yapan yazarı da, ve çeşitli alanlarda önemli daha yüzlerce insanı yetiştirmiş olan Galatasaray'ın "çok çiçekli bir bahçe" olduğuna inanıyorum. Fransızlann "Polytecnique"i, Amerikalıların "Harvard"ı, Ingilizlerin "E«ton"u varsa, Türkiye'nin de Galatasaray'ı var. ANADOLU MOBİLYA DÖNEMİ ve GETİRDİKLERf/1 dilimize yeni bir terim yerlesiyon HOT/ROLL MOBİLYA ANADOLU MOBİLYA yeni biryorumla ele aldığı "bilinen mobilya tipi" üretiminin yanı sıra Türkiye'de ilk kez HOT/ROLL MOBİLYA üretimini de gerçekleştirmektedir. Şu anda Japonya, Almanya, Fransa, İtalya gibi gelişmiş ülkelerde uygulanmakta olan dünyadaki en ileri mobilya üretim teknolojisi U HOT ROLLING CONTINUE SYSTEM"in ürünü HOT/ROLL MOBİLYA; 1. Ahşabın bütün özelliklerini taştr, 2. Darbelere son derece dayanıklıdır, 3. Sudan, asitlerdeayüksek ısıdan (sigara, ütü gibi) etkilenmez, 4. Çok daha uzun ömürlüdür, 5. Çok daha kullanışlıdır, 6. Çok daha hesaplıdır. Dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinde tüketiciler tarafından büyük rağbetgören HOT/ROLL MOBİLYA Türkiye'de ilk defa halkımızın kullanımlarına sunulmaktadır. Mobilyacılığımızda birdönüm noktasıdır bu. Öncüsü ANADOLU MOBİLYA'dır. Turktyede sadece ANADOLU MOBİLYA nın sahıp olduğu HOT ROLLING CONTINUE SYSTEMden bırgoruntu ANADOLU MOBtYA SANAYİ veHCARETAJŞ. Fabrıka Organze Sanayr Bolgesı ESKIŞEHR • Tel (221)103 9716596 "Tlx 35 212 emt tr Ist Irt Barbaros Bıivarı No 42.8 KışlaonuISTANBUL»Tel '11167 1398T730804 Tlx 26 622ctıtbtr ANADOLU ftOfftfr "mobilyacılığımızda dönum noktası"