23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
/ciMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER gılamasının kendisidir. Ilkel toplumda yargılama diyalektiğini aramak boşunadır. Linç olayında görüldüğü gibi, suç ile buna toplumun tepkisi (ceza) neredeyse eşzamanlıdır. Oysa çağdaş uygarlıkta, suça karşı toplumda oluşan, eoğu kez, kör, acımasız, yabanıl tepki, soğukkanh, kurallara bağlı ve yargısal kılınarak evcilleştirilmiş, suç anı ile cezanın çektirilmesi anı birçok aşamalara ayrılmış, yargılama evreleriyle birbirinden uzaklaştırümıştır. Bu aşamalaşma, günümüzde duruşmanın da ikiye bölünmesi, yargılamayı kırmızı yakalı yargıçlann yapmaları, kararlarınsa yargıçİarla akgömlekli uzmanlann birlikte vermeleri savıyla daha da zenginleştirilmek istenilmektedir (Cumhuriyet, 18.1.1979). Görülüyor ki, çağdaş ceza yargılaması, bir biçim olmanın çok ötesinde hukuksal gerçeğin "yasayan bir olgusu" (Foschini, II, s.114) olduğu denli, bir toplumun uygarlaşma derecesini gösteren bir ölçektir de. Böyle bir yargımada, yargısal yanügılar en alt düzeydedir, insanlar gereksiz suçlamalarla yargı önüne çıkanlmazlar, çıkarılanlarsa aklanacakları inancıyla erinç içindedirler. Çünkü, inandıkları yargıçların yanı sıra güvendikleri bir yargılama vardır, Ceza Yargılama Yasası, orada "namuslu insanların mecellesidir." (E. Garçon). Böyle birdüzeye ulaşabilmek, "Türk gibi uygar" dedirtebilmek için yargılama diyalektiğini iyi algılamamız ve işletmemiz zorunludur. Çağdaş adalet, ilkel kabile başkanı gibi darağacının altında dağıtılmamaktadır. lnsanca ilkelere göre işletilmektedir. Ukeler çiğnendiğindeyse, kunılan hüküm hiç (batıl) sayılmaktadır. Başka türlü olamazdı. Çünkü yukarıda belirttiğim gibi, diyalektik, uygar toplum insanının, su içercesine, her an uyduğu bir davranış ve düşünme biçimidir. DİYÂLEKTİĞİN KURALLARINA UYARAK Konumuza dönelim. Ceza yargılaması acabalarla dolu ortak bir kuşkuyla, varsayımla başlar. Kuşku ise hep iki yanlıdır. Ya yanlıştır ya da doğru. Suçlama, doğru savını, Hegel'in diliyle öneriyi; yanlış karşısavı, Hegel'in diliyle yadsımayı çağnştırır. Karşıthğa (contradittorio) yaslanan bu kurala, diyalogo (kuşkulu, en az iki olasılıklı gerçek) ilkesi denilmektedir. Bu tartışma, bir yargıyla (bireşim/hüküm) bitecektir. Kuşku böylece kovulmuş olacak, yerini logo/evrensel gerçek ilkesi alacaktır. Örneğin, iki kez iki her zaman dört ettiğinden matematikte hep logo/evrensel gerçek ilkesi geçerlidir. Buna karşılık yargılamada, daima kuşkulu gerçek söz konusu olduğundan, herkesçe benimsenebilecek evrensel gerçeğe/logoya ulaşabilmek için, her aşamada karşımıza çıkan acabaları diyalektiğin kurallanna uyarak çözmek zorunludur. İnsan bir başına karar verirken bile içinde yapay hasımlar yaratarak karşıt görüşleri çarpıştırır. Yargılamada bu iş, iddia ve savunma makamları yaratılarak canlılaştınlmış, düşünceler cumhuriyetini gerçekleştiren bu diyalektik sayesinde, karşıt görüşler çarpıştırılarak bireşimi yapacak, karar verecek olan *; • yargıan işlevı kolaylaştmlmıştır. Ancak insanlığın yargılama hukukundaki bu dahice buluşu, kuşkusuz bir düello değil, bir kolokyumdur. O yüzden de yargıcın vereceği karar, yalnızca yargıan değil, yargılamaya katılanların bir dizi özel yargılarının bileşkesi ve katkılarıyla oluşur. Hüküm, bir bakıma yargıçların imzalarını taşıyan, fakat herkesin katkısıyla oluşan ortak bir yapıttır. Carnelutti ve Foschini 'nin "hükmün ortaklaşalığı" dedikleri olgu budur. Biz, yargıcın hükmünün dayanağına vicdani kanı demişizdir. Bu kanı sözcüğünün karşılığı olan Fransızca " c o n v i c t i o n " ve Italyanca "convincimento" sözcükleri, Latince'de birlikte yenmek anlamına gelen "cum vincere" sözcüklerinin birleşmesinden türetilmişlerdir. Burada birlikte yenilen, sav ve karşısavlanndan birisi değil, ortak kuşkudur. Ortak kuşku, hep birlikte yürütülen imece cabasıyla yenilmiş, evrensel gerçeğe böylece ulaşılmıştır. SONUÇ İşte kesin hükmün otoritesi ve taraflan bağlayıcı gücu, hükmün bu ortaklaşa verilme özelliğinin sonucudur. O nedenle, bir hükmün otoritesini, bağlayıcılığını, saygınlığını, sarsılmazlığını güçlendirmenin tek yolu, iddia ve savunmaya olabildiğince eşit koşullarda olanak sağlamaktır. Kantarın topuzu bir yana fazla ağarsa, hüküm kuşkuiu, adalet gölgeli olacaktır. Ozetle "diyalektik gerçeğe bireşimci bir bakıştır" (Hızır). Gelecek yazımda bu bireşimci bakışın duruşmada en yoğun noktaya nasıl eriştirildiğini sergilemeye çalışacağım. 29 NİSAN 1985 Ceza Y argılaması Myalektiği SAMİ SELÇUK Hukuk Doktoru Daıa önceki yazılarımda evrense boyutlu adalet bunahmı ile aidaş suç ve ceza politikasına iğinmiştim (Cumhuriyet, 4.71*84, 17.8.1984). Bu yazımda ceza yargılamasının eı önemli sorununu işleyeceğm. Bu diyalektiktir. Onu gerçetleştirmek için önümuze büyâl bir fırsat çıkmıştır. Türkiye üst (istinaO mahİcemelerini kurnu hazırhğı içindedir. İlk ve üst Buhkemelerle Yargıtay, yargılama yöntemini yeniden gözden geçirip bu diyalektiği sağlıklı işlerliğe kavuştururlarsa, ölçülü çabuklukta, ucuz, güvenceli ve adi] bir yargılamaya ulaşılacaktır. Yargılama diyalektiğine girmeden önce, daha önce işlenmiş olsa da diyalektik kavramına kısaca değinmekte yarar vardır (Cumhuriyet, 14.4.1983). ÇAĞDAŞ BİLİM VE DtYALOG Bilindiği üzere, diyalog ve diyaJektik sözcüklerinin başındaki diaöneki, Yunanca'da "arasında, karşılıklılık, düşünce değişimi, tartışma" anlamlarına gelmektedir. Bunlann gerçekleşebilmesi içinse en azından iki insan gerekir. Stoacılar, diyalog ve diyalektiği, malvarlığınıızı hırsı CUMHURtYET ten OKURLABA. OKAY GONENSİN Br hükmün otoritesini, bağlayıcılığını, saygınlığmı, sarsılmazlığını gUJmdirmenin tek yolu, iddia ve savunmaya olabildiğince eşit koşullarda olank sağlamaktır. Kantarın topuzu bir yana fazla ağarsa, hüküm kmlulu, adalet gölgeli olacaktır. za karşı koruyan duvarlar gibi, insanlan yanılgıya karşı koruyan "akıl yürütme ve tartışma bilim ve sanatı" olarak geliştirmişlerdir. Gonseth, zihinsel etkinliğin en çarpıcı yönünün ikilik ilkesine dayandığını, Bachelard, deney öncesideney sonrası, soyutsomut, öznenesne arasındaki diyalektiğe dayanan çağdaş bilimin diyalog felsefesi üzerine kurulduğunu söylemekte haklıdırlar. Stoacüarm temelini attığı bu uygarhğı özümseyen Batıb insanın günlük sade yaşamına diyalog ve diyalektik alışkanlıklar öylesine sinmiştir ki, savlar, yani eski değerler karşısavlarca, yani yeni değerlerce durmamacasına sorguya çekilerek bireşimlere (sentezlere) uiaşılmakta, bunlar da yeniden savkarşısav ve bireşim üçlüsüne dönüşerek dinamik değişim ilerleme sürdürülmekte, çok yönlü resim, çoksesli müzik, tartışmalı bilim, demokratik yönetim ve benzeri olgular bir orkestra uyumunda yaşanmaktadır. Bu anlam derinliği ve önemi nedeniyle diyalektik, dinamik bir kavram olarak, Batı uygarlığının en çarpıcı ve görkemli yönudür. Batıb insan şunu çok iyi bilmektedir. Mono ve monolog dönemleri insanlığın en karanlık çağlarıdır. Diya, diyalog ve diyalektik dönemleriyse insanlığın en ışıkh kurtuluş çağlandır. Söz gelimi, "Aristo dedi ki" diye başlayan skolastik monolog ortaçağı ne denli karanlıksa, "Aristo yanıldı" diye başlayan Yeniden Doğuş (Rönesans) dediğimiz diyalogdiyalektik çağı, o denli ışıklıdır ve ortaçağın sonu, yeniçağın başlangıcıdır, insanlığın yüzakıdır. Öyleyse, yalnızca savh, tekilci, Doğulu, kısaca ortaçağlı monolog toplumu olmaktan kurtulmak; karşısavh, çoğuloı, Batılı, kısaca çağdaş toplum olmak istiyorsak, bu diyalektik özü yakalamak, kavramak ve onu her alanda, özellikle yargılamada işler kılmak zorundayız. Batı toplumu, yargılamada diyalektiği soluk kesici bir titizlikle deyim yerindeyse, iliklerine dek uygulamaktadır. Bundan sapılmasının yaptırımı çok ağırdır. Nitekim Ağca davasında Italya'daki yargılama bunun çarpıcı bir örneği olmuş Türk kamuoyu dünya çapındaki bir yargılamanın üç günde bittiğine tanıklık etmiştir. (Cumhuriyet, 27.10.1981). Diyalektiği canlı ve en iyi biçimde yasamak isteyen için aslında en iyi örnek, çağdaş ceza yar Devlet ve Basın D EVET/HAYIR OKT4Y AKBAL OKURLARDAN Çözümlenmesi gereken bir sorun Uzun yıllardan beri, şöyle böyle Boğaz köprüsünün yapımından bu yana gündeme getirilen tkinci Boğaz Köprüsü, sorunlanyla birlikte (29 mayıs 1985 tarihinde temelinin atılacağı söylendiğinden) özellikle gündemde bulunmaktadır. Ülkemizde kara ulaşımının gerek ulusal, gerekse uluslararası çeşitli otomotiv holdinglerince pompalanması sonucu yeni yeni boğaz köprüleri, yeni yeni yollar yapımı hep güncelüğini korumuştur. Bizim esas sorunumuz T.C.K. elemanlannın köprünün ayaklannın ya da çevre yoUannm geçtiği yerlerde, binalann görünen yerlerine "T.C.K.'''' ve numara yazmalan ve bunun anlammın da bu binalann kamulaştırüacağı yani yıkılacağıdır. Söz konusu yerler tamamen oturulan yerlerdir. Kamulastırma sonucu bu evlerde yasayan binlerce insan nereye yerlestirilecektir? Buralarda yasayan insanlann kendilerine göre düzenledikleri bir iş yaşamı, çocuklarmın eğitimiyle ilgili kres ve okuUanyla birlikte toplumsal bir yasam oluşmuştur. Yeni yerlestirmede bu durum gözönüne aunacak mıdır? Yahutta sadece binalann bedett ödenip; buyrun, ne haliniz varsa görün mü denilecektir? Ülkemizde konut sorunun da gündemde olduğu gözönüne alınırsa bizleri içler acısı bir durum beklemektedir. Uluslararası otomotiv şirketlerinin isteklerine he diyen yetkililer biraz da kendi vatandaşlanmn sorunlanyla ilgilenmeli ve sorularımızı yanıtlamaudır. MUSTAFA A YDIN SARIYER/tSTANBUL eşitliği konusunda geçerli sayılan bir savunma mekanizması durumundadır. Gencay Gürsoy'un mart 1985 tarihli yazısında irdelediği geçmise özgü küçük burjuva erkek tipi bugün de az değüdir. 1985 gençlik yıhdır. Banş, özgürlük, katıhm gibi Ukelerin gençliğe ışık tutması beklenen bir gençlik yılıdır. Gazeteler özel sayılar çıkanr, TRT özel programlar düzenler. Peki gençlik ne yapar? Gençlik umarsızdır. Topluma kabul edilmenin, yaşlılar kadar ciddiye alınmamanın getirdiği bir aldırmazlık içindedir. Gençlik son derece güç, fakat bir şey kazandırmayan sınavlar vermektedir. Yasalann deyimiyle gençlik "aylak ve boşvermistir." Önceki hafta "Dünya Ormancıak Günü" kutlandı. Bununla ilgili bazı özel programlar yapıldı. O halde ormancılar ne yapıyor? Kıdemli ormancıları bilmem, ama genç ormancüar bekliyor: lşçi, mühendislik rütbesinden, orman mühendisliğine yükselmeyi bekliyor. Ülkenin dört bir yanında 3,5 yıluk bir bekleyis var. Fakülteyse durmadan mühendis üretiyor. Hangi koşullar altında olduğu ise ayrı bir sorun! Bizde özel günler böyle kutlanıyor işte. Saliha YADİGÂR Orman Mühendisi Örnek alalım Saym Cumhurbaşkanımız Kenan Evren 10 fakir çocuğa her ay burs verip okuttuğunu gazetelerden okuduk. Takdir etmemek, övgüyle anmamak elde değil. Hele hele önceden kendisinin açıklamayıp gazetecilerin ısran üzerine söylemek zorunda kalması, bizUrin gözünde onu daha da büyüttü. Bunu bir övgü meselesi yapmayıp, ancak vicdanına dayanarak yapması, pas tutmuş gönüllere bir sesleniş de denebilir. Bir telefonla mUyarlar kazanan işadamlanmız acaba bundan ders alır mı dersiniz? Yapttklan ufacık yardımlan dahi boy boy televizyon ekranlanndan reklamlarla halka büyük gösterenler, utanırlar mı dersiniz? Ancak, yaptıklannı gösterip bunlan vergilerinden düştüklerini söylemeyenler, biz den saklayanlarm yüzleri kıuarvr mı dersiniz? Cumhuriyet tarihinde görülmüş müdür böyle bir başkan? (Atatürk hariç) Ne kadar övünseniz azdır saym Cumhurbaşkanım. Siz başımızda, bizde sizin peşinizde olduğumuz müddetçe bu vatana, bu miüete hiçbir şey olmaz. GURBET HAMİTOĞLU HİSARCIK/KÜTAHYA Sinema ŞenliğL. 'Sinema Günleri' sona erdi. İki hafta süreyle İstanbul sinemaseverleri bir bayram havasında yaşadılar. Birinden öbürüne koşuşma, bilet arama, bulma, bulamama... Günde iki üç filmi izleyenler oldu. Tıklım tıklımdı her seansta salonlar. Saat on ikiden dokuz buçuğa dek, hep böyle... Onat Kutlar Sinema Bir Şenliktir' demiş sinema yazılarım topladığı kitabına... Gerçekten de öyledir, bir şenliktir, bir bayramdır sinema... Bunu, benim gibi çocukluğu Şehzadebaşı'nda geçenler iyi bilir. Ferah, Hilâl, Milli sinemalarını her hafta izlemek öyle güçtü ki! Hele kış mevsiminde... Okul, dersler, ailenin engellemesi, hepsi karşımıza dikilirdi. Gelip geçerken o resimlere dalıp dalıp giderdik. Ah bir cumartesi olsa diye... Onat Kutlar'ın 'Sinema Bir Şenliktir'ini okumaya daldım. Öykü yazan Kutlar'ın bu yazıları da sanki bir öykü... Anılar, yaşantılar, güzel duygular, hepsi sinema üstünde toplanmış... önce tanıtma yazıları, sonra yaratıcılar sineması, sinema bir şenliktir, türler temalar, yetimhaneden malikâneye, Chaplin gibi bölümler... Kutlar'ın kitabı sinemaseverlere, Dorsay'ın kitaplan gibi değerli bir armağan... istanbul Sinema Şenliği... Bu ad daha çok yakışıyor. Sinema günleri? Niye? Geceleri de yok mu? Gelecek yıl 'Şenlik' adını vermek daha iyi olmaz mı? Neyse, pek çok güzel film seyretti sinemaseverler. Ben de bir kaçını görebildim bu arada. VVajda'nın üç filminden ikisini: 'Vilko'lu Kızlar', 'Almanya'da Bir Aşk'... 'Vilko'lu Kızlar' bir şiir gibi. Her zaman açılıp okunacak bir şiir kitabı gibi... İraskiyeviç'in romanını bulsam da okusam... Filmin sonunda trendeki yaşlı yolcunun anılardan kaçan Vilko'lu genç adamla göz göze gelişi... Ki, o yolcu yazarın kendisidir. VVajda'nın 'Almanya'da Bir Aşk' da İkinci Dünya savaşının cephe gerisinden bir kesit veriyor. İlgiyle seyredilen bir yapıt o da... İki Sovyet yapımı "Mekanik Bir Piyano..." ile "Tolstoy'u da uzun süre anımsayacağım. Çehov'un bir oyunundan alınan 'Mekanik Bir Piyano...' da yazarın pek çok öyküsündeki, ünlü oyunlarındaki hava ve kişiler var. Birşeylerin çökmekte olduğu, yeni bir dönemin eşiğine gelindiği. . Bunu bir Çehov sezmiş Rusya'da... Nasıl sezmiş? Durmaksızın yinelenen tema şu: Yarın daha güzel olacak, ama bızler göremeyeceğiz. Çehov'un 'yarın'ı beş on yıl sonrası değil, uzun uzun yıllann ilerisindeki bir güzel gelecek... 'Mekanik Bir Piyano...' şiirli bir öykü gibi etkiliyor, havasına çekip alıyor... 'Gerasimov'un Totetoy'una gelince... Yönetmen ve baş oyuncu Gerasimov'la eşi Makarenko'yu da sahnede gördük. İki yaşlı sanatçı birlikte 'Tolstoy'un son yaşlılık yıllarını yorumlamışlar. Biri büyük yazarın öbürü de Kontes Tolstoy kişiliğine girmiş... Bugüne dek Totstoy üstüne bir çok kitap, yazı okudum. Moskova'daki konağını da gezdim. Gerasimov, hem yönetmen hem oyuncu olarak Tolstoy'un yaşlılık dönemini yansıtmakta tam bir başarı kazanmış. Görüşleri, düşünüşleri, tutumu ile gerçek yaşamdaki Tolstoy, beyazperdede yaşatılmış... Rossi'nin 'Carmen'i de, Bergman'ın 'Fnny ve Aleksandr'ı da, Wim VVenders'in 'Paris Teksas'ı da bu Şenlik'te gördüğüm, sevdiğim filmler... Özellikle Bergman'ın bu son yapıtı, bir çeşit bildiri... Yaşlı sanatçının çocukluk anılanndan kaynaklanan bunalımiı bir dünyanın hepimizde yansımalar yapması... öyle yapıtlar vardır ki öykü, roman, şiir, oyun, müzik ya da film oteun, kolay kolay tanımlanamaz. Onu kendi gözlerimizle görmemiz, okumamız, dinlememiz gerekir. Beethoven'in "Bu yaprtınızda en anlatıyorsunuz?" diye sorana, o yapıtı bir daha çalarak 'İşte bunu' demesi gibi... Şenlik'teki filmler üstüne güzel yazılar çıktı. İstanbul sinemaseverleri bu Şenlik'e büyük ilgi gösterdi. Kendi kendime düşündüm, bu sanat filmlerini neden sinemalanmızda, TV'mizde izleyemeyiz. Oysa günde dört seans halinde gösterilen bu filmleri izleyenler pek çoktu. Tek bir koltuk bile boş değildi. Niye sinemacılarımız bu filmleri getirtmezler! "Sinema Bir Şenliktir"... Sinemaseverlerin Onat Kutlar'ın bu kitabını Dorsay'ın iki cilt tutan "Sinema ve Çağımız"ı okumalannı isterim. Ben de bir zamanlar sinema üstüne pek çok yazı yayımlamıştım. Bir gazetede haflanın tüm filmlerini tanıtırdım. Günlerim sinemalarda geçerdi; yıl sanırım 195455... O yazılarımı arayıp bulsam mı? Değer mi? Kutlar'ın ve Dorsay'ın kitaplarını okurken bunları düşünüyorum. İstanbul Sinema Şenliği'ni düzenleyenlere, birbirinden güzel filmleri iki hafta süreyle kentimiz insanlanna sunan kişilere leşekkür ediyorum. ev/ef basına yardırncı, destek otmalı mıdır? Basının, toplumsal ve siyasal demokrasinin en temel guvencelerinden biri olarak kabul edildiği Batı demokrasilerinde bu sorunun yanıtı tartışmasız olarak "evef'tir. Bu desteğin ölçüleri de fazla tartışmaya yol açmayacak biçimde konulmuştur. Devletin ve siyasal iktidar odaklannın basına karşı birinci yükümlölöğü "haber almada kolayiık sağlamak"f/r Yani bir haber için dolaşıp duran ya da dokuz yetkiliye telefon eden hiçbir gazeteci "doğru haberi" alamadan eli boş kalmamalıdır. Her yetkili kişi ya da kurum, gazetecilerl bilgilendirmek ve de doğru bilgilendirmek için nitelikli görevlilerden yararlanmaktadır; bir olayı araştıran gazeteci kendini yanıtlayacak yetkili bulacak, az bilgili ağızlardan duyduklarıyla haber yazmaya zorunlu olmayacaktır. Yanlış ve eksik haberi önleyecek, kamuoyunun doyurucu biçimde bilgilenmesini sağlayacak olan en temel önlem budur. Batıda devletin basına ikinci desteği, üretim aşamasındaki kolaylıklardan oluşmaktadır: Kâğıt ve malzeme sağlanmasında herhangi bir sanayi kuruluşundan fazla olanak, vergilerin bunalttcı olmasını önlemek, haberleşme maliyetlerinde basın kuruluşlanna ayrıcalıklar getlrmek, özel ilanların özellikle TVye yönelmesini teşvik etmemek vb. Üretimdeki bu kolaylıklar ülkeden ülkeye değişmekte, kimilerinde hiçbir gazeteye farklı uygulama yapmadan, nesnel kıstaslara göre maddi desteğe kadar gidebilmektedir. İlan olayında ise ülkemizde resmi ilan sorunu hâlâ çözüme kavuşmuş değildir. Devlet yetkililen basının demokrasinin guvencesi için vazgeçilmez bir kurum olduğunu ve bu yüzden her türlü günlük siyasi bakışın dışında bir özenle kavranması gerektiğini görmek ve tutarlı bir "basın politikası" oluşturmak zorundadırlar. Ybksa basına kapanmak, iç ayırımlar yapmak, basın kuruluşlarını herhangi bir sanayi kuruluşu gibi genel ekonomik politikanm gereklerine tabi kılmak, sonunda tüm topluma zarar verir. TVyi basına "karşı" kullanmaya çalışmak değil, TVbasm işbirliğini önyargısız kurmaktır doğru olan ve tüm Batılı ülkelerde gerçekleştirilen. Genel olarak basında eleştirilen birçok gazetecilik dışı eğilimin, uygulamamn kaynağı da bir ölçüde basın dışında yıllardır yapılmış olan yanlışlar değil midir? yetkililer basına yaptıklan desteğe karşılık, günlük karşı çıkar bekler ve bunu bulamayınca "besle kargayı oysun gözünü" dar görüşlülüğüne kaptlırsa, tüm ilişkiler { yanlış kurulmuş demektir ve bunun tek suçlusu da basın değildir. 1. bTMM. MMTtR TtUTM SflNUIÜ Y«r ItJMİçi OrtnnftMİ ÖFt Ttyatn Satnm Özel günler, haftalar, yıllar... Biliyorsunuzdur 8 martın Dünya Kadmlar Günü olduğunu. Ülkemizde bu konularda paneUer duzenlenmis, toplumda önemli yerler edinmiş bazı erkek ve kadmlar konuşmalar yapmışttr herhalde. Kadınla erkeğin, uygarhk yolunda el ele ilerlediğinden söz edilmiştir. Gazeteciler "son derece önemli bir sosyal sorunumuz!" diyerek, sanırım alay etmişlerdir. Konunun abartıldığı düsünülebilir. Ancak günümüzde "kadının, erkeğin kaburga kemiğinin bir parçası olduğu", kadmerkek 29 Nisan. ( ) 18.30 30 Nisan ( ) 17.30 1 Mayıs ( ) 17.30 2 Maya ( ) 20 30 3 Mays ( ) 20.30 4Mayn 13 00 4 Mayıs 20 30 5 Mayıs ( ) 20.30 5 Mayts PANEL 12.30 SEMİNERLER: 29 Nisan 12.00 "Oyunbrla Yaşayanlar". BÛO Yaz Ofluz Atay "ŞMıde''.lstanİMieaMyeKana8>valuvan.r6netınan:Suat0zlunt "Bir Oyun Taslajı Fantazya". BÛO Yazydn. Mehmtt Açar "Buyuk RomıAıs". Ege Univefsitesı Tıyatro Top. Yaz FrMrictı Ounanman. "72. Kogu;". tstanbul Deneysd Sahne Yaz Ortıan Kamal. Yfin: Ertuflrul EftndioOlu "Bozuk Düzan ". M.S Ü Devlet Konsarvatuvan Yaz: Gumr Sumtf, Yön MOsflk Kanter ' Keşanlı Ah Destanı UHdafl U Gösten Sanatları .Ethnhgı Yaz: HakJun Taner Y6n Sevınç Çetınok/ "A* Ksa Oyun", AST/Gençük Tiyatrosu öyku v« OyunUr Anton "Amattr tiyatromuz. smjrtar. limiüer. çözun*f" (>„,«. Dr. Cevat Çapan H a l u k S e v t e t : o« Bkgl ve ruarvasyon ıçm: 1631500/331336 BteOer ümversiMen ttmin ı Dolu alır götürür, Başak Sigprta# geri getirır Tedbiri elden bırakmayın! Vann Başak Sigorta'ya, göznuru ürünlerinizi doluya karşı sigortalayın. İSTANBUL BEŞİNCİ ASLİYE HUKUK HÂKIMLİĞİ'NDEN Mahkememizin 1984/143 esas sayılı dava dosyasında davacı Fikriye Dinçer vekili Av. M. Taşkın Tanman tarafından İhsan Kalmaz Sokak, Şeker Apt. 6/6 Apt. Bakırköy adresi gösterilerek davalı Ali Dinçer aJeyhine açılan (şiddetli geçimsizlik sebebiyle) boşanma davasında verılen ara kararı uyannca: Davalıya ilanen yapılan dava dilekçesi ve duruşma giinü tebliğine rağmen duruşmaya gelmediğinden hakkında gıyap karannın ilanen yapılmasına karar verilerek duruşma 8.5.1985 günü saat 11.00'e bırakılmıştır. Belirtilen gün ve saatte davalı bizzat gelmediği veya kendini bir vekille temsil ettirmediği takdirde hakkındaki davanın gıyabında yürütuleceği gıyap kararı tebliği yerine geçmek üzere ilan olunur. 26.3.1985 Basın: 5370 ALİ DİNÇER'E DUYURU BAŞAK SİGORTA Başak Sigorta TC. Ziraat Bankası'nın bir kuruluşudur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle