25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
/ ARALIK 1985 CUMHURİYET/7 New York'tan Şükran Günti izlenimleri ken yaşlı yol arkadaşının dikkatli ve ağır adımlarına ayak uyduruyor... Yurürken konuşuyorlar... Önce aynı sokakta birbirine çok yakın iki binada oturdukları ortaya çıkıyor. New York'taki yaşamdan söz ediyorlar... Sonbahann iki adım ötelerindeki Central Park'a nasıl çöktüğünü, çocuklann yaramazlığını, insanlar arası dostluklan birbirlerine anlatıyorlar.. Yaşlı kadın, "Kedim üç yıl önce öldü.. O zamandan beri tek başımayım" diyor... Genç kadın kendisi ile ilgili bir açıklamada bulunmuyor... Aynca yaşlı kadının kedisi ile ilgili sozlerine de bir yorum getirmiyor... Yaşlı kadın oturduğu apartmana vardıklarında elini para çantasına atıyor.. "Size yardımınızdan dolayı birşey vermek istiyorum.. iiitfen şu bir dolan alır mısıruz?" diyor.. Genç kadın kesin bir tavırla başını sallıyor: "Yok canım, benim için hiç zahmet olmadı". Birbirlerine giılümsüyorlar.. Yaşlı kadın "Evet" diyor, "ne de olsa komşu sayılınz.. Herhalde yine gorüşürüz bundan boyle"... Genç kadın "Sanınm göruşürüz" diye yanıt veriyor... Yaşlı kadın hindi paketini güçlükle kavrayıp apartmanın kapısını itiyor.. Yan açık kapınm eşiğinde bir an duruyor.. "Ama" diyor, "yine de bir daha görüşemeyecegiz... Bunu biliyorum" Genç kadın ağzını açmadan yurüyor... Yedi aydır aranan biri o akşam aynı saatlerde bulunuyor.. Harvard mezunu genç bir zenci hukukçu, belli ohnayan bir nedenden işini gücunü, ailesini, arkadaşlarını, evini bırakıp kendisini Manhattan'a teslim etmiş.. Çöp tenekelerinden bulup çıkardığı konserve artıklarını yiyor, geceleri Central Park'ta uyuyor.. Ailesıne, sevgilisine ve arkadaşlarına göre New York sokaklannda öliiyor.. Hepsi birlikte hiç olmazsa Şükran Günü sofrasında yer alması için arama çalışmalarını son günlerde yoğunlaştırıyorlar. Manhattan'ın belirli yerlerini gece gündiiz, kazankepçe örneği tarıyorlar... Eski arkadaşlanndan biri kendisini Şükran Günü'nden bir önceki akşam Üçüncü caddede çop tenekelerini karıştırırken bulduğunda, "Annen, sevgilin, biz dostlann seni ) i n n Şükran Günü sofrasına bekliyornz. Gerekirse polis zoruyla götürecegiz" diyor... Genç zenci hukukçu direniyor: "Hayır... Beni zorla Şükran Günü sofrasına oturtamazsımz.. Bu, anayasal haklanmı çiğnemek olur.. Hepiniz hapsi boylarsınız." Ve kendisini Manhattan'a bırakan Harvard mezunu hukukçu ,Şükran Günü'nü donmuş ya da taze hiçbir hindi yemeden geçiriyor... Yaşlı kadın yamndan geçmekte olan genç kadına seslendi: "93.Sokağa mı gidiyorsunuz?' Genç kadın evetledi. Yaşlı kadın yeniden konuştu: "Acaba elimdeki hindiyi taşımama yardım eder misiniz?" Genç kadın, "elbette" dedi, sohbete başladılar. Yaşlı kadın, "Üç yıl "ince kedim de öldü. O zamandan beri yalnız ^yaşıyorum, Şükran Günlerini yalnız başıma geçiriyorum..." diyeyakındı. TANJU AKERSON NE\* YORK Televizyon ve gazetelerde bir numaralı haber: "Sakın P12S6 numaralı hindilerden almayın... Almışsanız iade edin.." Geleneksel "Şükran Günii" öncesi hindilere saldıran New Yorklular için soğuk duş etkisi yapıyor bu haber... Kurulacak "Şükran Günü" sofrasının, mısır ve kabak yanında, bir numaralı yemeği hindinin bozuk çıkması kadar tatsız bir şey olamayacağı kesin... Bozuk hindilerin satıldığı Foodtovvn adlı, tüm kente yayılmış gıda marketi zincirinin yetkilileri dürüstçe açıklıyor: "Mağazalanmızdan aJınan P1286 numaralı hindiler. beslenmeleri sırasında veriten bozuk bir ilaçtan ötürü koludur... Bu hindileri bemen geürin, iyileriyle değiştirmeye ya da parasını iade etmeye hazırız". Market yetkilileri şunu eklemeyi unutmuyorlar: "Tekrar ediyonız, yalnız P1286 numaralı paketlerde satılan hindiler ve bunların taze olanlan... Domnuş hindiler bozuk değil dir"... Bazı New Yorklular dalga dalga Foodtown mağazalarına dönüyorlar... Getirdikleri hindiler geri alınıyor.. Donmuş ya da başka paket numaralı hindilerin iadesi kabul edilmiyor... Kasım ayının her son perşembesi tıkabasa yemek yenerek kutlanan "Şükran Günü" bayramı bu yıl da tekrarlandı. 1620 yılında ilk kez Yeni Dünya'ya ayak basan göçmenlerin, hasat mevsimi Kızılderililerle birlikte oturdukları ortak sofra, yalnız Amerika'ya özgü bir bayram günu olayı olarak 365. kez kuruldu. 'Şükran Günü"nden bir önceki akşam, yiyecek içecek satan dükkânlann alabildiğine dolu, trafiğin alabildiğine sıkışık olduğu saatler.. Manhattan'ın batı yakasında Columbus Caddesi ile 94. sokağın kesiştiği bir marketten çıkan genç ve yorgun bir kadın bir an önce evine ulaşmak için adımlannı sıkîaştınyor.. Tam hızlandığı sırada arkasında, umut saklı, yumuşak bir ses duyuyor: "93. sokaga mı gidiyorsunuı?" Genç kadın bir an dunıp başını çeviriyor... Karşısında yaşlı bir kaduı görüyor... Kadın çok zayıf ve çok kısa boylu... Siyah bir palto giymiş.. Zor soluk alır bir hali var... Elinde gövdesinin dengesini daha da bozan irice bir paket taşıyor.... Yaşlı kadın elindeki paketi işaret ederek sonısunu yineliyor: "Eğer 93. sokağa gidiyorsanız elimdeki şu hindiyi taşımama yardım eder misiniz?" Genç kadın düşünmeden "Hbette" diyor ve paketi alıyor.. Yaşlı kadının parmakları, beklenmedik bir güçle koluna girdiği genç kadının dirseğini kavrıyor. Genç kadın ise yürür Açlar içîn dayanışma Afrikalı açlar için İsviçre'de birçok kuruluş yardım kampanyaları düzenledi. Bunlardan en ilginci, geçenlerde "kilisecami" karışımı yapılan organizasyondu. "Reformist Kilise" ile folklor sanatçımız Baydar Özcan ve arkadaşlarının katıldığı bu geceye katılanlar, hem neşeli dakikalar yaşadılar hem de Afrikalı açlar için bir şeyler yaptılar. ADEM SAĞLAM ZÜRİH Yüksek, sarp Alpler'e çoktan yerleşmiş olan kışın ilk kan eteklere doğru hızla inerken, artık İsviçre'nin de rengi değişmey'e başladı. Alçak tepelerde yeşil ormanlar ağarırken, gotik çatılar tanıdık yüklerini sırtladılar. BİR NOEL GORLİSTL'SL Alışılmış, kanıksanmış belki. Ama yine de güzel, neşeli. Kar, yine şatoların sert mimarisini usta bir yontucu gibi törpüleyip, yumuşatıyor. Karakışîa geleceği sanılan hareketsizlik, tersine tatil sabahının erken saatlerinde bile tsviçrelileri çok hareketli bir hazırlık içine sokuyor: Kayak hazırlığı... Etiyopya'daki insanların içler acısı yaşamlan, Avrupa basın ve TV'sinde son günlerde enineboyuna sergilendi. Bu acı sergileme, her gorüşten Avrupalıyı etkiledi. Kampanyaya dönüşen yardımlar, ancak Etiyopyalının karrunı birkaç ay doyurabilecek yeterlikte oluyor... Isviçre'de bu konuda çok büyük boyutlarda kampanyalar oluşturuldu. Buradakilerin en ilginç olanı "kflisecami" kanşımı organizeydi. "Reformist kilise"de Etiyopya'daki fukara insanlara yardım için konser düzenlendi. Unterstammheim'daki Kilise'de yapılan konserin organizesini, sosyal faaliyetlerde oldukça çahşkan olan, halk türküleri sanatçısı Baydar Özcan ve saz grubu "Ozanlar" ile reformist kilisenin papazı Peter Leutenegger yıiklendiler. Gotik yapı biçimiyle 18. yyîdan kaldığını gizlemeyen kilise, ancak 300 kişiyi banndınyordu. Kilise fukara Etiyopyalılara yardım etmek isteyen ve çeşitli uluslardan oluşan iyi niyetli insanlarla doluydu. * Untefstammheim reformist kiIisesinin papazı Leutenegger bana kiliseyi gezdirip, ilginç şeyler gösterdi. Sonra kilerden yörelerinin yıllanmış şaraplarından bir şişe getirdi, beraber yudumladık... Saat 20'ye geldi papaz açılış konuşmasım konuklara hoş geldiniz diyerek başlattı. Daha sonra sahneye Luzernli gitarist Adrian Klapporth gelerek, Rodrigo'nun konçertosunu yorumladı. Bu, şöleni daha görkemli kıldı. Folklor çalışmalanyla Türkiye'de de tanınan Baydar Özcan, çeşitli yörelerden ezgileriyle lsviçrelileri de büyüledi. Böyle bir akustik içinde saz ve ezgilerimizin daha da etkili olduğunu izledik. Saz ve ezgilerimizin, bir çembalo ve kilise müziği kadar alkış toplaması bizi duygulandırdı. "Kilisepapazkonserşarap" bizim oldumolası yorumlayamadığımız dört köşeli, doğal bir gelişme. Protestan inançtan kiliseleri ve taraftarlan en çok olan reformistler, çok konularda oldukça hoşgörülüler. Ancak, Avrupa'da artık önemini bazı ölçülerde yitiren kilise, bu tür yardım kampanyalarında ve barış hareketlerinde, konvoyun önünde yer alıyor. Bu tavır, 18. y^daki kilisenin kitleler üzerindeki saygınlığını yeniden kazanmayı amaçlamasından kaynaklanıyor olsa gerek. Buna benzer gecelerden toparlanan paralar, dünyaca meşhur "Caritas ve Heks" (Hıristiyan âleminin yardım kuruluşu) te birikiyor ve Etiyopya'ya gidiyor. Zürih'ten Kopenhag'dan Bak, yine Noel geldî olan "Şnaps" kadehlerini kaldınp, birbirimize "skol" diye bağırarak. Şnaps sert olduğu için ufacık kadehlerde, bir dikişte içilip, birayla "cilalanacak". Sonra da açık büfeye yollanıp altlık yiyeceğiz. Henuz Noel yemeğinın ilk aşamasındayız çünku. Sonra şerefe kaldırılan Şnaps kadehlerinin sayısı artıkça, müzik de, dans da başlayacak. Hep beraber dansedip daha "samimi" olacağız birbirimizle. Sonra, yılda 12 kere Noel yemeklerinde ya da firma partilerinde sanki önceden üzerinde anlaşma sağlantnış gibi "izinli" sayılan ve toplum tarafından "oke>" alan "aldatma" eylemlerine girişeceğiz. Yani evliysek evliliğimizin, berabersek beraberliğimizin emniyet supabını açarak "günah" işleyeceğiz. Sonra da evli evine, köylu köyüne gidecek. Tabii taksi tutarak. Çünku ne araba sürecek ne de bisiklet kullanacak durumdayız. Bu, işte boyle ayın 23'une kadar surecek. Ayın 23'unde resmi Noel akşamı var. Herkes ailesiyle birlikte, evin salonunun ortasına dikilen ışıİcIı çam ağacının etrafında dansedip, oncelikle çocuklara, sonra da büyüklerin birbirlerine aldıkları hediyeler açılacak. Her hediye açıhşında da sevinç çığlıkları atılacak. Yemekte, sutlacın içine saklanan badem tanesini evin "baba"sı bulacak, sonra çaktırmadan sutlacın içine geri koyacak. öyle ya, bademi bulana verilecek hediyeyi evin reisi olarak alan o, kendisi kazanırsa olmaz. Ve tabii Kopenhag dahil Her yerde, her yer ka"panacak. Noel'i resmi biçimiyle yaşayamayacak olan biz gayri Hıristiyanlar ise, birbirimizi ziyaret edip, "Hasretler"i konuşacağız. Aıleler ertesi gün tekrar biraraya gelip, bu sefer resmi Noel oğle yemeğini yiyecekler. Nu er det jul igen... Bak yine Noel geldi... $ « sıralar çocuk yuvalannın vazgeçilmez şarkısı, "Nu er det jul igenBak yine Noel geldi"... Tabii çocuklar hemen ekliyorlar şarkınm ardından: "Bak yine Noel geldi, babam kafayı bulup masanın altına girdi"... Evet, Noel yine geldi, her yer süslendi, hediye alacaklara start verildi. FERRUH YILMAZ KOPENHAG "Nu er det jul igen... Bak yine Noel geldi", şu sıralar çocuk yuvalannın vazgeçilmez şarkısı. Tabii çocuklar hemen ekliyorlar ardından, "Bak yine Noel geldi, babam kafayı bulup masanın altına girdi." Evet yine Noel geldi. Kopenhag'ın kalbini oluşturan Belediye Meydanı'nın tam ortasındaki milyonlarca lambayla donatılmış devasa çam ağaçı, ana caddeleri ve alışveriş merkezlerini süsleyen ışıkh hengameler, Noel'in gelişini müjdeliyor. Yaklaşan Noel'le birlikte, dükkânlann vitrinleri de Noel Baba maketlerinin kuçaklannı dolduran hediye paketleri karlı kış goruntuleriyle süslendi. Böylelikle, Noel akşamı dağıtümak üzere deliler gibi hediye alışverişi yapacaklara "start" işareti verildi. Hem bu sene kar sadece vitrinleri değil, sokaklan da susluyor. Geçenlerde tsveç'ten Yavuz'la konuşurken "Sizin tsveç'te de yakında noel yemekleri başlar herhalde" dedim. "Yok" dedi, "sizin oralarda çok daha ya>gın bu Noel yemeği geleneği." Şimdi ben onümüzdeki 3 hafta içinde tam 5 Noel yemeğine katılacağım. Üçu, işyerinde buyükten küçüğe daralan birimlerde, biri oturduğum blokta, biri de yakın arkadaş çevresinde. Önce adet olduğu üzere tatlı balık salamurası yiyeceğiz, Danimarkalıların Noel içkilerinden Londra'dan Türkiye dolu bir hafta RAGIP DURAN LONDRA Türkiye dolu bir hafta geçiıdik İngiltere başkentinde. Burada yaşayan Türk gazeteciler, yeni başkonsolosumuz Nabi Şensoy'un ilk davetine yabancı ga2eteciler derneğinde karşılık verdi. Hoş bir öğle yemeği. Samimi sohbetli. Sonra Turizm ve Kültür Bakanı Miikerrem Taşçıoglu onuruna büyükelçilikte bir kokteyl. Londra Büyükelçimiz Rahmi Gümrükçüoğlu. "Görevsel giilücüklerin kaynağı" başlıklı yazırtıı okumuş. "Çok begendim. Yalnız bir arkadaşımızı klasik müzik uzmanı olduğu için övmüşsüniız. Bunun üzerine ben de maaşı denk getirdiğim zaman bir gitar edinip, ders almaya başlayacağım" dedı. Ben de "aman bize de bildirin de haber yapalım" demekle yetindim. Taşçıoğlu ise, turistik ve kultiirel alanlardaki gelişmelerden söz etti. Sonra da söyleşmeye başladık. İşte irtica, turistler, kültür filan. "Ben aslında kültür bakanjyım" diyerek, külture verdiği önemi sergiledi. Londra balesinin kurucularından talep ettiği istemleri anlattı. Yaklaşık 15 günlük bir inceleme gezisi için İngiltere'ye gelen gazeteci ağabeylerimiz Sami Kohen ve Zafer Atay'la da mesleki sorunlarımızı, özellikle de dış muhabirlerin konumlarmı tartıştık. Onlar, gazetelerde dış haberler servislerinin bile bulunmadığı dönemleri anlattı. Biz de muhabirler ile yazı işleri arasındaki yanlış anlamaları, ya da doğru anlaşmazlıkları sergiledik. Batı basınmın çalışma yöntemleri ile bizim usulleri kıyasladık. Türk gazetelerdeki "aşın fotoğrar' merakının nedenlerini deştik. Sohbetin tuzu biberi olarak da Babıali dedikodulan eksik olmadı tabi. Londra'da ya da başka bir yabancı başkentte Türk gazetecisi olmak, bir ayağının İstanbul'da olması demek. Ayağm yanı sıra kulağın, gözün ya kuşkusuz yüreğin de Türkiye'de. Gelenden gidenden eşdost hakkında bilgi edinmek, hava durumunu, yeni çıkan kitapları, fiyatlan, siyasi durumu sormak elzem. Ama 24 saat yabancı dil konuşuyorsun. Yabancı gazeteler okuyorsun, yabancı radyolar dinliyorsun. Yabancı yemekler yiyorsun. Kendin hariç herşey yabancı. Onu da kaptırmamak için ele, sufi müzik, ezan sesi dinleyerek, bazen çok sinirlendiğin köşe yazarmı okuyarak ve binbir panzehirle karşı duruyorsun. Yabancı gözüyle Yabancı kadınTürk erkek %e zaman birkaç tane yabancı uyruklu kadın bir araya gelse, 5 ile 30 dakika arasında neyin sohbetini yapmaya başlayacaklarını kolayca kestirebilirsiniz: Türk erkeği. Brüksel'den HADt ULUENGİN LESLEY GRUİT B.Ü. Ögr. Görevlisi Bir araya geldiklerinden itibaren beş dakika ya da en geç yarım saat içinde Türkiye'de yaşayan bekâr yabancı kadınların otomatik olarak üzerinde sohbete başlayacakları konu, "Türk ErkeğTdir. Ama Türk Erkeğinin "ne kadar cinsel cazibeti" olduğu değil, "kendini ne kadar cinsel cazibeli zannettiği, hatta cinselliği sadece erkeklere ozgü zannederken nasıl kabalaştığıdır." Bu tür sohbetler, "korku hikâyeleri" anlatır gibi sürer gider. Ama bu korku hikâyelerinin en az korkuncu, "bir erkeğin nasıl dakikalarca gözünu ayırmadan bizi süzdüğudür." Bakarlarsa ne olur? Belki hiçbir şey olmaz, ama bunun üstiınde duruşumuzun nedeni AngloSakson ülkelerden gelen insanlar olarak insanlara dikkatli bakmanın ya da Türkce'deki karşıhğı ile "kesmenin" sosyal bir günah olduğu fikri ile büyutülmemizdir. Oysa "bakrnak" hatta bu bakışa eleştirel, meraklı, ilgili ve istekli boyut eklemek Türkiye dahil birçok ülkede sosyal günah sayılmamaktadır. Nitekim sadece Türkiye'de değil dünyanın en gelişmiş ulkelerinde dahi, bir Amerikan Bar'da, limanda, inşaatlann çevresinde, adı çıkmış bazı sokaklarda "bakdmadan" geçmek mumkün değildir. Türkiye'deki ilk günlerim sırasında kısa bir süre için çahştığım şirkette, mukavele metninde yer almasa dahi, elimize tutuşturulan tavsiye listesinde "sosyal ilişkiye girdiğimiz Türklerin sosyal sınıfının bizimki ile aynı olmasına dikkat etmemiz" şiddetle tavsiye ediliyordu. Bu kabaca kaleme alınmış tavsiye ise, o rahat "liberal koltuğumuzdan" kalkıp Türkiye'deki sosyo ekonomik farkhhklann eğitimde, yaşam biçimlerinde, sosyal davranışlarda, beklentilerde gayet açık olarak gözüktuğünu farkedince, hiç de akıl dışı bir tavsiye olarak görünmüyordu. Bu tavsiyeyi tutunca bu kez de "dokunulmak" sorunu ile karşı karşıya kalmak kaçmılmazdı. Evet artık, tanıştınlmadığımız sürece gittiğimiz eğlence yerinde Türk erkeklerle konuşmuyorduk. Peki ya "dokunma tekniklerinde sofistikasyona ulaşmış" olanların elinden nasıl kurtulacaktık. Bana sorarsanız bu sorunun cevabını bilmiyorum çunku hiç başıma gelmedi. Sadece Türkiye'de değil. AkJenız erkeğinin anavatanı İtalyada dahi başıma gelmedi. Buna hiç aunmıyorum. Sinemalı, aydınbk dtinyalar BRÜKSEL Sinemasız dünyalar yavan ve büyüden yoksun dünyalardır. Televizyonlann karesi kadar gerçek ve televizyonlann karesi kadar sınırlıdırlar. Sinemalı dünyalar ise, kıpır kıpır dünyalardır ve Humprey Bogart'ın "Bir daha çalsam" demediği bir Kazablanka, Natalie Wood'a âşık olunmayan bir Nevv York gettosu, ölumün estetik olmadığı bir Venedik düşünmesi zordur. Cinsellik, Marliyn Monroe'nun havalanan eteklerinde erotizme dönüşür ve Chaplin en büyüktur. yolunu unutmuş. tkinci neden ise ekonomik. İküsadi krizden dolayı millet sinemaya gidecek parayn bulamıyormuş. Film seçme ozgurluğümüzün en büyük metropollerle karşılaştırılamayacağı doğru ise de bu özgürlüğtimüzün sınırlan yine de cumartesi sinemalanru dayanılmaz kılacak kadar ferah. Dünyanın en iyi sinemateklerinden biri olan film müzesindeki yeni İspanyol sineması, toplu gösterisini bir kenara bırakırsak, bu cumartesi gidilebilecek filmlerin sayısı çok. Bir kere iki defa görsek de, Wood Allen'in altı aydır oynayan "Kahire'nin Mor Gülü"nü üçüncü bir defa gorebilir ve Mia Farrow gibi safdillik etmeyip gerçekteki değil, ekrandaki aktöre âşık olabiliriz. Ödüllu filmlerin en iyi filmler olduğu gibi bir saplantımız mevcut ise, Cannes birincisi "Baba tş Yolculugunda'yı ya da Berlin'in altın ayılı "Wetherby"yı tercih edebiliriz. Cimino'nun son filmi "Ejderha Ydı"na da gidilebilir ve cumartesi sinemamızm çıkışında fılmin ırkçı olup olmadığı hakkında derin tartışmalara dalabiüriz. Cumartesi sinemalannın çıkışlarındaki tartışmaları, Kurosawa ustanın yeni başyapıtı "Ran"dan Tanner'in filmi "Tarafsız Bölge"den ya da "Mishima"dan sonra da surdürebiliriz. Aydınvari tartışmalara hiç niyetli değil ve cumartesi sinemalannın tartışmasız sinemalar olması gerektiği görüşundeysek, Nastassia Kinski'nın "Harem"in kapısını aralamasını heyecanla bekleyebiliriz. Yahut "Rarnbo"da olağanüstü bir adamla ozdeşleşebilir, yahut bilimkurgu filmlerinde "geleceğe dönüş"u gerçekleştirebiliriz. Bu cumartesi Brüksel sinemalarında sinemalı dünyalara gidebiliriz. Sinemasız dünyalar yaban ve buyuden yoksun dunyalardırlar. Aydınlık cumartesi kalabalıklarından aydınlık sinemalannın koltuklarına oturanlar, dünyaların tele\'izyonların karesi kadar gerçek ve televizyonlann karesi kadar sınırh olmadığını daha iyi anlarlar. Sinemalara da Humprey Bogart, "Bir daha çalsam" der, Marliyn Monroe'nun etekleri ha\raJarur ve Chaplin en büyuktür. Biraz taşra kokan mahalle aralarındaki o güzelim salonlann yıllar önce kapandığı yetmiyormuş gibi, şimdi sıra merkezdeki salonlara geldi. Bütün büyük şehirlerde, adlan Elhamra, Metropol, Venüs ya da Eldorado olan merkez sinemalan Bruksel'de de can çekişiyor. Kimisi kapandı, kimisi kapandıkapanacak. Son 15 yılda sinema seyircisi sayısı yüzde 40 oranında azalmış. Toplumbilimcilere göre, bunun iki nedeni var. Birincisi, sinemanın, televizyonun rekabetine dayanamaması. Her Allahın günü 16 kanaldan afyon yutan kentsoylu, ihanetinin sınınnı arsızlığa vardırmış, sinema salonlannın \1ISHIMA Cumartesi acaba Mishima'ya mı gitsek? Roma'dan Italyu'nın 'Citizen Kane'i: Berlusconi NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Silvio Berlusconi sigara kullanmıyor, içki içmiyor, macera ve kadın peşinde koşmuyor. Guzel kansının kendisine yettiğini soyleyen Berlusconi, sabaha karşı uçte yatıp, sabahları da 7'de kalkıyor. Her gece 4 saatlik uykuyla yetinebilen bu adam. "işi" ile eğlendiğini \e "işi" ile dınlendiğini söyluyor. "Network"un Agnellisi, ya da Italyan televizyonunun "Yurttaş Kane"i olan 49 yaşındakı Silvio Berlusconi, şimdi de Fransa'nın yeni yayına girecek olan ozel televizyon kanalımn \uzde 40'lık hisselerini sann alarak tum İtalya'nın kendinden söz etmesine neden oluyor. Aslında, sadece İtalya'nın değil, giderek tüm Avrupa basın yavın dunyasının en güçlü adamlarından biri haline gelmeye hazırlanan Berlusconi, şimdiki halde ülkesinde 35 milyon seyırcinin izlediği uç özel televizyon kanalına sahip. İialya'nın devlet televızyonundan (RAI) üç misli fazla reklam alan Berlusconi'nin uç kanahnda çalışan kadroiu <.e kadıo^uz cleman say.sı ise 32 bini buluyor. Bir baiıka memurunun oğlu oian, hukuk ve felsefe doktoralı bu "başarı ö\küsü"nün kökenleri, çoğu parlak işadamı gibi çok basit işlere gidiyor. Evden eve, elektrikli e\ eşyaları satarak iş dunyasına ilk adımlannı atan Berlusconi, kendisıne belli bir sermaye yapar yapmaz, inşaatçılığa başlıyor. Berlusconi, İtalyan iş dunyasında adını ilk kez doğduğu kent olan Milano'da her biri 10 bıner kişi banndıran "kuçük kentler" boyutlannda iki buyük site yaparak duyuruyor. Milano 2 ve Milar.o 3 olarak anılan ve Milano'nun ust orta sınıfı için yapılan bu sitelerle birlikte Berlusconi'nin de tırmanışı başlıvor. "Cuce iş"lerden hoşlanmadığını soyleyen Berlusconi, 1976'da Milano'nun şık mahallelerınden birinde başlatuğı kuçuk kablolu televizyonu ile de basın dunyasına giriyor. O sıralarda cıkan bir yasa ile hükümetin radyotele\izyon üzerinde de\let tekelini kaldırması uzerine. tanrı Berlusconi'ye "Yüru ya kulum" diyor. Kısa süre içinde ulkenin en buyuk basım evleri olan Rizzoli, Ruscono \e Mondanori'nin elinde olan özel televizyon kanallarını ilk fırsatta ele geçiren Berlusconi'ye bu "yürüyüşünde" yuksek yerlerde olanların da önemli bir katkısı oluyor. "Bir isadamının iktidarda olanlarla dalaşmak lüksüne sahip olmadığım" kendi ağzıyla soyleyen Berlusconi, hırsı ve çalışma tutkusuyla olduğu kadar, İtalyan Başbakanı Bettino Craxi ile olan yakın dostluğu ile de tanınıyor. Nitekım Berlusconi, Fransa'nın 20 şubata dek yayına, girmesi beklenen yeni ozel tele\ izyon kanahndaki ortaklığını da Cra.\i'nin Mitterrand'la vaptığı operasyona borçlu. Ancak ote yandan Italvan hukümeti de izleyicilerin yuzde 33'ünü elinde bulunduran devlet radvotele\izyonuna (RAİ) karşılık, izleyicilerin vuzde 58'inin takip ettiği uç ozel kanalın sahibıne karşı da çok duvarlı. Örneğın, bir sure once üç savcının yasadakı bazı boşluklardan yararlanması gerekçesiyle Berluvnni'nin bir kanalını >ayınakapatması.Cra\i'yi hemenharekete geçırmış ve Berlusconi'nin kanalı 48 <iaat içinde yine yayına girmişti. Bunun üzerine, ulkenin unlu karikatürculerinden biri CraKİ'yi, elektrik kontağını tamir eden bir tamirci olarak çizg'leştırmiştı. Üç özel kanahyla, ulkenin diğer 600 özel televizyon kanahnı mat eden Berlusconi, bütun bunlara bulunduğu yere bileğinin hakkıyla geldiğini soyleyerek cevap veriyor. 30 yıldan beri durmadan çalıştığını soyleyen Berlusconi. tum bankalann kendisine kolayca kredi verdiğini ve sadece reklamlardan yılda 300 milyar Turk Lirası civannda gelir elde ettiğini söyluyor. Ayrıca Berlusconi, televizyon kanallarının RAI karşısındaki başarısını bir çeşit "kontra program" saldırısıyla gerçekleştırdiğini açıklıyo.. Strateji çerçevesinde Berlusconi, orneğın devlet TV'sinde haberler verilirken, kanallann birine "Dallas", ya da "Hanedan" koyuyor. Devlet TV'sinde herkesin beklediği bir futbol maçı verıldiğınde ise, Berlusconi, progranılarında hayli erotık bir film vayımlnor. Berlusconi, kendisini "çok vasat. enelelektüel açıdan çok sığ ve Coca Cola'ya satılmış TV serileri ile televizyon yapmakla" suçlayanlara i^e, "Ticari televizyonun hedefi halka hizmel etmektir. Bu da şu, ya da bu yonde ideolojik emellere hizmet etmeyi bir >ana bırakarak, daima halkın zevkleri ve isteklerini goz onunde bulundurmayı gerektirir" diyerek yanıtlıyor. Sana lütün ve lespih Yolluyorum SEMİHA BERKSOY'un Anıları Nâzım Hikmet ve Fikret Mualla ile Mektuplaşmaları... Özgün fotoğraf ve desenlerle Genel Daiılım YADA.BROY YAYI^LAKI Bro, Şıır Yavın Merkezı, SuruosmamyeCad 92 Cağaloglu/lsıanbul I(XXJ Tl (KOY duhıb FUSUN OZBILGEN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle