19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Batur, gerçekleri saptırıyor Emekli General Batur'un, "Cumhuriyet" gazetesinde yayımlanan açıklamasını okudum. Başında gazetenin Genel Yayın Müdürti'ne hitap eden. Içinde sürekli biçimde bana ve zaman zaman da Sayın Mumcu'ya hücum eden, Yer yer "rüşveti kelâm" türünden sözlerle ve hulus çakarcasına "Cumhuriyet" okurlanna seslenmeyi ihraal etmeyen ve asıl garibi de; "Iç ve dış odaklar" edebiyatı yapıp, Silahh Kuvvetlerimizin onurunu savunur görünerek, yetkili çevTeleri aleyhime kışkırtmak suretiyle onlardan medet uman ibret verici bir yaa... Daha önce yazıp söylediklerinin, şiddet dozajı biraz daha arttırılmış ifadelerle yinelenmesinden ibaret olan bu açıklamaya, çok fazla ayrıntüı yanıt vermeyi gereksiz görüyonım. Çünkü, anılannda bizzat kendisinin de ifade ettiği gibi (Sayfa17), daha ilkokul 5'inci sınıfta iken, yaramazlığından ötürü kamesinde "orta" olan "Tavır ve hareket/Hâl ve gidiş" notunu, tolerans göstermeyen ailesini yatıştırmak için bir ilaçla silip yerine *iyi" yazan ve karne imzalandıktan sonra da aynı işlemle tekrar eski durutna dönüştürerek, daha sübyan çağında "gerçegi tahrip (saptırma/çarpıtma)" yollarına sapan Batur, o dönerade çocukluğuna verilebilecek bu alışkanUğından bir turlü kurtulamamış ve Hava Kuvvetleri Komutanı ve Senatörlük yapmış bir emekli orgeneral olarak hâlâ da sürdürmektedir. Bir bakıma onun bu davranışını doğal karşılıyorum. "Huy, canın altında imişü' Batur'un açıklamasındaki iddiaların bir bölümü, "satır aralannı okuyan" dikkatli okurlar acısında, Cumhuriyet gazetesinde yayımladığım dizilerde yeterince çüriitülmüş, bir bölumu, kendisinin "tevil yolu ile vaki ikrar"ları karşısında düşmiiş olup, varsa kalanı da, Tann can sağhğı verirse, yakında yayımlayacağım mutevazı kitabımda hakettiği yanıtı alacaktır. Bununla beraber, bazı noktalan sıcaği sıcağma aydınlatmak yararh ve kaçınümaz olacak kanısındayım. 1. Anı dizim, "gerçeklere ve vesikalara dayanmadığı, hayal ürunü olduğu, nefret ve hınç alma hevesi taşıdığı için" cevaplamakta güçliik çektiğini soylüyor Batur. Ben, tersine, tam bir kolaylık ve rahatlık içinde bu satırlan yazıyorum; çünkü önümde duran "Batur açıklaması" kalemime zorluk çıkaracak düzeyde, içerikte ve ciddiyette değil! 2. Iflah olmaz bir ihtirasın semalannda "uçan general" Batur "... Gürkan'ın emekli oluş tarihi 16 Mart 1971 ile Ziverbey Köşküne gittiği 31 Mayıs 1973 tarihi arasındaki zaman zarfında acaba ne yapıyordu, bir şeyler mi olmuştu?" diye soruyor. Kâzip şöhret emekli orgeneralin bu "cynique" sorusuna hemen hakettiği yanıtı vereyim: Çankaya'da bir çatı katındaki mutevazı evimde oturuyor, bazılan gibi yönetim kurulu üyeliği almadığım için küçük bir tercüme bürosunda namusumla çalısıyor ve de aziz ülkemi, sevgili ulusumu, inandığım Atatürkçü yolda layık olduğu çağdas uygarlık düzeyine çıkarmak için bir vakitler lider geçinen ne menem in> sanlarla beraber çalışmış olduğumuzun derunî murakabesini (İçini dinleme/ Introspection) yapıyordum. Tabii 31 Mayıs 1973'te gözaltına ahnıp Ziverbey Köşku'ne kapatıldığımda da ellerim ve ayaklanm zincirli, gözlerim bağlı halde; "Başınızda kimler vardı?.. Sizi kullananların içyüzünü açıklayın da bitsin bu iş!" yollu sorgulamalara cevap veriyordum. Bir başka deyişle, kendisi gibi Çankaya Köşkü'nde dönemin Cumhurbaşkanının düzenlediği "banştırma" resepsiyonlarında, muhtıra ile düşürdükkri üderlerle, gül ve karanfillerin süslediği pasta masaları başında, dudaklarda zoraki güluşler toplanıp çay içmiyor, ya da Buyük Ankara Oteli'nin lüks defile salonunda mankenlerin geçişini izlemiyordum! Batur, bu sinsi sorusu ile aklı sıra beni, şiddet le, nefretle lânetlediğim ünlü "Bomba Davası" ile irtibatlandırmak sevdasına düşmüş görünüyor. Oysa ki, idrakini kullanıp birkaç gün bekleyerek, sayın Mumcu'nun derlediği ve Cumhuriyet gazetesinin 9101112 Kasım 1985 tarihli sayılarında yayımlanan "Bomba Davası" başlıkh diziyi de okuduktan sonra açıklamasını kaleme alsaydı, orada Savcı Suleyman Takkeci'nin, bahse konu davada esas hakkındaki görüşünde, "devrimci şiddet" diye tanımladığı eylemlerle Ankara Grubundaki asker kişileri dikkatle birbirinden ayırdığını ve: "...Devrimci şiddet hareketlerinin, elde mevcut delillerle, mezkur diğer lider kadro kararlarına, yani Asker Gnıbu kararına bağlandığını söylemek mümkün değildir!" dediğini görür ve kendini böyle bir soru sorarak bir kez daha gülünç duruma düşürmezdi. 3. Batur. "Hayatımda >urt sorunları uzerinde General Gürkan ile yalnız iki defa görüstüm. Birincisi, 1970 yılı sonlanna doğru... Aydın Kirişoğlu'nun ısrar ve ricası ile... Albay Mehmet Sirer'in evinde... İkinci bir araya gelişimiz ise, Hava Kuvvetleri Karargâhında, benim değil, Orgeneral Giirler'in isteği ile 9 Mart 1971 günu yapılan toplantıya General Gürkan'ın da katılmış olmasıdır. Orada da kendisi ağzını açıp bir ciimle bile sarfetmedi!" diyor. Bu sözlerinin bir noktası gerçekten doğru, hem de çok doğru... Evet, 9 Mart toplantısında ağzımı açıp da bir cümle bile sarfetmedim! Kanımca bu, tamamıyla doğaldı. Çünkü o toplantıda, daha sonraları "içimizde ve başımızda olmadığını" iddia edecek olan Batur, yapılan hazırlıkların en hurda ayrıntısına bile vakıf olmasının doğal sonucu olarak o kadar çok şey konuştu, açıklamalarda bulundu ve karargâhında hazırlattığı meşhur "dosya"dan, Havacı Grubun Koordinatöru Sayın Genel Ömer Çokgör'e o kadar çok şeyler okuttu ve listeler sundurdu ki, Orgeneral Giirler'in, orduevindeki resmi akşam yemeğine geç kalmama bahanesiyle toplantıyı aniden kesip ayağa kalkması sonucu öteki bir kısım arkadaşlar gibi bana da konuşma sırası gelmedi!.. Bu arada Batur'un, benim ıfadelerımin inanıürhğını çürütmek için yukandaki birinci göriişmemizin "..Albay Tunusluoğlu'nun evinde değil Albay Mehmet Sirer'in eyinde" olduğunu ısrarla vurgulamak istemesine yanıt vereyim. Söz konusu toplantı Gazi Mustafa Kemal Bulvan'nda (Maltepe) Yuvam Apartmanının üst katlarındaki bir dairede olmuştur ve bu daire de bildiğim kadarı ile Em. Hv. Kurmay Albay Sayın Kemal Tunusluoglu'nun ya da yakının dairesidir. Benim dışımda daha pek çok bu tür toplantüara katılmış olacak ki Sayın Batur, belleğinde bunları birbirine karıştırıyor zâhir! 4. Şimdi Batur'a benimle "yurt sorunları üzerinde konuşma" konusunda, belleğinin zafiyetin acısını bir kez daha çektireceğim. Ama ne yapayım ki buna zorunluyum. a. Batur, Cumhurbaşkanı'na verdiği muhtıra ve Sunay'ın kendisini Köşk'e çağırması ile ilgili olarak anı dizimde belirttiğim göruşmeyi sözde yalanlayarak: "Ben ne kendisini çağırdım, ne göruştüm, ne de akıl alma ihtiyacını duydum!" diyor. Düzenli şekilde tuttuğunu sandığım günlük notlannı bir kez daha iyi inceler ve gerekiyor ise o gün Emir Subaylığı görevinde bulunan subaya sorar ise görecektir ki, sanırım Tokyo Büyükelçiliği görevine atandıgı için sabah saat 10.00'da kendisine nezaketen bir veda ziyareti yapmak için gelen diplomat Sayın Şükrü ELEKDAC'ın hemen arkasından, bizzat kendisinin telefonla davet ettiği General Giirkan'ı da kabul ederek görüştuğünu görecektir! Bu görüşmemiz, "yurt sorunları" üzerinde değil de birbirimize Nasrettin Hoca fıkrası anlatmak için vaki olmadı kuşkusuz! Ama inanıyorum ki Batur, ne denli inkâr ederse etsin, bu konuşmamız da ilahi banda lcaydedilmiştir, gunü gelince yüce Tann kendisine dinletecektir! b. A>TU şekilde, Hava Albay Sayın Feridun tlkunsal'ın kızının, Ankara Orduevi'nin B blokundaki kokteyi salonunda verilen nişan kokteylini izleyen günlerde bir gazetenin sosyete haberleri ekine bir göz atarsa, orada da kendisiyle benim yan yana oturmuş fotoğrafımızı görecek ve altında da; "... Bu toplantıda Hava Kuvvetleri K. Orgeneral Batur ile Kara Kuvvetleri K. (yanlış yazılmıştı) Tümgeneral Gürkan'ın uzun uzun söyleştikleri gözlendi" diyen satırlarv okuyacaktır. O "uzun söyleşi"de de herhalde birbirimize fıkra anlatmadık!.. 5. Akıllara seza bir "statü" anlayışı ve her şeyi omuzundaki yıldız ve oturduğu koltuğun resmi unvanı ile değerlendiren patolojik bir ruh haletiyle Batur, "Ben Kuvvet Komutanı idim. Bu görevim dolayısıyla da Milli Güvenlik Kurulu üyesi bulunuyordum.. Küçümsemek için söylemiyorum; Tümgeneral Gürkan kimdi? Kara Kuvvetleri karargâhında Plan ve Prensipler Başkanı... Bir odası, bir emir subayı ve maiyetinde bir kaç subay... Celil Gürkan, Muhsin Batur'u yanıtlıyor: Akıllara seza ve "statü" anlayışı ve her şeyi omuzundaki yıldız ve oturduğu koltuğun resmi unvanı ile değerlendiren patolojik bir ruh haletiyle Batur, "Ben Kuvvet Komutanı idim. Bu görevim dolayısıyla da Milli Güvenlik Kurulu üyesi bulunuyordum. Küçümsemek için söylemiyorum, Tümgeneral Celil Gürkan kimdi? Emirkomuta yetkisi olmayan bir karargâh elemanı" diyor. Ben, önce kendisine diyorum ki, bir insana onur verecek ya da küçük düşürecek olan, o kişiyi kimlerin ve kaç kişinin tanıdığı değil, "nasıl" tanıdığıdır. Okuyucular üzerinde, geriden gelip yasaların azizliği ile rütbece benim önüme geçişini, Celil Gürkan benim pek de işe yarar bir subay olmadığım izlenimini yaratmak için kullanmak ister görünüyor Batur.. Ne boş gayret!.. Yani emirkomuta yetkisi olmayan bir karargâh elemanı.!' diyor. Bu sözleriyle Batur'un, kendisi hakkında vaktiyle bazı yazarlarca kullanılan "Uçan General" deyiminden son derece etkilenmiş ve de hoşlanmış olacak ki, popülaritesi çok yaygın ve herkes tarafından tanınan bir kişi olduğu kanısıyla, "Tümgeneral Gürkan da kim?" diye soruyor. Ben önce kendisine diyorum ki, bir insana, onur verecek ya da küçük düşürecek olan, o kişiyi kimlerin ve kaç kişinin tanıdığı değil, "nasıl" tanıdığıdır! Cenaze namazlarında musalla taşına konulmuş olan mevta için imam; "Ey cemaat, bu kişiyi kaç kişi tanıyor?" değil "Bu kişiyi nasıl tanırsınız?" diye soruyor!.. Askeri Lise ve Harp Okulu'nda kendisinden bir sınıf önde bulunduğumu söyledikten sonra, yerli, yersiz, gerekli gereksiz kendisinin tuğgeneral, benim albay, kendisinin kuvvet komutanı orgeneral, benim ise daire baskanı tümgeneral olduğumu vurgulayarak okuyucuları üzerinde, geriden gelip, yasalan n azizliği ile rütbece benim önüme geçişini, benim pek de işe yarar bir subay olmadığım izlenimini yaratmak için kullanmak ister görünüyor Batur... Ne boş gayret!.. Evet, benim 1939 yılında mezun olduğum Harp Okulu'ndan Batur bir yıl sonra, 1940'da mezun olmasına karşın yuzbasılıktan itibaren benim tabii benim dönemimdeki havacı dışı sınıf arkadaşlanrmn önume geçmiş ve müteakıp her rütbeye benden, giderek artan sene sayısı kadar önce ulaşmıştır. Ama bu, benim kendisinden daha az yetenek sahibi olduğumdan değil, yasaların uçucu hava subaylarına sağladığı avantajın sonucu olan bir öne geçiş idi. O dönemlerde terfı (yükselme) yasası, uçucu hava subaylannın, emsallerine göre belli riitbelerdeki bekieme sürelerini bir yıl indirmekte ve dolayısıyla, aynı yıl Harp Okulu'ndan çıkmış bir uçucu hava subayı, albaylığa, aynı dönemdeki bir başka sınıf arkadaşına göre 4 yıl önce ulaşabilmekte idi. Bilmiyorum Batur, aynı mantalite ile, kendisi Hava Kuvvetleri Komutanı iken, kendisinden 9 yıl önce Harp Okulu'ndan subaj çıkmış ve fakat o sıralarda heniiz Ordu Komutanlığı yapan merbum Orgeneral Gürler'i de kuçümsemış miydi? Bugün bu yöntem değişmiş bulunmaktadır. Batur'un, beni; "bir odası. bir emir subayı ve maiyetinde de bir kaç subay" olan bir "Daire Başkanı" diye niteleyen sözüne şu soru ile karşılık vereceğim: 14 KASIM 1985 CUMHURİYET/U BATUR BİR KOKTEYLDE Sovyeller Birliği'nin İstanbul Başkonsolosu'nun verdiği bir kokteylde emekli Buyükelçi Fuat Bayramoğlu ve Muhsin Batur sohbet ediyor. 6Kasıml9S4. Benim için, "disiplin anlayışma uymayan eylemlerinden ötürü" emekliye sevkedildi diyen Batur, 1961 haziranmda, kendi ifadesiyle dönemin yetkili makamlannca Orgeneral Tansel'in yerine Hava Kuvvetleri Komutanlığı 'na atanan Suleyman Turgan'ı, albay rütbesi ile 1. Hava Kuvvetleri Komutan Vekili olarak görev yaptığı Eskişehir'e çağırıp, yüzüne karşı, "Sizi komutan olarak kabul etmiyoruz" diyor, ' 'disiplinli subay'' sayıhyor! Batur kendi hesaplan için, bir baskı unsuru olarak kullanmak amacı ile Eskişehir'den uçaklar kaldırıp başkent Ankara ve merkezi otorite üzerinde gösteri uçuşlan yaptırıyor, "disiplinli bir general" hüviyetini koruyor. Buna karşılık somut hiçbir hiyerarşi dışı eylemi bulunmayan bir Celil Gürkan, disiplin mekanizması işletilerek emekliye sevk edilebiliyor. Ben, elimde "kuvvet/güç" bulunmayan böylesıne iki yıldızlı bir karargâh elemanı idim; her zaman "içimizde va başımızda" olduklannı iddia ettiğim Gürler ve Batur da omuzlarında dort yüdız taşıyan koşkoca kuvvet komutanları idiler ve kendileriyle aramda Batur'un üşenmeden yaptığı hesaba görebenden kıdemli daha 90 general vardı. Neden bu sayın orgeneraller, emirlerindeki 90 kıdemli generali (bu arada örneğin, aynı gun Ankara'ya gelmiş olup Hava Kuvvetleri Karargâhı'nda Batur'la görüşmeyi bekleyen Sayın Hava Korgeneralleri İrfan Öxaydınlı ve Mehmet Eziler) davet etmedikleri bir "9 Mart Toplantısf'nda, "iki yıldızlı bir Daire Başkanı" general ile bir masada oturup ciddi hem de çok ciddi ülke sorunlarını tartışmışlar ve muhtıradan sonra da dayanaksız suçlamalarla kendisini ve aynı toplantıda hazır bulunan öteki iki arkadaşını (Sayın Tümgeneral Şükrü Köseoğlu ve Sayın Hv. Tuğgeneral Omer Çokgör'ü) apar topar emekliye sevketme yoluna gitmişlerdi? Hani her üçu de sadece birer emir subayına, birer odaya ve maiyetlerinde çalışan bir kaç subaya sahip sıradan karargâh elemanı idi?.. Her şeyi yıldız sayısı ve makam kavramları ile ölçen ve değerlendiren Batur'un, yakın tarihimizde bir 1908 Meşrutiyet Hareketi'nin, bir 27 Mayıs Devrimi'nin dinamiğini yeterince incelemediği açıkça görülüyor! 6. Ya$amöykümde (biyografım) verilen bilgileri açıklamasına aynen aktarıp "eli kalem tutan" yetenekte "bir insan" olduğuma gore, "anı ve düşüncelerimi neden kendimin yazmadığını soruyor Batur. Onun üslubunu kullanarak "cevap veriyorum!" Gazetede yayımlanan ve söyleşide benim ağzımdan çıktığı değişik harf kullanılarak belli edilen satırlar, noktası ve virgülüne kadar benim kalemimden, benirn dudaklanmdan çıkmıştır. Benim yazı ve konuşma üslubum ile Sayın Mumcu'nun yazı ve konuşma uslubu arasındaki farkhhğı Batur dışında, asker sivil herkes bilir. Sırça köşkte oturan komsusunu taşlamamalıdır! Ben vaktiyle, değerli gazeteci Ali Sirrnen ile yaptığı ve 1214 Mart 1981 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan söyleşisini konu ederek, kendisini suçladım mı ve "Sayın Sirmen'le göruştü, yeterli yazma/konuşma yeteneğine sahip olduğunu anladıktan sonra anılarını yazıp yayımladı!" dedim mi? Batur müsaade etsin de ben de başımdan geçen olaylarla ilgili sorulara, kimseden yardım istemeden yanıt verebilen ve de anılarını yazabilen fikir ve kalem sahibi bir subay olduğumu söyleyeyim. Ashna bakıhrsa, elimin gerçekten kalem tuttuğunu (hatta belki de iyi tuttuğunu) ve ağzımın da laf ettiğini (hatta belki de iyi laf ettiğini) Batur çok iyi bilir ama ne çare ki bir kez Celil Gürkan'ı karalama seferine çıkmış. Artık dönemez!.. 7. Kendisi anlar mı bümiyorum, edebiyatta "mefhumu muhalif ile ifadei beyan" denilen bir edebi sanat kavramı vardır. Doğrudan ifade edilrneyen şeyleri dolaylı yollardan ve karşıtı ile dile getirerek anlatım için kullanıhr. Batur da açıklamasında anılannı "politikacı ve asker kişileri kuçültecek ifade kullanmadan, yalan söylemeden ve olayları çarpumadan" yazdığını söyleyerek üstü kapalı biçimde benim "politikacıları ve asker kişileri küçülttüğümü, yalan söylediğimi ve olayları çarpıttığımı" anlatmak istiyor aklınca!.. Onun söylediği bu üç "merdut" davranış şekline, benim anılanmda değil, "Anılar ve Gorüşler Üç Dönemin Perde Arkası. Muhsin Batur" adlı kitapta ve son olarak da kendisinin bu açıklamasında bol bol başvurulduğu bir gerçek. Ama kendisine olmasa bile bir vakitler taşıdığı rutbeye duyduğum buyük saygı nedeniyle ben gene de bu "yalan söyleme" deyimi yerine "gerçekleri tahrif/çarpıtma" deyimini kullandım ve kullanmaya devam edeceğim! "Sakıncalı Piyade" diye nitelediği Sayın Mumcu ile "Sakıncalı General" olarak tanımladığı benim anılanm konusunda bir "GürkanMumcu" ikilisi oluşturduğumuzu söyleyerek ve benim, "düşuncelerimden ziyade Silahlı Kuvvetler disiplin anlayışma uymayan eylemkrimden dolayı bir seri muameleye maruz kaldığımı yazarak belli bir yere varmak istiyor! Gerçeklerin anlatımı için böyle bir "lkili" oluşturmaya ne benim, ne de Sayın Mumcu'nun gereksinimimiz var. Ama şayet Batur, bu söyleşide, Sayın Mumcu ile böylesine bir "tkili" uyum gösterdiğimiz görüşünde ise ben bundan sadece memnunluk ve onur duyarım. Çünkü Mumcu'nun seçkin kişiliğinde ben, Sunay, Gürkan'a 'Marksisf demedi 8 Kasım 1985 tarihli Cumhuriyet'te Celil Gürkan'ın anılannda zamamn Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın Gürkan ve arkadaşlanyla ilgili görüşlerine yer verilmiş. Sunay'ın "Yankı" dergisine emekliye aynlan Gürkan ve arkadaşlannın "Marksist" olduğunu söylediği kaydediliyor. Sanıyorum bu durum anıların yer dolayısıyla kesintiye uğratılmasmdan ileri gelmiş. Herhalde Celil Gürkan anılarını kitap halinde yayımladığında konu bu noktasında aydıniatılmış olacaktır. Ama Cumhuriyet okurlarının o zamana kadar bile olsa işin aslını bilmekte gecikmemelerinde yarar göreceğiniz düşüncesiyle aşağıdaki açıklamayı yapmayı hem Gürkan ve arkadaşlan hem de rahmetli Cevdet Sunay açısından yararlı buldum. Gürkan ve arkadasları emekliye sevkedildikten sonra bazı gazetelerde onların bir "Marksist ibtiial" hazırladıkları tarzında yayımlar yapılmıştı. Gürkan'ı ve kendisiyle birlikte emekliye ayrılanlardan bazılarını şahsen tanıyordum. Söylentileri de çirkin buluyordum. Bunların asılsız olduğunu ifade edecek en yüksek merci herhalde zamamn Cumhurbaşkanı olabilirdi. Sunay uzun yıllar Gürkan'ın komutanlığını da yapmıştı. Onun için kendisiyle Yankı adma yaptığımız konuşmada bu durumu ortaya çıkaracak bir soru da koyduk. Sunay da kendine ozgü sanıyoruz zamamn Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Cihat Alpan'ın düzenlemesiyleüslubuyla "disiplin" gerekçesiyle emekliye aynlanlarla ilgili görüşlerini açıkladı. Biz Sunay'ın ne demek istediğini Cihat Paşa'nın da yardımıyla yoruma da tabi tuttuk ve şöyle dedik: "Sunav'ın Yankı'ya demecinin en önemli kısımlarından biri de 16 martta emekliye ayrümış 5 general ve 8 albay ile ilgili sözlerikoymuştur. Sunay'ın 'Ataturk devrim ve ilkelerine bağlılığın tam ve sarsılmaz şuuruna sahip olan Türk Silahlı Kuvvetleri içinde Marksist bir hareket, hiçbir zaman ortam bulamamıştır ve asla bulamayacaktır' şeklindeki sozkri en azından şu ya da bu sebepten Silahlı Kuvvellerden koparılnuş otanlann bir noktada bile olsa baksız suçlamalannı önleyecektir." Cumhurbaşkanı Sunay'a sorumuz şöyleydi: "Türk Silahlı Kuvvetleri içinde •disiplin' gereği 5 general ve 8 albay emekliye ayrıldı. 12 Mart muhtırasından sonra bir kısım basında 'ordu içinde bir Marksist hazırbk bastınldı' şeklinde haberler çıktı. Bu haberlerin emekliye aynlanlarla ilişkisi olabilir mi? Ömrunuzun bıiyük kısmını içinde geçirdiginiz Türk Silahlı Kuvvetlerinde Marksist bir hareket, ortam buiabilir mi?" Sunay'ın cevabı ise aynen şöyle idi: "Türk Silahlı Kuvvetleri içinde, disiplin ve diger gereklerle zaman zaman tasfiyeler vapdmıstır. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyasi doktrinlerle ilişkisini öne surmek tehlikeli ve hatalıdır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin günlük politika ve çekişmeler dışında tutulması, devletin gücünü ve etkisini korur ve sürdurür. Bu ilkenin tarihi idrakine, Atatürk devrim ve ilkelerine bağlılığın tam ve sarsılmaz şuuruna sahip olan Türk Silahlı Kuvvetleri içinde Marksist bir hareket, hiçbir zaman bir ortam bulamamıştır ve asla bulamayacaktır." Bu açıklamayı yayımladığınız takdirde, Gürkan'ın anılarımn kitap haline gelmesi beklenmeden Sunay'ın emekliye ayrılmış şerefli Türk subayları hakkında ne düşundüğü doğru bir şekilde ortaya çıkmış olur. Saygılanmla, Mehmet Ali Kışlalı (19711983 yılları arasında Yankı Genel Yayın Müdurü) Yankı dergisi eski yöneticisi M. Ali Kışlalı'nın açıklaması: Cevdet Sunay dir. Cumhurbaşkanı Turk Silahlı Kuvvellerinin si>asi doktrinlerte ilişkisini öne sürmenin hatalı olduğunu belirtmekle mart içinde bir kısım basında ver alan 'ordu içinde bir Marksist ıhtilal hazırlığı bastınldı' haberierinin ne gerçekle, ne de emekliye ayrılanlarla bir ilişkisi olraadığını ortaya eşine ender rastlanır Kemalist, devrimci, ilerici, yuıtsever, ulusal tarih bilincine sahip, cesur ve namuslu aydın bir memleket evladı gördum ve göruyorum! "Bir seri muameleye maruz kaldığım eylemlerim" konusuna gelince, Batur'a Türk kamupyu önünde, tarih önünde soruyorum: Başımdaki lider geçinen Komutana (Komutanlara) inanarak ve onun (onların) bilgi ve onayları altında, Silahlı Kuvvetler içindeki 12 Mart öncesi hazırlık çalışmalarına katılmam dışında hangi eylemler? 16 Martta Komutanın (Komutanlann) azizliği sonucu emekliye aynlışım, 1973 Mayısında gözaltına alınıp el ve ayaklanma zincir vurularak sorguya çekilişim ve sonunda da hakkında dava açmaya gerek bulunamayarak serbest bırakılışım dışında hangi bir seri muameleler? Batur, elinde ısrarla tuttuğu kara çalma fırçasını en ktsa yoldan fırlatıp atmalı ve koordinatlarına göre yerini almalıdır!.. 8. "Komuta Konseyi ve Genişletilmiş Komuta Konseyi" deyimleri karşısındaki görüşlerime de hücum ediyor ve aklı sıra onurlar yatağı eski ocağıma beni jurnal etmeye çalışıyor Batur. İşin ashna bakılırsa, Turk Silahlı Kuvvetleri'nde Genelkurrfiay Bşk. ve Kuvvet Komutanları düzeyinde "Komuta Konseyi" deyimi ilk kez benim Genelkurmay Başkanlığı Özel Kalem Müdürü olduğum, Batur'un ise Eskişehir'de Taktik Hava Kuvveti Komutan Vekili olarak henüz Ankara düzeyine ulaşamadığı dönemde, merhum Cevdet Sunay zamanında ortaya çıkmış bir deyimdir ve o sırada Jandarma Genel Komutanlığı'nı kapsamına almamakta idi. Batur'un yazısından öğreniyorum ki, daha sonraları bu Konseyi Korgeneral / Amiralleri de içerecek şekilde genişletmişler. Hangi yasa ya da mevzuatta geçer bilnıem. Ama anılanmda bu Konseyi "küçümser" bir ifade kullanmadığımı çok iyi biliyorum. 9. Benim için "disiplin anlayışma uymayan eylemlerinden ötürü" emekliye sevkedildi diyen Batur, 1961 Haziranmda, kendi ifadesiyle dönemin yetkili makamlannca Orgeneral Tansel'in yerine Hava Kuvvetleri KomutanhğVna atanan General Sülevman Turgan'ı, albay rütbesi ile l'inci Hava Kuvveti Komutan Vekili olarak görev yaptığı Eskişehir'e çağırıp yüzüne karşı; "Sizi Komutan olarak kabul etmiyoruz!" diyor, "disiplinli bir subay" sayılvyor! Batur, kendi hesaplan için, bir baskı unsuru olarak kullanmak amacı ile Eskişehirden uçaklar kaldırıp başkent Ankara ve merkezi otorite üzerinde gösteri uçuşlan yaptırıyor, "disiplinli bir general" hüviyetini koruyor. Batur, icraatı şu ya da bu şekilde, ama anayasal bir hukuk devleti çerçevesindeki hükümetin başkent Ankara'daki merkezinde 300, parlamentonun 100 meıre uzağuulaki taşuföt: gâhında subaylarına "Devrim Ânayasası'^ hazırlatıyor, bu anayasa üzerinde tartışmalar ve hatta kendi başlıkh kâğıtları ile resmen yazışmalar yapıyor, ama "disiplinli bir komutan", disiplin uğruna en yakın arkadaşlannı feda eden bir lider geciniyor! Buna karşılık somut hiçbir hiyerarşi dışı eylemi bulunmayan bir Celil Gürkan, disiplin mekanizması işletilerek emekliye sevk edilebiliyor. Bununla da yetinilmeyerek, gözaltına alınıp zincire v urulmak suretiyle sorguya çekiliyor. Açıklamasmdaki sözleri ile Batur'un kendi kendine telkin ve kabul ettirdiği (selfimposed) eşi görülmedik bir çifte standart (double standart)... 10. Batur'un, açıklamasında kullandığı "Kol kırılır yen içinde kalır" sözü ile sergilediği görüşe değinerek sozlerimi bitirmek isterirn. Emekli Orgeneral demek istiyor ki; "Celil efendi, sana Ziverbey Köşkü'nde uygarlık dışı işlemler yapılmış olabilir. Bu tür olaylar olmasın diye ben yeterince uğraş verdim (Bu da gerçeğin bir başka saptınlması kanımca. Evet, Em. Kur. Yarbay Sayın Necdet Düvencioglu'nun maruz kaldığı kötü işlem üzerine, Batur, bir uyarı sonucu dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler'e bir mektup yazmıştır ve bunu ifade etmek istiyor. Ama ashna bakılırsa bu mektup, Düvencioglu'nu kötü muameleden kurtarmaktan çok daha fazla Batur'un, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nca genişletilerek sürdürülen soruşturmaların kendisini ve Gürler'i de kapsamına alacak bir gelişme göstermesinden duyduğu ürküntünün ürunüdür!) Tümgeneral rütbesine gelmiş bir adamsın. Ne olursa olsun, sana yapılan muameleyi açıklamayacaktın... Dış odaklar ne demezler?.. Bu açıklamanla bir yerlere mesaj mı vcmek istedin yoksa?.." Şimdi ben de doğrudan Batur'a hitap ediyorum: "Yooo Sayın Batur... Senin kaleme aldığm ve altına imzanı koyduğun 12 Mart Muhtırası ile anayasal düzeni demonte edilmiş bir Ulkede, sen başkentte Ankara'da güçlü adam rolünde kuvvet komutanlığı makamında oturacaksın, ben ve benim gibi suçlulukları kanıtlanmamış oldukları için masum, insan olma şerefini taşıyan nice memleket evladı, zincirlere vurularak, gözleri bağlanarak Ziverbey köşklerinde sorguya çekilecekler. Karmaşık kombinezonlar ve hesaplar tutmayınca serbest bırakılacağız. Tam 12 yıl ağzımızı açmadan susacağız bağnmıza taş basarak. Bu arada sen, her 12 Mart geldikçe demagojik demeçler vererek "örgütteki arkadaşlar"ını suçlayacak, bu yetmiyormuş gibi 500 sayfalık anı kitabı yazıp kendinden gayri kişileri yerine göre ve kendi deyiminle; "Hakiki komünistlik, Marksistlik, radikal sola dönüklük..r gibi nitelemelerle suçlayacaksın ve bizden (benden) de susmamızı (susmamı) bekleyeceksin. Neden? Dış odaklar ne derler diye mi? Bu aziz ülkenin, bu şanlı, şerefli ocağîn onurunu korumada kimseden ders almaya niyetli değilim. Aziz ülkemi, gerçek bir demokratik rejim içinde, tam bir hukuk devleti normlarına ulaştırmak için, bir Emekli Tümgeneral olarak, her türlü eleştiriyi ve rizikoyu göze almak suretiyle çıktığım fazilet mücadelesinden, Batur'u hoşnut etmek için haksız yere kınlan onurumun ızdırabını daha fazla çekmeye devam edemezdim ve edemem de. Boyle biline. Ankara, 12 Kasım 198S CELİL GÜRKAN Emekli General
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle