Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yazısında, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Kaya Erdem'in, 'Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun ilk toplantısındaki konuşmasına değinerek şöyle diyor: "Yalnız öğrendiğimize göre. sayın Erdem dede ile torunun anlaşamadıklarından" söz etmiştir. Ama. daha katı ve daha çarpıcı gerçek. degil dede ile torunun, fakat baba ile evlâdın ve hattâ ağabey ile kardeşin birbirlerini anlayama, dıklarıdır.." Oktay Akbal'ın deyişiyle "kendini tarihçi sayan bir gazeteci", " e r d e m " sözcüğünü bilmiyormuş diye sayın Kaya Erdem'e "Soyadınızla kuşakların arasını açıyorsunuz değiştirin onu!" mu diyelim? Bu gazeteci için Oktay Akbal, "Erdem'i bilmez, öğe'yi, birey'i bilmez. Peki 'evren'i bilir mi? 'Ulus'u bilir mi, 'devrim'i bilir mi, bütiin bu Türkçe sözcükleri Atatürk'ün daha 1930'larda söylevlerinde, demeçlerinde kullandığını bilir mi? Bilmez diyemeyeceğim, bilir, hem de çok iyi bilir, ama bildiğini saklamakta yarar göriır, bilmezlikten gelir." (Ihanet Benimserür mi?" Cumhuriyet, 30.6.1983) Hukukçuluğunun yanı sıra Devrim Tarihi'mize, Türk diline de büyük emeği geçen sayın Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu. "Atatürk'ün dil devrimini alaya alıp küçültmek için, guya, 'hostes' karşdığı olarak 'gökkonuksal avrat' denildiğini ileri süren seviyesizleri bir yanâ bırakıyorum: günlük konuşma ve soyleşi ortamında bugün dede ile torunun anlaşamadıklan dilsel konularda acaba bir tek somut örnek verilebilir mi?" ("Dedeler ve Torunlar", Cumhuriyet 8.1.1984) diyor. Böyle somut bir örnek verilemez. Baba oğlunu, oğul babasını anlamıyor diye yaygara koparanlar, bulanık suda balık avlamak »steyenlerdir. Kimlerin hangi avlar ardında koştuğu, yavaş yavaş su üstünde çıkmaya başladı. Sanırım, TDK'nın yeni yayınları başladığında, bu daha da belirginleşecek. TÜRKÇEYE DLŞMANLIK Bu yazıyı burada noktalamışken, Mukbil Özyörük'ün 12 ocak 1984 günlü "Kokni'den Düşes'e" başlıkh yazısının son bölümcesi, beni yeniden düşündürdü. "Şu imlâ'ya bakın!.. Şu tüketilmiş, kurutulmuş kelime hazinemizin haline bakın!.. Son olarak, elde ne varsa onu da berbad ü perişân elmek için "Kokni'nin Ingilizcesinden' bin beler hâle sokulmuş telaffuzlarımıza bakın!.. Heyhat!.." deniyor, bu son bölümcede. "imlâ"dan sonra kesme imi niye kullanılmış? a'ya neden külah geçirilmiş. Bu sözcüğün Arapça yazılışında ünlünün ince olduğunu gösteren özel bir im var mıdır? Eski deyişle, bizde bu "gayretkeş"lik neden? Hangi Batı dilinde "Latin" sözcüğündeki incel'k ayrı bir imle belirtilmiştir? Burada "telaffuz" sözcüğünün a'sına külah geçirilmemişken, söz konusu yazının, örneğin ikinci bölümcesinde bu sözcük külahlı olarak yazılmıştır. Yeni Türk yazısında yazım sorunlarının, genellikle yabancı kökenli sözcüklerden kaynaklandığı yadsınamaz bir gerçektir. Dilimizde bir "tüketilmiş"likten, "kurutulmuş'Muktan sözediliyor. Yabancı sözcüklerin yerine Türkçelerini koymak, tüketmek ve kurutmak mıdır? Genç bir yazın öğretmeni, "sözcük" demiyor, "kelime"yi yeğliyordu. Ama, bu sözcüğü "kelîme" diye yani i'sini uzatarak söylemek yanhşına da düşüyordu. Bu öğretmenin, "sözcük"te böyle bir yanlışa düşeceğini hiç sanmıyorum. Kaç gencimiz, "berbad ü perişân" diyebilir? Kaç gencimiz "heyhat"! anlar? Bunlann yanlışsız yazılacak, söylenecek Türkçeleri yok mu? Bal gibi var. Son bir soru daha: "berbad" ve "heyhat" sözcüklerinin a'ları üzerine niçin düzeltme imi konulmamış? Düzeltme iminden kurtanlmadan, yazımımız, gelişi güzellikten kurtarılamaz. Arapça aymları, hemzeleri göstermek için, kesme iminin kuilanılması da ayrı bir dert. Not: Alıntılarda yazarlarının yazımına uyulmuştur. "Hasar Tesbiti" Türk Dil Kurumu'nun çıkardığı sözlüğü suçluyorlar. Oysa o sözliiğün kapağmda, Kurum Başkaniığı'na getirilen Prof. Hasan Eren'in denetiminden geçtiği yazılıdır. PENCERE 8 ŞUBAT 1984 Kabadayılık ve uysallık.. Dil canlı bir vartık gibidir; değişir, gelişir, ürer, türer, beslenir, dışkılarını gerisinde bırakır, yürür, yol alır. Halktır dili yaratan, kullanan; dile sanatçılar yazarlar hizmet ederler; boşvermişler kesiminin bile dile katkısı vardır ki, adına argo derler. ; "Irgalamak" argonun bize armağanıdır. Giresun'da gazetecilerle konuşan Başbakan Turgut Özal, bu deyimi kullanınca yadırgamadım. Sayın Özal demiş ki: " (Avrupa Konseyi'nden Türkiye'yi atarlarsa) bu bizi ırgalamaz." Başbakan'ın çıkışı kabadayıca olduğu için argo deyim yerine oturuyor. Avrupa Konseyi'ne kafa tutmak, çoğu kişinin gözünde alkışlanmaya değer bir tutumdur; kendine güvenin göstergesidir. Gerçekten öyle midir? * Bugünkü Türkiye, 19'uncu yüzyıldaki gibi, Batı'dan gelen iki baskı altında yaşıyor. Osmanlı Tanzimat tarihini okuyanlar bu iki baskının ne olduğunu bilirler. O günlerde Batı'nın büyük devletleri (ya da zamanın deyimiyle "düveli muazzama"sı) İstanbul hükümetlerine tepeden bakarak yol gösterirlerdi: 1) Hukukunuzu düzeltin, insan haklarını gözeten yasalar çıkann, yargılama yöntemlerinizi çağdaşlaştınn. 2) Ekonomide dışa açılma ve serbest piyasa kurallarını uygulayın, liberalizasyona gidin, serbest ticareti benimseyin. Osmanlı devletini kuklalaştıran ve ülkeyi sömürgeleştiren çöküntü döneminde bu iki yönlü baskı sürmüştür. Batı'nın süper devletleri bizim ne hukuk düzenimizi ne de ekonomik durumumuzu beğenirlerdi; "Osmanlı devlet ricali"n\n boynu Batı'nın karşısında büküktü. Niçin? diye sorarsanız yanıt açıktı: Batı, Osmanlı'yı gırtlağına dek borçlandırmış, ülkeyi açıkpazar'a donüştürmüştü; kedinin fareyle oynadığı gibi Babıâli ile oynuyordu. Osmanlı devlet adamları süper devlethre ülkeyi sömürgelestirecek bütün olanaktarı vermişlerdi; ama 19'uncu yüzyılın ikinci yarısı Abdülhamıt'in karanlık rejiminde yaşanmıştır. Açıkcası ekonomide Batı'nın tüm isteklerini yerine getirip devleti kompradorların çiftliğine dönüştürenler, Türk halkına demokrasi rejimini çok görmüşlerdir. Bu süre içinde Osmanlı devleti bitkisel hayat sürmüştür. Ünlü Fuat Paşa'nın sözü unutulamaz: Bu devlet borçsuz yaşayamaz; ama bu devlet yalnız borç ile yaşayamaz." • 1980'ler Türkiye'si 19'uncu yüzyıl Osmanlı mülküne benzemez. Ne var ki, değişik koşullarda da olsa Batı'dan bize yine iki tür baskının yöneldiğini izliyoruz. Avrupa Konseyi ve kimi Batı kurumları, Türkiye'nin demokrasive özgühükler konusunda belli koşulları benimsemesini istiyorlar; IMF, OECD, Dünya Bankası, ABD ise, Türkiye'nin serbest piyasa ekonomisine bağlanmasını, açık pazar siyasetini benimsemesini öngörüyorlar. Bu iki yönlü baskı altında tedirgin oluyoruz; demokrasi konusunda Batı'ya karşı kabadayılaşıyoruz; ekonomi konusunda uysallaşıyoruz. İsterdim ki, bir Başbakan çıksın, borçlu Türkiye'yi "açık pazar"a dönüştürmek için baskı yapan IMF'ye, OECD'ye ve ABD temsilcilerine kafatutup kabadayılık etsin, Sayın Özal'ın argosunu kullansın: Bizi ırgalamazsınız! Bu işi yapacak olan devlet adamını avuçlarım patlayıncaya dek alkışlardım. Nerede o adam? İSMAÎL ULÇUGÜR Emekli Yazın Öğretmeni "Önce hasar tesbit edilmelidir." diyor, Mukbil Özyörük, Tercüman'daki "Karar Slzin" başlıkh köşesinde (bak. Tercüman, 29 Aralık 1983). Hangi "hasar" bu? "Eski Dil Kurumunun' Türk Diline ve dolayısıyle Türk Millî Kültürüne ve millî biriiğe verdiği hasar". Her yazısında, hiç değilse dört beş dil ve anlatım yanlışı bulunan bu hukukçu yazarımız, yeni Türk Dil Kurumu'na şu öğüdü veriyor: "Faaliyetin mantıkî ve ilmî hareket noktası şüphesiz böyle bir tesbitin yapılmasıdır." BAŞKALARINA SATAŞIYORLAR! Bu öğüt, herkesten önce Kurum'un bugünkü Başkan'ı dilci Prof. Dr. Hasan Eren'i ilgilendirir. Gel gör ki bir "hasar" varsa, bunun ilk sorumlulanndan biri de, yine sayın dilcimizdir. Çünkü, Türkçe Sözlük'ün 6. baskısının II. sayfasmda çerçeve içindeki yazıdan, Hasan Eren'in bu sözlüğü ilk baskısından başlayarak denetlediğini, aynca 6. baskısı üzerinde çalışanlar arasında bulunduğunu anlıyoruz. Bu çerçeve içindeki yazının sonunda özellikle ayrı bir satır olarak "Bu baskıyı Pref. Dr. Hasan Eren denellemiştir." diye bir belirtme gereği de duyulmuştur. Şimdi, buna göre, sayın Hasan Eren'in "hasar tesbiti"ne çahşırken "Ah, ben neler etmişim!" diye saçını başına yolması gerekmez mi? Ama, aslında, böyle bir "hasar" yok; ancak, Türk diline büyük bir işgörüden söz edilebilir. Bugünkü durumunda cimasaydı, sayın Profesör, bu işgörüsünden dolayı göğsünü gere gere övünebilirdi. Şimdi ise, onun, Mukbil Özyörük'ün öğüdünü duymazlıktan, görmezlikten anlamazlıktan başka bir çıkar yolu yoktur sanırım. Yeni arkadaşlan (yeni Yöneüm Kurulu Üyeleri) arasında öyleleri var ki bu "hasar tesbiti"ni çoktan yapmış olmaları ve dürüsı bir davranışla eski Yönetim Kurulu Üyeleriyle birlikte sayın Hasan Eren'i de suçlamaları, ona "Sen, bizim Başkanımız olamazsın!" demeleri; dahası, sayın Prof. Dr. Buluç'la sayın Prof. Dr. İz'e "Aramızda ne işiniz v a r ? " diye sormaları gerekir. Şimdi anımsıyorum, yeni yönetim kurulu üyelerinden biri, kısa pantolondan uzun pantolona geçtiği sıralarda, o günlerde çoktan ününü yapmış, dil ve yazın konularında değerini benimsetmiş yazı ustası Nurullah Ataç'la "Tanruşığı Ataç" diye alaya yeltenmişti. (Böylece alaysı yakıştırmalarda bulunanlan, sayın Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, ne güzel de nitelendirmiş! Bunu, biraz aşağıda göreceğiz.) Yeni Kurul üyelerinden kimileri var ki Arapça ve Farsça sözcüklerinden arıtın dillerini, şöyle bir Osmanlılıktan sıyrılsınlar, Adamov'un Profesör Taranne'ına dönerler. (bak. Arthur Adarnov: Profesör Taranne. Çeviren: Tahsin Saraç. İstanbul Milli Eğitim Basımevi. 30 s. "Devlet Konservatuvan yayınlan: 100") Bunlar, Atatürkçü olamazlar. Korkarlar, açık seçik bir kafa yapısından yoksundurlar. Açm, bakın, en son yazılarındaki dilleri, Köprülü'nünzamanı gereği "ilk Mutasawıflar"ındaki dilinden çok daha gerilere düşer. Mukbil Ozyörük, söz konusu OKTAY AKBAL EVET/HAYIR Geçmiş, bugüne gelir mi? * Boğaziçi, Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nin görmeyen öğrencilerinden Hasan Günday, ülkemizde görmeyen çocukların özellikle ortaokuldan sonra okumaiannın şans sorunu olduğunu belirterek şöyle diyor: "Bizler toplumun acıma duygularıyla ayakta duruyoruz. Örneğin ben, arkadaşlarımın ilgi ve yardımlan olmasa okuyamam. Ne var ki, bu durum bizim kişiliklerimizi etkiliyor. Devletin bize daha etkin biçimde el uzatması yasal bakımdan olanaksız mıdır?" * Elbette olanaksız değildir. OGRENCI/OGRETMEN TUNCER Milli Eğitim Bakanhğı görmeyen çocuklam el uzatmah Dahası, yasalar bunu Milli Eğitim Bakanhğı'na görev olarak vermiştir. Bugün ülkemizde 60 bin dolayında görmeyen çocuk var. Bunlann büyük çoğunluğu okuma olanağından yoksun ve perişân durumdadır. Görmeyen çocuklar için açılmış, ilkokula dayalı dört ortaokuldan birini bitirme talihine erenlerin öğrenimlerini sürdürmeleri hemen hemen olanaksız. Görmeyenler için lise düzeyinde okul yok. Görmeyenlere yardım amacıyla kurulmuş otuza yakın derneğin çalışmalaTI son derece yetersiz. Lisede okuyabilen bir öğrenciye derneklerin yaptığı aylık yardım 2 bin lirayı geçmiyor. Liseli bir görmeyenin teyp, kaset gibi gereksinmeleri ve daha pek çok sorunları var. Kısacası, görmeyen çocuklann sorunlanna Milli Eğitim Bakanhğı en etkin biçimde eğilmedikçe, kişilerin ya da ne yaptıkları pek bilinmeyen bir takım derneklerin bölük pörçük yardımlarıyla sonuç alınamaz. Milli Eğitim Bakanı Sayın V'ehbi Dinçerler'in önünde bu önemli konu da sıra bekliyor. Ozetle • Rize'nin Pazar ilçesi, Balıkçı tlkokulu 'ndan öğretmen Mehmet Yılmaz, okulunda oluştuntlan kitaphk için öğrencilerine ışık tutacak kaynak kitaplara gereksinme duyduklarını belirten mektubunda şöyle diyor: "Okulumuz kitaplığı adresine gönderilecek her eser, yurdumuza yeni bir eser kazandıracaktır." • IstanbuFun çeşitli semtlerinde oturan pek çok veliden aldığımız mektuplarda, okullarda okul aile birliklerince düzenlenen yetiştirme kurslan için yönetmelikte belirtilenin çok üstünde ücret alındtğı yakınma konusu oluyor. Veliler, Milli Eğitim Müdürlüğü 'nün denetleme görevini etkin biçimde yerine getirmesini bekliyorlar. • htanbul'dan Sn. S. Metin 'e: 7/2811 sayıh "Memur Konutları YönetmeliğV'ne göre, konutun bulunduğu yerde, kendisinin, eşinin ya da birlikte oturanların konut ya da akarı olanlara, müfettişlere ve mü'fettiş gibi yevmiye alan memurlara konut tahsis edilmez. 1915'te doğanlar bugün 69 yaşındadır. 1915'de otuzkırk yaşlannda olanlar çoktan dünyamızdan ayrıkjılar. 1915'te Doğu Anadolu'daki savaş bölgelerindeki Ermeni topluluklan alınıp güneye götürülmüş. Buna 'tehcir hareketi' deniliyor. Çarlık ordusu Anadolu kapılarındadır. Erzurum önlerinde kanlı çarpışmalar oJmaktadır. Kışkırtılan Ermeniler de Rus ordusunun önü sıra, ardı sıra kıyım eylemlefine girişmektedirler. Turk ordusu bir yandan dış düşmanla savaşıyor, bir yandan da kışkırtılan Ermeni çetaleriyle... "Ermeni Komitelerinin A'mal ve Harek&tı ihtilaliyyesi" adlı kitap 1916 da İstanbul'da basılmış, 1917'de de aynı kitabın Fransızcası "Aspiration et Agisements Revotutionnaires des Comites Armeniens avant et apres le Proclametion de /a Consüntion Ottoman" başlığıyla yayınlanmış. H. Erdoğan Cengiz'in yayına hazıriadığı bu kıtapta bir çok belge ve tanıklık var. Birini şuraya almak isterim. Trabzonlu Hüseyin efendinin kızı Nadiye hanım Rusların Van'a gelmesinden sonra başına gelenleri şöyle anlatıyor: "Bakkal Mehmet efendinin evinde saklanan Ali ağa ve eşi Lali ve bunlann on yedi yaşında Hasan ve on yaşında İhsan, dört yaşında Tahsin, bir yaşında Kazım adlarındaki oğullanyle kızı Zehra ve bunun kucağında altı aylık çocuğu ve ben iki kh zım ve bir oğlumla beraber bulunduğumuz sırada Ermeniler evimizi bastılar. Hükümate haber vermek için telâşla çıktım. Geri, döndüğümde mazgallardan atılan kurşunlann korkjsundan bir daha çocuklarımı göremedim. Ancak beş yerinden yaralı olup bir hayır sahibi tarafından Diyarbakır'a gönderilen biçare masum yavrunun geçirdiği musibet ve anlattıği faciatar Ermenilerin zulum yapmakta ne kadar mahir birer canavar olduğunu gösterir. Ali'nin oğlu Hüseyin ve kızı Zehra'nın parçalandığını annem söyiedi. Kucağındaki çocuğu murahhashaneye götürdüter, orada ökjürdüler. Pencereden bakarken Ermenilehn beş altı aylık bir çocuğu öldürdüklerini gördüm. Sonra diğer beş çocukla bir gebe kadını öldürdüler. Mezalimin hangi birini sayayım. Bacağım kalçadan çıkık, sakat aciz bir haldeyim. Bu hali hiç unutamayacağım." Son yıllarda Ermenilerin Doğu Anadoiu'da işledikleri cinayetlerle, kıyımlaria ilgili pek çok kitap çıktı. Bunlar İngilizce ve Fransızcaya da çevrildi. Bu kitaplarda yer alan kanlı olayların hepsi de uydurma olabilir mi? Ya o resimler. o belgeler? Hepsi yalan mı? Bunlar yalan, uydurma; yalnız Ermeni terör örgütlerinin ileri sürdükîeri 'kıyım' olaytarı gerçek? Buna kim inanır? Batı'nın saf, aldatılmış insanları bile bu denli saptırılmış savlara kanmaz. Nitekim yavaş yavaş 'Türkjerin barbaıiığı, Ermeni halkı ortadan kaldırması' masalları çürütülmekte, Batı'da bu konularda bir uyanma olmaktadır. Çar ordulannın koruması altında Türk halkını kıyıp geçirecek Ermeniler elbette ki bir karşıiık göreceklerdi. Bu tür olaylar savaşlarda görülegelmiştir, yalnız bizde değil, dünyanın her yerinde böyledir. Osmanlı hükumeti, Ermeni halkın o bölgelerden başka yerlere götürülmesini gerekli görmüş Bunda iyi bir niyet vardır, hiç değilse Ermenileri aşın düşünceli ırkdaşlannın etkisine kapılmaktan korumak, öç alma tutkusuna kapılmış Türk halkının tepkilerinden kurtarmak istenmiş. Binlerce Ermeninin bir yerden başka bir yere götürülmeleri sırasında olaylar çıkmış, ölenler olmuş. Can kaygısına düşmüş, dört yandan düşman ordularıyla çevrilmiş bir ülkede bu tür durumlardan kaçınmak zordur. Gerçek şu ki, Çar ordulannın etkisi, kışkırtması sonucu baş kaidıran Ermeni çeteleri ile Türk halkı arasında çatışmalar kanlı savaşımlar olmuştur. Dünyanın her yerinde, her büyük savaşta yaşanan, görülen işlerdir bunlar. Aradan 70yıl geçiyor, Batı ülkelerindeki Ermeni örgütleri 'kıy;m lara kalkışıyoriar, suçsuz, savunmasız insanları pusuya düşürüp öldürmeye başlıyorlar. Elçiler, ataşeler ilk kurbanlar oluyor. Konsolosluklan basıyorlar, yapmadıktarını bırakmıyorlar. Yakalandıklan, Adalet önüne çıkarıldıklan zaman da kendilerinin birer 'savaşçı' olduklarını söylüyorlar. Bu nası! savaş? Paris'te, Belgrat'ta, Los Angeies'te sokak ortasında yürüyen, arabasına binen insanları, gizlendikleri yerden tarayarak öldürmek mi 'savaşçılık'? Tarih yapraklarında pek çok kanlı, haksız, çirkin olay vardır. Yeryüzünde nice nice kıyımlar yaşanmıştır. Amerika'da Kızılderililerin, Asteklerin, inkaların, Afrika'da çeşitli yerli toplulukların acımasızca yok edilmeleri; yakın tarihlerde Almanya'da Yahudilere karşı ışlenen kıyım eyiemleri, son yıllarda da Yahudilerın, Fransızlann, Amerikalıların, Fılistin'de Beyrut'ta. Cezayir'de, Viernam'da, daha başka yerlerde giriştikleri toplu kıyımlar, toptan öldürmeler... Bunları niye görmek istemezler? * NOT: "Tercüman" gazetesinde bir haber okudum. Paris'te dört Ermeni teröristin yargılandığı mahkemeye benim de bir telgraf çektiğim ve bu telgrafın duruşmadan önce mahkemede okunduğu yazılmış... Böyle bir durum yoktur, "Tercüman" gazetesinde 1 şubat günü yayınlanan haber doğru değildir. Ben, hergün yazıları yayınlanan bir kişiyim, telgraf çekeceğime düşüncelerimi açık açık yazarım. Milli Eğitim Bölge Müdürlükleri ne yapıyorl * İstanbul'da Milli Eğitim MüdürlUğü'ne bağlı olarak çalışan üç bölge müdürtüğü var. Biz bu müdürluklerin hangi yasal dayanağa göre kurulduklannı, giderlerinin nasıl karşılandığını merak ediyoruz. Şimdiye kadar bu bölge müdurlüklerinin öğretmenleri yeriermden oynatmaktan ve ihale işleriyle ugraşmaktan başka bir iş yaptıklarını görmedik. Bizi bu konuda aydınlatır mısınız? Bir grup veli ve öğretmen * Bildiğinıiz kadarıyla İstanbul'da görev yapan birinci, ikinci ve üçüncü bölge milli eğitim müdürlükleri yasa ile değil, Milli Eğitim Bakanlığı'nın "idari tasarnıfu" ile kurulmuşlardır. Bu nedenle de çalışma alanlan ve yetkileri son derece sınırlıdır. Bakanlığın İstanbul'da milli eğilim hizmetlerini kolaylaştırmak amacıyla böyle bir örgütlemeyi düşündüğü anlaşılıyor. Oysa bugüne kadarki uygulama, bölge müdurlüklerinin işleri daha da zorlaştırdığını göstermektedir. Örneğin öğretmenin doğrudan Milli Eğitim Müdürlüğü'ne iletildiğinde kısa sürede çözümlenecek bir sorunu hiçbir yetkisi bulunmayan bölge müdürlüklerinde haftalarca sürüncemede kalmaktadır. Bu öğreüm yıh başında, İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri kurulmuş olduğuna göre, kırtasiyecilikten başka bir görev yapmayan bölge müdurlüklerinin kaldınlmasında büyük yarar vardır. OLUM Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü Profesörlerinden sevgili eşim, canım babamız; BAŞBAKANIIK HAZEVE VE DI^ TICARET MÜSTEŞARUGEVDAN BHJMRnMŞTİR Hazinece 1 yıl vadeli Devlet İç Borçlanma Tahvilleri ihraç olunacaktır. 1 yıl vadeli tahviller yıllık %43 net faizli olup, dönem sonu faiz ödemelidir. 10 Şubat 1984 cuma günü satışa sunulacaktır. Tahviller, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve T.C. Ziraat Bankası'nın tüm şubelerinde satılacaktır. Kamuoyuna duyurulur. Basın: 11167 Prof. Dr. TAKİYYETTİN MENGÜŞOĞLU'nu kaybettik. Acımız sonsuzdur. Bugün, üniversite merkez binasındaki tören ve Beyazıt Camii'sinde kılınacak öğle namazından sonra îçerenköy'de toprağa verilecektir. Eşi: Tomris Mengüşoğlu Çocukları: Selver ve Yusuf Mengüşoğlu ACI KAYBIMZ Değerli Hocamız, Sistematik Felsefe ve Mantık Kürsüsü Başkanı, emekli Prof. Dr. TAKİYYETTtN MENGÜŞOĞLU'nu yitirmiş bulunmanın üzüntüsü içindeyiz. Ailesine, yakmlarına ve tüm öğrencilerine başsağlığı dileriz. Cenazesi bugün saat 11.30'da İstanbul Üniversitesi merkez binasında yapılacak törenden ve Beyazıt Camii'sinde kılınacak öğle namazından sonra, İçerenköy Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. Felsefe Bölümü Öğretim Üyeleri ve Yardımcılan KİTAP OKUMAYI VE OKUTMAYI SEVENLERE Kitap setlerimizin taksitli satışmda • İnsan ilişkilerini rahat kurabilen • Kitap okumayı seven • Yüzde 1525 primle çalışacak genç SATIŞ ELEMANLARI aranıyor. Başvuru için: YAZKO Türk Ocağı Caddesi İstanbul Tabib Odası Han No: 17/2 Cağaloğlu VEEAT VE TEŞEKKÜR 2.2.1984 tarihinde vefat eden annemiz, ZEHRA UÇAR'ın hastahğı sırasında yakın ilgi ve çabalarını esirgemeyen Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nin tüm personeline, vefatından sonra bizleri yanlız bırakmayan yakın dostlanmıza teşekkürü bir borç biliriz. REFİK UÇAR VE AİLESİ ÇAĞDAŞ YAYINLARI PROF. Dr. EMRE KONGAR KÜITÜR ÜZERÎNE İkinci basısı çıktı Ederi: 350 Lira tsteme Adresi: Türkocağı Cad. 39/41 Cağaloğlu tstanbul