16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER dınlara kalkışmaları; doğru dürust bir film yapılma oianağı belirince, sevinip desteklemek ne soz, "Devlet televizyonunda, (Devlet televizyonunda yanlışa yer verilmediğini bilmeyen mi var?..) bu yanhşa yer verilemez" yargısıyla kendilerine çok önemli görunen nedenlerle onleme çabasına düşmeleri, işi bir gün bu noktaya getirecekti. Kızgınlıkla yazılmış gorünecek bu satırlann sakladığı acıyı, sinemaya emek vermiş kişiier herkesten iyi anlayacaklardır sanırım. Değerli romancı Adalet Ağaoğlu, birlikte katıldığımız, sinemayla ilgili bir açıkoturumda kafamıza yerleşmiş "Sansür Hücresi"nden soz etmişti, hep anımsanm. Ne etsek ayağımıza takılıyor o sansür hücresi. Salt kendimize istiyoruz özgürlüğü; başkası için söz konusu oldu mu, en akıllımız bile ayağa fırlıyor. Bu tutarsız davranışın en büyuk acısını da yıllardır sinemamıza çektiriyoruz. BİR BAŞKA OLAY Tarık Buğra'nın Küçuk Ağa'sını, yönetmen Yücel Çakmaklı TRT filmi yaptyordu, onu da rafa kaldırmışlar. Yakılan film için, Nokta dergisinde, "Yazık olmuş" diyordu Tarık Buğra. Yorgun Savaşçı gosterilmedi, Küçük Ağa da gösterilmesin diyesiymiş kimileri. Tarık Buğra şöyle yazıyor: "...bu oyun sökmeyecektir. Çünkü Küçük Ağa, roman olarak da, film olarak da bu millete moral ve güven verecek, gerçek benliğini tazeleyecek bir tarihigerçeği saptırmadan, kişisel yorumlarla çarptırmadan anlatılır. •"Dolaylı biçimde Yorgun Savaşçı'yı suçlayarak kendi filmine özgürlük istiyor BUCRA. Bilemiyor ki, Kemal Tahir için var olmayacak özgürlük, eninde sonunda, onun için de var olmayacaktır. "Tarihgerçeğini saptırmak, kişisel yorumlarla çarptırmak" suçlamaları da garip benzerlikler taşımıyor mu? "DÜŞÜNCELERtNE KARŞIYDIM. AMA..." Kemal Tahir, duşüncelerine nasıl karşı olduğumu kendisi de bilirdi, çevre de bilir. Soyledim de, yazdım da... Halit Refiğ'e eleştirilerim çoğu kez taşlamaya kadar varmıştır. Kemal Tahir, romanımızın ulu tepelerinden biri, Halit de sinemamızın ustalarındandır. Bu gerçek değişmez. Nokra dergisinin yansıttığı kadarıyla, Yorgun Savaşçı için düzenlenen raporun içeriği, bir filme sağlıklı yaklaşımdan çok, kızgınlıkla yazılmış, kışkırtıcı jurnal izlenimi veriyor. Bütün savlar doğru da olsa, binlerce metrelik koca film gene de böyle suçlanamaz. Belirtilen terslikler, yanlışlıklar, olsa olsa, bazı sekanslardaki çekimlerden, diyaloglardaıı çıkanlıyordur.Yönetmenden: 1Yeni bir kurgu istenebilir, 2 Ek çekimLr onerilebilir. Olmadı, film korunmaya alınır, saklanır; ilerde yeniden tartışmaya getirilir. Yakmak uygar tepki değildir, Osmanlı cellâllenmesidir: "Urun, koman, tez boğun!.. Rahmetli Kemal Tahir kıs kıs gülüyordur mezannda, 'Ben size Osmanh'dan kurtulamazsınız demedim mi?..' diye... Şimdi buyrun hep birlikte, film yakmak şudur. budur diye, istediğimiz kadar bağınp çağıralım. Tarihte kitap yakanlar ardından insan da yaktılar. lik film yakan ülke biz olduk, deniyor. Alnunızdan bu lekeyi silmenin bir yolu var mı?... Şehname olayının sonunu Evliya şöyle anlatıyor: Dellâli bimecal Melek Ahmet Paşa'ya gelip durumu ayrıntılanyla bildirir " . . . Paşa Şehnameyi gördükte ah idup erbabı divana gösterdi. Huzzarı meclis (meclistekiler) herife lânet okudular... Paşa, "Tiz o Tireli Hacı'yı götürsünler didikte... Herifi sahiptelvisi (pisliklere bulanrruş herifı)... Paşa'nın huzuruna getirdiler. Paşa, "Bire âdem, niçun bu kitabı böyle ittin?" deyince, herif dedi ki: "Ya o kitap mıdır? Papaz yazısıdır. İyi ettim. Nehyi münker ıderek bozdum. " P a ş a " ...Ben icrayi hukümet iderek rnezzadda iki bin guruşa çıkmış kitabı bozmağı sana göstereyim. Al şunuaşağı!.." dedi. Herif her ne kadar "Ben kapıkulu yeniçerisiyim" didi ise de cellâtlar aman virmeyüp bin değnek urarak... mâli miri için bin altıyüz guruş da tahsil idüp... ordudan taşra sürdüler... Cümle ordu halkı biçareyi teşyi iderek maymuna döndürdüler..." (1) Melek Ahmet Paşa yöntemine özlem duyacak çağda değiliz. Bir sanat yapıtı yakılmış, milletin görsel haklan çiğnenmiş, milyonlanna kıyılmıştır. Yapanlann yanına kalmamalı. Bir sinema emekçisi, bir yazar, hepsindeıı öte de bir yurttaş olarak dilekçe vermek istiyorura, nereye vermeliyim? (1) Almtılar: Evliya Çelebi Seyahatnamesi, ilk baskı, İstanbul, 1314 Cilt IV. S. 347349 FUm Yakıldıktan Soıtra... VEDAT TÜRKALİ Evliya Çelebi anlatıyor: " . . . Kadızadeli fırkasmdan geçinen nâmerd... (Sözunü ettiği adamın ne aşağılık olduğunu belirten bir sürü sıfat sıralıyor burda)... iken, ...bir sihrâsâr şehnarneyi mezâdı Sultanî'den bin altı yüz guruşa ahp üzerine yazdınr. Herifi nâzarif haymesine (çadınna) varup "Tasvir haramdır" diye cümle sahaifde (sayfalarda) olan tesaviri (resimleri) berbad idüp gözlerin çıkanr. O suretlerin nergis misal gözlerini etrâk bıçağjyla hâk ederken (kazırken) her varakı (yaprağı) delikdeşik etmiş. Baa tasvirleri boğazladım zu'miyle (sanısıyla) bıçakla boğazlarından çizmiş. Hele o musanna (sanatla işlenmiş) çehrelerini, nâzik libaslarını (giysiJerini) ağzındaki mekruh balgam ve tükrü|iyle telvis etmiş (pisletmiş). Görmeli tabiatı ki böyle bir zücıymet (böylesi değerli) kitabın her varakını iistad ancak bir ayda hasıl etmiş iken... Ertesi gün dellâl akçesini talep etmeye vardıkta... kitabı açar bir de ne görsün: ..."Bire ummetMuhammed bu şehnameyi görün bu zalim neylemiş?.." diye feryad eder. Herifi nâzarif der ki: "Eyi vardım hoş ettim, nehyi münker eyledim. (Nehy anilmünker, şeriat yasaklanru uygulama anlamına gelen bir Arapça söz. Herif ona dayandınyor). Heman bir suret alıkoydum, o da benim Tire'deki oğlanıma benzediği için..." Evliya Çelebi'den bu parçayı, çok eskilerde okul edebiyat İcitaplarına da almışlardı. Kırklı yılların ortalannda bir askeri lisede öğretmenliğim sırasında, sınıfta bu parça üstünde çalışma yapılırken, öğrencilerden biri, "Bu adam Turk değildir efendim!.." demişti. Tam açıklayamıyordu ya, böylesi yobaz, böylesi güzele duşman birinin Türk olmasını kanına yedirememişti. Benzerlerinin her ulusta bulunabileceği uzerine bir şeyler söyledim. Bizde çıkmaması için sınıfça dilekte bulunduk, dersi mutlu sonla kapadık. Bu asker oğrencinin içten tepkisini, ordunun toplumumuzda ileriden yana k o numunun bir belirtisi diye almıştım o gun dersi oyle kapatmıştım. Üstunden kırk yıl geçti. O oğrenci, sınıfta tartışmaya katılan öteki öğrenciler nerdedirler şimdi, ne iş yaparlar? Bu dersi anımsayacaklar mıdır, bilmem. Halit Refiğ'in filminin yakıldığını duyunca aklıma hemen, Evüya Çelebi'nin anlattığı oiayia, o günkü dersimiz geldi. Biliyorsunuz, TRT, Halit Refiğ'in, Kemal Tahir'in Yorgun Savaşçı adlı romanından yaptığı büyük filmi yaktırmış. Her karesini iistadın ancak bir ayda yarattığı fılmin nergis misal gozlerini yakıp kul etmişler. lyi edip, hoş eylemişler, nehyi munker kılmışlar. Birsanat yapıtını yakmak şaşılası bir olay. İnceleme, uyan zamanında yapılmadığı için milletin görsel hakları çiğnenmiş, milyonlanna kıyılmıştır. Kendini Türk sinemasına adamış, usta bir film yöneımeni oluşu her türlü tartışmanın ustündedir Halit Refiğ'in. Hepsi bir yana, Türk sinemasına, özellikle aydın kesimde büyük saygınlık sağlayan, televizyona yapılmış en beğenilen filmi, Aşkı Memnu'yu imzalamış sinemacıdır. Tutkuyla bağlı olduğu Kemal Tahir romanından yaptığı filmi de merakla, sabırsızlıkla bekliyorduk. Stüdyoda filmden birçok kısımlar görmüş olan senarist dostum Bülent Oran'a sormuştum, Aşkı Memnu'dan sonra Halit'in bu filminin etkisi neolur, diye. "Gordüğüm kadarıyla Yorgun Savaşçı, Aşkı Memnu'yu, sinema yapıtı olarak, rahat dorde katlar" demişti. Film uzerine bildiğim bu. Bir de filmde oynayan arkadaşların güvenli sözleri... Desem inanmayacaksınız; ben bu yakılma olayını yadırgamadım! Türk sinemasına yapılan haksızlıkların, acımasızlıkların, edilen kötüluklerin ne ilki, ne sonudur bu, sadece tepe noktasıdır. Aydınların, hele ilerici aydınlarımızın bile, sinemamıza yaklaşımlarındaki terslik, anlayışsızlık kolay açıklanamaz. Bir Turk filmindeki sıradan, olumsuz bir tiplemeye, sözle karşı çıktıklan SANSÜR'ün mantığıyla, bizim meslektaşlarımızın arasında böyleleri yoktur savıyla sal PENCERE IMF şablonu 24 ARALIK 1983 Özal hükümetinın "Atatürkçü" programının özeti gazetele de yayınlandı. Ne var ki 79 daktilo sayfası tutan bir belgeyi gazetelerın olduğu gibi yansıtması zordu. Bunun üzerine bekledim; programın tümünü ele geçirip okuduktan sonra bu yazıyı yazıyorum. • * • OKTAY AKBAL EVET/HAYIR Eleştiri Yasak mı? İyi değil. Hiç iyi değil. Bu başlangıç, demokratik yaşamın, daha doğrusu 'demokrasıye geçiş süreci' açısından hiç umut verici değil... Demokrasi, eleştiri yapabilmek özgürlüğü demektir. Yazıyla, sözle eleştirmek, düşünceyi açıkca bildirmek. İşbaşında olan kimselerin de bu düşünceleri, görüşleri, eleştirileri olgunlukla karşılamaları... Kendileri gibi düşünmeyenlerin de bu toplumda söz söyleme, yazma, kısacası yaşama hakkı olduğunu önceden kabul etmeleri... Başbakan Özal her ne kadar 'muhafazakâr' olduğunu soylerse de ortaya attığı sosyal ve ekonomik paketler hiç de 'muhafazakâr' değil!... Bir çok şeyi değiştiriyor. Bakanlıkları kaldırıyor, sayılannı azaltıyor, eski yasaları değiştiriyor, 'bırak yapsın bırak geçsin' formülü uyannca toplumun kimi katlanna geniş mi geniş özgürlükler tanıyor, yanı bol parası olana daha çok kazanabilmek. daha çok dış gezılere gıdebilmek olanakları falan... 'Değiştirmek' sloganını kullansa daha iyi edecek!... Özal : ın 'muhafazakârlık'tan anladığı eski partisinın siyasal, toplumsal görüşleridir. Bunların neler olduğunu da herkes bilir. JDaha ilk adımda yenı Başbakan, bilerek mi bilmeyerek mi, orası daha belli değil, eleştirilere karşı nasıl bir tutum takınacağını göstermiştir. Türkİş Kongresi'nde Halil Tunç'un "Haklar meşru zeminde aranacak. Her şey serbest, ama ücretler ve taban fiyatlar değil. Bu programlar dört yıldır denenmekteydi. İş barışından söz etmek için işçiler haklannı kullanabılmeli" gibi sözlerine karşı iktidar milletvekilleri büyük tepkı göstermişler.ama Sayın Özal susmuş, hiç bir yanıt vermeden salondan çıkıp gitmiştir. Bu kadarla kalsa gene iyi, soğukkanlı bir polıtikacılığın örneğini verdi denebilir, ama öyle yapmamış, gazetecilerin 'Halil Tunç'a cevap verecek misiniz?' sorusuna "Hayır, 12 Eylül öncesine dönmek istemiyoruz. Bu nedenle cevap vermek isterniyorum" demiştir. Şimdi herkes ne düşünecek? "Demek, eleştiri yapmak, Başbakan'ın sözlerine ters düşen görüşler belirtmek, ya da yazmak 12 Eylül öncesine dönmek sayılıyor, öyleyse susalım, hiç bir eleştiride bulunmayahm" mı? Kısacası, 'eleştiri diye bir şey yoktur', öyle mi? Bu nasıl 'demokrasiye geçiş eyresi'dir, bu nasıl 'çoğulcu düşünceye saygı'dır, bu nasıl 'hükümet etme' yöntemidir? Sayın Özal daha ilk adımda hemen suçlayarak susturma silahına sanlmakla kamuoyu karşısında niyetini, gerçek tutumunu belli etmiş olmuyor mu? Ne demek '12 Eylül öncesine dönmek istemem, bu yüzden susuyorum'? Bu türlü bir davranış eleştiri yapanlan bir yerlere ihbar etme' anlamı taşımaz mı? Özal yöntemlerini, Özal politikasını, Özal tutumunu eleştirmek, yermek, hatta ulusal çıkarlara, yararlara aykırı bulduğunu soyiemek, yazmak isteyenlere bir çeşit uyan, hatta gözdağı vermek sayılmaz mı? • Sayın Özal'ın Türkİş Kongresi'nde de yinelediği başka bir özelliğini de belirtmek isterim. Önüne çıkanı öpüp boynuna sarılma alışkanlığı!.. Kongrede konuşan parti liderterini kürsüden iner inmez yanaklanndan öpmek... Bu, hiç hoş olmayan bir davranıştır. Dünyanın hiç bir uygar ülkesinde bir Başbakan iki de bir karşısıne gelenleri iki yanağından öpmez! Birini öpmek.belirli bir anlam taşır. Bayramdır, bir kutlama vardır, şudur budur, dostunu, arkadaşını uzun şüredir görmemişsindir, yanağından öpersin, bu olur. Sayın Özal da özel yaşamında öpmekten öpülmekten hoşlanan bir kişidir belki, ama herkesin gözü önünde, TV ekranları karşısında durmadan onu bunu öpmesi hiç güzel olmuyor... Sayın Başbakan'ın bu öpmeöpülme tutkusunu bir yana bırakması gerekiidir. TC Başbakanı daha ağırbaşlı. daha duyarlı olmalıdır. • 12 Eylül öncesine dönmek... Bunun bilinen, yaygınlaştınlan anlamı terör ortamma dönüştür, böyle bir kargaşadan yana olmaktır. Bunu kimse istemez. Ama anayasa ilkelerinin, çoğulcu düşüncenin egemen olduğu, eleştiri yapabilmek özgürlüğü ne saygı gösterildiğı bir ortam, bir toplum, bir tutum 12 Eylül öncesinde de, bugün de özlemle istenmıştır, aranmıştır, zaman zaman da kurulmuştur. Ama birtakım çevreler Türkiye^ deki demokratik yaşamı ortadan kaldırmak için terörle, korkuyla, şicjdetle, cinayetlerle ülkemizi 12 Eylül'e getirmişlerdir. Eleştirilerin, özgür düşünce belirtmelerin 12 Eylül'e gelişimizde hiç bir suçu yoktur. Şimdi Başbakan'ın en küçük bir eleştiri karşısında '12 Eylül öncesine dönmek'ten söz etmesi yadırgatıcıdır, üzücüdür, umut kıncıdır. Bilgisayarlar hastanelerde hasta muayene ediyorlar. Teşhisleri doktorlann teşhisleriyle büyük ölçüde uyum gösteriyor. Bilgisayar sistemleri kullanan jeologlar maden ve petrol yataklarının yerlerini büyuk bir doğrulukla saptayabiliyor. Ingiltere'degerçekleştirilen ilk "bionik burun", parfüm, gıda maddeleri ve fermantasyon urünleri ureten kunıluşlarda buyük işler başarıyor. Her an işinin başında olan, çalışma ortamına duygularını yansıtmayan, yorulmamacasına çalışan, tüm mektupları gözden geçiren, telefonları cevaplayan, notiar alabiien ve giyim kuşam sorunu olmayan bir sekreter duşünebiliyor musunuz? 5 aralık 1983 tarihli U. S. News and World Report dergisinde sozü edilen bu sekreter 1BM firmasının geliştirdiği yenı roboi: "Epistle." Son yıllarda dev adımlarla gelişen bilgisayar teknolojisi, insan beyni gibi düşünebilen ve karar verebilen bazı araçları üretmeyi başardı. Yetenekleri sırurh da olsa, söz konusu robotların insan yaşamında büyük değişiklikler yaratacağı kuşkusuz. O nedenledir ki, ileri sanayi ulkeleri bu alanda büyük bir yarış içindeler. Düşünebilen makinelerin yapımı için çabalann yoğunlaştığı son 25 yıl içinde büyük aşamalar sağlandı. ilk zamanlar yalnızca satranç o>Tiamayı becerebilen "düşünen makineler", günümüzde uzmanlık ve deneyim isteyen konularda da işler başarmakta. Yeni teknoloji, bilgisayarlan hızla hesap yapan sistemler olmaktan çıkarıp, görebilen, dokunabilen, sesli emirleri algılayabilen ve ceVaplayabilen aygıriar haline dönüştürmekte. Uzmanlara göre elektronik aygıtlar, ekonomik ve tıbbi danışmanlık görevini üstlenebilecek; hava raporları hazırlayabilecek; mimari projeler tasarlayabilecek; öğretmenlik yapabilecek ve karmaşık endustriyel süreçleri yönetebilecek duruma gelecekler. Sözü edilen gelişmeleri sağlayacak aygıtların, ne denli üstün yetenekli olurlarsa olsunlar, so BILIM/TEKNIK Düşünen makineler bir devrim gerçekleştiriyor nuçta yine insanla bağıntılı bir yapılan var. Bu açıdan, gelecekte uzman personelin önem kazanacağı; ancak uzmanlık gerektirmeyen işlerde çalışanlann yerlerini makinelerin alacağı sanılıyor. Yapılan bir araştırmaya göre gelecek 30 yıl içinde fabrikalarda çalışan robot sayısının 30 milyonu bulacağı tahmin ediliyor. Bu kadar robotla nasıl başa çıkılabileceği ayn bir sorun. "Düşünen makineler"in giderek günlük yaşantımıza girmesi, zorunlu olarak toplumsal olgular üzerinde de değişmelere neden olmakta. Ekonomide, sosyal yaşamda ve tarihsel gelişim sürecinde devrimler beklenmekte. 17. yüzyıl fılozoflarından Rene Dercartes "Düşünüyorum. o halde varım" derken kuşkusuz robotlan değil, insanoğlunu kastetmekteydi. Tarihsel gelişim içerisinde sürekli daha iyiye, daha güzele ulaşma tutkusunu sürdüren insanoğlu, henüz bu niteliklerini korırmakta. Fakat bazı yeteDeklerini, sınırlı da olsa, düşünebilen makinelere aktarması, kaçmılmaz bir biçimde sosyal yaşamı etkileyecek. Özal hükümeti programında Atatürkçü olduğunu ileri sürüyor. Elhamdülillah, bir süreden beri Türkiye'de Atatürkçü olmayan bir kula rastlamak olanaksızlaştığından, bu sava diyecek bir şey yoktur; ama programın bir yerinde de hükümet şöyle tanımlanıyor "Hükümetimiz, milliyetçi, muhafazakâr, sosyal adaletçi, rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisini esas alan bir hükümettir." Bu tanımın ardısıra insanın aklına hemen bir soru gelmez mi: Özal hükümeti muhafazakârmış; Atatürk de muhafazakâr mıydı? Profesör Afet İnan'ın "Tarihten Geleceğe" adlı kitabının (iş Bankası Yayınları) 41'ınci sayfasında vurgulandığı gibi Atatürk bu konuda şöyle diyor: 'Muhafazakâr o adamlardır ki, nehrin suyunu elleri içinde tutmak isterier; onlann parmaklannda bir parça çamurdan başka bir şey kaJmaz." Sayın Turgut Özal ve arkadaşları akıp giden nehrin suyunu elleriyle tutmaya mı çalışacaklardır? Parmaklannda bir parça çamurdan başka bir şey kalmayacak mıdır? Bilemem. Bildiğim, Atatürk'ün "muhafazakâr" değil, "devrimci" olduğudur; hem "muhafazakâr" olup hem de Atatürkçü görünmek doğrusu oldukça zordur. * Özal hükümetinın ekonomik programı, çok iyi bilinen IMF reçetesınin bir şablonudur. Bu şablonu artık herkes öğrendi: "Sıkı para politikası + zam + vergi + serbest (ve de yüksek) faiz + surekli devalüasyon + yabancı sermaye + liberasyon." Bu ekonomı politikası "milli" değildir. IMF'nin uluslararası planda dayattığı formülü benimseyerek nasıl "milliyetçi" olunacaktır? Bu soru da 79 sayfalık hükümet programına asılı kalmış, boşlukta sallanıyor. Özal hükümetinın programı görünüşte "serbest piyasa"ya inanmışların felsefesini içeriyor; "serbestrefraoef/"öngörüyor, ekonomide liberal görüşü savunuyor. Ne var ki 79 sayfalık programda AET ile ilışkiler yalnız üo satırdır: 'AET ile münasebetlerimizde esas hedefimiz tam üyelik olmakla beraber, bütün safhalarda menfaatlerin dengelenmesini esas alan bir anlayış içinde olacağız" AET, üyeleri arasında "sermaye + emek + mal" dolaşımını (Arkası 11. Sayfada) YONETEN OMER GUZEL Ylbasında size bir TUBÖRG lâzım. 4 v« • YAPRAKU EVRİM OF8ET TAKVİMLERİ 3SxS0 170 23X50 4 rmprmk TAKVİM FtYAT LfSTESt Eb.t 3SXS0 EWl 150. 140.130. 120. 110.100. ADET 150 200 300 500 1000 2000 İM » tjncM PTT ttcreti EVRİM OFSET TAXV!MLERIN1 Tatnduı tdjnoak âtoroüara... 1) 20t»l™. «riMk blrnm 2000 TL. Sd«neU töoderiür. 2) Sipui, oieutüm* akrimim mnıın T. mürtanm Udmrek totarnun 1 3'a. EVRİM OFSETia Z3r u ! Bukuı Cf»locJ. 541. U h > 150 130 120 110 150 140 130 120 110 100 TEŞEKKUR Göztepe SSK Hastanesi Başhekimi p ç f 876 •HU&indt takrimkr 12 i» huviaaank »<i<n«li d 3) N»ma~l«rnnİB nuanaı bclirt«r«k 13S0. H.Dı B k Dr. ALİ HACIPAŞAOĞLU ile TAKVİM OALKRİSİ C*«alo<ta YokoM N.rhbtl** Sokak 5/1, Kadv H*n I5TANBUL VEU GOÇER T * , O R T A C I EVRIM oraer Dr. FAİK ALTINTAŞ'a ve 1. Ortopedi personeline geçırmiş olduğum trafik kazası sonucunda yaralanmam nedenivle bana gösterdikleri yakın ilgi ve yardımlanndan dolayı leşekkur ederım. YETER AYGEN ,52S 36 «0520 « 1«S22 t7 «7 **S23al 00523 70 »523 70 »8 DERS V ERİLİR Galatasaray mezıınu, Boğazıçi Üniversitesı oğrencisınden Ingilizce, Fransızca ve Matematik derslerı. Tel.: 142 23 38 GEÇ VE GÜÇ ÖĞRENEN Çocuklar için özel eğitim Tel.: 358 26 91 Doktor muayenehanesinde çahşacak bayan sekreter aranıyor. Tel.: 166 62 75.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle