28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMlORİm 21frba!1975 fTEDI Romancılığımızm başlıca sorunları ve üç ayrı görüş Temel sorun, romanın temel sorunlarının, inkârıdır bugün..* Oğuz ATAY Bugünkü romanımızın en Onemli sorunu bence «kişilik sorunu.dur. Bu sorun aslında insanımızın sorunudur; Insanımızın henüz, kişiük innrşrtrn^ savaşmın önemini kavramamış olmasıdır. însanm kendisiyle hesaplaşması diye bir kavramın varlığından henüz habersız olmaaıdır. Bu nedenle bugünkü romanımız düzmecedir. «Diyalektik» gibi, gerçekten büyük kavramların gerisine sığınan cüceler ordusunun ürünleridir. cKöylünün sefaleti gibi gerçeklerin gerisine sığmanlar, salt buna dayanarak büyük rotnanlar yazaınazlar,> diye sözler de ediliyor bugünlerde. Durumun en acıklı yaru, bu sözü söyleyenlerin de eleştirdlkleri kişiler kadar temel Eorunlardan habersiz uluşudur. Yani, «insanlann acıklı yaşantılan nasıl verilmelidir» sorunu, bır esnaflık işi olarak ele alınmaktadır. Yani, «Malını İyi Satmak Isteyen Her Edsbiyat Esnafi Neler Bilmelidir?» adlı eser salık verilmektedir; yani, halka, büyük doğrular adına yalan söylemekten kurtulamayan esnafın varhgıdır temel sorunlardan biri. Bir de kültürsüzlüktür, yani baa şeyleri bilmenin ötesinde yeni deyimiyle bir özümsem» işinin yokluğudur. Kültür kopukluğudur. Kendinden yirmi yu önce yaşamış olan bir romancıdan, yirmi yıl ilerde olduğunu s&narak rahatlama yanılgısıdır. Yani sezgisizliktir. Yani duyarsızlıktır. Bir iki toplumsal gerçegi bir yerden duyan ve başka hiç bir şey duymayan kişinin sagırlığıdır. Kötü romarüan. buyük sözlerle yutturacağını sanma yanılgısıdır. Bir cahillik coşkunluğudur. Bir edebiyat çetesine yaslanmanın verdiği «rehaveU ile yülar boyuncft. bir arpa boyu üerleyememenin zavalhlığıdır. Derinlikten, derinliğine ilerlemektcn korktnanın böcekçe ürküntüsüdür. Romanımız, bugün havua romanıdır; deniz romanı değildir. Yüzeyde çırpınmanın verdiği korku üe edebiyat heyec&nııu birbirine kanştıran böcek yanılgısıdır. Düzenden yana olanın da, düzene karşı olanın da aynı Eularda çırpınmasıdır. Haksız olana karşı çıkanın da haksız oldugu bir bataktır. Bütün bunlan yazmanın pek yaran yoktur aslında. Kişilik kazanamamış bir yarı aydınlar ortamında kimsenin, kendi yarım yamalak düşunce ve duygu «müktesebaUını irdelemeye, kendi edinimiyle hesaplaşmaya niyeti yoktur çünkü. Herkes kendinden o kadar memnundur kl, bütün endisesi esnaflığını nasü sürdüreceğidir: Dükkânda her müşteriye göre mal bulunsun, bir de reklâmı iyi yapılsm. Bu mallar köylünün sefaleti, işçinin direnmesi ya da küçük burjuva aydmın bunalımlan olabilir, farketmez. Esnaf ve tezgâhtar için bütün mallar, satılabildiği ölçüde makbuldur. Köy romanı piyasasında durgunluk mu var, biz de şehire taşımnz olur biter. Esnaf için. yani gerçek mal üretmeyen için, yani acıyı sevinci duyarlığı insan derinliğini yaşamayan için hepsi birdir. Esnaf için, bu sözlerimin de bir etkisi olacağını sanmıyorum. Ancak, henüz çetelerin şartlayamadığı gençler varsa; yaşlan ne olursa olsun, kafası ve duyarlığı genç kalmış olanlar varsa, belki bu sorunla.r,. üzerinde düşünürler diye,mnuyoruıru Belki henüz gerçekleri, kendileri düsünecek. kendi bilinçleri flf geTçftlere ulasacak gençler vardır bu ülkede. Belki bir dostumun dediği gibi kitabı karşısma ahp, araya hiç bir bezirgân sokmadan, kitapla tek basına hesaplaşacak insanlar vardır. Bu yazıyı (ve romanlanmı, hikâyelerimi) onlar için yazıyorum. Sahte eleştirmenlerin koltuk değneklerine dayanarak yürüyenlerin, edebiyat reklâm ajanslannın gürültüsüne kapüarak şartlananlann dışında kalanlann varlığına inanmak istediğim için yazıyorum bunlan. Belki aralannda Kemal Tahir'in dedigi gibi günde yirmidört saat romancı olmanın gereğini duyanlar ya da duyacak olanlar vardır. Halit Ziya'mn, Tanpmar'ın (hatta Peyami Safa'nıni roman denilen gerçegi, birçok gürültücüden çok daha kuvvetle hissettiğini, Kemal Tahir'in çok başka yollardan yürüyerek aynı gerçegi yaşattığmı kendilerine anlatabileceği «meçhul asker.lerin varhğına inanarak yazabilir ancak insan. Yoksa her köşeyi «Paralı Askerler.in tuttuğuna inansak kurtuluş yoktur. Romanımızın önemli sorunu, bu işin ömür tüketen bir uğras oldugunu kavramakla çözümlenebüir belki. Yani roman çok fınn ekmek işidir. Küçük kafa ve beden yaşantılanyla büyük fırtınalar kopanlamayacağını sezmektir. Şu ya da bu formüle yaslanmak işi değildir. Köyden şehire, şehirden köye durmadan taşınmak işi değildir. Romanı gerçekten dert edinmek işidir. Ama, hangi maü piyasaya sürersem daha iyi işi yapar diye dertlenmek degildir. Joseph Conrad'ın dedigi gibi «her satırda hakh çıkmak» gibi zor bir amaca yönelmektir. Ezilen insandan yana görünüp onu kukla gibi kullanmak değildir. Bir dava uğruna hakh haksız acı çekenlere tanrısal bir hoşgörüyle bakıp, küçümsemeyle onlara acımak hiç degildir. Hele saydığım gerçeklerden yana görünerek ve buna benzer lâflar ederek, bir yandan da insanın gözüne baka baka, yalan soylemek hiç değildir. Romanın temel sorunu «moral» (<ahlâk> gibi, ama daha geniş kapsamlı bir söz) bir sorundur. Bizim romanımız başlangıçta bir süre bunu sezmiştir. «Moral. sorun. aslında bir felsefe, bir kültür, bir sosyoloji, bir psikoloji, bir kültür sorunu oldugu için gene Kemal Tahir'in deyişiyle romancı kendisinin felsefecisi, sosyologu, psikologu olmak zorundadır; çünkü bu alanlar ülkemizde henüz «bakir>dir. Ne var ki bugün Şukürler Olsun Kemal Tahir'in sözünü ettiği zorluklar ortadan kalkmıştır, cebren ve hile ile ortadan kaldınlmıştır. Aziz romanın bütün kalelerine girilmiş, bütün zorluklar inkâr edilmistir. Romanımızın bugün temel sorunu, romanın temel sorunlannm inkârıdır. Bu aşama hepimize kutlu olsun. Ulus olma bilinci ve doğulu kadercilik cBugün romanımızın en önemli lorunu nedir?» sorujuna hemen karşılık bulmık, oldukça güç elsa gerek. Bu sorun, enlne boyuna düşünülecek olursa, oturup araştırma yapmalı, u/un bir inceleme yazısı hazırlamalı... Özet olarak düşünceleriml yazayım: Bugün romanımızın en önemli sorununu bulabilmek için, konuyu temelden almalıyız. Yüz yıl önceılne gelene değin, Türn edebiyatında ne roman vardı, nt de romanın sorunları. Daha öncesini bırakalım; Osmanlı devletinde, Anadolu'da, giaerek Doğu dünyasında, edebiyat demek, şilr demekti. Edebiyatta roman türü, gözlerimizl Batı'ya çevirince doğmuştur bizde. Doğmuştur, Batı edebiyatında görmüşüz, taklit etmeye başlamışız ama bu türe bir türlu ısınamamış, bu türü bir türlü uzun yıllar benimseyememişizdir. Bir başka deyişle becerememişizdir. Bu da doğal karşılanmalıdır. Romanı, benimseyememek, becerememek de bir bakıma uzun yıllar ROMANIMIZIN SORUNU olmuştur. Ancak Cumhuriyet dönemine ulaştığımızda bu sorun, daha da büyümüş, sonra da çözümlenmeye yönelmiştir. Roman, Hıristiyan Batı Uygarlığının bir sanat ürünü, türüdür. Ne ki Batı, roman türünü, islim Doğu Uygarlığının, giderek ilk çağların, masallarından, mitlerinden yararlanıp gelijtirmiştir. Yüz yıl öncesine değin Osmanlı Devleti, Doğu Islâm Uygarlığının bir parçası olarak yaşadı. Batılılasacağız dendiğinde Tanzimattan bu yana Batı Hıristiyan Uygarlığının bütün kurumlarını benimsemek istedi. Edebiyatta da böyle oldu. Ümmetçi, doğulu bir yapıdan; ulusçu, özgürlükçü, batılı bir anlayışa, bilince varmak yolunu tutmuştuk. Fikir yaşantımızda 1789 ihtilâlinin iticiliğl egemen olsun Istlyorduk. Bütün Batılı kurumlara öykünürken, elb«tte edebiyatta da Batılı bir öykünme egemen olacaktı yaşantımızda. Cumhuriyet'e gelene dek ROMANIMIZIN en önemli sorunu; a) Bir ulus olma bilincine kavuşabilmek, b) Doğu uygarlığının toplumumuzca bilincimizin derinliklerine Iflemls felsefesinden, dünya görüşünden kendimizi kurtarabilmekti. Ayrınlıları bir yana bırakırsak, edebiyatta ulus olma bilincinin içinde, dilimiz, Tükrçemiz vardır, Cumhuriyetimizin kurulujunun tâ on bejincl yılına doğru edebiyatta, diyelim romanda sorunumuz bu ulusal olabilmeye, ulus bilincine varabilmeye basladık. Bugün hâlâ bu bilinci n yerlesmesi, köklesmesi süreci içindeyiz. Dilimizin •lli yıldır basdöndürücü bir hızla gelismesi, arınması, ulus olma billncimizin en gözalıcı bir niteliğidir. Bugün benim kusağımın bile daha geriye gitmeyelim otuz yıl önce yazdığı Türkce, öyle gelismis, öylesine ufusallasmıştır ki, eski yazdıklarımıza bakınca, şaşkınlık içinde kaimaktayız: Edebiyat roman çalışmalarımızd», farkında olmadan, durmadan dilimizi yenilemislz. Bu yenilenmenin varacağı sınırı bugünden kestirmek de olanak dışıdır. Dilde oldugu gibi ulus olma bilincinin sureci bütün kültür anlayışımızda İçinde bulunmamız; bugün ROMANIMIZIN EN ÖNEMLİ SORUNUDUR. Bu sorunun arkasındı gizlenen çok daha büyük bir sorunu var bugün romammızm: Yukarıda belirttiğim gibi, Doğu uygarlığından Batı uygarlığı anlayısına geçebilmek! Romanımızın ilk sorununu az çok çözebilme yolundayız. Romancılarımız Türkçemize sarılıyor; toplumsal alanda yurdumuzu kucaklamak için ellerinden gelen gayratl gösterlyorlar. Yer yer bajarılı da oluyoruz. Ne var ki, bllinç altımıza yerleşen doğulu zihniyetten, dünya görüşü ve felsefeden henüz kendimizi kurtarmıs değiliz; basarılı olmuş sayılamayız. Çünkü bir yazar, içinde yaşadığı toplumun hem sözcüsü, hem de tutsağıdır. Toplumun kültür düzeyi, bilinçaltı geleneksel yaşantısı, yazarın kislliğlnde ycnsır. Ne denli yetenekli olursa olsun bir romancı, bilincinin, gelenek ve görgüsünün farkında olmadan, içinde yaşadığı toplumla bağlantısı olduğundan, belll bir çerçeveyi yıkamaz, sınırı geçemez... Işte ROMA Samim KOCAGÖZ NIMIZIN BUGÜNKO EN ÖNEMLİ İKİNCİ SORUNU BUDUR: Doğulu, mistik, kadercl felsefeden, dünya görüsünden kurtulamamak. Romanda ulusallığa yaklaşırken, evrensel olabilmenin basamağını çıkamamak! Bilimsel toplumbilimlerde çalışmalarda yetersiz oluşumuz, ya da bu yola yenl girişimiz de romancının üzerine bir karabasan gibi çökmektedir. Romancının kafası, yetcri denli bilimsel çalısmaların czelllkle kendi tarihlmiz, toplumsal yasantımız bakımından yetersizliğinden aydınlanamamaktır. Örneğin tarihsel kendi tarihimirle ilgili bir roman yazmaya kalkışan bir romancımız, kendisi bilimsel arastırmalar yapmaya kalkısmakta, elbetîe cok büyük yanlıslara düsmektedir. Doğulu, kaderci zihniyetten kendinl kurtaramayan çok yetenekli romancılarımız, bu kez halkımı anlatıyorum dlyerekten, halk efsanelerinl, masallarını roman diye ortaya çıknrmaktadır. Cenir ki, bir yazar ne denli yöresel oıabilirse, o denli evrensel bir yapıt ortaya koyabilir. Elb»fte yerimizi, yöremizl yazacağız, tarihimizden yararlanacağız. Şu koşulla: Doğulu kadercilikten, duygusallıktan kendimizi kurtararak. Bu da toplumumuzun düşün düzeyinin gelişmesine bağlıdır. Şunu da söylemek gerek, elli yılda bir hayli yol aldık. Güncellik, başlıca sorunlardan biri olarak önemli Erdal ÖZ Yabancı ülkedeki bir dostum, mektubunda şöyle yazıyordu: «Ne iyi, slı yeni kusak vazarlan, kökte birlestiğiniz halde, ne kadar birbirinize benzemlyorsunuz.» Düsününce ben de aynı kanıva vardım. öylesine bu işin içindeyiz ki, örnegin «roman» olayına, romanın vardığı çesitliliğe, şöyle dışından bakamıyoru» ve göremiyoruz bu çeşitliliği. Ne oluyor o zaman? Elestirmeyi ia edinmiş, uğraş edinmiş bir takım yazarlanmız, bu çeşitliliğin pek farkma varmadan, daha çok da bir genelleme havası içinde, edebiyatımıza yön vermeye çalışıyorlar. Yazdıklan romanların, öykülerin dışında yazılar da yazmaya kalkışan romancılanmız hikâyecilerimiz de bu çeşitlilik karşısında yanlış tavırlar ahyorlar. «Saf tutmak» uğruna, birini göklere çıkarmak, öbürunü karalayıp silmek yoluna gidiyorlar. 1975 yılı içinde iki önemli edebiyat tartışması oldu. «Sabahattin Ali Sait Faik» tartışmasmda, ya da «köy romanı kent romanı» tartışmasmda, gerek sanatçılarımız, gerekse eleştirmenlerimiz, edebiyatı ille de kendi tekellerine alma savaşına giriverdiler. Başanlı bir hikâyecımizin biraz yanlış bir çıkışını fırsat bilip, onu da, onun savunduğu çizgide yazanları da topluca karalama yoluna gidenler. bence bu çeşitliliğin farkma varamayanlardı. Bütün bir köy edebiyatını bir kalemde silıp atan bir başka aanatçımız da edebij'atı kendi anlayışt içinde daracıklastırmanın ytmılgısma düsmüştü. «Ne iyi, siz yeni kuşak yazarları, kökte birlestiğiniz halde, ne kadar birbirinize benzemiyorsunuz,» diyor yabancı ülkedeki dostum. Bence de doğru. Çünkü bunu derken onun hiç bir alt hesabı yok, biliyorum. Akdeniz'in o hırçın yapısından uzak biri o. Hemen sinirlenmiyor. Hemen övmüyor. Hemen yermiyor. Anlamaya çalışıyor. Böyle yaklaşıyor romanımıza, hikâyemize, şiırimize. Bizim kadar sevgisız, birbirine bizim kadar ilgisiz bir yazarlar topluluğu olan bir başka ülke daha var mıdır dünyada, bürruyonım. Düşunemiyorum da. Yabancı ülkedeki dostum, olaylar karşısında, nesneler karşısında soğukkanlı bir değerlendirmeye gidebiliyor ve diyor ki: «Kökte birleştiğiniz halde ne kadar birbirinize benzemiyorsunuz.» Doğru bir yargı bence de. özellikle roman alanında şu son birkaç yılda ortaya çıkan ürünler, bu çeşitliliği açıkça gösteriyor. Nedir birleşüen kök? Beş asağı beş yukan şöylece özetlenebilir: İçinde yasadığımız toplum düzerünin çelişkilerini yakalamak, belki. En azıncian yakalamaya çalışmak. Toplum olarak öyle bir aşamaya geldik ki, çelişküer gün günden kesinlik kazanmakta. Bir toplumsal patlamaya hazır, dolu, dopdolu bir yoğunluğun içindeyiz. Toplumun hangi kesimine el atılsa, çelişkiler bütün çıplakhğı, bütun netligiyle beliriveriyor. Edebiyat ürünlerimizüı birbirine benzemeyişinin nedeni, belki de toplum yapımızdaki çelişkiler çokluğundan. özellikle son otuz yıllık edebiyatımız, toplumun değişik kesimlerinden yazarlar getirdi. Yazarın geldiği toplumsal yapı farklan, ortaya değişik ürünler çıkarmakta. 1975 yılı içindeki iki büyük edebiyat tartısması, konuya sevgisizce, sanki öç alırcasına yak. laşılması bir yana bırakıhrsa, bir başka gerçegi ortaya cıkarmak bakımından da yararlı oldu diyebiliriz. Örneğin, «Sabahattin Ali Sait Faik» tartışması, Saıt Faik'in dokunuimazlığını ortadan kaldırmış olması bakımından yararlı olmuştur. En azmdan Saik Faik Üzerinde yeniden düşünülmesi, onun yeniden değerlendirilmest, yerli yerine konması gerektiğini ortaya koymuştur bu tartışma. Bir kısım eleştirmen arkadaşlar, bu konuda Sait Faik'ten çok Sait Faik'çi kesilmiş olsalar da (ki Sait Faik'in hikâyeleri, kendlni savunacak güçtedir), bu deferlendirme artık yapılacaktır. Yapılması gerekllıiir çünkü. Köy romancıuğı üzerindeki tartışmaya da yarar açısından bakacak olursak, yalnızca birtnkım köy gerçeklenni saptamakla, kırsal kesimdeki çeüşkileri yüzeyden görüp yazmakla romanunızın, hikâyemlzın atılım yapamayacağı gerçegi bir kez daha önem kazanmıştır. En azmdan köy romancılıgı, bir meslek olmaktan çıkanlmak istenmiştir. Ancak bu istenirken, tavır yanlışlıgı yüzünden, tartışma, bir kendini beğenmişlik, bir kasılma, bir atışma havasına bürünmüş, yolundan saptırümıştır. SANAT BDEBİYAT .VS İ J * i£c «c <?* «Kökte birleştiğiniz halde, ne kadar birbirinize benzemiyorsunuz», dıyordu yabancı ülkedeki dostum.. Kökte aynıyız belki, ama özellikle 1950 mayısından sonra, özellikle 19fil Anayasasımn getirdiği düsünce özgürlüğü içinde oluşan bir anlayış, edebiyatımıa da etkilemiştir. Bu da Türkiyemizin tarihsel gelişimini yeniden inceleyip değerlen dırme açısından olmuştur. özellikle son yıllarda, romanımızda beliren insan tipleri. konu içinde ele alınan olaylara tarihsel bir boyut verme çabası, romancılarımızı birbirine daha da ben. zemez dunıma soktu. iyi bir oluşum bu. Toplumun geüşim ve oluşum nedenlerini arayıp bulmak, güncel edebiyat anlayışına önemli bir derinlik, sağlamlık getirmişe benziyor. Günceli işlerken, toplum olarak buraya nereden gelindiği, nasıl gelindiği sorunu önem kazanıyor gittikçe. Homanın yapısını da, romandaki tipleri de değiştiriyor bu anlayış. Bugünü düne bağlayan toplumsal, ekonomik bağlar, romancının işini belki zorlasürıyor. Ama bu yaklaşımın kaçınılmaz oiduğu, her gün daha da açıkça kendini belirtiyor. Roman, biraz da, bugünü düne bağlayan ve belki de yarına bağlayacak olan bağların sanatsal bir etkinlik içinde yazıyla yeniden yaratılması oluyor javaş yavaş. Batı'nın yanılmıyorsam uzun süredir unuttuğu bir roman anlayışı bu. Batı. toplumsal devinımini bizden önce hızlandırmış durumda. Kavganın büyüğünü gerilerde bırakmı? Batı. Ortaya çıkan ürünler de bu yüzden kavga dışı kalmış ürünler. Şöyle de söyleyebüiriz: Batının bugün içinde bulunduğu kavga, yazann yaratıcı gücünü ortaya koyabileceği bir kavga olmaktan çıkmıştır. Bugün Batının roman ürünleri masa başında yazılan, ve düşünceye dayalı ürünler çoğunlukla. Ve oturup tartışıyorlar: «Roman ölüyor mu?» diye. Oysa biz, toplumsal asamalar bakımmdan belki gerideyiz ama, büyük değişimleri olanca hızıyla yaşıyoruz. Toplumun degişik bölgelerinden ve değişik katmanlanndan gelen yazarlanmız, toplumdaki değişik ve alabildiğir.e çeşitli çelişki örnekleriyle, yaşanmış, en azmdan yaşanırlığı olan, kanlı canlı bir edebiyatı örneklemekteler. Batının yasammdaki çeşiUilik azlığı, yanılmıyorsam edebivatlsnnı da etkilivor. Ama bizdeki çeşitlilik, kökte aynı da olsak, bizi birbirimıze Oenzemefcten uzak kılıyor. Ve güncellik, romanımızın baş sorunlanndan biri olarak önemini sürdürüyor. Güncel olmayı, yalnızca günü karşılıyor olmakla, günübirlik olmakla kanştırmamak, bir tutmamak gerek. GUncellik, günü de karşılar. Ama yalnızca günü karşüayan, o günlerin olaylanna yanıt oîmakla yetinen bir roman, ilk bakısta güncel gibi görünse de, öyle sayılmamalı. Güncellik, daha geniş boyutlar içinde düşünülmeü. Çağdaş olmanm somut biçimidir güncel olmak. Bu çelişkiler ülkesinels yazarın, kavgayı göğüslemesidir. Olaylann gelişiminde, toplumun degişmesınde. etkin olabilmektir güncel olmak. Bu da geçmişten buçüne çelen olaylar dizisine, toplumun ve onunla birlikte toplum tiplerinin geçmişten bugüne gelirken geçirdıği değişime, tarihsel bir derinlik içinde, bilime uygun doğru yorumlar getirmekle sağlanabilir. Bilmiyorum, sol düşüncedeki bölünmeler. özellikle aydın kesiminin Türk toplumunun tarihsel gelişimina değişik yorumlarla bakması sonucu beliren değişik Börüşler ve şimdilik birbiriyle urlaşmaz görünen çatışmalar. edebiyatımızın çeşitHliğinde etkin oluyor mu? Yani. «kökte birleşsek büe, ne kadar birbirimize benzemiyoruz», derken. bu benzemeylşin nedenlerinden biri de. bilimsel dünya görüşünü, topiumumuza degişik uygulamaya çalışmamız mı? Sanmıyorum. Böyle oldugunu hiç sanmıyorum. îyl ki böyle değil. İyi kl birhirimiza . ben^pmevisimfj!. hıırarlan DERGİLER... DERGiLER... DERGiLER.. YENİ UFUKLAR, anısına duyulan saygıyla kurucusu Orhan Burian'ın adını ilk sayfasında koruyan bir düsünce dergisi daha çok. İlk sayısı 1952 jubatında yayımlanan derginin amacı su cümlelerle özetleniyordu: tGüzel uğruna yazı yazılır, iyi uğruna, doğru uğruna. UFUKLAR gücü yettiği kadar, bu üç uğurda birden yazıp konusmak istiyor. Uçlü ülküsünu gerçekleştiren yazıları belki seyrek çıkarabilecek, belki hiç çıkaramayacak. Ama o ülküye hizmet eden bir işçi olmaktan da gerl kalmayacak.» Ufuklar dergisi Orhan Burian'ın ölümü üzerine (1*53) 17. sayısından başlayarak sahip değiştirdi (Muhtar Eneta) adı da Yeni Ufuklar oidu, ama Vedat Gunyol'un yönetimindeki dergi ilk çizgisini korudu. Bundı, derginin sürekll yazarları olan Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Cavit Orhan Tütengil, Azra Erhat gibi adların düsünce ve eylem açısından kendi aralarındaki tutarlılığın payı büyük. Yöneticisi Vedat Gunyol'un 12 Marı döneminde tutuklanmasıyla yayımına bir süre ara veren Yeni Ufuklar'ın llk sayılarında, Orhan Burian'ın, «doğmalardan kaçınma ve araştırıp deneme gibi iki ana» niteliğJ bulunan bir düşunüş olarak tanımladığı humanist tavrın benimsendiği görülür. İnsanı ölçü alan bir değerler bütününün, düsünce özgürlüğünün, hosgörünün, akılcılığın egemen oldugu bir tavırla kültür sorunları desilir; Türk küitürü, eski Anadolu uygarlıklarına kadar uzanan bir temele oturtulmaya çalışılır. Bu çizgi hiç yitirilmez, giderek toplumcu dü}ünceyle beslenir. Yeni Ufuklar, bir düsünce dergisi daha çok, dedlm. Kuskusuz bu da derginin temel kadrosunu olujturan yazarların birer düsünce savajçısı olmamalarına bağlanabilir. Ayrıca belli bir edebiyat akımının da surdürücüsü olmamıştır Yeni Ufuklar. Köy Enstltülü sanatçılara, gerçekçi edebiyata öncelik tanıdığı dönemlerde bile, derginin dusünıel yani daha ağır basmıj; özellikle hikâyede, 1950'den sonra yazmaya basiayan ve bireyin dünyasına dönük bir hikâye anlayışını gelijtlren kusağın verimlerine de açık olmuştur. Öte yandan şiire uzak durmuştur hep. 27 Mayıs'ı izleyen sayılarında salt elestirl ve denemeye yönelmis, zaman zaman siir ve hikâyeye yer vermisse de ilk niteliğl korumustur Derginin şııbat 197i tarihini tasıyan 249. sayısı da bu yargıiarımı kanıtlayacak nitelikte. Yalnız bu sözJ « r i m »yafc'ıj dç&erJtndiritm in. Deraivi tanıtma.amacma yönelik bir saptama bu. Cavit Orhan Tütençil'in, doğası, insanı, ses ve sözdert nakşa kadar kültürüyle Beciri Rahmi'deki Anadolu sevgisini dile getiren cPodima Yolları» adlı yazısı; Sami N. Özerdim'in, dokümantasyona karşı devletin ilgisizliğini eleştiren «Kirne Ne?» bajlıklı hakh yakınısı; f/ehmed Kemal'in, Dr. Rebii Pekergin'den derlediği «Mustafa Seyyit Sütüven'den Anılarıı bu arada anılmalı. VARLIK, en uzun ömürlü «sanat ve fikir dergisi» olma özelllğini koruyor. Yaşar Nabi Nayır'ın, Sabri Esat Siyavuşgil ve Nahit Sırrı Örik'le çıkardıklarını söylediği derginin 15 temmuz 1933 tarihli ilk sayısında, amaç şu cümlelerle belirtilir: «Memlekette bir tek hakiki sanat mecmuası yok. Inkılâbın her sahada yokluktan varlıklar yaratma işine girişmiş olduğtı bir devirde acısı hissedilen bu boşluğu doldurmak, duyulan bir ihtiyaca cevap vermek gayesiyledir ki, Varlık çıkıyor.» Bir süre sonra da Yaşar Nabi tek bajına bütün yükünü omuzlar derginin. Varlık için bugün verilebilecek en olumlu yargı, düşünsel açıdan, derginin kendi içinde bır tutariılığı sürdürmüş olmasıdır. Yaşar Nabi, ilkelerinden en küçük bir ödün vermt ıişt : r. Derginin bu ödünsüz tutumu, özellikle Atatürkçu'uk konusunda belirgindir. Öte yandan, özellikle 19J0'ye kadarki Türk edebiyatı Varlık dergisi atlanarak değerlendirüemez. Varlık, 1960a kadar olan döneminde iki harekete kapılarını açmıştır: Şiirde, 1940 kuşağı; hikâye ve romanda köy çıkışlı yazarlar. llk sayılarda cYedi Meşaieciler» denilen ve bir bakıma milli edebiyat akımının şiir anlayışına karşı çıkan lairlerin ya da bu akıma bağlanmayan, ama Fransız şiirindsn etkilenen hececiierin ürünlerinin yer aldığı dergi; 1937 den sonra Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat üçlüsünün başlattığı «Garip» hareketinin en etkili organı olur. 1946'dan sonra ise, Köy Enstitülü yazarlar dergi çevresinde toplanır ve köy gerçeyine yönelik ürünier ağırlık kazanır. Derginin, bu iki akım dışınria, «lumsuz bir tavır takındığı, gerek toplumcu gerçekçi edebiyata, gerekse İkinci Yeni hareketine kapalı oldugu görülür. Buna karşılık, her iki akıma da bağlanamayacak şairler, sözgelimi Dağlarca ve Attila ilhan Varlık'ta belirirler. Ayrıca dergide her iki akımın da sair ve yazarlarına sık sık rastlanır; ama bu, ilk kez bu derginin sayfalarında görünmüş olmalarındandır. Yoksa, hareketi tutan düşünsel yızılara rastlan Atilla ÖZKIRIMLI maz. Düşünsel yazıların sımrları, Yasar Nabi Nayır'ın sınırlarıdır. 19(0 sonrasında İse, Varlık'ın, önemli sayılabilccek tirajına karşın öncülüğü ve «tkinliğl öteki dergilere kaptırdığı görülüyor. Bunun nedeni, özellikle toplumcu düşüncey* ve bu düşüncenin belirlediği edebiyata gereken değerin verilmemış olması. Yineleyelim: Derginin genel tutumuyla ilgili bu yargı. Üstelik, Varlık dergisinin 43 yıllık geçmişiyle ve yayınlarıyla kurumlaştığını da unurmuyorum. Varlık'ın 821. sayısı elimdeki. İlk sayfalarda Dağlarca'nın ve Sabahattin Kudret Aksal'ın şiirleri var. Sonra Oktay Rifat'ın, <Kış güneşine aldanıp kafesinde / Öters» kanarya, / Öter ya, / Sarı kır çiçekleri açar odada, / Oda ya da kır / Hepsi bir.ı dizeleriyle usta Işl oldugunu sezdiren iki şiiri... Adnan Binyazar, «Aydınlarımız Bilinçli mi?» başlıkh yazısında, bilinçsizliğin, ortak bir yasam biçimi oldugu savmdan çıkarak başlıktaki sorunun yanıtını vermeye çalışıyor. Faruk Erem de cBilim ve Sanat» arasındaki ilişkiyl araştırıyor. Behzat Ay'ın Cahit Külebi'yle yaptığı konuşma ise, Külebi'nin, şllrinin özellikleri konusunda Ipuçları vermesi açısından ilginç. TÜRK D İ L İ , 1 ekim 1951den beri, Türk Dil Kurumu'nun organı olarak çıkarılıyor. Bu nedenle de K rum'un amaçlarıyla bağlı. Nitekim ilk sayıda, derginin, tBir çığırın, bir görüşün dergisi değil, Türkçeyi sevenlerin, Türkçe için çalışmak isteyenlerin dergisi,» oiduğu belirtilir. Bu amaca bağlı olarak, Türk Dili'nin, hemen bütün edebiyat akımlarına açık bir dergi oldugu söylenebilir. Bu niteliğini de belli bir düzeyin altına düşmeyen, gününün edebiyatını, gerek düşünsel, gerekse tanatsal açıdan sınırlı da olsa yansıtmayı başarabilen bir canlılığı sürdürebllmesi sağlamıştır. Ama bunun, yazı kurulunu oluşturan üyelerin klşlliölne bağlı oıarak, klmi dönemlerde de belirsizleştiğini söyleyelim. Ayrıca, deneme, roman, eltştiri, halk edebiyatı, kısa oyunlar, sinema, Jinı, gezi, mektup gibi türlerde çıkarılan özel sayıların değerlne değinelim, Türk Dili'nin subat 197i sıyısında, Ömer Asım Acsoy, ismet Zekl Eyuboğlu ve Emin Özdemir dil sorununa güncel bir açıdan eğlliyorlar. Gülten Akın'ın, ülkemizdeki Iç göçu, gecekondularda yerlesmeyi, yaşamı konu alan cSeyran» adlı uzun destanından almmıs.parca İse, bütönünü azletecek nitelikte. İHBAR (I) ali geldi llk onu gördüm aksamüstü haziranın beşi sonra feyyazla süleyman hüsnü yakup tekin lâle mustafa kayhan ve kardeşl adını bilmlyorum tayfun salim ve eczacj kerim üçünde geldilerdi onlar baska aliden sonra ahmet sonra suphl küçük yakup öbür salim öbür mustafa ekrem naci nihat kim varsa meselâ overlokçu ibrahim iktisattan selim güneş bir çelik çizgi dısarda atkestaneleri titreşir neclâ dursun afyonlu beşir atkestaneleri tltreşir doğrnsu önce korktuk sonra birer güçlü köse tutup baharda oturduk adam gibi konuştuk ali küçük yakup ahmet selirr suphi taci hilmi ibrahim battal deniz hüseyin ısfahanlı mustafa • marjinal hasan ve ölüm binalf ağnlıydı gıJiba ve cecgfo yani hepimiz Turgut UYAtt
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle