17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET 15 Ikmcikânun 1936 Dünün Genci Anlatıyor Serme'd Muhtar Alas Yakın maziden maceralar " 42 Vay, dedi, bizim hanende Biilbül Seyfettin burada!.. Aman, Defterhaneli kemanî Deve Raif te halkada.. Oh, yarabbi şükür!.. Hele faslı bir bitirsinîer. elbette bizi görecekler. Yanımıza gelirler; o perinin ve o periyi buraya getirenin kim olduğunu anlarız. Biz de basladık çakmağa. Etrafta daha başka kimler var diye sağıma, soluma göz gezdiriyordum. Kimîer yoktu ki? îslâm, hıristiyan, erkek, kadın mahaşerallah... Beyoğlunun aksaçlı, keçi sakallı, didon kılıklı tatlısu frenkleri ve madamalan... Istanbulun hiçbir eğlentisiniden ve seyir yerinden eksik olmıyan, kişizade şık beyler... Kalitaryanın bu mehtabh ve şenlıkli pazar gecesini kaçırma mak için Ambarhdan gelmiş, büyük rütbeli ve memuriyetli zevattan, saçlı sakallı avcılar. Arada karşının meşhureleri de çok.. Marika ve Anika kardeşler, Çetrefil Angeliki, Aksırıkh Sarika, Deli Vergin. Marika ve Anika hemşireler, Halebçarşısmdaki at cambazhanesile karşıkarşıya; tam köşedeki evde otururlardı.. îkisi de karakaşlı, karagözlü, kişmiri ve tombul, ikisi de Beyoğlunun en nadide ve rağbette dilberleridi. Birkaç sene sonraki gibi hoşurlaşıp kartolozlasmamışlardı. Birbirinden körpe ve güzeldiler. O zamanlar Çetrefil Angelıkinin de çiçeği burnunda. Yaşı 18. 19. Kaymaklar gibi beyaz. Bir türlü dılini düzelteme mesinden ve türkçe iki kelimeyi doğru dürüst söyliyememesinden çetrefil lâkabını almıştı. Meşrutiyetin ilânından sonra, Beyoğlu Balıkpazan arkasındaki Çesme sokağmda 18 numaralı evi açmıştır. îşittiğime nazaran hâlâ da sağmış ve Istanbuldaymış. Aksırıkh Sarikanm aksırması boldu. Dakikada bir hapşü!.. Yanaklan biraz çilliceydi ama sarısm güzelin Allah için yektalanndandı. Mobilyacı Psaltinin önünden Tünele çıkan yolun köşesinde, yani Karanfil sokağmm alt basındaki 75 numaralı Hasköylü Esterin evindeydi. Deli Vergin, Yeniçarşıda, lcadiyeli meşhur Ebrukun bas mostrasıydı. Gayel afacan bir hınzırdı. Deli denilmesinin sebebi, bir kıskançhk yüzünden kapıyol daşlarından birinin üstüne ispirtoyu dö küp kibriti çakıvermesi. Dostu bir davavekili, deli kulpunu takıp mahkemede kurtarmıştı. Nikonun çardağının altında bu say iîıklarımdan maada pek çoklan daha vardı. Dedim ya, benim derdim günüm, sarmaşıklı köşedeki peri... Ne de kıbar kibar, terbiyeli terbiyeli oturuyordu. Adamakıllı yüksek mal vesselâm; yüzde yüz, henüz açılmağa başhyan goncalardan. Bu işlere kanad alıştıran kuşcağrzlardan. Ağzı süt kok tuğu belli. Kimbilir Beyoğlunun hangi bangerinin veya Serasker kapısının hangi Rum müteahhidinin kızı veya torunu. Zira böylelerine de rasladık. Babası veya büyük babası iflâs edip yüreğine iner. Alacaklılar malı mülkü yağma e derler. Kızcağız ortada kalır; zorla baştan çıkar; çar naçar bu yollara dökülür. Benim peri, öyle mahcub mahcub da tîuruyordu ki! Onun yerinde başka biri olsa, hanende Bülbül Seyfettin, kemanî Deve Raif gibilerin bulunduğu hususî saz takımı onun şerefine çalsa, çoktan ipli ğini pazara çıkanr; şımanr, cıvır. (Ka badan taksim isterim!.. Çifte telli çalın!. Köç«k havası vurun!) diye neler yap maz. Her hali hanım hanımcıktı. Çiçekli ve kuşlu şapkasını çıkanp saçlannı dalga dalga dökmek değıl, şapkayı inadına kaşlarının üstüne kadar çekmış; şapkanm tülünü yüzünün yansma kadar indirmiş. Omuzunda, göğsü sımsıkı kapalı, çengelli ığne ile tutturulmuş bir boyun atkısı... Kıyafeti düzgüncene değil de örtünüyor mu diyeceksiniz?.. Hâşa. Elbisesi yerlere kadar; baştan aşağı pınl pınl ipek ve bütün tenteneler, boncuk içinde. O fistan baska bir karşı çiçeğinin arkasmda olsa, atkıyı enseden arkaya kaydınr; göğsünün, belinin biçimini meydana çıkanr; ikide bir ayağa kalkar, endam gösterir... Zavalhcık göğsüne atkıyı çektikçe çe kiyor, önünü kapattıkça kapatıyor. Elinde de bir yelpaze, hep yüzüne tutuyor. Kaçın kur'asıyız? Sımdiye kadar kadmm ne çeşidıni gördük, seyrettik. Boş vere gözlerim kamaşıp sendelememiştim. Aklım darmadağmık olup kendimi kaybetmemiştım. Bir defa yüzüne, pudra, düzgün, allık namına nesne sürmemişti. Kaşlannda, gözlerinde rastık \e sürme de yoktu. Tam Allah yapısı bir güzellık. Kaşlan atkılı atkılı; gözleri ya yeşil, ya da gövelâ ve ceylânınki gibi kendiliğjnden sürmelı; yanaklar ebru ebru. Boyu bosu da karar. Ne gökten yıldız toplıyacak kadar sırık, ne yerden yapma bücür. Vücudü de balık etinde. Bakıyor bakıyor, sabrım tükenip çıl dıracak hale geliyorum. Bu, buraya her halde yalnız gelmedi. Sazendeler beyden, erendıden, kâtib matib kişiler ama pır aşkına çalmazlar. En tok gözlüsü, beş lik banknotu cebine koyacağmı aklı kesmeden buralara adımını atmaz. Bu bıl dırcının, esref saatte doğmuş, paralı, bahtı yar bir sahibi olacak. Nerede o? Meraktan deli olacağım, o bahtı yar hâlâ meydanlarda yoktu. Saz ara ver miyor ki Seyfettini yahud Raifi bir ke nara çekip merakımı halledeyim. Obür kadına bakıyorum. O da pek edeblı, terbiyeli oturuyor. O da şapka sını yüzüne çekmiş, hatta fazla olarak tülü de aralamamış; siması bile seçilemıyor. Gözlerim peride, zihnimi kurcahyor, şunu birine benzeteyim diyordum. Olur a, bazı ekekler, yanma alıp gezmeğe götüreceği kadını boyalı yüzle sokağa çıkarmaz. Acaba bu da tanıdıklardan biri mi? Düzgünlü, allıklı olmadığı için mi tam yamıyorum? Kumral, yeşil gözlü, ortaboylu ve balık eti. Yeniçarşıda, pansiyoncu Hanriyete bitişık olan Madam Fınksteki Matild desem... Evet çok andırışı var. Fakat Matild fazla kısa boylu, enikonu bodurdur. Sağsol sokakta, Vasonun evindeki Pepeme Kalyopi desem... Benzeyişse bu kadar olur. Kalyopi mi değil mi, dılinden anlamak kolay, fakat karşımdaki konusmak değil, dudak bile kıpırdatmıyor. Ne o, ne yanmdaki, birbirıle bir kelime konuşmuyorlar. Yanyana çekingen çekingen oturuyorlar; yalnız sazın ahengine uya rak, bir ayaklarmı hafıf hafif yere vurup usul tutuyorlar. O kadar da seyrek içiyorlar ki. Peri, önündeki kadehi pek nadiren dudaklanna götürüyor; yanm yudum alıyor almıyor, verine koyuyor. Masanın üstünde tabak dolulan mezeler varken ağzına bir Şaîn fıstığı atryor, atmıyor. Monakodaki büyük deniz Habeş ordusuna dair müzesi ve akuaryom Habeşistanda bulunan bir Fransîz muharriri: Küçük prensliğin büyük Oseanografi müzesi çok zengindir; orada denizin canlı cansız bütün mahlukatı teşhir edilir Habeşistanda muharibler, hatta çok mükemmel cengâverler vardır; fakat asker yoktur» diyor Monakodaki Oseanografi müzesinin dışarıdan görunüşu Başmuharririmiz, birkaç gün evvel başyazısında «bir akuaryomumuz olmamak ne büyük eksikliktir» dıyor ve Istanbulda bir akuaryom tesisini istiyor, bunun lüzumunu ve faydalarını anlatıyordu. Başmuharririmin bu yazısı bana 1934 senesınde Monakoda ziyaret ettığim büyük deniz müzesini ve bu müzenin alt katmdaki mükemmel akuaryomu hatırlattı. Küçük Monakonun en muhteşem bi nası, üzerinde Fransız bayrağı dalgala nan bu deniz müzesıdır. Içeri gırdığıniz zaman birınci kat salonlannın birinde deniz, gemi ve balık tablolan görürsünüz ki hepsi birbirinden güzel ve canlıdır. Gene bu salonda Oseanografi enstitüsünün nıüessisi Monako Prensi birinci Albeıin bir heykeli vardır. Eskiden «Fenni ebhar» denilen deniz bilgisine bu prensin büyük hizmetleri ve faydaları dokunmuştur. Gene birinci kat salonlarından birinde deniz hayvanlarının sun'î nümuneleri vardır. Bunlar tıpkı canlı imişler gibi su do!u cam kaplar içindedirler. Cam küvetlerin arasmda ve üstünde bazı deniz hayvan larmın iskeletleri duruyor. iki buçuk metro uzunluğundaki bacaklarile kor kunç Japon yengeçleri, insanın tüylerinı ürpertiyor. Uzerindeki levhada «Baleinoptere» kelimesi yazılı 2080 kilo ağırlığında ve 20 metro boyunda, adeta balıkların drednotu denilecek kocaman bir mahlukun iskeleti uzanıyor. Iskeleti bir ucundan öbür ucuna kadar 30 adım tutan bu lenduha mahluk, bir vapura çarparak ölmüş ve cesedi sularla karaya düsmüş. Müzenin bu kısmında ne garib mah luklar vardı: Kılıcı testere gibi olan kılıç balığı en çok dikkatimi celbetti. Salonun lâmba ve avizeleri hep deniz mahluklan şeklinde yapılmıştı. Müzenin yukan katında eski yeni bütün balıkçılık alât ve edevatı teşhir edi'iyordu. Deniz aygın, deniz fıli, deniz aslanı gibi iri ve palabıyık mahluklarla doldurulmuştu, hep yukan salonun kahramanlan idi. Cemekâlarda denizin ka buklu mahluklarından yapılmış çeşid çeşid müzeyyenat sıralanmıştı. En küçü ğünden en büyüğüne kadar bütün deniz mahluklannın, nebatlarının, madenlerinin ve kabuklarının sun'î nümuneleri, bu muazzam salonlara büyük bır kıymet veri yordu. Oseonografi fenninin kullandığı bütün âletler \e balına avına mahsus zıpkınlı sandal ile müzenin bu kısmı tamamlanjyordu. Akuaryom, binanın en alt katında idi. Deniz dıbinin loş ve yeşilimtırak ışığı venlmiş olan bu yerde, bütün denizlerde, yaşıyan balıklar ve deniz mahluklannın canlılan, cam havuzlarda teşhir ediliyortardı. Her balık, kendi tabiî muhitindeki yosunlar, otlar, kumlar, çakıllar, taşlar, kabuklar, nebatlar içinde yaşıyordu. Hepsinin kendi denizlerindeki gibi yuvalan vardı. Hepsine yaşadığı sulardakı kadar hava, sıcaklık, ışık verıliyordu. Bir taraftan sığ bir havuzda her biri bir tonluk birer kaya cesametinde deniz kaplumbağalan durmadan kollannı oynatıyorlardı. Derin okyanuslardan sıcak ummanlardan, buzlu denizlerden geti rilmiş olan bu ceşid çeşid renk renk, bi çim biçim, bazılan göz kamaştıracak kadar güzel, bazılan bulantı verecek kadar çirkin mahluklar, kimbilir ne büyük pa ralarla toplanmıştı ve kimbilir ne büyük masraflarla bakılıyordu. Kanadlan tayyare kanadlanna ben ziyen uçan balıklar.. En küçük hareket leri bir çeyrek süren tenbel ve battal balıklar.. Nefes alışlan garib, bakışlan ganb, şekilleri ganb.hatta korkunc balık lar.. Yuvarlak delıkli taşlann içinde yarısı içeride yarısı dışanda bir yüzüğe takılı parmaklar gibi kapkara, yılan vü cudlu balıklar.. Elinizi camekân dışına dokundurdunuz mu, boylanna boslanna bakmadan müthiş bir hiddetle saldıran parmak kadar küçük, fakat kaplan gibi vahşi balıklar... Tevekkeli deniz bir hazinedir, dememişler; derinliklerinde cinler, periler, §eytanlar yaşıyan bir hazine. Bızim böyle cihanşümul bır deniz müzesi ve bu kadar mükemmel akuaryom yapmamızın imkânıy oktur. Çünkü mil yonlar ister. Fakat kendi sulanmızdaki canlı cansız her çeşid deniz mahluklanndan bir deniz müzesi ve akuaryom yapabıliriz. Kuçükten başlıyarak tedricen büyütmek suretile başarabileceğimiz bu işı daha fazla ihmal etmemeliyiz. Her çeşid tüfekler ve halkanlarTa müseUâh gayrî muntazam Habeş çengpverlçri. Haftalık îllus tration gazetesinin Habeşistana gönderdiği hususî muhabiri Habeş ordusu hak kında şu dikkate değer malumab veriyor: «Habeş toprak Iannın ziraate el verişli kısmının üçte biri hükumete aid • dir. Teklemia d« nilen bu hükumet arazisi, hizmetleri devam ettiği müddet için, askerlere veriIir. Bu, oldum ola sı verilen ve Fran sadaki maaşın yerinî pekâlâ rutabilen bir sermayedir. Hüku metin her aske , Kocalarının arkasından su ve erzak rinin bir gaşa yani taşıyan Habeş kadınları 50 hektar toprak almağa hakkı vardır. Bu toprağı eker, mah san kalabalığıdır. Habeşistanda muHa sulünü, askerliğini bitirinciye kadar ken rıbler, hatta çok mükemmel cengâverîer disine alıkoyar. Habeşistanın ziraate el vardır; fakat asker yoktur. îtalyanm Libverişli topraklarmın mesahai sathiyesi yayı zaptetmesi, biraz da Şamba hecin 2,400,000 gaşa olduğuna göre, bu raka süvarlan ile Habeş piyadeleri sayesinde ı mm üçte biri, yani 800,000 gaşası, hüku o^muştur. met emrinde askerin bu miktara baliğ olduğunu gösteriyor demektir. Fakat bu rakamın mübalâğalı olduğu aşikârdır. Şunu da ilâve edelim ki bu rencber askerler, fethedilen arazide nesillerdenberi yerleşmiş bulunmaktadırlar. Bunlar, orada, hükumetin nüfuzunu temin eder ler ve önceleri sade Nil yerlileri ve zencilerle meskun olan vilâyetlerde, Habeş ahalinin yaptığı faaliyeti temsil ederler. «Tavanjayaj» yani tüfekçi denilen bu adamlardan başka, ıkinci bir smıf asker daha vardır ki, bunlar, Rasların maiyetine gönüllü olarak giderler ve Raslar tarafından teslıh edilirler. Bu smıf as kerler, Menelik zamanında, muntazam askerlerden daha fazla idi. O zaman, Menelik Raslann yani Habeş asaletinı ve eşrafını temsil eden şahısların nüfuzunu kırmak maksadile, badema, bu hususi askerler sayısının, muntazam ordudan fazla olmamasını emretmiştir. Şimdıki Imparator, Ras Hailu ve Ras Guksa Olbenin isyanlan neticesinde, daha ileri gitmiştir. Birkaç senedenberi, gönüllü askerlerin üçte ikisi, doğrudan doğruya hükumetin emrinde kayidlidir ve hususî olsun, hükumete bağh olsun bütün gönüllülerin adedi muntazam ordunun üçte birini geçememektedir. Kumanda heyetinde, Avrupalılar îçîn, daha gayritabiî sayılan garib haller ve* 1450 senesinde değıl; 1936 da yaşadığımız için mahiyetini asla anlamağa mu 4 vaffak olamıyacağımız, kannakarışık sil s'lei meratib şekilleri vardır. Gçmiş bir refaha sahib, şahsma maKsus yirmi tane askere malık fılân topralc sahibinin ne kendisinden yüksek rütbelî şeflere, ne de herhangi bir orduya men sub olmayıp, sanki bizzat Ras Seyyum imiş yahud harbde 50,000 askere ku manda eaıyormuş gibi doğrudan doğruya împaratora tâbi oluşu, bu garib vaziyetlerden birisidir. Rütbeleri başka başka, fakat hepsi müsavi hukuka sahıb ve Habeşistanın selâmeti için mutlaka itaat etmeği lüzumln telâkki etmiyen bütün bu şeflerin, ha*rb cephesindeki kumanda vaziyetini nekadar çapraşıklaştırdığı kolayca tasavvur edi *lebilir. Ras Haile Selâsie Guksanın ihanetî kabılinden hareketler bu vaziyet karşı * s:nda daha iyi anlaşılmaktadır. ABİDIN DAVER (Arkan var) Kaza olmağa lâyık bir nahiye Ahikb'y halkt ve metb tebliler bir tb'rende. aşağıda köyün çalıskar ihtiyar heyeti bir arada Muğla (Özel) Vilâyetimizin ka za olmağa lâyık bir nahiyesi vardır: Ahiköy. Aydm şosesi üzerinde ve Muğlaya otomobille bir saat mesafede olan bu nahiye merkezi, denilebilir ki vilâyet içindeki kazalar da dahil olduğu halde en tnamur kasabalarımızdan biridir. Tak simat ve tesisatı mükemmeldir, iyi bir ilkmektebi vardır, ziraati ve bilhassa tütüncülük üzerine olan ticareti ileridedir. Gerçi nüfusn iki bin sulannda olduğu i çin belediyesi lâğvedilmiştir amma, ça lışkan bir köy heyeti şehir işlerini çok mükemmel tarzda çevirmektedir. Ehemmiyeti itibarile buranm köy kanununa tevfikan idaresi bir nakise ve nahiyenin terakkisine mâni teşkil etmektedir. Umumî kanaat ve istek Ahiköyü bir kaza merkezi görmektir. Bizzat Fransanın, bundan yirmi sene evvel, Umumî Harbde müttefik ordularda uzun zamanlar aradığımız kumanda ve se\k ve idare vahdetini, Habeş orduMonakodakî 'deniz mSzesimn Oseanografi zoolojik salonunda, sunda temin edebilmek üzere, Imparato20 meire boyundaki muazzam baleinoptere iskeleti Faal ismi verilebilecek olan bu ordu run, generallerinin yanmda bulunması * ile, şu şekilde bir ihtiyat kuvveri teşkil nın neden zarurî olduğu bu izahattan sonl edilmektedir. Harb vukuunda, her mal ra daha kolay anlaşılır. sahibi, üç gaşahk toprak başına bir asker Seferberlik mekanizmasma gelince, tedarik etmeğe mecburdur. Bu sınıf efrad, Jmparatorun harekete davet ettiği bütün kur'a ile toplanır ve dığer smıf askerin bu eyalet kıt'alan, sapanı veya orağı bıbıraktığı boşluklan doldurmağa tahsis rakıp kimisi hükumet memurlarınm, ki 4 edilir. Geri kalan köylüler toprak sahi misi şahsî şeflerinin etrafına toplanır ^ bini beslemek veya arazinin bakımı için lar şef ve hükumet memuru bazan ay* zarurî olan parayı vermekle mükelleftir. ni adamdır ve bu kalabalık, olduğu yerMuntazam orduya gelince, o, pratik lerden aynlıp İmparatorun emri altınai surette kendi kendisini besler. Bunun ma girmek üzere payıtahta yollanır, nası epey derindir. Ordu, bazan zengi Imparatorluk arazisi son derece vâ » ;m mıntakalarda soymağa ve bazan da çöl sidır, gündüzleri az yol yürünür, yurii a lerde açlıktan ölmeğe mecburdur. necek yol yoktur. Bu askerler yürürlerg yürürler, harbe kadar yürürler. Geri hidematı için, hükumetin gen debel denilen hamallık vazifesi gören Cenubu garbî hududlanndan gelip A" köylüleri vardır. Sulh zamanında, bunlar, disababadan geçen Ras Getaçu ordusu, hiç emlâk vergisi vermezler. Harb zama harb başlayalı iki ay olduğu halde, hâlâ nında ise nakliyatı, katırlan sürer. Hulâ Dankali çölüne varamamıştı. sa, angarya hizmetlerine bakar. Ortodokslarm Noeli katoliklerinkinden on üç gün sonra gelir. Ortodokslann Bu satırlarm intişar ettiği zaman bile, Noelınde Belgradda büyuk şenlıkler yapılmıştır. Yukanki resimde küçük Kral Habeş ordusunun başlıca vasfı, Av şimaldeki Habeş ordusunun, tamamen Piyerle hükumet naibi Prens Polun saraya getirilen çam ağacmın bizzat istik rupadakiler gibi usul dahilinde tensik e harbe hazır vaziyete hâlâ gelmemif bu ^ balıne çıktıklarını görüyorsıuıuz. dilmif bir kıt'a olmaktan ziyade bir in lunacağııu korkmadazı iddia edebüirim.$ Yıuroslav Krah Noel camını karsıbyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle