Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
5 Nisan 2017 Çarşamba Akademi 7 >> elde ettiğinden çok daha yüksek olacaktı. 3) AKP’nin milli iradenin temsiline ilişkin sakatlıklardan artık nemalanamadığı bir siyasi konjonktüre girildiği 2015 itibarıyla azınlığın çoğunluğa tahakkümünü derinleştirecek bir anayasa değişikliği gündeme getirildi. Bu çıkarımlardan hareketle milli iradenin temsiline ilişkin sakatlığı derinleştirecek temel değişiklik olan cumhurbaşkanının yürütmeye ilişkin yetkilerinin genişletilmesi meselesine yoğunlaşabiliriz. Bu değişikliği irdelemek için partilerden ziyade iki “kurum” olarak TBMM ile Cumhurbaşkanlığı’nın milli iradeyi temsil kapasitesini kıyaslamamız gerekir. l Milli iradeyi temsil 3 numaralı tabloda görüleceği üzere, Kasım 2015 seçiminde (yürütmenin kendi içinden çıktığı) TBMM 48.5 milyon oy alırken, 2014 seçiminde Erdoğan 21.2 milyon oy almış. Diğer bir deyişle, TBMM’deki vekillerin yarısından fazlasının güvenoyunu almış Binali Yıldırım hükümetinin milli iradeyi temsil kapasitesi Erdoğan’dan yüksek. Bu olguyu 4 numaralı tablo ile detaylandırarak şu sonuçlara ulaşabiliriz: 1) Cumhurbaşkanlığı ve TBMM’yi yürütmeye ilişkin yetkileri paylaşan iki kurum olarak ele aldığımızda TBMM’nin milli iradenin yüzde 83’ünü ve cumhurbaşkanının ise milli iradenin sadece yüzde 38’ini temsil edebildiğini görüyoruz. 2) TBMM kullanılan oyların yüzde 97’sini temsil ediyor. Yani oy verme iradesi göstermiş yurttaşların neredeyse tümü TBMM’ye kendi temsilcisini gönderebilmiş. Oy veren nüfusun ise sadece yarısı Erdoğan’ı desteklemiş. Dolayısıyla, oy kullanan nüfusun diğer yarısı ve seçmen nüfusunun yüzde 62’si Erdoğan’ı desteklemiyor. Bu nedenle, önerilen düzenlemeyle cumhurbaşkanına sunulacak yetkilerin kapsamı göz önüne alındığında, Erdoğan’ın yürütmeye ilişkin vereceği kararları destekleyecek kesimin toplumun küçük bir azınlığından ibaret olduğunu söylemek mümkün. Önerilen fesih yetkisini bu TABLO 3 şekilde ele almak milli iradenin temsili açısından bu yetkinin yaratacağı sonuçları öngörmemize yardımcı olabilir. Bu sonuçları şu senaryodan hareketle irdeleyebiliriz: Eğer önerilen (karşılıklı) fesih yetkisi bugün geçerli olsaydı, Erdoğan ve TBMM bu yetkiyi kaç kişiyi temsilen kullanabilirdi? Mevcut kompozisyonuyla TBMM’nin önerilen fesih yetkisini kullanması durumunda meclisin 3/5’ini oluşturan vekillerin arkasında 28.3 milyon seçmenin yani seçmen nüfusunun yarısının desteği olacaktır. Erdoğan ise bu yetkiyi sadece 21.2 milyonluk bir destekle, yani seçmen nüfusunun yüzde 38’lik bir azınlığı ile kullanabilir. TABLO 5 Bu egzersizin sonuçlarını daha açık şekilde görebilmek için 5 numaralı tabloya göz atabiliriz. Buna göre, bu düzenleme şu an geçerli olsaydı Erdoğan, kendisine destek vermeyen fakat oylarıyla TBMM’yi teşkil etmiş 7.1 milyon seçmenin iradesini hiçe sayarak TBMM’yi feshedebilirdi. TBMM ise bu 7.1 milyon seçmenin seçtiği vekillerin onayı olmadan bu kararı alamazdı. Dolayısıyla, TBMM’deki bir partiye oy atmış fakat Erdoğan’a oy atmamış ve oy atanların yüzde 15’ini oluşturan bu kesimin iradesi “çöpe gitmiş” olurdu. Bu bağlamda önerilen TABLO 4 düzenlemeyi savunan kesimlerin sıklıkla vurguladıkları bir husus bu değişikliğin hayata geçmesiyle birlikte Türkiye’nin iki partili bir sisteme evrileceği ve bu sayede müteakip seçimlerde seçilecek cumhurbaşkanlarının milli iradeyi temsil kapasitesinin artacağı. İki partili seçim sistemlerinin temsil kapasitesinin düşük olduğunu biliyoruz. Öte yandan mevcut yüzde 10 barajının hâlihazırda beş milyon seçmeni sandığa götüremeyen tüm siyasi hareketleri daha büyük partilerle “uzlaşmaya” zorlayarak milli iradenin temsilini “megapartiler” bünyesinde sakatladığını da tekrarlamaya gerek yok. Dolayısıyla, “başkanlık sistemini” detaylı şekilde tartışmaya tenezzül etmeden anayasa değişikliğini savunanların bu savını yalın bir öngörüyle yanıtlamak kâfi: Önerilen değişikliklerin hayata geçmesi durumunda seçimlere katılım oranı muhtemelen düşecektir. Bu nedenle, hangi oranda oy alırsa alsın cumhurbaşkanı seçilecek kişinin milli iradeyi temsil kapasitesi TBMM’den güvenoyu alarak seçilen bir hükümetten daha zayıf olacaktır. “En/tek başarılı başkanlık sistemi” olarak sürekli önümüze çıkarılan ABD’deki deneyim bu öngörüyü desteklemektedir. TABLO 6 ABD’de seçilen başkanların milli iradeyi temsil kapasitesinin son altmış senelik seyrine baktığımızda birkaç istisna haricinde hiçbir başkanın seçmen nüfusunun üçte birinden fazlasının desteğini alamadığını görüyoruz. Bu seyri Türkiye’deki deneyimle de kıyaslayabiliriz: Son çeyrek asırda 1995 ve 2002’de (her ikisi de İslamcılarca) kurulanlar haricinde Türkiye’de bir seneden uzun ömürlü tüm hükümetler milli iradeyi 1944 yılından itibaren seçilen tüm ABD başkanlarından daha fazla temsil etme kapasitesine sahiptiler. Bu durumun nedeni, bilindiği üzere, ABD’de başkanlık seçimlerine katılımın son derece düşük olması. İlgili anayasa değişikliğinin hayata geçmesi durumunda Türkiye’nin benzer bir seyri izleyeceğinin ilk emaresini de 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım oranının düşük kalmasıyla gördük. Anayasa paketi milli iradenin yürütme üzerindeki belirleyiciliğini sınırlamakta. Bu paket hayata geçerse yurttaşlar yürütmeye müdahale kabiliyetini büyük ölçüde yitirir ve muhtemelen sandığa giden seçmen sayısı azalır. Netice milli iradenin temsilinde mevcut durumu mumla aratacak daha derin sakatlıklar olacaktır ki bu sakatlıklar yeni darbe girişimleri dahil olmak üzere, her tür gayrimeşru eyleme zemin hazırlayacaktır. Dolayısıyla, fesih yetkisine dair semantik tartışmanın denk düştüğü asıl mesele milli iradenin temsiline ilişkin İslamcıların faydalandığı işte bu sakatlıklar. Milli iradeyi temsil ettiği iddiasıyla on beş yıldır bir azınlık tahakkümü kurmuş olan bu siyasi hareket, işlerin iyi gitmediği her virajda oyunun kurallarını tekrar tekrar değiştirdi ve değiştirmeye devam ediyor. Bu tahakkümü sonlandırmanın ilk ve temel adımı İslamcıların “milli irade” kavramı üzerindeki söylemsel tekeline son verecek olguları kamuoyuyla paylaşarak çoğunlukçu bir siyaset dilini kurmak olsa gerek. n