27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 Akademi 26 Nisan 2017 Çarşamba Dersim Dayanışma Akademisi üzerine Ahmet Kerim Gültekin “Bugüne kadar filozoflar dünyayı hep yorumlamaya çalıştılar. Asıl olan onu değiştirmektir.” K Karl Marx ısa bir dönem birlikte kaldığım, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum bir arkadaşım var. Hayata dair çok yönlü ilgisini koruyan, düşünen ve en önemlisi üreten bir yoldaşım. Makaleleriyle (ve henüz basılmasa da) kitaplarıyla düzenli, disiplinli yaşayışına 10 yıldan fazla süredir F tipi tecrit hücrelerinde devam ediyor. Bir defasında sohbette asıl olanın yaşamak olduğunu çünkü hayatın her koşulda aktığını ve meselenin onun ritmine uyum gösterip gösterememekte düğümlendiğini tartışmıştı uzun uzun... lDayanışma akademileri Ben, bugün “dayanışma akademi leri” olarak karşımıza çıkan ve Türkiye yükseköğrenim tarihinde her hâlükârda, tüm boyutlarıyla ilk olmasının yanı sıra bilim insanlarının mesleklerine dair bağımsız, inisiyatif sahibi, mücadeleci, inatçı, kararlı, radikal muhalif çizginin yaygın ve coşkulu biçimde ortaya çıkışını bu çerçevede düşünüyorum biraz da... Türkiye’de bilimsel etkinlik ama belki de daha önemlisi emeğin toplumsallığını esas alan epistemolojik duruşun ürettiği bilginin biçimi ve içeriği ilk kez böylesine toplumcudur ve eylemcidir sanıyorum. Elbette bugüne değin birikmiş çokça tarihsel ve güncel vaka vardır. DTCF tasfiyeleri, İsmail Beşikçi üstat, 1402’likler, neoliberal piyasa sistemine dâhil edilen yükseköğrenimin en acımasız “sektörü” özel üniversitelerde yaşanan hak ihlalleri ve baskıların yanı sıra 1990’lardan bugüne Türkiye’de siyasallaşmış kimlik alanlarına uzanan çalışmalarında çeşitli politik ve idari engellemelerle karşılaşan bilim insanları gibi... Ulusal ve uluslararası raporlara konu olan bu örneklerin toplamından daha fazlası kuşkusuz ki “Barış için Akademisyenler” (BAK) olayıyla gündeme geldi. Siyasal İslam’ın bilime ve kamusal alanın (özel hayatın da) modern değerlerine yönelik ge leneksel düşmanlığıyla saldırısı, neoliberal özelleştirme ve piyasalaştırma politikalarıyla paralel ilerlerken, BAK süreciyle birlikte yükseköğrenim gibi Türkiye’nin entelektüel aklına önemli katkılar sunan kollarından birisi daha esaslı bir tasfiyeyle yüzleşti/yüzleşiyor. 15 Temmuz darbe girişimi ise bu düşmanlığın daha pervasızca hayata geçirilmesine önemli bir zemin sundu ve KHK terörüyle yükseköğrenim hızla yavanlaştırılıp çölleştirildi. Ne yazık ki siyasal İslam’ın Türkiye’ye verdiği zarar ve yarattığı toplumsal yıkım çok boyutlu olarak devam ediyor. l DEDA Dersim Dayanışma Akademisi (DEDA) geçtiğimiz yıl ocak ayında yayımlanan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan ve bu sebeple çeşitli hak gasplarına uğrayan, işten çıkarılan bilim insanlarının kurduğu alternatif akademi arayışlarının bir parçasıdır. DEDA 2016 kış döneminden itibaren çeşitli seminerler ve toplantılar düzenlemekte, “akademi her yerde!” sloganıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Dersim küçük bir şehir. Tiyatro ya da sinema salonları olmadığı gibi geniş çaplı toplantıların düzenlenebileceği mekânlar da ancak belediyenin konferans salonu gibi kimi kamu kurumlarında bulunabiliyor. AKP hükümetinin Dersim Belediyesi’ne “kayyum” atamasından dolayıdır ki DEDA’nın çalışmalarını düzenleyebilmesi için imkânlar son derece kısıtlıdır. Dolayısıyla atölyelerimizi KESK’e bağlı EğitimSen Dersim Şubesi bünyesinde sürdürmekteyiz. Sendikanın 50 kişilik toplantı odasını kullanıyoruz. DEDA bünyesindeki bilim insanları olarak çoğumuz sosyal bilimcileriz. Tarih, Sosyoloji, Antropoloji, İktisat, Felsefe, Siyaset Bilimi gibi alanlarda tezleri, çalışmaları olan kişileriz. Bizler bilginin bütünselliğini ve ilişkisel yapısını savunuyoruz. Doğa bilimleri, toplumsal bilimler, sanat ve edebiyat alanlarına ilişkin keskin ayrışmayı reddediyoruz. Ayrıca atölyeler tarzında örgütlediğimiz oturumlarda, Türkiye’de yükseköğretimde alışkın olduğumuz gibi konusunda “otorite” kabul edilen bir akademisyenin, “hoca”nın dinleyici konumundaki “öğrenciler”e “ders verme”si tarzındaki eşitsizlikçi “öğretme biçimleri”ne karşı, öğrenenlerin de etkileşiminden bilgiyi birlikte üretmeye evrilen bir ortam yaratma kaygısı güdüyoruz. Öğrenmenin, kuram ve pratiğin birbirini karşılıklı desteklediği ve geliştirdiği bir süreç olarak ilerlemesini ilke ediniyoruz. Halihazırda araştırmalarına, çalışmalarına devam eden, toplum ve insanlık yararına bilgi üreten ve bunu paylaşan bir motivasyona sahibiz. Elbette atıldığımız iş yerlerine de sahip çıkıyoruz. Akademiye geri döneceğimizi ve Türkiye’de yükseköğrenimin çağdaş, bilimsel, demokratik, laik çerçeveye yerleşebilmesi için çabalayacağımızı beyan ediyoruz. Şu ana kadar örgütlediğimiz atölyelere ve seminerlere üniversiteden öğrencilerin yanı sıra Dersimliler de diledikleri gibi katılabiliyorlar. Sendika üzerinden afişlerle, internet yoluyla duyurularımızı yapıyoruz. Güzel geribildirimler de alıyoruz. lNeoliberalizmin dayattığı hak gaspları Neoliberalizm Türkiye’nin ekono mik, sosyal ve kültürel hayatında özellikle son 30 yıldır, devlet zoruyla/sopasıyla, Sünniİslam’a dayalı yeni bir muhafazakârlaşma rejimi ile ekonomik ve sosyal hakların gaspını dayatıyor. Üniversitelerin özelleştirilmesi, kamu kaynaklarının kısıtlanarak cemaatlerin kontrolüne terk edilmesi ve dinselleştirilmesi bu sürecin bir parçasıydı. Bizler öncesinde de böylesi gerici uygulamalara karşı akademik, demokratik, bilimsel, laik kriterleri savunan örgütlü, sendikalı bilim insanlarıydık. Sürecin daha da keskinleşmesi bizleri de daha radikal, nitelikli ve farklı direnme biçimleri örgütlemeye yönlendirmiş oldu. Direnişin iki ayağından bahsedilebilir. İstanbul, Ankara, Bolu ve Malatya’da olduğu gibi akademisyenlerin de zaman zaman parçası oldukları sokak eylemliliklerini, açlık grevlerini görüyoruz. Diğer yanda ise şu an itibariyle sayıları 13’e ulaşmış bulunan “dayanışma akademileri” var. Bunlar, işten çıkarılan yahut çıkarılmasa da çalışmalar içerisinde yer alan bilim insanlarının kurdukları ve üniversitenin/hükümetin dinsel/politik baskısı, denetimi olmaksızın bilgi üretip paylaşabildikleri akademik nitelikli platformlar. Çoğunlukla seminer örgütleyen, alanında uzman bilim insanlarının tek tek yahut kolektif biçimde kotardıkları oturumların halka ulaştırılması biçimin ?KİMDİR Ahmet Kerim Gültekin, 6 Ocak 2017 tarihli 679 sayılı KHK ile ihraç edildi. Munzur Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nde çalışıyordu. Etnolog. Doktorasını Ankara Üniversitesi’nde “Kırsal Dönüşümün Ekonomipolitiği Üzerine Etnografik Bir Değerlendirme” başlıklı teziyle tamamladı. “Tunceli’de Sünni Olmak” başlığını taşıyan yüksek lisans tezi de kültür, kimlik ve din çalışmaları alanındadır. Din antropolojisi, siyasal antropoloji, kutsal mekân kültleri, halk söylenceleri ve inanışları, kültür ve kimlik, toplumsal örgütlenme modelleri ve kolektif hafızasözlü tarih üzerinde çalışıyor. Birçok makalesi Bilim ve Ütopya, Bilim ve Gelecek, Kırkbudak ve Munzur gibi dergilerde yayımlandı. Tunceli’de Sünni Olmak (2010) ve Tunceli’de Kutsal Mekân Kültü (2004) başlıklarıyla kitaplaştırılmış iki çalışmasının yanı sıra editörlüğünü yaptığı ve bölüm yazarı olduğu yerli ve yabancı araştırmalar vardır. de görünür olan bir çizgi söz konusu. l DEDA etkinlikleri DEDA olarak biz Bahar 2017 döneminde 10 hafta sürecek iki atölye örgütledik. Dr. Ahmet Kerim Gültekin’in yürüttüğü “Uygarlık Tarihi” ve “Etnografik Okumalar” atölyeleri ile Doç. Dr. Candan Badem’in yürüttüğü “Ermenice” dil atölyeleri bu kapsamda çalışmalarını sürdürüyor. Bu atölyeleri arttırmayı düşünüyoruz. Böylelikle gerek lisans eğitimi alan arkadaşlarla gerekse toplumun diğer kesimlerinden insanlarla daha uzun erimli ve sürekliliği sağlanmış güçlü ilişkiler kurmayı, bu ilişkileri ilerletebilmeyi hedefliyoruz. Çünkü KHK’lerle yapılan saldırının hedeflerinden biri zaten akademinin üzerine kurulduğu en önemli temellerden biri aynı zamanda: İnsanlar arası ilişkiler. >>
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear