26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 Akademi 8 Mart 2017 Çarşamba Referandumlar ne zaman meşru sayılabilir? İlker Gökhan Şen Referandumlar ancak rakip seçeneklerin eşit ve barışçı bir şekilde dile getirilebildiği bir ortamda gerçekleşiyorsa demokratik meşruluğa sahiptir.* Demokratik siyasal sistemlerde referandumların anayasa ve yasaların öngördüğü kurallara uyarak yapılması demokratik meşruluklarına dair en önemli kanıtı oluşturmaktadır. Öte yandan demokratik meşruluk hukuka uygunluğu içermekle beraber onu da aşan birtakım ideal kurallara uygunluğu gerektirir. Bu ideal kurallar, modern devlet tarihindeki 200 yılı aşkın referandum deneyiminden çıkarılan derslerden ve iyi uygulamalardan damıtılan ahlak normlarından (evrensel referandum kurallarından) kaynaklanır. lReferandum kararını alacak olan organ Referandumun demokratik işleyişe katkıda bulunabilmesi, onun veto edici veya engelleyici bir etkiye sahip olmasına bağlıdır. Başka bir deyişle, bir kararın kabul edilmesini isteyen aktör ile referanduma başvurma yetkisine sahip olan aktör birbirinden farklı olmalıdır. Referandum aracı, parlamento müzakere sürecine alternatif bir yasa yapma yöntemi olarak değil, kabul edilen yasal düzenlemelere karşı siyasi açıdan azınlıkta kalanların kullanabileceği (durdurucu ya da reddedici) veto niteliğinde koruyucu bir önlem olarak düzenlenmelidir. Bu nedenle referandumlara dair anayasal kurallar, siyasi çoğunluğu temsil eden aktörlerin (seçilmiş cumhurbaşkanı, hükümet ve parlamento çoğunluğu) aldığı kararların siyasi azınlıklar (muhalefet partileri, seçmenler ve sivil toplum) tarafından de “Führer’e evet!” 1933’ten sonra Hitler ülkeyi tek elden yönetmesini sağlayan devlet başkanlığı yetkilerini referandumla elde etti. netlenmesine olanak sağlayacak şekilde yapılandırılmalıdır. l Çoğunluğun tiranlığı Referanduma getirilen en yaygın eleştiri “çoğunluğun tiranlığı” tehlikesidir. Referandumların kabul edilmesi için nitelikli bir çoğunluk aranmadığında söz konusu halkoylamaları kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin de her şeyi kaybettiği bir nitelik kazanacak ve azınlık tercihleri bu şekilde göz ardı edilmiş olacaktır. Başka bir deyişle toplumun yüzde49’u geri kalan yüzde51’in isteğine boyun eğmeye zorlanacaktır. En iyi ihtimalle toplumsal uyum ve barışı zedeleyen nezaketsiz bir karar alma yöntemi olarak görülebilecek bu özellik, çoğunluğun azınlık haklarını ve hatta azınlığın kendini yok ettiği sonuçlara da yol açabilir. Gerçekten de kitle psikolojisinin kor kutma, kandırma ve/veya çıkar vaadi yoluyla yönlendirilmesi (manipülasyonu) sonucunda gerçekleştirilen referandumlar, Nazi Almanyası örneğindeki gibi diktatörlük rejimlerini meşrulaştırmak da kullanılmıştır. Temel anayasal konulara ilişkin olarak yapılacak referandumlarda nitelikli bir katılım ve/veya karar yetersayısına ulaşma zorunluluğu ölçütleri getirilerek bu sorunun üstesinden gelinebilecektir. Örneğin, kayıtlı seçmen sayısının yüzde 50’sinin referandumda oy kullanması ya da kabul için geçerli oyların 2/3’üne ulaşılabilmesi koşullarının öngörülmesi gibi. Nasıl ki anayasa değişikliklerinin parlamentoda kabul edilmiş sayılması için nitelikli bir çoğunluk (kanunların kabul edilmesi için gerekenden daha fazla oy şartı) gerekiyorsa, seçmenlerin anayasa değişikliklerinin onaylanması işlevini gördüğü anayasa değişikliği referandumlarında da bu tür bir nitelikli bir çoğunluğun anayasal çerçeveye kavuşturulması gerekir. lToplumsal kutuplaşma ve şiddet Referandumların konuları ne ka dar önemliyse, yaratacağı toplumsal gerginlik ve kutuplaşma da o kadar keskin olur. Çünkü ülkelerin bağımsızlıkları, bir bölgenin bir ülkeden ayrılması veya başka bir ülkeye katılması veya anayasal düzendeki temel rejim değişiklikleri gibi konularda yapılan referandumların geri dönülmez sonuçları bulunmaktadır. Bu tür referandumlar oy verenler için milli aidiyeti, vatandaşlığı, ülke bütünlüğünü, demokratik yaşam gibi mensup oldukları topluluğun ve hatta gelecek nesillerin hayatını etkileyecek bir dönüm noktasıdır. >> Plebisit Yürütme organının referanduma konu olan kararı alma yetkisine sahip olmasıyla beraber referandumu da başlatabildiği uygulamalar, çoğunlukla antidemokratik sistemlerde ortaya çıkarlar ya da en iyi ihtimalle antidemokratik sonuçlar doğururlar. Literatürde çoğunlukla “plebisit” olarak da adlandırılan bu tür referandumlarda halkın tek rolü, antidemok ratik siyasetçilerin kararlarının karar alma sürecinin sadece sonunda katılmak suretiyle meşrulaştırılmasına hizmet etmekten ibarettir. Bu tür referandumlarda karşıt görüşlerin dillendirilmesine olanak sağlayan özgür bir tartışma ortamı da yoktur. Antidemokratik veya otoriter referandumların tarihsel kökleri, devrim sonrası Fransa’da Napolyon Bonapart dönemi uygulamalarına kadar uzanır. Bu uygulama, eski rejimin kalıntısı olan monarşiye dayalı devlet yönetimi anlayışıyla, devrimin kazanımla rı olan demokratik meşruluk ve millet egemenliği anlayışlarının sorunlu bir sentezinden kaynaklanmıştır. Alman hukukçu Carl Schmitt, bu tür otoriter referandumları parlamenter sisteme alternatif bir yöntem olarak tavsiye etmiştir. Schmitt’e göre siyasal kararlar yukarıdan, güvenoyu da aşağıdan gelir. Vatandaşlar herhangi bir siyasi kararın alınması sürecinde bir öneride bulunamaz, görüşme yapamaz veya tartışmalarda bulunamaz. Vatandaşların devlet işlerine ilişkin tek yetkisi, li derlerinin önlerine getirdiği bir yasal düzenlemeye “evet” veya “hayır” demekten ibarettir. Schmitt’in bu görüşleri, Hitler’in Nazi Almanyasını kurma ve meşrulaştırma sürecindeki referandumlar için ilk elden ilham kaynağı olmuştur. 1933 yılında Milletler Cemiyeti’nden ayrılarak yeniden silahlanmanın başlatılması, 1934 yılında Hitler’in ülkeyi tek elden yönetmesine olanak sağlayan devlet başkanlığı yetkileri ve 1938 yılında Avusturya’nın ilhak edilmesi, referandumlarla gerçekleşmiştir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear