27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

15 Mart 2017 Çarşamba Akademi >> anlamıyla klientalist hale gelmiş, Demokrat Parti iktidarı tarikatlarla siyasi işbirliği yapmaya başlamıştır. İkinci kritik dönemeç,1980 askeri darbesine rastlamaktadır. Bu dönemde askeri cunta, dini tümüyle araçsallaştırarak sol ideolojilere karşı kullanmış ve sosyal politikanın her alanını “Türkİslam Sentezi”ne göre dönüştürerek cumhuriyet tarihinde emsali görülmemiş bir toplumsal mühendislik sürecini başlatmıştır. Günümüz Türkiye’sine baktığımızda bu iki kritik dönemecin olumsuz sonuçlarını halen yaşadığımızı söyleyebiliriz. Özellikle din ile siyaset arasındaki klientalist ilişkinin ülkeyi 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimine getirecek vahamete ulaştığının altı kalın çizgilerle çizilmelidir. lSürekli gelişen bir ilke Laikliğin bahsedilmesi gereken ikinci önemli özelliği belli tarihsel koşullar sonucunda oluşmuş ve o haliyle donmuş bir kavram olarak yorumlanmaması gerektiğidir. Nasıl ki toplumsal çeşitlilik zamana ve mekâna göre dönüşüm ve gelişim gösteriyorsa, laiklik de tıpkı demokrasi gibi, özgürlükçü ve eşitlikçi kapasitesini koruyabilmek adına sürekli gelişen bir ilke olmalıdır. Buna ABD Anayasası’nın devletin dini anlamda tarafsızlığının en önemli dayanağı olan birinci ek maddesi örnek olarak verilebilir. 19. yüzyılın sonuna kadar devletin tarafsız yaklaşmayı taahhüt ettiği doktrinler Protestanlığın muhtelif yorumlarıyla sınırlı iken, 20. yüzyılda bu taahhüt önce Hıristiyanlığın diğer mezhepleri, daha sonra diğer dinler ve nihayet din dışı doktrinleri de kapsayacak şekilde genişlemiştir. ABD’de (bu kavramı pek kullanmasalar da) laikliğin dayanağı olan anayasal hüküm, zamanla daha kapsayıcı ve çoğulcu bir biçimde yorumlanmış ve anayasanın temel ilkesi olan özgürlük ve eşitlik vaadi bu madde özelinde zamana uygun bir biçimde gerçekleştirilmiştir. Gelgelelim laiklik yorumlarının geçirdiği evrim daima kapsayıcı yönde olmamaktadır. Örneğin, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fransa’da hızla artan Müslüman nüfus, 1990’larda özellikle başörtüsünün kamusal ortamdaki yerini tartışmaya açmıştır. Birçokları özgürlükçü ve eşitlikçi yönü ağır basan 1905 Yasası’nın, başörtüsü gibi Fransa için “yeni bir fenomen” hakkında karar vermek için iyi bir referans olamayacağını belirtmiş ve nihayet 2003 yılında Cumhurbaşkanı Chirac’ın kurduğu komisyonun kararıyla başörtüsü, “toplumsal bütünlük” gerekçe gösterilerek kamu okullarında yasaklanmıştır. Toplumun değişik kesimlerinden, bu yasağın laikliğin temelinde yatan “hak ve özgürlüklerden eşit yararlanma” gibi değerlere aykırı olduğu gerekçesiyle itirazlar gelmiş olsa da, bu yasak bu Son yıllarda sadece birçok okulun imam hatip okuluna dönüştürülmesi değil, o güne dek yapılan karma eğitime son verilmesi de tepkilere yol açtı. güne dek geçerliliğini korumuştur. ABD örneğinin aksine Fransa örne ği, laiklik anlayışının güncellenmesinde, birtakım doktrinel saplantılara bağlı kalınmasının, bu ilkenin ortaya çıkış amacı olan özgürlük, eşitlik ve barış içinde birlikte yaşam gibi değerleri tehlikeye atabileceğini gösteriyor. Bunun günümüzde Fransız Müslümanların kolayca radikalleşip, şiddete meyletmeleri üzerinde ne derece etkili olduğu araştırmaya değer bir konu. lTürkİslam sentezi ve devletin laikliği terki Türkiye’deyse “Türkİslam sentezi”nin resmi ideoloji haline geldiği 1980’li yıllardan itibaren, laikliğin, bizzat onun koruyuculuğuna soyunan askeri cunta tarafından tahribata uğratıldığını görüyoruz. Bu yıllarda bir antikomünist toplum mühendisliği aracı olarak kullanılan din, 1990’lı yıllarda kitlelere yayılarak askeriyenin kontrolünden çıkmış ve askeriye 28 Şubat sürecinde “katı laik” olduğu söylenen bir karşılık vermiştir. Esasen 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinde askeriye taban tabana zıt politikalar izlemiş gibi görünse de, bu iki dönemde de değişmeyen tek şey dinin siyasi amaçlarla kontrol altında tutulması ve laikliğin toplumun belli kesimleri için mağduriyet yaratan ve dışlayıcı etkisidir. AKP iktidarının ilk dönemine gelindiğinde, cumhurbaşkanı, yargı ve askeriyenin siyasi güçlerini laiklik üzerinden korumaya çalışmaları, laikliğin bir ortak payda üzerine inşa edilmesi şöyle dursun, tamamen antidemokratik, militarist ve “milli irade” karşıtı bir ideoloji olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu süreçte laikliğin adeta çöktüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle ki ideal anlamda toplumsal ortak paydaya temel olması beklenen bir siyasal ilke, derin bir toplumsal kutuplaşmanın kaynağı haline gelmiş ve laikliğin özünde kapsayıcı ve demokrasi için vazge çilmez bir ilke olduğu kamusal alanda kuvvetlice seslendirilememiştir. Böylelikle cumhuriyet tarihi boyunca esasen hiçbir zaman doğru uygulanmayan laikliğin bu dönemde söylem düzeyinde dahi çökmesiyle, AKP hükümetleri 2011 yılından itibaren büyük bir manevra alanı elde etmiş ve “devletin laikliği terk etmesi” (desekülerizasyon) olarak adlandırdığım süreç başlamıştır. l Desekülerizasyon Desekülerizasyon, devletin ve kurumlarının o güne kadar koruduğu kısmi laik niteliklerden hızla uzaklaştığı bir sürece işaret ediyor. Günümüzde de devam eden bu süreçte devlet amaçları, kurumları ve politikaları seviyesinde laiklikten uzaklaşmış ve laikliğin asli amacı olan özgürlük, eşitlik ve barış içinde birlikte yaşam, bu dönemde iyice zora sokulmuştur. Özgür ve eşit bireyler yetiştirmesi beklenen laik devletin, “belli bir hayat tarzı”na sahip “dindar bir gençlik” yetiştirmeyi hedeflemesi, izlenen eğitim politikalarında evrensel eğitim standartlarının ve kapsayıcılığın tamamen bir kenara bırakılması bu sürecin en dikkat çekici uygulamaları arasındadır. Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin yanına birçok örnekte “zorunlu seçmeli” hale gelen din derslerinin eklenmesi, birçok okulun dönüştürülmesiyle sayıları kontrolsüz ve plansız bir biçimde artan imam hatip okulları ve milli eğitimde, hükümete yakınlığıyla bilinen birtakım vakıfların büyük roller oynamaya başlaması bu dönemin politikalarındandır. Öte yandan özerkliği, finansmanı ve kapsayıcılığı konusunda her zaman tartışma konusu olmuş Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinin yanı sıra, eğitim, aile, gençlik ve sağlık gibi sosyal politika alanlarındaki rolünün emsali görülmemiş bir oranda arttığı da gözden kaçırılmamalıdır. Bu çerçevede, “kadim değerlerimiz”in tarih boyunca insanlığın büyük mücadeleler ve zor 11 ?KİMDİR Edgar Şar, 7 Şubat 2017 tarihli 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Araştırma Görevlisi’ydi. 2013’te Marmara, 2016’da Boğaziçi üniversitelerinin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerini onur dereceleriyle bitirerek lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı. 2015’te bir grup genç akademisyenle birlikte Avrupa Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nü (PS:EUROPE) kurdu. Enstitünün Akademi Birimi EşDirektörlüğü’nü yürütüyor. Çalışmaları laiklik ve demokrasi ilişkisi ile dindevlettoplum ilişkileri üzerine yoğunlaşmıştır. Bu konularda yurtiçi ve yurtdışında birçok konferans verdi. Eylül 2017’de Boğaziçi Üniversitesi’nde başladığı doktora çalışmaları kapsamında Ortadoğu’da demokratikleşme ve dindevlettoplum ilişkilerinde değişen paradigmalar üzerine araştırmalar yapıyor. Pasaportu iptal edildiği için bugün yurtdışındaki konferans ve araştırmalarını sürdürmesi mümkün değil. luklarla kazandığı evrensel hak ve özgürlüklere bir alternatif olarak sunulduğu “Yeni Türkiye”de, cumhuriyetimizin halen anayasal bir niteliği konumunda olan laikliğin geleceğinin yanı sıra, toplumumuzun barış içinde birlikte yaşamı hangi temelde kuracağı da koca bir soru işareti olarak önümüzde duruyor. Türkiye’de laiklik hiçbir zaman demokrasiyle el ele gelişememiş olsa da 2011 yılından itibaren hızlanan laiklikten uzaklaşma sürecinin demokrasiden uzaklaşma süreciyle bir arada ilerlemesi bir tesadüf değildir. Laikliğin toplumsal uzlaşının değil kutuplaşmanın kaynağı haline getirilerek çökertilmesi, bizleri toplumsal uzlaşının giderek bir ütopya olarak görüldüğü, en temel insani hak ve özgürlüklerde dahi ortaklaşmanın zorlaştığı ve farklı olanın sadece “öteki” olarak değil, potansiyel bir düşman olarak görüldüğü bugünlere getirdi. Desekülerizasyon süreciyle iyice dışlayıcı hale gelen devlet kurumlarının kapsayıcı hale dönmesi nasıl ve ne zaman gerçekleşecek bilinmez. Topluma düşen, kutuplaşma tuzağına yakalanmadan farklılıkları bir gerçek olarak kabul ederek özgürlük, eşitlik ve barış içinde birlikte yaşama yaraşır bir biçimde davranmaktır. n
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear