24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 C P E R V A S I Z P kitap E R T A V S I Z 22 AĞUSTOS 2008 CUMA Enis BATUR Teknoloji ve Yaratım épublique meydanına biri girmeden, ötekisi çıkışında, biribirilerinden birkaç yüz metreyle ayrılan iki evde, XX. yüzyılın yazgısını değiştiren, güçlü etkisi günümüze ulaşan iki teknik, yarım yüzyıl arayla devreye girmiş: İlkinde, Daguerre’in laboratuvarı, ikincisinde Mélies’in buluşunu gerçekleştirdiği bina yeralıyormuş. Gerçeği tıpatıp nakleden, iki büyü kutusu. İki illüzyon makinası: Öte yandan. Hayatımızı dolduran iki görüntü aygıtı. Yaklaşık bir kilometre daha yürüyoruz: Yeni bir gösteri merkezinin hazırlıkları doludizgin sürüyor: Burası, “numérique” sanatları ağırlayacakmış. Bilgisayar etrafından hızını alan pek çok teknolojik atılım yeni bir çağı başlatalı ne kadar oldu? İçinde yaşamaya koyulduğumuz bu dönem, benim kuşağımın hayatını ortadan ikiye böldü. Pek azının farkında olduk, çoğuna maruz kaldığımız duygusunu büyütüyoruz. Sigara paketinden biraz daha cüsseli bir araç, elimizdeki: Fotoğraf, video çekimi; telefon, eposta; ses kaydı, nakli; izleme ve dinleme olanağı; daha neler. Bir adım sonrası kapıda: Ulaşım araçları için bilet işlevi de görecek, şeker ya da kolesterol ölçümlerini de yapacak, aynı zamanda; başka işler de. Kullanabilenler, zaten borsa ve banka işlemlerini şimdiden onun aracılığıyla gerçekleştiriyorlar. Cüssesiyle tersorantılı beyin gücü yüklendiğinde, bellek sığasına bağlı olarak sözlükler, metinler, görsel arşivler, sessel depolamalarla, herşey cebe sığacak, sığmak üzere. Hüner sahipleri ya da çocuk yaşta öyle eğitilenler, sayısız alanda, o ufarak araçla üretim yapacaklar yapılmaya başlanmış olsa gerek. Bu yeni kipsellikler bütünü, Hayat’ın özünü belki değil, çehresini alabildiğine değiştirecek çok yakın bir tarihte. Ömrüm, kalan zamanım ne kadarını görmemi sağlayacak, bilmiyorum. Çoğuna uyum sağlayamayacağımı anlıyorum. Cep telefonu, internet kullanıyorum tabii; elyazımı tarayıp gönderiyor, kitaplarımın son işlemlerini bilgisayar ekranında KULE CANBAZI SUNAY AKIN Filikaya biniş sırası... ları gibi dövüldüklerine tanık olduk. Bir filikaya konulmuşlar, denize atılmışlar... Neymiş, denemede işçi yerine kum torbası konulmalıymış... Duyarlığınızı sevsinler!.. Doğumevinde elliden fazla bebek ölüyor kimsenin sesi çıkmıyor... Neden?.. Çünkü filikalarda erkekler var!.. Onların sağlık, çalışma politikaları tukaka edilemez!.. Gözümün önüne Fellini’nin bir filminin son sahnesi geliyor. Filmin adı yanlış anımsamıyorsam “Ve Gemi Gidiyor” idi... Gemi batıyor filmin sonunda... Denizde bir filika ve içinde bir adam görülmektedir... Bir de, geminin ambarında olan ve kurtulan gergedan vardır filikada... Adam, çaresizce kürek çekmeye çalışmaktadır!.. R yapıyorum ama, tutuğum. Gençleşmediğime göre, daha da tutuk olacağım belli, ileride. Tepki duyuyor muyum? Teknolojik gelişmenin sağladığı nitelik ve kolaylıklar sevindiriyor beni. Arıza potansiyeli, sırnaşık kullanımlar (önüne gelenin araçlarıma ‘mesaj’ gönderebilmesi), zorlamalar sinirlendiriyor. İşin ticaretine öfke duyduğum oluyor: Temel insanlık sorunlarından esirgenen bütçeler, aşırı tüketimde heba edildiğinde kan beynime çıkıyor. Çarçabuk, makine mezarlığıyla çevriliyor olmak da hoş durum değil ayrıca. Ne yapalım: Çark böyle dönüyor. Daguerre de, Mélies de modern yaşamın, bir çağın ana eksenini etkileyecek buluşlar gerçekleştirmiş oldukların bilincindeydiler hiç şüphesiz. İşin buraya varacağını öngörebilirler Daguerre de (Üstteki fotoğraf), Mélies de modern yaşamın, bir çağın ana eksenini etkileyecek buluşlar gerçekleştirmiş oldukların bilincindeydiler hiç şüphesiz. miydi? Doğrusu, sanmıyorum. Jules Verne’in yapıtına bakalım: Kimi öngörüleri gerçekleşmiş olsa bile, gelecek tasarımı günümüzün parametrelerinin ipuçlarını barındırıyor diyemeyiz. Bugün, yüzyıl sonra nereye varabileceğimizi kestirebilen var mıdır? Varsa, nerededir? Nasıl bir dünya düzeni, yaşam düzeni öngörüyordur? Geleceğin her vakit sis altında beklemesi, hazırlanması ürpertici. Teknolojik evrim karşısında sanat, edebyata oranla çok daha fazla uyum sağlama yeteneği gösteriyor. Çağdaş sanat bunu kanıtlıyor. Edebiyatın bağrından çıkagelen bakış, tıpkı benim gibi, tutuk. Toussaint’in Fotoğraf Makinası, küçük İskender’in kendisine gelen yeraltı tadlı epostalarla kitap kurması, cep telefonu ya da internet üzerinden yazınsal işler üretilmesi düpedüz derkenar çıkmaları. Ne demeye getiriyorlar, şairler ve yazarlar: Hayat, teknolojik gelişmelerin ötesinde, tıpatıp aynı mı kalacak, kalıyor, diyorlar? Yan gelişmeleri hiçe sayamayız, edebiyat bağlamında da. Sessel ya da görsel CD’ler, arşivler, sanal ortama iş üretmeler merkezüretimin niteliğini henüz değiştirmeye yetmiyor. Dadacılardan, Kurt Schwitters’den öteye gidildi mi? Finnegans Wake’i bilgisayarlı bir dünyaya mı borçluyuz? Queneau’nun Yüz Milyar Şiir’ini? Bu dönem, güçlü bir yazınsal atılım gerçekleştirmedi şimdilik. Belki, yarın. Teknolojik devrimlerin yadsınamaz katkısı, üretimin kitleselleşmesi, demokratikleşmesi. Hemen olmamıştır bu: Daguerrotype’den enstamatik Kodak’a, Mélies’in kutusundan handy cam’e zamanlar gerekmişti. Şimdi hızlanıyor yaygınlaşma: Bilgisayar, internet, cep telefonugillerin kullanım oranı kısa sürede çığ gibi büyüdü. Sanat, edebiyat, klâsik ortamlarda bir seçkinlik koşuluna kilitliydi; bugün, fotoğraf çekmek ya da kısa film yapmak, şiirini ya da romanını, fikirlerini ya da araştırmalarını internet ortamında gerçekleştirmek için deveye hendek atlatmak gerekmiyor. Sorun gelip şuraya dayanıyor ama: Ortaya çıkan ne? Üretimden mi dem vurabiliriz, ifrazattan mı? Ola ki yeni çağ, bütün eski ölçülerin devredışı bırakılmasıyla asal biçimine oturacaktır. Gene de unutamayız: Tzara, Duchamp ve benzerleri bunu önereli yüz yıl olmak üzere. “Puşkin’i çağdaşlık gemisinden atma”yı salık vermekle bitmediğini biliyoruz işin: Yerine koyulacak olanı önce ortaya koymak zorunlu şart. an kurtarmak amacıyla kullanılan filika ölüme neden olabilir mi?.. Bu sorunun yanıtını bir hafta önce yaşanılan Tuzla faciasının çok uzağında, Titanik’te de bulabiliriz. Dev gemi daha güzel görünsün diye güvertelerine az sayıda filika konulmuştu!.. Ne de olsa “Tanrının bile batıramayacağı” bir gemiydi Titanik... Cemal Süreya’nın beklenmedik, yürekleri buzdağı gibi soğutan ölümünü Titanik’in batışına benzettiğim şiirde şu kıta vardır: Bir gemi gibi batmak yakışırdı sonuna filikaya biniş sırasına benzeyen yaşantının: Önce çocuklar ve kadınlar C ‘ÖNCE KADINLAR VE ÇOCUKLAR’ Denizcilikte kuraldır, önce kadınlar ve çocuklar binecektir filikalara... Ama, hiçbir anne, çocuğunu batmakta olan geminin güvertesinde bırakıp, önce kendisi filikaya binmeyeceği için, “Önce kadınlar ve çocuklar” çağrısı kulağıma doğru gelmemektedir. Bir anne, önce çocuğunu uzatır filikadaki görevliye, sonra kendi biner. Bu yüzden çağrının doğrusu “Önce çocuklar ve kadınlar” olmalıdır. Türkiye, erkeklerin bindiği bir filikaya benziyor. Konya’daki kaçak Kuran kursunda ölen 17 kişi kimlerdir? Çocuklar değil mi? Çocuklarının katledilişine anne ve babaların “mahalle baskısı”ndan dolayı sessiz kaldığı anlaşılıyor. Peki ya görevliler?.. Çoktan batmış bir geminin adının yazılı olduğu filikadaki “erkek”leri andıran kanun koruyucular!?.. Onlar, ölen 17 çocuğumuzun “temizlikçi” olarak adlandırıldığı raporu “vicdan” denilen içdenizlerine nasıl açıklayacaklar?.. Böylesine insafsızlık, ancak çocuklarına ve kadınlarına değer vermeyen, filikayı işgal eden bir erkek egemen toplumda yaşanılabilir. Bu yüzden, Tuzla’daki filika faciası şaşırtmıyor beni. Emekçilerin, işçilerin zaten insan yerine konulmadığı günlerdeyiz... 1 Mayıs’ta kum torba EMEKÇİLER, KAPTANIN TA KENDİSİDİR Yaşanılan akıl almaz onca olaya tanık olunca, sırtında gergedan kabuklarıyla bir filika dolusu erkek geliyor gözümün önüne... Aman ha, bu sadece iktidar partisi AKP’nin meselesi değildir?.. Çocukları ve kadınları iktidarlarına basamak yapan tüm “erkek” iktidarlar sorumludur bundan. Sorun, politikacı denilen dama oyuncularının değil, uygarlık adı verilen satranç oyununda hamle yapmak isteyenlerin görebileceği ve çözebileceği bir sorundur. Emekçiler bu ülkede filikaya binecek, gemiyi terk edecek son insanlardır oysa!.. Çünkü onlar, kaptanın ta kendisidir. Atatürk, kılıçla toprak elde eden kolun, sabanla toprak elde eden kol karşısında her zaman yenileceğini söylememiş midir?.. Çünkü, kılıçla toprak elde eden kol zamanla yorulur ama sabanla toprak elde eden kol giderek güçlenir. Anadolu’da, sabanla toprak kazanan emekçiler vardı... Güvendikleri onlar, yalnızca onlardı. Bu haftanın son sözü “Filika” adlı şiirim olsun: Batmak üzere olan bir gemide panik içindeyken herkes ne de çok sevinir ipleri çözülen filika Uluslararası Heykel Bienali başladı İstanbul Haber Servisi Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) tarafından ortaklaşa düzenlenen “I. Uluslararası Heykel Bienali” üniversitenin Başıbüyük Yerleşkesi’nde başladı. Bienalin açılışında konuşan Mütevelli Heyet Başkanı Hüseyin Şimşek etkinliğin ülkeler arasında kültürel gelişmeye ışık tutacağını belirtti. 31 Ağustos Pazar gününe dek sürecek olan etkinlikte Ayder Aliyev (Kırım), Gayp Berdiyew Gurfangeldi (Türkmenistan), Hanif Habibrahmanov (Başkurdistan), Kanat Nurbaturov (Kazakistan), Mammad Rashidov (Azerbaycan), Rustam Gabbasov (Tataristan), Said Aynekov (Kazakistan), Toktobay Cumagulov (Kırgızistan) ve Eray Okkan (Türkiye) gibi heykeltıraşlar gerçekleştirecekleri çalıştaylarla sanatseverlerle buluşacak. Törende konuşan MÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Köymen ise “Bu sempozyum ile Türk dünyası heykel sanatçıları yaklaşık 1 ay süreyle aynı ortamda kültür ve sanat atmosferini yaşayacak, bu mirasa yönelik üretim yapacak ve heykel sanatına ilişkin bilimsel ve pratik birikimlerini paylaşacaklardır” diye konuştu. TÜRKSOY Genel Müdür Yardımcısı Fırat Purtaş ise TÜRKSOY’un, kuruluş amacına uygun olarak 1992 yılından bu yana Türk dünyası içinde bulunan toplulukların aralarındaki diyalog için çaba harcadıklarını vurguladı. İktidar Benim Ne İstersem Söylerim/ Sevgi Özel/ Cumhuriyet Kitapları/188 s. “Kaynakları karıştırınca, yerimizde saydığımızı düşünüyorum. İnönü’nün sözleriyle aklımıza düşen ne başbakanlar, ne bakanlar gördük; kimler geldi geçti; ‘cahillik, kendini bilmezlik, vazife ciddiyeti...’ açısından yakın dönemin iktidarları eskiyi mumla aratıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve takımı, ‘İktidar benim, ne istersem söylerim’ tavrını sürdürüyor.” Sevgi Özel, iktidarda olanların yanlış söylemlerini eleştiriyor bu kitabında. Ege’nin Unutulan Türkleri/ Bahadır Selim Dilek/ Cumhuriyet Kitapları/ 262 s. Küresel sermaye baronlarının çıkarlarının olduğu bölgelerde, etnik ve dini azınlıklar ön planda tutuluyor. Ancak küresel sermayenin çıkarının olmadığı bölgelerdeki azınlıklar istikrarsızlık unsuru olarak görülüyor. Bu azınlıklar ya tamamen görmezden gelinip yok sayılıyor ya da unutuluyor. Tıpkı Rodos ve İstanköy’deki, bugün sayıları 35 bin arasında tahmin edilen Türk azınlıklar gibi. Lozan Antlaşması’nın sağladığı haklardan yararlanamayan Onikiada Türkleri, önce 1912’den 1943 yılına kadar İtalya’nın, 1947 yılından sonra da Yunanistan’ın baskıları sonucu bugün tamamen yok olma noktasında. Bu kitapta, Onikiada Türklerinin yaşadığı trajedi, Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1960’lı yılların sonuna kadar olan döneme ilişkin nu’daki Şapka Devrimi’ne, saltanatın kaldırılışından İkinci Meclis seçimlerine dek pek çok tarihi olay... İsmail Habib Sevük bir edebiyatçı ve gazeteci gözüyle 192138 döneminin panoramasını çiziyor. İlk baskısı “Atatürk İçin” adıyla yapılan bu kitabın dili, genç kuşaklar için güncelleştirilip, fotoğraflar ve açıklayıcı dipnotlarla da zenginleştirildi. resmi yazışmalara dayanılarak anlatılıyor. Belgeler, Onikiada Türklerinin nasıl baskı altında tutulduğunu, tarihi mirasın nasıl yok edildiğini, vakıflar üzerinde oynanmakta olan oyunları gözler önüne seriyor. Kitaptaki belgelerin çoğu ilk kez tıpkıbasımlarıyla birlikte Türk okurunun bilgisine sunuluyor. Kemalizm Sovyetler Sosyalizm/ Osman Özarslan/ Ceylan Yayınları/192 s. “Ülkemiz solu Kemalizm’e karşı belirgin bir kafa karışıklığı içerisindedir. Ülkemiz solunun bütün renkleri kendisini burjuvaziye karşıt olmaktan kurarken, burjuvazinin Türkiye’deki ideolojisi demek olan Kemalizm söz konusu olunca, müstesna bazı kesimleri hariç solun büyük bir kesiminde güncel, tarihsel, programatik ya da taktik pek çok ikircim gündeme gelmektedir (...) Şimdi baş aşağı duran iki şeyi ayaklarının üzerine koyabiliriz. Birincisi Kemalizm kesinlikle, solun herhangi bir mezhebi değildir. İkincisi, Suphilerin katlinden sonra yaşanan büyük geri sıçramayla birlikte gelişen sol hareket ki bunlar her zaman TKP adıyla anılmış pek çok grup, Kemalizm’i kimi zaman eleştirmekle birlikte, pek çok konuda, Kemalizm’in dümen soyundan çıkmamış Kemalistlerdir.” Bu yapıtıyla, Osman Özarslan, Kemalizm’i sorguluyor. Kemalizm’le Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiyi irdeliyor, çözümlüyor. Hükümdar/ Niccolo Machiavelli/ Çeviren: Necdet Adabağ/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 112 s. “Hükümdar”, “Konuşmalar” ve “Floransa Tarihi” adlı kitaplarıyla tanınan Machiavelli, ünlü yapıtı “Hükümdar”da ülkesinin işgalden kurtuluşu ve tek egemenlik altında toplanışı temasını işler. Bu düşünce etrafında, güçlü bir iktidarın nasıl oluşturulabileceği ve ne şekilde sürdürülebileceğini ele alır. Egemenlik, askeri güç, ruhban sınıf, bağımsızlık, devletbireyözgürlük ilişkilerini irdeleyen “Hükümdar”, aynı zamanda “İtalya’yı barbarların elinden kurtarmaya çağrı”dır. Atatürk’le Beraber/ İsmail Habib Sevük/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 178 s. İsmail Habib Sevük, Kurtuluş Savaşı’ndan Cumhuriyet’e ve devrimlere uzanan coşkulu değişim dönemini aktarıyor: Konya ve Adana gezilerinden KastamoHep Genç Kalacağım/ Sabahattin Ali/ Yapı Kredi Yayınları/ 560 s. “İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim. Ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi. Hep genç kalacağım.” Yapıtta, Sabahattin Ali’nin ailesine, arkadaşlarına ve iş ortaklarına yazdığı mektuplarla, Sabahattin Ali’ye ailesi, Nâzım Hikmet, Esat Adil Müstecaplıoğlu, Mehmet Ali Aybar, Mehmet Ali Cimcoz, Aziz Nesin, Melahat Togar, Ayşe Sıtkı İlhan, Nihal Atsız, Cemal Kutay, Samim Kocagöz başta olmak üzere arkadaşları ve öğrencileri tarafından gönderilen, “Markopaşa” ve “Yeni Dünya”nın kuruluşunda yazılan mektuplar ve resmi yazışmalar bulunuyor. “Hep Genç Kalacağım”da bir araya getirilen mektuplar sadece Sabahattin Ali’nin hayatına tanıklık etmekle kalmıyor, Cumhuriyet’in ilk on yılında Ankara’da yaşam, İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ortam ve Türkiye’de giderek cadı avına dönüşen sol görüşlü kişilerin tutuklanması gibi pek çok olayla ilgili tanıklıklara da yer veriyor. Olimpiyat’ta bir Türk... Kültür Servisi 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları çerçevesinde açılan ‘Pekin Olimpiyat Parkı’nda Türk heykeltıraş Füge Demirok’un ‘Secret Of Eight’ (Sekizin Sırrı) adlı yapıtı sergileniyor. Seçici kurul, 299 yapıtı yarışmaya katılmaya değer görmüştü. Bu yapıtlar iki yıl boyunca Çin Halk Cumhuriyeti’nde 35 şehirde sergilenip oylandıktan sonra 110 yapıt dünyanın büyük kentlerinde sergilenecek.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear