28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

22 AĞUSTOS 2008 CUMA dizi C 13 ‘Naber Genco?.. Hadi she loves you yeey yeey yeey!..’ S ıkıntılı saatler geçiyor merdiven altında, nihayet hep bir arada olacağımızı anlayınca rahatlamış bir şekilde, elbiselerimizi çıkarıp “tek tipler”i giyiyoruz. Sonra bir sürü demir kapıdan geçip üst kata çıkıyoruz, Üzerinde levhaları bulunan kapıların önünden geçerek, önümüzden açılıp, ardımızdan kapanan demir kapılı koridorlarda ilerleyerek, C 16’nın önüne geliyoruz. Gardiyanlar kapıyı tıklatıyorlar, önce mazgal açılıyor, sonra kapı, içeri dalıyoruz... Girişte, hemen sağda mutfak bölmesinin bulunduğu hemen hemen kırk metreye 18 metre bir yere giriyoruz. İçerisi loş.. kalabalık mı kalabalık... Kesif bir sigara dumanı, neredeyse etrafı sis başmış gibi.. dipte birkaç tahta ranza... Pencerelere dikey birbiri ardına sıralanmış uzun masalar ve duvarın orada en dipte sesi epeyce açılmış bir televizyon, televizyonda türküler programı... Daha önce kaldığımız Maltepe Zırhlı Tugay’daki yerimizde de televizyon vardı. Ama hınzır Gencay Şaylan, tabii muzırlık olsun diye, türkü programlarını küçümser, onun yerine çoksesli müzik dinlenmesini önerir, bu şakalarını da, halkımızın temsilcileri milletvekillerine ve aralarından özellikle alaturka meraklısı Kemal Anadol’a yöneltirdi. Kemal Anadol, koğuşun kapısı açılıp, karşısında “halkımızı” yani bir anlamda potansiyel seçmenlerini görünce, askeriyenin ceberut otoritesinden, Gencay Şaylan’ın modernist baskısından kurtulmuş, askeri yönetimden sivil döneme geçmiş gibi oldu ve sürekli türküler programına dudak büken arkadaşına doğru dönüp, sol elini yumruk yapıp sağ eliyle de onun üstüne vurarak neşeyle haykırdı: N’abbeeer Genco! Bak türküler, hadi she loves you yeee... yee... yeee! Sağmalcılar’da benim için fasılalarla 28 ay sürecek macera, o gece işte böyle başladı. Sol blokta yer alan C 16’dakiler kendilerini ‘adi’ ya da adli suçlu saymıyor, fiillerini ‘ekonomik suç’ olarak tanımlıyorlar Kaçakçılar Koğuşu C16 MAHKÛMLARIN BAŞUÇLARINDA H EŞAPE BURHAN’IN ÖYKÜSÜ apishanelerde sabahlar birbirine benzer, hep özgürlükten hapisliğe uyanılır. Rüyanda genelde, demir parmaklıkların dışında özgür gezersin, gözünü açtığında da bir an bulunduğun yeri yadırgar, sonra birdenbire nerede olduğunu anlayıp, ateşten gömleği giyerek güne başlarsın. C 16’daki ilk günüm de öyle oldu. C 16, Sağmalcılar Hapishanesi’nin sol bloğunda. Burada genelde kaçakçılıktan tutuklu ya da hükümlüler yatıyor. Kaçakçı arkadaşlar, Turgut Özal’ın bulduğu bir deyimi pek benimsemişler.. kendilerini, “adi” ya da adli suçlu saymıyor, fiillerini “ekonomik suç” olarak tanımlıyorlar. Tabii aynı mantığı sürdürerek, orada haksız yere yattıklarını düşünüyor ve ekonomik suçun cezasının da ekonomik olması gerektiğini ileri sürüyorlar. Görüyorsunuz.. Cin Turgut Özal’ın düşünceleri ne şekillerde, toplumun nerelerine kadar yansıyordu. Bizi bu koğuşa verenlerin gerçekten “kıyak” geçtiklerine (kıyak hapishane argosunda iyilik anlamına geliyor) kuşku yoktu. Her şeyden önce, kaçakçılar ağır suçlular değillerdi; cinayet, hırsızlık ve gaspa oranla daha hafifti.. bir türlü illegal ticaret olan kaçakçılığı yapanlar, toplumun itibar skalasında diğer suçlulardan ayrı bir yerdeydiler. Genelde bu koğuşlarda asayişi sağlamak daha kolay oluyordu. Başka yerlerde sonu ölümle bitebilecek olan bazı gelişmeler burada olay bile olmuyordu. Bunun en güzel örneğini de “Eşape Burhan”ın öyküsü oluşturuyor. Gözleri oyulmuş Tantan fotoğrafları Garip bir hapishane görüntüsü apıldığında, Ortadoğu ve Balkanlar’ın en modern cezaevi sıfatını kazanan Sağmalcılar’da koğuş usulü geçerliydi. Bir avlunun iki yanında yer alan ve her ikisi de beton zeminli o ortak avluya bakan koğuşlar iki katlıydı. Birinci katın girişinde C 16’da sağ tarafında mutfak bulunuyordu; bu mutfağın dibindeki mazgaldan yemek artıkları dökülürdü. Mazgaldan, zaman zaman kedi iriliğinde fareler çıkar, kimseden çekinmeden fütursuzca salınırlardı. Doğrusu cesametlerine bakınca, onların sizden korkmamasına hiç şaşmazdınız. Mutfakta sabahları gelen kahvaltılık peynir ve zeytin ile saat 11 – 12’de gelen ve hem öğlen hem akşam yemeği olan genelde, bakliyat, makarna, bulgur ve pirinç pilavından oluşan karavanalar bölüştürülür veya meydancılar tarafından kantinden alınan malzeme ile yemekler pişirilirdi. Y Eşape Burhan’ı daha C 16’ya girdiğimiz gecenin ertesinde tanıdık. Çay ocağını çalıştırıyordu. Tabii Eşape, çay ocağını kendi başına çalıştıracak bir öneme sahip değildi koğuşta. O yalnızca, yönetici ağa ekibinin ocağı çalıştıran müstahdemi konumundaydı. Dişleri dökülmüş, kara kuru, kavruk, yaşından çok fazla gösteren bir delikanlıydı, en büyük merakı da futboldu. Fenerbahçeli Eşape, sol taraftan atılan uzan topları alıp, bir çalımla kaleye doğru akmada fena değildi.. “Eşape” lakabını da buradan alıyordu. Ama tek figür de futbolda yeterli olmuyordu. Eşape avluda oynanan maçlarda takıma girmek ister, koymadıklarında da kızardı. Sanırım kendisini savunduğum, iyi oynadığını söylediğim için de beni sever, bana karşı “Yok abi ya, Eşape’nin bişiy oynadığı falan yok” diyenlere de hemen cevabı yapıştırırdı: Ali abim gazeteci be, ondan iyi mi bileceksin! Koğuşa ilk gittiğimizde, Hüseyin Baş’a “Eşape”nin altındaki yatağı verdiler. Üç gün sonra, Hüseyin gülümseyerek korkudan titreme taklidi yaparak geldi yanımıza. Meğer Eşape’nin suçunu öğrenmiş. Eşape Burhan, dışarıdaki yaşamında da çaycıymış.. bir hanın girişinde çay ocağı varmış. Bir gün Eşape Burhan’ın bavulundan, önce ırzına geçilmiş, sonra boğulup parçalanmış bir çocuğun cesedi çıkmış. İşte Eşape Burhan’ın suçu bu. Hapishanenin cinayet, hırsızlık, gasp gibi suçlularının bulunduğu koğuşlarda “Eşape”nin hükmü mahkemeye kalmadan infaz edilir, bu gibiler, hemen oracıkta öldürülürler. Ama C 16’da Burhan’ı yaşatıyorlardı. Bir gün suç ayırımı dolayısıyla, koğuşta kaçakçılıktan başka suçtan yatanların başka yere verileceği haberi ulaştı. Ardından da, gardiyanlar koğuşa geldiler. Koğuşun zemin katında üzerinde yemek yenen masalar bulunurdu. Dipte ise televizyon. Hapishane yapılırken, ikinci kat yatakhane olarak düşünülmüş. Koğuşun kapasitesi 60 kişilik. Ama zaman zaman bu sayı 120’ye kadar çıktı. Kontenjanı aşanların bir kısmı zemin kata konan yataklarda, kimileri de üst ya da alt katta yere serilen döşeklerde yatarlardı. Orada kaldığımız sürece koğuş mevcudu ortalama hep 90 kişi civarında olmuştu. C 16’ya ilk girdiğimde en çok dikkatimi çeken, özellikle üst kattaki yatakların rengârenk çarşaf ve nevresimleri olmuştu. Daha önce kalmış olduğum askeri hapishanelerde çarşaf ve nevresimler idare tarafından verilirdi ve genelde hâki renkte olurlardı. Oysa burada, herkes evinden getirttiği renkli çarşaf ve nevresimleri kullanıyordu ve doğrusu ya.. hapishanenin kasvetli havasını biraz olsun yumuşatıyorlardı. ikkatimi çeken noktalardan biri de, altlı üstlü ranza şeklindeki iki yatak sırası arasında duran dolaplara yapıştırılmış o zamanlar Kaçakçılık Dairesi Müdürü olan Saadettin Tantan fotoğrafları olmuştu. Bunların hepsinin gözleri oyulmuştu.. kaçakçı arkadaşlar kendilerine karşı müsamahasız olan Tantan’ı hiç sevmiyorlar ve gazeteden kesilmiş fotoğraflarını, gözlerini oyup başuçlarına asarak kendilerine göre intikamlarını alıyorlardı. Bir de, koğuşumuzda biri oldukça varlıklı bir kaçakçının, öbürü de, genç ve yetenekli bir futbolcuyken, bu işlere bulaşıp, araba kaçakçılığı işine bulaşan ve her bir olaydan biriken cezalarıyla yüzlerce yıl yatması gereken Semih’in başucunda bir akvaryumu vardı. Anlaşılan Semih işin beyni değil, maşasıydı ve her şeyin ceremesini de o çekiyordu. Ona üst katın en dibinde bir yatak vermişlerdi ve orada akvaryumunun yanında hap ile kafayı bulup, dipsiz kuyuda debelenir gibi yaşıyordu. İlk girdiğimizde, bir iki büyük kaçakçı vardı. Biri kaçak mallarla dolu gemisini yakalanmamak için batırmış, ama yine de yakayı kurtaramamıştı. Diğerleri genellikle araba kaçakçılığından yatmaktaydılar. Çiçek Pasajı’nda tek kart ile tombala çektirip, kazananlara kaçak Amerikan sigarası vermekten yakalanan “Tek Kart İsmail” ise üst kata bile terfi edememişti. Tabii yatakların koğuş ağası tarafından dağıtıldığını, bunun da belirli bir karşılığı olduğunu, siyasi olan bizlerin bu angaryadan muaf bulunup, ayrı bir statüye sahip olduğumuzu eklemeye gerek yok sanırım. D Kaçakçılıktan başka suçtan yatanları (biz hariç) başka koğuşa gönderecekler. Kimse gitmek istemiyor, tabii koğuş rahat. Eşape Burhan ise sapsarı olmuş, kendinden geçmiş herkese yalvarıyor, nafile.. Gardiyanlar, “Savcı Bey Listeye yazmış, yapacak bir şeyimiz yok” diyorlar. ERDAL ATABEK DEVREDE Burhan son çare olarak, bizim temsilcimiz olan; hem koğuş, hem de idare canibinden saygı gören, sözü dinlenen Erdal Atabek’i gördü ve ona gitti, yalvardı. Erdal Abi, “Bir bakalım” diye kalktı giyindi. Bu arada Burhan “Allah Razı olsun Hocam” diye ellerine sarılmış durumda. Sonrasını Erdal Atabek’in, hapishanedeki insan sıcağını, tümüyle yansıttığı enfes kitabından (“İnsan Sıcağı” Çağdaş Yayınları) okuyalım: “...Kapıya indim. Gardiyanları buldum. ‘Yahu çocuklar, öbürleri neyse de bunu biliyorsunuz. Adamı yaşatmazlar. Onunki koğuş değiştirmek falan değil, düpedüz ölüme gidiyor. Bakın bunun sorumluluğu var.’ Gardiyanlar: Hocam biz de biliyoruz. Ama Savcı Bey’in yazdığı listede adı var. Emri nasıl değiştiririz? Mecburuz almaya... Vallahi sorumlu bir iş. Alın.. alın ama, durumunu da bilin, bana kalırsa siz durumunu Savcı Bey’e bir daha hatırlatın. O da insandır, bir anlık dalgınlığına gelir. O da sanırım istemez böyle bir sonucu dedim. Hocam bizim elimizde bir şey yok. Yahu adam gidecek. Peki dedim siz onu götürün savcıyla bir kendi konuşsun. Savcı Bey ısrar ederse mesele yok. Siz de sorumlu olmazsınız. Birbirlerine baktılar, akılları yattı. Aldılar adamı Savcı Bey’e götürdüler. Savcı Bey onu listeden çıkarmış, o da koğuşa geldiğinde elimi öptü, “Estağfurullah” dedim. Koğuştakiler de iyi oldu dediler, olay da kapandı.” Gümrükçü Osman Bey T UĞUR MUMCU’YU DOĞRULAYAN GÖRÜNTÜLER ağmalcılar’a ilk gittiğimiz 1982 Kasımı’nda, Uğur Mumcu’nun, terör ve kaçakçılık üzerine çalışmaları toplumda büyük yankı uyandırmıştı. Uğur özellikle silah kaçakçılığında Bulgaristan bağlantısının büyük rol oynadığını yazıyor, Kinteks Şirketi’nin marifetlerini, Ağca’nın da Bulgaristan bağlantılarını anlatıyordu. Ne var ki, bu açıklamalar kimi sol çevrelerin tepkisini çekiyor, Bulgaristan’ın kasten karalandığı söyleniyordu. C 16’daki ilk günlerimizde, hep Uğur’u andım, içerden kendisine haber gönder S Ali Sirmen Uğur Mumcu dim. Çünkü kaçakçı arkadaşların bir bölümü, üzerinde “Bulgaria” yazan eşofmanlarla geziyorlar, Bulgaristan’daki maceralarını Karadeniz kıyılarındaki yazlıklarında geçirdikleri günleri anlatıyorlardı. Uğur’u gerçekleri saptırmakla suçlayanlardan birine, Eee bunları gördükten sonra ne diyeceksin, dedim. Hiç ses etmedi.. konuyu değiştirdi. Ben ise hayıflanıyordum. Benim yerime orada Uğur olsaydı, kim bilir neler çıkarır, ne bağlantıları ortaya dökerdi? utuklular arasında, efendiden bir adam olan Gümrükçü Osman Bey de vardı, bir kaçakçılık olayında rüşvetten düşmüştü içeri. Olayı reddetmiyor, rüşvet almaktan pek sıkılır da görünmüyordu. Bize, gümrükçülüğe nasıl başladığını, başlangıçtaki idealistliğini, sonra kendisini nasıl biraz tehdit, biraz da ikna ile rüşvet yoluna çektiklerini büyük bir açık kalplilikle anlatmıştı. Hoşsohbet, efendiden bir adamdı. Scrable oyununa meraklıydı ve bu kelime bulma oyununa bayılan Orhan Taylan ile hemen her gece oynarlardı. Sağmalcılar C 16’daki ilk konukluğumuz bir ay kadar sürecek, duruşmalar devam ederken, mahkeme tarafından verilen bir tahliye kararı ile duruşmanın ertesi günü, 22 Aralık 1983’te bütün koğuş arkadaşlarıyla teker teker helalleşerek, buradan ayrılacaktık. Biz “artık bu iş bitti” sanıyorduk, meğer on ay sürecek bir teneffüse çıkıyormuşuz, bir yıla kalmadan aynı yere dönecekmişiz ve bu kez C 16’yı cennet gibi algılayacakmışız da haberimiz yokmuş. HAFTAYA: EVİM...EVİM...GÜZEL EVİM...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear