28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

27 HAZİRAN 2008 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR C 5 Ruhr Havzası’nda iki arkeolog: Gönül Yalçın ve Ünsal Yalçın Taşın dilinden konuşabilmek Belkıs ÖNAL PİŞMİŞLER BOCHUM “Gözlerini kapat” demiş Hamit Zübeyr Koşay, “gözlerini kapatıp öyle dokun.” Zaman, cumhuriyet döneminin ilk ulusal arkeolojik çalışması kabul edilen Alacahöyük’te kazıların sürdüğü 70’li yıllar. Çevresinde köylülerle sohbet ederek anlatıyor kazıyı sürdüren Koşay, eski tunç çağını, Hititleri… Anadolu’nun binlerce yıllık uygarlık serüveninin içine o günlerde giriyor Ünsal Yalçın. Henüz okul çağlarında bir çocukken, kazılardan çıkan kalkolotik ve Hitit dönemi seramiklerine tam da öyle yapıp, yani “gözlerini kapatıp, dokunarak” farklarını saptamaya başlıyor. 28 yıldır süren arkeoloji uğraşına da o vakit karar veriyor. Almanya’ya gelip Yer Bilimleri okuduktan sonra doktora çalışmasını bitirdiği sıralarda, Bochum Alman Madencilik Müzesinde ( Deutsches Bergbau Museum) açılan madencilik arkeolojisi bölümünde çalışmaya başlyor. O günden bu yana da “Anadolunun çokkültürlü, on bin yıl öncesinden gelen ve birçok kültüre yurt olan eşsiz ve geçmiş zenginliklerinin, taşlarının, bakırın, kalayın, tuncun peşinde, parmak izlerini aramayı” sürdürüyor. Anadolu’daki pek çok kazıya katılan, davetler alan Ünsal Yalçın’ın, yoğunlaştığı metalurji arkeolojisi araştırmaları nedeniyle de aslında çalışmalarını ağırlıklı olarak Anadolu’da geçirdiğini öğreniyoruz. Marburg Üniversitesi’nde doktora çalışmasını bitirmek üzere olan arkeolog eşi Gönül Yalçın ve 11 yaşındaki kızları Meltem ile beraber daha geçen yaz Artvin Murgul’da bakırı, toprağı incelemişler. inin yaşandığını belirten Ünsal Yalçın’ın iki yıl önce Bochum’daki müzede gerçekleştirilmesine önayak olduğu “Uluburun Gemisi” konulu sergiye yaklaşık 400 yüz bin ziyaretçinin gösterdiği ilgi, belleklerde önemli bir başarı olarak yer etmişti. Almancası tükenen Uluburun Gemisi buluntu ve sergi kataloğunun Türkçe çevirisini de Gönül Yalçın yapmış. Ünsal Yalçın, 14 hatta 13’üncü yüzyıllara tarihlenen ve 1982’de Kaş–Uluburun’da çıkarılan gemi batığında bulunan tonlarca bakır ile kalayın dönemin ticari ve buna bağlı sosyokültürel ilişkileri üzerinden verdiği ipuçlarının son derece heyecanlandırıcı olduğunu anlatıyor. Ancak sergiden söz ederken, “buradaki Anadolulu göçmenlerin bu buluntuya ilgisiz kalışlarını da” hafif bir buruklukla anıyor. Ünsal Yalçın da, “Ama” diyor, “sabır ve gayret göstererek, hem kendi insanlarımıza, hem de dünya insanlığına Anadolu’nun çokkültürlü, zengin uygarlık mirasını anlatmaktan vazgeçmemeliyiz.” Ünsallar, bu gayretin bir ürünü olarak kasım ayında Bochum’da yapılması için hazırlıklarını sürdürdüğü “Anatolien Metal” konulu sempozyuma şimdiden davet ediyor herkesi. Ruhr havzasının ortasında, Anadolu’nun gizlerine el sürmüş bir arkeolog çifte Zonguldak kömürünü sormamak olmazdı. İki bölgenin kömürünün de taşkömürü, ikisinin de aynı kalitede olduğunu söylüyor Ünsal Yalçın ve Gönül Yalçın. Bir de küçük ekleme yapıyorlar: “İklim de benziyor sayılır, oralar da buralar da nemli.” Sonuçta höyüklerin önünden, binlerce yıllık madenlerdeki parmak izlerinin peşine düşen Ünsal Yalçın ile kazı evlerinin, seramiğin, toprağın, göç koridorlarının izleklerinden söz eden Gönül Yalçın, aslında taşın dilindeki hikayeyi anlatıyorlar. Taşın bir dili olduğunu bilerek... Laiklik Bir Yaşam Biçim midir? ilişkisinin yanında, eski üretim ilişkilerinin kalıntıları ve gelecek üretim ilişkilerinin filizleri, yani farklı “yaşam biçimleri” vardır. ??? İşte “bir yaşam biçimi olarak laiklik”, kapitalist endüstriyel kent toplumlarının özelliklerinden biridir… Aynen dinselliğin veya dinciliğin, feodal tarım toplumlarının “bir yaşam biçimi” özelliği olması gibi. ??? Her üretim biçimi kendi siyasal rejimini de yaratır. Kapitalist endüstriyel üretim biçimi, zaman içinde laiklik, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti çizgisinde gelişmiştir. ??? Birey açısından, laik bir toplumdaki laiklik herkes için zorunlu bir yaşam biçimi midir? Kuşkusuz hayır! Aynen demokratik bir toplumda demokrasinin, bireylerin zorunlu yaşam biçimi olmaması gibi. Doğal olarak, demokratik bir toplumda bireyler kendi özel yaşamlarında demokrat da olabilir, otoriter veya totaliter de… Laik bir toplumda laik de olabilir, dinci veya ateist de… Buradaki ince nokta, laikliğin de aynen demokrasi gibi, bireysel tutum ve davranışların dışında ve ötesinde “toplumsal ve siyasal bir yaşam biçimi” oluşturmasıdır. Sorun kahvaltıda ne yendiği, ne tür müzik dinlendiği değil, insanların ortak etkileşim alanlarındaki (yani kamu alanındaki) egemen ilişkilerinin niteliğidir. Hiç kuşkusuz, bu açıdan laiklik de, aynen demokrasi gibi, toplumsal ve siyasal bir yaşam biçimidir. Tabii birey olarak demokrat olmayanlarla demokratik bir rejimi yürütmek ne denli güçse, laik olmayanlarla da laik bir rejimi sürdürmek o denli zordur. Ünsal, Gönül Yalçın çifti diyalektik düşünmesi gereğini vurgulayıp ekliyor: “Çakmaktaşı yerine kumtaşıyla bir şey yapamazsınız, çakmaktaşını bulmak için kesici alet yapabilmek gereklidir, kumtaşıyla bunu yapamaz hammaddeyi çıkaramaz ve işleyemezsiniz de. Bu anlamda üretimin toplumsal gelişim dinamiğindeki izleklerin Anadolu’da bulunduğunu biliyoruz. Bunları bulan, hammaddeye nasıl ulaşıp işleyeceğini bilen deneyimlere tanığız Anadolu’da. Toplumsal, ekonomik ve kültürel iletişim ve şekillenmelerin, uygarlıkların onbinlerce yıl geriye tarihlendiği, toplumsal gelişim dinamiğindeki izleklerin Anadolu’da bulunduğu biliniyor. Bir küçük örnek olarak örneğin Bochum Stiepel bölgesindeki geçmiş, bin yıla tarihlenirken, Aksaray’da onbeş bin yıl önceye gidilebiliyor. Bu denli açık.” Batı merkezli görüşlerin Anadolu’yu görmezden geldiği yolundaki anlayışlar karşısında arkeolog Gönül Yalçın’ın yaklaşımında da özümsenmiş bilginin kesinliği çarpıcı: “Oysa Miken’leri anlamak için Anadolu’dan Hitit metallerinde o dönemin biçimiyle ilişkilerden bilgi alınıyor, o nedenle Anadolu’nun önemini atlayan uygarlık dizinlerindeki anlayış, yeni kuşaklarla birlikte değişmeye başladı.” LUBURUN: HÜZÜN VE SEVİNÇ Gönül Yalçın, 1984 yılında Perge’de başladığı kazı çalışmalarıyla Anadolu’nun tozuna toprağına karışmış bir kadın arkeolog olarak, Anadolu toprağının derin ve tükenmez zenginliğinin aslında bugünlere uzanan bir gelenek olarak hep yeni zenginlikler vaat ettiğine ve başka yerlerle de kıyaslanamayacak denli benzersiz olduğuna özel bir önemle değiniyor. Anadolu arkeolojisinin en iyi dönem U RUHR VE ANADOLU “Hammaddeyi bulabilmek önemli” diyen Ünsal Yalçın, bir arkeologun Türkiye ile Irak arasında oluşturulacak stratejik ilişki mekanizmasına Iraklı Kürtlerin de alınacağı öğrenildi argıtay Başsavcısı “Laiklik bir yaşam biçimidir” diyor. AKP, “Hayır laiklik bir yaşam biçimi değildir” diye itiraz ediyor. Hüzün verici bir durum! Hüzün verici bir durum, çünkü Türkiye’yi altı yıldır yönetenlerin dünya görüşü, felsefi yaklaşımı, siyaset anlayışı ve tabii bilgi düzeyi hakkında insanı umutsuzluğa sürüklüyor. ??? İnsanların “yaşam biçimi”, içinde yaşadıkları toplumsal yapı tarafından belirlenir. Toplumsal yapıyı belirleyen ana öğe ise, üretim ilişkileridir. Demek ki esas olarak “yaşam biçimi”, üretim ilişkileri tarafından belirlenir. Örneğin köleci toplumda, insanların, işlerini sahip oldukları kölelere yaptırmaları doğaldır. Örneğin feodal tarım toplumlarında, ağanın toprağa ve onun üstündeki bütün varlıklara sahip olması, köylülerin onun için üretim yapması doğaldır. Örneğin kapitalist endüstriyel toplumlarda, işçilerin ücret karşılığında serbestçe çalışmaları ve kazandıkları parayı istedikleri gibi harcamaları esastır. ??? Hiçbir toplumda bütün bireyler homojen nitelik taşıyan tekdüze bir “yaşam biçimini” paylaşmaz. Üretim ilişkilerinin belirlediği “yaşam biçimi”, sadece din, dil, ırk, milliyet, mezhep, yani manevi kültür bakımından çeşitlilikler göstermekle kalmaz, bireyin özgürlük alanlarında da farklılaşır. Ama bütün bu çeşitlilikler ve farklılaşmalar, esas olarak üretim ilişkilerinin belirlediği toplumsal yapının egemen “yaşam biçimini” ortadan kaldırmaz. ??? Ayrıca, “yaşam biçiminin” temel belirleyicisi olan üretim ilişkileri dahi her toplumda tekdüze değildir: Her toplumda egemen üretim Y ekongar?cumhuriyet.com.tr; www.kongar.org Başbakan Erdoğan Irak’a gidiyor Bahadır Selim DİLEK ANKARA ABD’nin telkinleriyle Türkiye ile Irak arasında kurulması öngörülen stratejik ilişkinin kapsamına Iraklı Kürtlerin de alınacağı öğrenildi. Edinilen bilgilere göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Bağdat’a yapacağı ziyarete ilişkin Ankara’da yürütülmekte olan çalışmalar son aşamaya geldi. Ziyaretin gündemine ilişkin ayrıntılar da büyük ölçüde netleştirildi. Erdoğan’ın, bir ya da iki hafta içinde Bağdat’ı günübirlik ziyaret etmesi söz konusu olacak. Ziyaretin gündeminin öncelikli maddesi Türkiye ile Irak arasında oluşturulacak stratejik ilişki mekanizması olacak. Erdoğan’ın ziyareti sırasında Iraklı mevkidaşı Nuri el Maliki ile bu konudaki mutabakatın kamuoyuna açıklanması bekleniyor. TürkiyeIrak mutabakatının başta güvenlik olmak üzere, enerji, ekonomi, kültürel ve toplumsal işbirliği başlıklarını kapsaması hedeflenirken özellikle güvenlik konusunda kurulacak mekanizmalarda bölgesel Kürt yönetimi temsilcilerinin yer alacağı öğrenildi. Oysa Ankara bugüne kadar MESUD BARZANİ: PKK TERÖRİST DEĞİL Dış Haberler Servisi Kuzey Irak’taki bölgesel kürt Yönetimi lideri Mesud Barzani, “Kerkük Kürdistan’ın bir parçasıdır ve PKK terörist değildir” dedi. İtalya’yı ziyaret eden Barzani, İtalyan İl Tempo gazetesiyle yaptığı söyleşide, “PKK bahanesiyle Türkiye’nin Kuzey Irak’ı işgal etmesinden korkup korkmadıklarının” sorulması üzerine, “Biz hiç kimseden korkmuyoruz. Topraklarımızı işgal etmek, bütün bölgeye yayılacak bir krize yol açacak şekilde kumar niteliğinde bir adımdır ve tüm bölgede krize neden olacaktır” diye konuştu. Kürtlerin silahlı mücadeleye girmemeleri özellikle, sınır güvenliği konusunu merkezi yönetimle konuşma yaklaşımını benimsemişti. Söz konusu mekanizma yaşama geçerse, Türkiye bölgesel Kürt yönetimi ile sınır güvenliği konusunda işbirliği yapacak. Böylece, Ankara, bölgesel Kürt yönetimini de meşrulaştırmış olacak. Bu konu, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin Ankara’ya yaptığı ziyaret sıra ve politik mücadeleyi seçmeleri gerektiğini kaydeden Barzani, “PKK terörist bir örgüt değil, eğer PKK Türkiye’nin görüşme yapma taahhüdünü reddederse o zaman terörist olarak adlandırılabilir. Kürdistan bölgesi, güvenlik konusunda önemli adımlar attı. Terorizm ve aşırılık coğrafi sınır tanımadığı için birleşmeliyiz. Dolayısıyla işbirliği için uluslararası bir güç gerekli” dedi. Kerkük sorununa da değinen Mesud Barzani, “Kerkük kesinlikle Kürdistan’ın bir parçasıdır, ancak Kerkük’ün kimliği ilk önce orada yaşayan uluslara saygı duyularak incelenmelidir” şeklinde konuştu. ler de, “Iraklı Kürtler beklentilerimizi karşılarlarsa, onlarla işbirliği yapmamamız için neden yok” yanıtını verdi. Bu tutum üzerine de iki ülke arasında kurulacak stratejik ilişkinin mekanizmalarından Iraklı Kürtlerin dışlanmaması görüşünü benimsedi. Ancak bölgesel Kürt yönetiminin bu mekanizmalar içinde hangi düzeyde ve nasıl temsil edileceği netlik kazanmadı. Belçika, DHKPC üyelerini yeniden yargılayacak 4 ay önce serbest bırakılan örgüt üyeleri farklı cezalar alabilecek almayı da reddetmişti. Mahkeme, gıyaben yargılanan terör örgütünün başı Dursun Karataş ile Zerrin Sarı, Şükriye Akar ve Bahar Kimyongür’ü beraat ettirmişti. Firarda bulunan terörist Fehriye Erdal, 2 yıl tecilli hapis ve 1230 Avro para, Musa Asoğlu 3 yıl tecilli hapis ve 1230 Avro para, Kaya Saz da 21 ay tecilli hapis ve 1230 Avro para cezasına çarptırılmıştı. Anvers Temyiz Mahkemesi, önceki kararların aksine, DHKPC’yi “terör örgütü” olarak nitelemeyi de reddetmişti. Savcılık ise sanıkların Belçika içinde ve dışında işledikleri suçları hatırlatarak, bunları görmezden gelen kararın kabul edilemeyeceği görüşüyle yeniden yargılama istemişti. BRÜKSEL (AA) Belçika’da Yargıtay, dört ay önce serbest bırakılan terör örgütü DHKPC üyelerine ilişkin adli kararı bozarak sanıkların yeniden yargılanmasına karar verdi. Anvers Temyiz Mahkemesi’nin kararını bozarak DHKPC’yi “terör örgütü, suç örgütü ve çete” olarak niteleyen yüksek mahkeme, terör örgütünün ve üyelerinin Belçika dışında işlediği suçlardan da bu ülkede yargılanabileceğini belirtti. Bugüne kadar alınan kararlar geçerliliğini yitirdiği için sanıklar daha farklı cezalara çarptırılabilecek. Anvers Temyiz Mahkemesi, 7 Şubat 2008 tarihli son kararında, DHKPC üyesi sanıkları serbest bırakırken bu kişilerin ve bağlı bulundukları örgütün Belçika dışındaki eylemlerini dikkate sında da gündeme geldi. Talabani, iki ülke arasında kurulacak mekanizmaların niteliği ne olursa olsun, bölgesel Kürt yönetiminin bu oluşumlardan dışlanmamasını istedi. Hatta, Türkiye’nin özellikle güvenlik konusunda Iraklı Kürtleri görmezden gelirse, terörle mücadelede istediği sonucu alamayacağı mesajını verdi. Talabani’nin bu değerlendirmesine Türk yetkili azetelerdeki köşeler, biraz da “kadastro geçmiş tapu parseline” benzer. Sayfası ve köşenin eniboyu bellidir. Açtınız mı, ya komşu yazara, ya da bir haberi yazan muhabirin hakkına el uzatmış gibi oluyorsunuz. Bu nedenle de bazı günler “yazıya şu konuyu da eklemeliyim” diye niyetlenmeniz kursağınızda kalır. Cumartesi günü çıkan “çelişkiler ülkesi” başlıklı yazıda da aynı duyguyu yaşadım. ??? Kazandığımız ulusal maçlar sonunda insanların sokağa dökülmesi ve yaşanan duygu şöleni anlatılır gibi değil. Ama anlatmakta zorlandığım iki ayrıntı var. Birincisi bütün uyarılara karşın magandaların silaha sarılıp ateş etmeleri. Her ulusal maç sonunda yaşananlar, Çek maçının ardından da yaşandı ve çok sayıda kişi yaralandı. Bazı ustalarımın da vurguladığı gibi, coşkulu göstericileri izleyip onların coşkularına aralarına karışmadan ortak olmaktan bile korkanlar var. Pencerelerden ve balkon kapılarından uzak durmayı tercih ettiren magandalara “yuh olsun” demekten başka çare de yok. İkinci ayrıntı ise köşelerinde ya da konuşmalarında “ulusallığın öldüğü” ko G GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ nusunda sürekli ahkâm kesenlerin durumu. Ulusal takımın galibiyeti sonrasında yazdıklarını ve yazılarına attıkları, çoğu kez de abartılı sözcüklerden oluşan başlıklarını anlayamamış olmamı zorunlu olarak kendi kafasızlığımla bağdaştırmak durumunda kalıyorum. Doğal olarak, sporla siyaseti birbirinden ayırmak gerekiyor. En önemli kurallardan biri de sporu siyasetin dışında tutmak. Kimsenin de buna hakkı olmamalı. Turları atlamayı siyasetçilerin ya da ulusal takım yöneticilerinin şanslarına ya dinciliğine bağlamak da son dönemdeki acayip modalardan bir başkası. Bu yaklaşım bir anlamda, sahadaki başarıları ile göklere çıkarılan gençlere de büyük bir haksızlık oluşturuyor. Ama günlük başarıları, sürekli başarısızlıkları göz ardı ettirmenin aracı olarak kullanmanın ve “yuvarlanıp gidiyoruz” tanımlamasının “yuvarlanıyoruz” sözcüğünü unutup “gidiyoruz” sözcü İyi ki Futbol Var... ğüne sarılmanın tipik örneklerinden biri de bu yaklaşım. “Nereye?” sorusunu soran o kadar az ve yanıtlamaktan kaçınan o kadar çok ki... Bu da “çelişkiler ülkesine” yakışan bir başka ayrıntı galiba... ??? “Ulusallık öldü” görüşünün savunucularını siyasal açıdan bakınca numaracı cumhuriyetçileri ya da 2. cumhuriyetçileri anımsamamak da olanaksızlaşıyor. Konuya ilgi duyanlara ustalarımdan Orhan Koloğlu’nun, geçen yılın son aylarında “Numaracı Cumhuriyetçiler/II. Cumhuriyetçiler Hakkında Her Şey” adlı belgesel kitabını önermek istiyorum. (Pozitif Yayınları Kasım 2007) Orhan Koloğlu, kitabının önsözüne şöyle başlıyor: “Bu kitap iki tip değişimci” üzerinde yoğunlaşıyor. Birinciler ‘Aceleciler’, ikinciler “Numaracılar.” Bir bakıma birbirleriyle bütünleşmiş oldukları da gö rülecektir. ‘ci/cı’ eki dilimizde meslek belirler. Toplumsal değişimi tasarlayanlara ‘değişimci’ çözümleri hızla gerçekleştirmeyi düşünenlere “acilci’ demek uygun düştüğü gibi, tasarladığı değişime bir numara koymak tutkusunda olanlara da, ‘numaracı’ demek doğaldır. Her şeyden önce bu açıklamaya gereksinme duymam, bu meslek sahiplerinin halk dilinde ve mecazi anlamda “davranışları yapmacık olan, şeklinde kullanılmasıyla karşılaştırılmaması içindir.” İzniyle Arapça olan “meslek” kelimesinin “tutulan yol” anlamındaki “suluk” sözcüğünden türediğini ve yapılan işi anlattığını da ben ekleyeyim. Koloğlu bu belgesel kitabında, isim babalığına soyunanlar da dahil, 2. cumhuriyetçilerin ipliğini, kendi yazıları ve söylediklerinden tarihi de belirtilen alıntılarla, pazara çıkarıyor. “Ulusalcılığın öldüğü” iddialarının fos çıkmasını ulusal takımın galibiyetleri ortaya çıkardığı gibi, yalnız son dönemdeki numaracıların değil, Osmanlı’dan başlayan aynı yolun yolcularının fos çıktığını da Orhan Koloğlu’nun kitabı belgeliyor. oerinc?cumhuriyet.com.tr Washington’ın elçilik sıkıntısı Dış Haberler Servisi ABD’nin büyük miktarda para harcamasına rağmen yurtdışındaki en az 150 büyükelçilik ve temsilcilikte güvenliği yeterince sağlayamadığı bildirildi. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından artan güvenlik ihtiyacının karşılanamadığı, “hassas durumdaki” elçiliklerin güvenliğinin sağlanması için şu anda harcanan 4 milyar doların iki katı kadar paraya ihtiyaç duyulduğu belirtildi. ABD, Kenya ve Tanzanya’daki büyükelçiliklerine düzenlenen ve 231 kişinin ölümüne neden olan 10 yıl önceki bombalı saldırıların ardından temsilciliklerinde güvenliği arttırma kararı almıştı. Dışişleri Bakanlığı’nın raporunda, 265 büyükelçilik ve konsoloslukta güvenliğin standartların altında olduğu, hatta elçiliklerin başkentlerden taşınmasının gündeme geldiği bildiriliyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear